yazılım, tasarım, content yazarlığı, çeviri işleri ile ilgilenen kişilerin dünya çapında freelance işler yapabileceği en iyi sitelerden biri. eskiler odesk olarak da hatırlayacaktır. son dönemlerde üye alım işlemlerinin çok zorlaştığını duydum. ancak sabırlı olmaya ve denemeye değer. öğrencilik dönemlerimden beri maddi açıdan hep bir ek gelir imkanı yarattı benim için. yalnızca freelance değil, büyük çaplı ve sürekli iş ilanları da bulunuyor.
Soma'da yaşanan korkunç faciadan sonra biraz önce alınan kararla süleyman demirel üniversitesi'nde de bugün başlaması beklenen bahar şenliklerinin mantıklı bir şekilde iptal edilmesi olayıdır.
son günlerde oldukça karmaşık ve komik olan internet ile ilgili düzenlemeler için cuk oturan söylem. herkes yeni bir şeyler arayışında, herkesin farklı taktikleri ve fikirleri var.*
'allah rızası için', 'karnım çok aç' gibi acındırıcı sözler kullanarak insanlardan para toplayan haysiyetsizlerden yalnızca biridir.
2 arkadaş ayaküstü birer tost yiyelim dedik. küçük salaş bir tostçu var hep gittiğimiz... sokağı boydan boya gören bir dükkan. siparişlerimizi verdik, bekliyoruz. sokağın başında, sırtında çocuk olan bir kadın dikkatimi çekti. ama perişan durumda. yani harbi söylüyorum çok acıdım. arkadaşıma da söyledim, lan bak ne kadar zor durumda falan filan diye. kadınla ilgili konuşmaya başladık. kadın hem sokakta yavaş yavaş yürüyor, hem adım başı para alıyor. yani gören herkes bir kaç kuruş bir şeyler veriyor. yaklaşık 30 metrelik sokakta en az 15 kişiden para aldı. bize yaklaştıkça dikkat ettim, para veren öyle 5 kuruş 10 kuruş vermiyor. bir lira, iki lira... şok olduk. bizim oturduğumuz tostçuya girdi ve abi çok açım falan filan diyerek bir tost da öyle aldı. bu kadın gitti. biz tostları yedik abi. bir alt sokakta fotokopiciye gitmemiz lazım. fotokopicinin sokağı da hem çok dar, hem çok sakin. yani pek kimse yok. neyse sokağa döndük, baktım aynı kadın kuytu bir köşeye oturmuş, haşır huşur çilek yiyor. çocuk ağlıyor hiç bir şey yaptığı yok. kadının umurunda değil ya. belki çocuk onun bile değil. ben çilekte falan değilim, ama bugün çileğin kilosu 5 lira. karnı aç olan adam gider çilek mi yer? ulan biz 2 liraya tost yiyelim diye boktan tostçuya gidiyoruz. bizim günahımız ne?
kadını o kadar dikkatli seyredince hafızama kazınmış. dün otobüste gördüm. öyle bir giyim kuşam yok. bildiğin kadın 'şık'tı. şıktı yani. ayakkabılar, çantası, montu, eşarbı... ne bileyim...
derrida, plato'nun başlattığı ve tüm filozoflar ve bilim insanları tarafından doğru olarak kabul edilenleri parçalamak istiyor. bununla ilgili büyük tezler sunuyor. öne sürülen şey şu; eğer biri olmasaydı, diğeri de olmazdı. yani, iyinin iyi olduğunu ''kötü'' olduğu için biliyoruz. yada diyor, eğer hepimiz erkek olsaydık, erkek olduğumuzu bilmezdik. erkek olduğumuzu kadın var olduğu için biliyoruz. ve bunların hep bir sırası var. hep güçlü olan öncelikli, ruh/beden, erkek/kadın, iyi/kötü gibi. yazı ile söz arasındaki bağlantı da bu.
sözmerkezcilik, logosantrizm. kesin bir gerçeğin olduğu veya doğrunun merkezinin insanların düşüncelerine ve hareketlerine göre şekillendiği inancıdır.
hiç eskiden şöyleymiş, şimdi böyle muhabbetine girmeyeceğim. ancak 'gelen gideni aratır' klişesini hep desteklemişimdir. zaman kavramının kendisi de bunu en iyi şekilde kanıtlayanlardan.
bir günüme baktığımda karşıma çıkan şeyleri düşündüm biran için. poşet çay veya kahve ile güne başlamak. merak ediyorum sabah 1 saat önceden kalkıp kim artık kendine çay demliyor. peki ya sabah atıştırılan simitler. sadece ağzım sabahları kokmasın diye yiyorum. uzun zaman oldu şöyle domatesli peynirli biberli yumurtalı kahvaltı yapmayalı. böyle bir kahvaltı hazırlamak yalnızca zaman istiyor. maddi açıdan müthiş farklar yok.
hazırlanıp çıkıyorum evden. otobüs durağına varmak için yaklaşık 8-9 dakika yürürüm her gün.
o dakikalar içerisinde konuştuğum kelimeler;'günaydın. (simidi gösterip parasını bırakıp-paranın üstünü alıp) kolay gelsin.' bu kadar. geri kalan yolu tıkınarak yürüyorum. durağa kadar hiç bir tanıdık yüzle karşılaşmıyor, konuşmuyorum.
bizim fakülteye kantinden girmek daha kestirmedir. saat kaç olursa olsun yüksek sesle müzik kanalları açık olur. okula girdiğin ilk anda duyarsın o pop şarkılarını. sabah insanları uyandırmak için mi dersin, yoksa ellerinde yalnızca o mu var bilinmez, hep aynı tür şarkılar. kulak tırmalayan, insanın içine işlemeyen şarkılar. hep aşkla alakalı, hep sevgilisini geri isteyen adamlar. yada aldatılmış kadınlar. onlar tutuyor demek ki. bir tane mi başka şeyler anlatan şarkı olmaz. nedir bu milletin aşk ile alıp veremediği. başka hiç mi bir kavram yok bu canına yandığımın memleketinde de sadece aşkı anlatıyorsunuz?
televizyonun o dizilerine, reklamlarına hiç bulaşmayacağım. onları zaten bilen bilir. ama burada açılması gereken parantez kaç kişinin haşır neşir olduğu teknolojik aletin yalnızca televizyon olduğu. kanallarda ne varsa mecburen o izleniyor. e suçu ne o milyonlarca insanın? ilkokul-ortaokul mezunu bir ev hanımından bir set kitap alıp okumasını beklemek ne kadar doğru bilmiyorum. varsa da kusura bakmasın. hoş onların gazeteleri dahi yalnızca yemek sinisinin üzerine serdikleri düşünülürse. neyse.
akşam eve geliyorum. yemek yaparım. üşenmem. ama yemek yaptığım malzemeler ne kadar kaliteli, o da ayrı bir tartışma konusu, ki hep tartışılıyor. organik-inorganik. anlarsın ya.
ve maalesef en geneli, tüm gün içerisinde o televizyondan başka hiçbir şey görmeyen onlarca kalitesiz insanla karşılaşıyorum, karşılaşıyorsun.
'buna bir çare bulalım hadi' falan diyecek değilim. her şey apaçık ortada. sadece her gün olan bu iğrençliklerin günlük yaşantımız haline geldiğini farkettim.
adam yürüdüğümüz kaldırıma yediği çikolatanın ambalajını atıyor ya.
edebi eleştiri; çalışma, analiz etme, yorumlama,değerlendirme ve sanat çalışmasına katılmadır. ayrıca edebi eleştiri araştırma, metnin içeriğini anlamaya yönelik çalışma ve edebi eserin estetik güzelliğini göstermektir.
-metnin gerçek anlamını araştırmak ve gerçeğin kendisini araştırmak edebi eleştirinin başlıca kuralıdır.
2 çeşit edebi eleştiri vardır.
bunlardan birincisi teorik eleştiri; teorileri, prensipleri, doğanın kanunlarını ve sanatın değerini ortaya koyar.
ikincisi pratik eleştiri ise; bu teori, prensip vs. uygulamaya koyar.*
fethiyespor taraftarı tarafından ziraat türkiye kupası 4. kademe kura çekimi sonrasında fenerbahçe ile eşleşilmesinin ardından atılmış esprili tweettir. ilgi görmesinin yanı sıra, çok güldürmüştür.
orjinal ismi 'the quintessence of ibsenism' olan george bernard shaw tarafından yazılmış eser. kitapta shaw, idealler ve idealistlerden bahseder ve idealleri uğruna savaşan insanları konu alan ibsen'in oyunlarını ele alır. 2010 yılında doç.dr. ömer şekerci tarafından da türkçemize kazandırılmıştır.
nacizane fikrimi ise kitabın son bölümlerinde bulunan tek bir cümle özetlememe yetti.
''idealist, kültürsüz birinden daha tehlikeli bir hayvandır.''
ülke insanının içinde bulunduğu durum. terör bugün yüzlerce ülkenin adını dahi duymadığı bir olgu iken, orta doğu ülkelerinin günlük yaşamına dahil olmuş bir kelime halini almıştır. ülkemizde dahi en az 1-2 terör haberi duymadan gün geçirmiyoruz. belki bugün bir çoğumuza normal gelse de ''terör'' kelimesini duymak, acınacak halde olduğumuz apaçık ortada.
tüm insanlar olarak genellemek yanlış olsa da, başta gelen yöneticilerin ve herhangi bir dine mensup din adamlarının dini insanları kandırmak adına kullanması gerçeğidir.
inanan insanların en hassas noktasıdır din. bilinmeyenden korkmak insan doğasına ait bir olgudur. her ne kadar okursan oku, her ne kadar araştırırsan araştır, dinle ilgili hep yeni bir bilinmeyenle karşılaşırsın. ama herkes elinden geldiğince inanır, ibadetini yapar. günümüzde kimse mükemmel değildir din konusunda.
birde bu inanan insanları kandırma yoluna giden, onların üzerinden para kazanan, dinle hiç bir alakası olmayan ancak inanan insanların inançlarını kullanarak dünyada rahat eden insanlar var. elimde çok sağlam iki örneğim var ve bu örnekler dünyanın ne hale geldiğini apaçık gösterir nitelikte.
birincisi; o hristiyaların öve öve bitiremedikleri kiliseleri. o kiliselerin paraları nereden geliyordu zamanında? o insanları kiliselere nasıl çekiyorlardı? kısaca açıklayayım.
kilisenin kendine ait evleri vardı. içinde her türlü işler dönen evler.* kilise o evlerden kazandığı parayla insanlara yardım ediyordu. ayrıca o evlerde günaha giren insanlar kiliseye günah çıkarmaya geliyorlardı falan filan. geriye hiç birşeyi anlatmaya gerek yok. bu kilise parasını ahlaksız işlerden kazanırken, insanlara ahlak satıyordu. bugün belki yoktur öyle bir şey, bilinmez. varsa da bilinmez. ama zamanında bunun olduğu gerçek. açınız bernard shaw okuyunuz.
ikincisi; islamın merkezi arap yarımadası. oraya dubai diye bir şehir kuruldu. ingilizler aldılar baya orayı, müthiş bir turistik şehir kurdular. müslüman nüfusunun en kalabalık olduğu yerlerden biri orası. e neden o otellerde içkiler içiliyor, kadınlar satılıyor? nerede dindeki ahlak? o arap erkeklerinin giydiği elbise var ya, onunla o otelin barına giremiyor adamlar. ama bir takım elbiseyle gayet bara giriyor, eğlencesine bakıyor, ardından o çarşafı üzerine geçirip yoluna devam ediyor. müslüman geçinmekte üstlerine yoktur, ağızlarından ''allah''ı düşürmeyen tipler bunlar. adam çarşafla hiç bir şey yapamazken, müslüman kılığında hiç bir şey yapamazken, neler neler döndürüyor.
hadi onu da geçtim. kilise yine o ahlaksız paraları fakire fukaraya dağıtıyordu, bunlar o parayı da dağıtamıyorlar. para ingilizlerin çünkü. millet açlıktan kıvranıyor, afrika'da milyonlarca aç adam ölüyor, bunlar diğer ülkelerin boyunduruğunda öyle keyiflerine bakıyorlar.
not: bu benim fikrimdir, katılırsınız katılmazsınız size kalmış. ama bunlar gerçekler. adamlar cahili, fakiri kandırmayı kendilerine görev bilmişler. daha nice örnekleri vardır, ülkemizde, ülkelerinde.
inanmak her şeyden üstündür bana göre. o pislikler bunları yapıyorlar diye ben inandığım dinden vazgeçecek değilim. ama onların fikirlerinin kölesi olacak da değilim. yahu bu ülkede yüz binlerce imam var. be arkadaşım be güzel kardeşim, bu imam ne tarihi bilir, ne coğrafyayı, ne siyasal bilimleri. adam bir yabancı dil öğrenmiş, arapça. onu okur da okur, okur da okur. bugün ilahiyat fakültelerinde eğitim verenlere gidin de bir sorun kaç dil biliyormuş. dünyanın bugünkü çaresiz durumu hakkında ne söyleyebilirmiş. böyle adamlar bize eğitim veriyor ve bizi yönetiyorlar. bize ahlak satıp, bizim onlardan olmadığımızı gördüklerinde bize yüz çeviriyorlar. tüm dünyada din ögesini kullanarak başa geçiyor, dine körü körüne inanan insanların gözlerini boyayıp kendi taraflarına çekiyorlar. bunu da göremeyecek kadar cahil bir halk yetiştiriyorlar.
tanım: büyük ihtimalle paradan sonraki en büyük döngüdür.
türkiye'de sigara içen insanların sayısı azımsanamaz bir gerçek. insanlar çakmak kadar başka hiç bir şey kaybetmiyor. çakmak çarpmak huy olmuş. sigarasını yakan, çakmağı cebine atıyor kimin olduğuna bakmaksızın. evden çakmaksız çıkıp çakmakla dönen, odasını temizlerken dört çakmak bulan adamın ev arkadaşıyım ben.
velhasıl kelam, iki hafta önce kaybettiğim çakmakla arkadaş sigaramı yakınca farkettim bugün. tartışılsın, meclise taşınsın, kişiler cezalandırılsın, gereği yapılsın efendim.
insanlarla dalga geçmek, onların zayıf yönlerine gülmek, onları incitmek... bilmeden farkında olmadan yapılanlar, söylenen sözler, insanları kırmalar en efendi adamı bile gözden düşürür.
insanlarla dalga geçiyor, onların kalplerini kırıyorum. onları umursamıyor, görüşlerine değer vermiyorum. değerler benim değerlerim, onlarınkiler koca birer hiç benim için. yaptığım bu terbiyesizliklerin uzun zamandır farkındayım. ancak bunu umursamıyorum. onların birer birey olduğunu bilmek, bunu irdelemek, onların görüşlerine değer vermek, ve onları umursamak zorundayım, bunu da biliyorum.
insanlar boş yere konuşmaz. konuşmalarının sebebi akıllarından geçenleri dışa vurma istekleridir. iyi veya kötü, mantıklı veya mantıksız... onları dinlemek zorunda değilim, hiç bir zaman. ama dinlemek zorunda hissetmediğim kişileri çevremde barındırmak da neyin nesi? onları kırmak yerine etraflarında dolaşmamak daha doğru değil mi? hem onların gözündeki değerim baki kalır, hem de onları kırmamış olurum.
ne kadar iyi niyetli olursan ol, ne kadar masum şakalar yaparsan yap, herkesin sınırları kendine göre farklıdır. bunun farklılığından dolayı kimseyi yargılayamazsın. yargılamak sana düşmez. onları yargılamak kurtulabilecek kadar iyi olan bir yaralıyı öldürmeye benzer. bir sözünle onları insanların içinde rezil ederken, onu yargılamak daha çok acıtır. hatalı senken o kendinde arar hatayı. bu onu hasta edebilir, hayata küstürebilir, hatta kendine fiziksel anlamda zarar vermeye kadar gidebilir bu iş.
insanlarla anlaşabilmek dünyanın en zor işlerindendir. bunu yapabilen, kendini herkese sevdirebilen insan sayısı çok azdır. mucizedir. yıllarca okul yıllarından arkadaşlık edenler zamanla birbirlerini unutup kendilerine yeni hayatlar kurarlar. sensiz, bensiz...
aslında bu insanların belli başlı tiplerden oluştuğunu da kanıtlar nitelikte. diğer yandan ise herkes birbirinden farklı. kardeşinle, annenle, babanla, aynı kanı taşıdığın bu insanlarla tartışıp bozuşabiliyorken, diğer insanlarla tartışma yaşamamak mümkün mü? bu dünyada herkes tek ve farklı. kimse birbirinden sorumlu değil. ölünce bile herkesin tek tek yargılanacağına inanıyoruz biz. ''o'' bile bizi karşısına tek tek alacak. çünkü farklıyız. hayatını, çocuklarını paylaştığın, 60 yıl beraber yaşlandığın eşin senden farklı. yetiştirdiğin çocukların senden farklı. onlar küçükken yaptığın küçük şakalar onların moralini moralini bozabiliyor, ağlatabiliyor. hatta onların bir zamanlığına senden nefret etmesine sebep olabiliyorsa... kendi evladın bile sana kırılıyor, karşılığında özür bekliyorsa, diğer kırdığın kişilerden özür dilemen senin boynunun borcudur.
onları nasıl üzdüysen, yüzlerini gülümsetmeyi de bilmelisin. onaramıyorsan, kırmayacaksın. eğer ağaç dikmeyi bilmiyorsan, o ağacı kesmeyeceksin.
tanım: kopya çekme potansiyeli çok yüksek olan öğrencidir. bozuk paralar ile şifreler geliştirip, sınav salonunda ilk defa gördüğü kişileri organize edip kopya çekebilir.
kalemimi silgimi öğrenciliğimde kullandığım her şeyi sınav kuralları dolayısıyla evde bırakıp, yalnızca kimliğimi sınava giriş belgemi ve ve yalnızca 5 lira alıp gittim bugün sınava. otobüs ücreti 1.25 lira. giderken bozuldu benim 5 lira haliyle. cebimdeki 3.75'i de sağolsun bina girişindeki polis abilerimiz almadılar. işin en güzel yanı, evde üç öğrenciyiz, üçümüzde sınava gidiyoruz anahtarı nereye bırakacağız diye düşünüyoruz lan. anahtar anahtar bildiğin. birimiz alsak anahtarı yetecek. ama onu bile zorla ordan hiç tanımadığımız markete bırakabildik.
sonra diyor; emeğiniz emanetimizdir. la bi yürü git allah aşkına ya. sen bana ne kadar güveniyorsun diye sorarlar adama.
kötü yemekler çıkaran lokanta sahiplerinin sanayilerde barınamaması durumudur.
sanayi esnafı şehirlerin oldukça kalabalık ve şehrin hemen dışındaki kesimini oluşturur. esnafın sanayilerde kendilerine göre bir düzenleri vardır. bir sanayi kırk yıldır var ise eğer, sanayi lokantası da en az 35 yıllıktır. yeni yetme lokanta sahipleri pek barınamazlar. yılların getirdiği birikimi orada kendi gözlerinizle görürsünüz. 40 yıllıklarıyla övünen lüks hale gelmiş şehir lokantaları gibi pahalı olmazlar. hep aynıdırlar. fiyatı hep en aşağı seviyede tutarlar.
tüm sanayi esnafının gittiği yalnızca bir veya iki lokanta vardır; ki o lokantalara girdiğinizde büyütülmüş yaşlı bir adam resmi görürsünüz hep. o adam o lokantayı açan ve o şehrin sanayisini doyurmaya başlamış ilk kişidir. muhtemelen tüm sanayi esnafı tarafından sevilmiştir, çok çırak doyurmuştur.
ingiliz şarkıcı ve söz yazarı. en bilinen ama aslında ada dışında pek bilinmeyen şarkısı wretch 32 ile yaptığı 'don't go' isimli parçadır. bu genç adamın ileride çok daha güzel parçalar yapacağı aşikar.
sıcak için kullanılan onlarca yakıştırma varken, soğuk için hiç olmamasıdır.
örneğin sıcak için (bkz: gavur amı gibi sıcak). alakasız, ancak yerleşmiş. ya da bir yer sıcak ise; ''hamam gibi içerisi'' falan deniliyor. soğuk için niye yok? yalnızca buz gibi kullanılıyor. ama bu havanın soğukları buz gibi falan değil, bir başka. ama ne? ne işte, onu bulamadım.
alkol oranı %37.5 olan polonya votkası. lüks votka anlamına gelir. istanblue'ya oranla çok güzel olsa da bir gilbey s değildir.absolute hiç değildir. kekremsi, kiraz ve kızılcık çeşitleri de mevcuttur. ***
günümüz futbolunda en büyük derbilerden sonra futbol konuşulmadığı, en ufak hatalarda bile sinirler bu kadar gerilebildiği, ceza alması gereken onlarca kişi varken insanların tribünde ve sahada yerlerini alabildiği, futbolu kurtarmak adına (bana göre) suçlu isimlerden biri bile futbolun başına geçebildiği, büyük kulübüz diye övünen takımların yöneticilerinden ses çıkmadığı gerçeğidir. yazıktır, günahtır. biz futbolu seviyorduk.
kısaca adıyla 'esn'. türkçe adıyla 'erasmus öğrenci ağı'. esn, avrupa'da bulunan en büyük öğrenci ağlarından biridir, hatta en büyüğüdür. öğrenci değişim programlarını desteklemek için brüksel'de kurulmuş ve tüm üyeleri öğrenciler tarafından oluşturulmuştur. 36 ülkede 390'dan fazla üniversitede temsilcileri bulunmaktadır.
peki esn ne yapar? üniversite öğrencileri için yararları nelerdir?
-ülkelerine gelmiş yabancı öğrenciler için, o yabancı ülkede kişinin hayatını kolaylaştırmak ve kişinin o ülkeye daha çabuk adapte olabilmesi için çalışır.
-yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde öğrencilerin haklarını temsil eder.
-kendi ülkesinden yurt dışına gidecek öğrencileri motive eder. onlara yardımcı olur.
-gelen öğrencilerin bütünleşmesini, birlik olmasını sağlar.
son olarak, her şeyden önemlisi ve esn'i diğer tüm kuruluşlardan ayıran en büyük özelliği ise tüm üyelerinin yalnızca gönüllü öğrencilerden oluşmasıdır. yani esn üyeleri esn için hiç bir maddi amaç gütmez.