üzerine genelde kolsuz şişme mont giyen, avuç içiyle araba kullanmazsa ölecek hastalığına yakalanmış, teslim aldığı her aracın koltuk ayarını yatar pozisyona getiren sevgili valelerimizin sadece park etmekle görevli olduklarını unutup yaldır yaldır gelen arabaları durdurup müşterisini çıkarmaya çalışmayı normal görmesi ilk trafik kurallarıdır. polislerin trafik akışına göre yaptıkları bu eylemi valelerimiz müşterilerinin çıkışına göre yaparlar ve onlar el kol yaptığında durmak zorundasınızdır.
bunun dışında tek yön karşılıklı gidiş geliş olan yolda ilerde dönülmesi gereken yerden arabayı döndürmek yerine bütün trafiği tıkayarak arkadaki araçlar beklemek zorundaymış gibi kafasına göre karşı şeride arabanın kafasını enlemesine uzatıp birinin yol vermesini zorunlu kılar.
kaldırımlar yayalara tahsis edilmiş gibi görünse de valelerimiz öyle uygun gördüğü için araçlara aittir. polis onlar olduğu için itiraz edecek halimiz yok. canları sıkıldığında bebekte ünlü döverken de görebilirsiniz. bu da asayişin de onlar da olacağına karşı ufak bir sinyaldir...
eşi/annesi/kendisi kahvaltı hazırlamadığı için güne aç acına başlayan, işe giderken bir poğaça açma börek neyin almadığı için de öğle yemeğini bekleyendir fakat saatlerce bir şey yemeyerek ağız kokusunu etrafa buram buram yayandır da. müşterinin suratına suratına hohlayarak konuşup çalışma arkadaşına soru sorarken insanı gerim gerim gerendir.
(bkz: insan bazen hayret ediyor)
çocukluğumdan beri gittiğim envayi çeşit kuaförde gözlemlediğim aşırı itici eylemdir. fön çekerken başka müşteriye tatlım nasılsın bekle geliyorum demeler, içeriye giren kişiye önce göz kırpıp gülümseyip arkasını dönünce süzmeler, aynada göz göze gelince senli benli cümle kurmalar, yanına gelen diğer kuaförle müşteri dedikodusu yapmalar vesaire vesaire..
bunun bir de manikürcü versiyonu var ki oda evlere şenlik hepsi kendine aşık sürekli aynada kendilerine bakarlar. iki kıl yolup iki tırnak kestiler diye kendilerini dermatolog zannederler. tüm bunlara uyuz olsanız da o kuaför dili edebiyatına hakim olmanız gerekir yoksa saçınız iyi kesmezler fönünüzü acemi çeker maalesef.
-en üst kat soğuk olmaz
-buranın önü açık kapanmaz yazın püfür püfür oturursunuz (kışın nolur sorusuna bir önceki madde hatırlatılır)
-içi temiz boya badana yap gir (dolaplar elinde kalır)
-çok nezih bi muhit (o yüzden ahırda yaşamaya değer)
ve sıkıştığı yerde ev sahibine sorarız gerekirse şeklinde geçiştirmelerle bezenen yalanlardır.
margaret mazzantini'nin çarpıcı bir kapağa sahip muhteşem romanı. son 200 sayfayı soluksuz okudum diyebilirim. bohem bir çift, saraybosna, italya, sonra tekrar saraybosna, savaş zamanı, yokluk, annelik duygusu herşey çok güzel anlatılmış. kitap bitince gemma, diego, goyko, aska, pietro'dan artık haber alamayacağım için üzüldüm.
son zamanlarda sözlüğe girerken karşılaşılan ayarsız sesli reklamların sonucu. yüksek sesli müzik dinliyorsanız ve kulaklık varsa kulağınızda aniden lungo ne ki diyerek irkilebilirsiniz, aman dikkat deyim..
son yıllarda gelinlik giymek kadar yaygınlaşmış uygulamadır. parlak parlak kumaşlardan ve hatta fuşya nefti yeşili gibi renklerden olsa da taş fırını türk erkekleri bu kravatları takmakta bir beis görmemektedir. sonra aynı erkekler nikahta evet deme sırası kendilerine geldiğinde 3-5 çapulcu arkadaşına "ha ne diyim hayır mı desem" tarzı bakışlar kaşlar gözler atmaktadırlar. e arkadaşım sen nişanda kuzu kuzu parlak fuşya rengi kravat taktın nişanlına uyucan diye. hangi ara asi oldun başımıza.*
deniz seki'nin 7. albümü sözyaşlarım ın çıkış parçası. deniz en güzel esaret yine kendime hapsetmek diye düşündüğünden olsa gerek suya hapsetmiş yine atmaya kıyamamaış. büyük yürek gerçekten..sözleri;
Ne aşk var ne de itiraf var
Ne adres ne boş sokaklar
Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim
Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim
Ezberlediğimden okuya okuya bir türlü sana öğretemedim
Geceler boyu dizlerinin dibinde uykum kaçsa bile uyanamadım
Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim
Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim
Ne kuşlar ne de o ağaçlar
Görmeden geçirdim çok sabahlar
Aşk diye diye kendimden bile bile vazgeçtim derken yolu kaybettim
Ağlasam da söyleyemem derdimi
Çünkü ben seni suya hapsettim
Aşk diye diye kendimden bile bile vazgeçtim derken yolu kaybettim
Ağlasam da söyleyemem derdimi
Çünkü ben seni suya hapsettim
Ezberlediğimden okuya okuya bir türlü sana öğretemedim
Geceler boyu dizlerinin dibinde uykum kaçsa bile uyanamadım
Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim
Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim
Aşk diye diye kendimden bile bile vazgeçtim derken yolu kaybettim
Ağlasam da söyleyemem derdimi
Çünkü ben seni suya hapsettim
aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın içinde çok vurucu cümleler barındıran felsefe okumuş bir yazarın eseri. 11 eylül kitabın ana olayı olmasına rağmen beklediğim halde müslümanlığı ezecek herhangi bir beyan bulunmamaktadır. babssı ölen küçük bir çocuğu, ailesini ve bir anahtarın gizemini çözmeye çalışmasını anlatan bir kitap.
bu uyanık tipler özellikle eş dost konu komşu kesimidir. türk kahvesi içilir fincan kapatılır hayatında okulun işin evin dışında bir bilgi sahibi olmayan komşu bunu bir fırsat bilir. fincanın tepesi soğuyunca mistik mistik açar fincanı. genelde iyi şeyler söylenmeye çalışılır o yüzden genelde ilk önce oooo nidasıyla başlanır fala. arkasında bak burda senin ayaklarına kapanmış biri var diye devam eder kucağında da balık* var diyip yüzüne bakar. yani beni doğrula veya yalanla demek istenir. eheh öylemi kimmiş acaba diye geçiştirilir. bak sen bütün eşyanı toplamış üzerine oturmuşsun diye devam eder. direkt söylemiyor da işte çeyizin var gidiyosun demeye getiriyor. hıı öylemi taşıncaz herhalde diye o da geçiştirilir. aa bak bak görüyor musun sen böyle boylu boyunca uzanıyo gibisin birisi seni kucaklayıp götürüyor diye devam eder. hehe demekki seneye de iş bulamayıp evde oturcam diye o da geçiştirilir. onun dışında temiz haberin kağıdın mutluluk gözyaşın var diye bir kaç şey salladıktan bir şey öğrenememenin verdiği hüzünle fincan yıkanmak üzere gönderilir.
ortam kalabalık olsun ya da çevresinde az kişi olsun neşeli gibi sürekli gevrek gevrek gülen bir tip de olsa aniden ciddileşen erkektir. burada herkesin aklına hesap kol gibi gelmiştir bacım afedersin demek gelecektir. lakin 2 çay parası da ödese etrafındakiler hesaba da atlasa adisyonun altındaki rakamı pin kodu yazıyormuşçasına saklar eliyle kapatır kimseye göstermez. ama bu gizliliğin sonunda da etrafa rahat bir imaj sergileyeceğine kaşlarını çatıp büyük banknotların etrafındaki kişilerin göreceği taraftan çıkması için bir yandan için için dua ederken acayip triplere girmekten de kendini alamaz. bu kadar afra tafra mimik yapacaksan at ortaya kim kaç çıkarsa çıksın dostum hesap ödeyeyim derken hipertansiyon hastası oldun.
isviçre'li araştırmacıların henüz kafa yorup kesin bir sonuç elde edememesinden istifade elde edilen sonuçtur. tabi bunun çeşitli konulardaki kriterleri olacaktır. örneğin bir çift birlikte sinemaya gittiler ve daha sonra ayrıldılarsa o film televizyonda yayınlanana kadar unutulması ideal süredir.
veya birlikte alışveriş yapmış olabilirler. o zaman da işin içine kader faktörü giriyor ki burada annenin o giysiyi yanlışlıkla çamaşır suyuna değdirmesinde bu faktörü gördüğümüzü varsayıyoruz. ama bu faktör ortada yoksa o giysiyi 'güle güle' giyebileceğimiz zaman dilimi giysinin tüylenip eskimiş olduğu tarihten önce olmalıdır ki ideal süre olsun.
ilişkilerin anavatanı hatta bayrağı sayılan 'bizim şarkımız' kavramı konusu ise biraz hassastır. o şarkı çıktığında hiçbir zaman kimse oy farfara farfara diye oynamayacaktır ama aynı şarkı farklı bir kişi tarafından kişiye ithaf edilince çaktırmayacak aymazlığa ulaşılmış olması ideal sürede unutulduğunu gösterir.
eski sevgilinin değer verdiği şeylere ayrılık sonrası daha da bir uyuz olmak kaçınılmazdır. burada da uyuz olunan gerçek ya da tüzel kişiliklerle ilgili kehanetlerde bulunmaktan vazgeçip sadece sıradan izleyici olma süresi kehanetin gerçekleşmesini beklemeden olması ideal süreye dalalettir.
tüm bunların dışında sonsuza dek sevildiğini bilmek hiçbişey susuzluk herşeydir.*
gülşen'in serdar ortaç'tan şarkı sözü yazma konusunda fazlasıyla etkilendiğini gösteren şarkı. safiyeti, zafiyeti gibi kafiyeleri serdar ortaç'tan görmeye alışmıştık. devamında vaziyet- asabiyet-faaliyet gibi kelimelerle kafiye yapabilirdi serdar abisi gibi. hareketli renkli bir şarkı bunun dışında. sözleri;
Aman neme lazım kaybetmeyelim safiyeti
Bize şu an ince ayar lazım bırakalım anlık zafiyeti
Bozulmasın aralar aklında hep paralar
Toplamalar sağlamalar
Sen iyisi mi kaybol sırra kadem bas
Ne sonra uğra ne bu aralar
Hayırlıysa olsun demiştim zaten
Anlaşıldı durum vaziyeti
Yukardan ayarlı bu hadiseler
Kurcalamamalı fazla kaderi
Atış serbest kıvırmakta açık ara öndesin
Satış olmaz gönül işinde yerden göğe diptesin
Hamurunda bir arıza varsa giderilsin
Sen daha önce üzdüklerimin en ağır diyetisin
deniz seki'nin bostancı gösteri merkezinde ilk defa tamamını söyledği müthiş şarkısı.
çaresizlikten doğarmış büyük hatalar
ve çaresiz insanlar etrafımızda
gülmedi yüzüm
hadi güldürün dostlar
bugünlerde size çok ihtiyacım var
neden niye beni bulur böyle aşklar
sorun bendeyse eğer
kurtar beni kurtar
bir gün bile sana itiraz etmedim hiç
cezam neyse öderim
affet ne olur beni affet
hadi bakalım başla yeniden aç sayfayı beyaz
kara karala dur yırt at yenisini yaz
bu da olmazdı dersin ki o hiç belli olmaz
ben adımı söylerim sen de soyadımı yaz..*
milliyet gazetesindeki köşesi bağımlılık yapan astrolog. her gece milliyet'in internet sitesi güncellensin de burç yorumumu okuyayım diye sabırsızlanıyorum.*
eleştiriyi sadece yapılan bir şey olarak gören bünyelerin giriştiği eylemdir. eleştiriler bazen kişiye de yöneltilir. o zamanlar da derin bir nefes alıp içimizden 10'a kadar sayıp bilgisayarımızın etrafındaki tabak çanağı mutfağa götürmeliyiz yoksa komik duruma düşeriz, tamam mı canlarım?
(bkz: doksanüç ana)