bir gün uzak diyarlarda bir krallıkta fakir mi fakir, sokaklarda yatan, kimse tarafından sevilmeyen bir adam varmış. köylülerden bazıları ona acıyıp evlerini açmışlar, fakat sabah olduğunda birde bakmışlar ki en değer verdikleri eşyaları ve altınları çalınmış. vurdum duymazmış köylüler, bu olayı çokta umursamamışlar. yıllar böyle ilerlerken bu hırsız adam insanları kandıra kandıra kendini zengin etmeye başlamış. fakat gözü hep yükseklerdeymiş. bir gün en meşhur elmaslardan birisi çalmak için kralın sarayına girmiş. çok kurnaz olduğu için, hiçte zorlanmamış. tam elması çalacağı sırada kral onu fark etmiş ve yanına gelmesini, korumalarını çağırmayacağını söylemiş. bizim hırsız şaşkınlık içinde kralın yanına gitmiş. kral ona şöyle bir bakmış ve demiş ki; "bütün askerlerimi ve korumalarımı atlattın, en güvenlikli yerlerden geçtin. akıllısın bunu görebiliyorum, kurnazsın da, sadece yanlış yoldasın..." kral öksürür. "...artık ömrümün sonuna yaklaşıyorum, o elindeki elmas kolyeyi boynuna tak." demiş. bizim hırsız kolyeyi taktığı anda kral o hırsız da kral oluvermiş. gerçek kral orada ölmüş ve bizim sahtekar nöbetçilere seslenmiş.
aradan yıllar geçmiş. sahte kral önce her şeyi çalmak istemiş, her zaman yaptığı gibi. hazine odasını açmış her yer altın. daha çok almış... daha çok almış... elbette bunun sonu yokmuş. yıllar böyle devam ederken bizim hırsız kral bir de bakmış ki, oda ağzına kadar altınlarla ve mücevherlerle doluymuş. fakat tuhaf bir şekilde bu onu tatmin etmemiş. istediği her şeye zaten sahipmiş. önce anlam verememiş, şaşırmış. altınların arasında uyumuş. ama o tuhaf his hiç geçmemiş.
yıllar geçerken o tahtta kaldığı her yıl. ona biraz daha kral gibi hissettirmiş. diğer ülkelere kafa tutmaya başlamış. kralım ben diye kükremiş. anlam veremediği bir şekilde halkını mutlu görmek istiyormuş. bir sürü güzel şey yapmış. "yaptığım kötü şeyler için beni bağışlayın, artık kalpleri kazanacağım" demiş. halkını birleştirmiş, ülke yıllardır özlemini çektiği refaha ulaşmış, hem de her konuda.
fakat diğer ülkeler bu adamı hiç sevmemişler, eskiden istediklerini yaptırdıkları bir kral varmış, şimdiyse tam tersi. halkı zehirleyip onu bir hırsız gibi göstermeye çalışmışlar. yıpratmaların ardı arkası kesilmemiş. kralın artık dayanacak gücü kalmamış. para için girdiği macerayı, iyilik uğruna kaybetmiş ve gözlerini yummuş. çok geçmeden ülkenin üstünde sayısız felaket boy göstermiş. herkes onu aramış ama iş işten çoktan geçmiş...
Türk kızlarının götünü adeta tavana ulaştırmaktır. maalesef. halbuki bir Avrupalı gibi it köpek muamelesi yapsa; değerinin artacağının bilincinde değildir.
marc dorcel filminden fırlamış gibidir. popo kıvrımlarını görmek mümkündür. Sanki kendi aralarında bir yarış içerisinde gibidirler. eteğiniz uzunsa gruptan dışlanma şansınız vardır. eteği en kısa olan grubun lideridir.
Not: Diablo III dikkate alınmadan oluşturulmuş bir listedir. Bu listeyi bir oyun tasarımcısı olarak oluşturduğumu belirtmek isterim, unuttuklarım elbette olabilir. Oyunlar aşağı yukarı eşdeğerdir, kategoriler benim başlarında harcağım zamanı simgeler.
Bir nevi "dükkan açık ama satış yapmıyoruz" demeye benzer.
Marifetmiş gibi kapananlardan nefret etsem de, üzerlerine giydikleri dar badiden sütyen cizgilerinin ve göğüs ölçülerinin tamı tamına belli olmasını oldukça tahrik edici buluyorum. Bikiniyle dolaşsa belkide dönüp bakmam.
biz onu öldürdük... siz ve ben! biz, biz hepimiz onun katilleriyiz! iyi de bunu nasıl yaptık? behlül'ün yalanlarınını dinleyerek mi ? yapılanlara dur demeyerek mi ? haftalarca düşünmedik mi onu ? sonunda neler olacağını bilmiyor muyduk ? kucaktan kucağa gitmesine seyirci kalmadık mı ? bir üçgenin içinde bulmadık mı kendimizi ? ağlamadık mı ardından vazgeçmedik mi bihterimizden ? "beni beni bihterini" demedik mi ? duygularımızı teslim etmedik mi şeytana ? bihter öldü ! bihter öldü ! onu öldüren biziz !
apaçilik akımını anlamak için ilk olarak başlangıcına gitmek gerekir, nerede ve nasıl ortaya çıktı hangi zor koşullar altında oluştu, tarihe nasıl yön verdi.
merak edilen sorulara ve uzman tarihçilerin aradığı yanıtlara cevap niteliği taşıyan bu eseri sizlerle paylaşıyorum.
Cezası biten karakterimiz, yeni bir sayfa açmayı gerçekten çok istiyormuş. Özelliklede hapishanede geçirdiği günlerden sonra, fakat kendisi iri yarı, kaba ve bir o kadar da yeteneksiz birisiymiş. Keskin ve sert bakışlarını her daim koruyan bu Mr. Hyde benzeri adam; çoğu zaman, insanların ondan uzak durmalarını ve ürkmelerini sağlıyormuş. Ne zaman beğendiği bir kıza baksa, güzel kızımız suratını ekşitir ve kafasını hemen çevirirmiş. Tüm bu olumsuzluklara rağmen gerçekten kararlı bir tavır sergileyen bu iğrenç mahlûk, kapı kapı dolaşıp iş aramaya başlamış. Fakat ne zaman bir yere girse, kapıda bir gölge gibi belirir, tam anlaşılmayan konuşmasıyla bir şeyler söylemeye çalışır ve herkesi kaçırırmış. Çığlıklar, korkan insanlar etrafta fink atar, herkes onu işaret edermiş, devasa boyutlarda ki bu adamı.
Her zavallının yapacağı gibi; bir köprünün altına sığınmayı denemiş, açlık ve susuzlukla gelen yorgunluk tüm bedenini sinsi bir kanser gibi sarmış. Toplumdan dışlanmış, itilmiş, kulaklarında o iğrenç sürtüklerin çığlıkları varmış. Buz kesen hava bile bu tiksinme hissini ondan alma konusunda yeterli olamamış. içinde bir yanar dağ gibi büyüyen bu nefret, derin nefes alışları ve gecenin karanlığına aldırmadan parıldayan gözleri ile bütünleşmiş. Küllerinden yeniden doğarcasına ayağa kalkmaya çalışmış, ama soğuk ve halsizlik onu çoktan ele geçirmiş bile. Gözlerini yavaşça kapatmış, artık müziği duyabiliyormuş ve nefes almasına da gerek kalmamış.
Hikayedeki Ana Fikir nedir ?
Bazılarının ikinci şansı olmaz.
Toplum tarafından dışlanan insanlar, kötü şeyler yapmak zorunda kalabilirler.
Bazen ölmek en iyi yol gibi görünür.
Mum ışığında akşam yemeğinden sonra şömine başında kırmızı şarap içmenin üstüne gözleri siyah bir fular ile bağlayıp sabaha kadar sevişmek. yetmez ise; bayan uyanmadan tüm odayı güllerle doldurup yatağına kahvaltı getirmekte olabilir.
Bir gün kırsal kasabalardan birisinde on sekiz yaşındaki bir çocuk, eşek olayına çok fazla ısınamamış ve bir kıza yönelmeye karar vermiş. Kasabada bir sürü kız elbette ki varmış, fakat burası oldukça tutucu bir yermiş ve bir kızla değil beraber olmak yaklaşmak bile bir hayli güçmüş. Günler geçerken çocuk hormonların getirdiği etkilerin kurbanı olmaya başlamış, düşünceler tümüyle onu tüketmeye ve beynini bir virüs gibi kemirmeye devam etmiş. Sonra bir gün dışarıda iken onu görmüş, saçları ve güzelliği mükemmel neşesiyle büyüleyen bir enerjisi varmış. Belki ondan bir ya da iki yaş küçük olan bu asilzademiz, devam eden rüyaların ve yalnız gecelerin asıl ismi olmaya başlamış. Birazcık şirin bir saplantı, birazcık da biriken enerjinin akışıyla, delikanlı nereye yönelmesi ve ne yapması gerektiğini artık bilir olmuş. Sonra izlemeler başlamış, ardı arkası kesilmeyen bu izlemeler, bir açık arar gibiymiş. Bir gün olan olmuş ve prensesimiz yalnız kaldığı sırada, zoraki prens onun dudaklarını kapatıp karanlığa sürüklemiş, o güzel eteğini sıyırmış ve kaleyi dıştan fethetmiş.
Ağlamaklı kalan prenses, olan biteni babasından saklayamamış. Zorlamalar sonucunda her şeyi anlatmış hem de hiç yalan söylemeden. Tabii ki baba çok kızmış ve köpürmüş. Fakat polise şikâyet etmek yerine, olayı aile içinde çözmek istemiş. Bu arada eve koşarak, zaferle dönen zoraki prensimizin bulunmayan beyni yavaş yavaş geri gelmeye başlamış. Olan bitenden çok pişman olduğunu, kendi kız kardeşine anlatmış. Kız kardeşi dehşet ve ürperti ile söylenenleri dinlemiş. Sonra bu süper ikilimiz birkaç gün hiçbir şey olmadığını görünce çok sevinmişler. Ama birden bir şey onları yakalamış ve uyandıklarındaysa, prensesimizin babasını ve amcasını görmüşler. Çok korkmuşlar ve suratları beyaza dönmüş ama bu olacak olanları değiştirmemiş. Bodrum ve mahzen tarzı olan bu yerde, başkahramanımızı duvara bağlamışlar ve gözünün önünde kız kardeşine çok kötü şeyler yapmışlar. Bundan büyük bir haz duyan amca ve baba ikilisi, bunu uzatmaya karar vermiş. Bir yıl boyunca çocuğu sürekli dövüp, kız kardeşineyse tekrar ve tekrar çok kötü şeyler yapmışlar. işin en kötü yanıysa zoraki prensimiz kız kardeşine yapılanları sürekli olarak izlemek zorunda kalmış. Dahası artık rüyalarında yalnızca kız kardeşinin inlemelerini ve çığlıklarını duyabiliyormuş.
Hikâyedeki ana fikir nedir?
Tecavüz kötü bir şey, yan etkileri ise daha kötü.
Yazar kesin olarak bir sapık.
Çocuk bunu hakketti, çünkü aynısını oda yaptı.
Ve evet hiçbir hayvan zarar görmedi.
sürekli aptal çaylakların düştüğü hatadır. bakınız verince bir bok olduğunu sandıklarından ya da yazamadıklarından ötürü olabilir, onlar da haklı bir yerde.
Bu güne kadar insanlığın yarattığı en utanç verici, zerre kadar saygıyı hakketmeyen ve bir avuç yobazın diline dolanan hayal mahsulü kavramlardır.
Birbirlerine öyle iç içe girmişlerdir ki; birisi insanları sınırlandırmayı ve kullanmayı amaçlarken diğeri; tüm bu iğrençliği örtme görevini cesurca üstlenmiştir. Dünya da bu güne kadar hiçbir savaş ve hiçbir kıyım bu kavramlar kadar cani ve acımasızca gerçekleşmemiştir. bir kişi din ve tanrı adına ölen insanların sayısını gördüğünde, eminim ki; içi ürperti ve nefretle dolar.
Dahası yüzyıllardır insanlar bu kavramları kullanarak kandırılırlar, her dinde bunun böyle olması şaşırtıcı değildir. Sizin üstünüzden türlü numaralarla ve edindikleri otoriteyle kendi ceplerini ve refahlarını garantilerler.
Ahlak ve adalet adına hiçbir şey barındırmazlar. Hatta ve hatta ahlaksızlığın ve adaletsizliğin çıkış noktası olabilecek ölçüde basit düşüncelerdir. en gözde örneklerden birisi; insanlar, sadece bu hayali varlığa inanmadığı için sonsuz acıya maruz kalacaktır, denilmektedir. Bu ne kendini beğenmişlik! Bu ne saçmalık! Birde üstüne yücelikten bahsedecek kadar zavallı olması da beraberinde gelmektedir. Bu derece sığ bir kavramda hangi adaletten hangi ahlaktan bahsedilebilir?
Din ve tanrı saçmalıkları insanların içine öylesine işlemiştir ki; yapacağınız hiçbir açıklama bu da dahil olmak üzere onların gözlerinin üstündeki bandı söküp atamaz. Çaresizlik içersinde, bu boş kavramları desteklemek için ellerindeki her şeyi kullanırlar, kullanmalılardır da! Çünkü bir çocuk hikayenin gerçek olmasını ister, inanır. Aksini söyleseniz bile öyle olduğunu kanıtlamaya çalışır.
Bizde büyüdüğümüzü sanıyor olsak da, hala doğanın çocuklarıyız ve onu anlamak için uğraşmaktansa hikayeye kanıtlar aramayla boşa zaman harcıyoruz...
son dönemlerde elde edilen bilgiler ile daha da kesinleşmiş durumdur.*
Marsta hayat küçüklüğümüzden beri önümüze gelir zaten. Bu konuyla ilgili filmler, oyunları bolca görmüşüzdür. 1996 yılında yayınlanmış olan "çılgın marslılar" ve en beğenilen oyunlardan birisi olan "doom" bu konuda ki en iyi örneklerden ikisidir.
kendime soruyorum sevgili okur; "marsta yaşamın kanıtlanmasının bana ne gibi bir katkısı olabilir?" "yalnız olmadığımızı düşünürüz" cevabından fazlasını istiyor gibiyim. "din kitaplarının bu konuda ki yetersizliği" bana katkı olmaktan çok insanların inanç sistemlerini sarsacak gibi görünüyor. Sonuçta bu kitaplar insanlar içindir, uzaylılar değil.
eğer marsta en ufak bir hücrenin bile yaşadığı kesin olarak gösterilir ise; bizden bile gelişmiş canlılar olabileceği bilimkurgusu, gerçek olmaya başlıyor demektir. hem korkutucu hem de sevindirici olan bu haberlerin, devletler tarafından saklanmamasını umut etmekten başka çarem kalmıyor sanıyorum. Çünkü bu olaylar insan olan herkesi ilgilendirmektedir. Parçası olduğumuz bu sistemi anlamak uğruna; içi içini yiyen tek kişinin ben olmadığımı düşünüyorum.
ve inanıyorum ki bu gerçekler kanıtlandığında; insanların hayata bakışı büyük ölçüde değişecektir.
Kürt ailelerinin genel ortalamada, Türkiye de ki en baskın doğum oranına sahip olmasıdır. Bunun temel sebebi pek çok ailenin birden fazla eşe sahip olması ve minimum 5 çocuk yapmasıdır. Eğer bu yapı bu şekilde devam ederse 100 yıl içinde Türklerin ve Kürtlerin nüfusu ya dengelenecek ya da azınlık olacakları gerçeğidir. Pekala, az çocuk yapanlar vardır. Ama gerçekçi bir yaklaşım izlediğimizde tablo hiçte iç açıcı değildir.
Şimdi bazıları bu yazıyı ırkçılık olarak değerlendirebilir, ya da Kürt düşmanlığı şu bu... Ama bir ülkede ki etnik gruplar işin çıvkını çıkartıyorlarsa; belirli sınırlamalar getirilmesi hem onlar hem de tüm ülke açısından iyi olacaktır, bunun pek çok sebebi vardır. gerek ekonomik gerekse yaşam kalitesi yönünden. ve şunu kesin olarak söylemeliyim ki; hiçbir etnik gurup ne sebeple olursa olsun, baskın olan toplumdan daha fazla doğurganlık oranına sahip olmamalıdır. Şayet ki olursa bunun kısa yazımı "100-200 yıllık bir istila sürecidir". Çünkü bir topluluğun nüfusu düşerken diğeri artmaktadır.
History Channel da hazırlanan yeni belgeselin adıdır. tarih kitaplarında bilindiği üzere hitler; kendisini kafasından vurarak intihar etmiştir. fakat Amerikalı bilim adamları, yıllardır Rusların sakladığı kafası parçalarında yaptıkları araştırmalar sonucunda, DNA diziliminin bir kadına ait olduğunu saptamışlardır. şaşırtıcı derecede doğru olan bu olay tüm dünya yı şok etmiş ve geride yüzlerce soru işareti bırakmıştır.
iki büyük düşünür, kendi aralarında savaşı ve neden olduğunu tartışırlar. Dahası ikisi de olmaması gerektiğini savunur. Einstein hatanın daha okul yıllarında ki tarih kitaplarından geldiğinden bahsederken, Freud olayı psikolojik olarak ele almaktadır.
böyle büyük beyinlerin aralarında ki diyaloglara tanık olma adına bile okunası bir eserdir.
çok güzel bir azeri türküsüdür. ahmet kaya güzel yorumlamıştır.
Güzelim yürekten bağlıyam sana
Eziyet eder mi seven sevene
Yandırdın kalbimi aman
Ay kaşları keman
Bu derdime inan yar
Sensiz yaşayabilmerem
Ey sevgili canan
Bu derdime inan
Seni görmeyende fenadır halim
intizarda koyma gadan ben alım
Yandırdın kalbimi aman
Ay kaşları keman
Bu derdime inan yar
Sensiz yaşayabilmerem
Ey sevgili canan
Bu derdime inan