o artık bir direngendir. yazar çizer okunası karakter. al kahveni, geç sahile, iki lafın beli uzun uzun kırılacağına dair inancımı törpüleyen şahsiyet.
yahudilerin kutsal günü cumartesidir. hristiyanların kutsal günü pazardır. müslümanların mübarek günleri cuma günüdür.
müslümanların mübarek gün diye kabul ettiği cuma gününün neden mübarek gün olduğunu biliyor muyuz?
kültürden sanattan uzak bir toplumun bir yanının eksik olduğundan bahsediyorum bir çok yazımda. resim, heykel sinema, karikatür, tiyatro, hikaye, roman vb sanatın herhangi bir dalından beslenebilmeyi başarmış bireyler kendilerini aşma noktasında bulundukları toplumun duruşuna da katkıda bulunurlar, bir renk getirirler yaşama. şiir de bu renklerden sadece bir tanesidir. ben de şiirle tanıştıktan sonra bunu daha derinden anladım meğer şiirsiz yanım hep eksikmiş, kelimelerin gücüymüş asıl olan ve boşa söylenmemiş kalem kılıçtan keskindir. diye. cemal süreyyanın da belirttiği gibi kapitalist sistemde şiirin bir eğlence aracı olmadığı, resim gibi duvarları süslemediği, roman gibi vakit geçirmek için de okunamadığı için dönüşüm değeri kazanmıyor, sistem tarafından paraya dönüştürülemiyor. bu da şiirin özgürlük alanı oluyor aslında.
insan, yaşamı boyunca kendisini ifade etmeye çalışır, şiir insanın haykırışıdır biraz da. bütün kültürel ürünler birbirleriyle çelişirler ve öznel olan her şey de buna dahildir. öznelliğin en çok da sanatta kaçınılmaz olduğunu imleyebiliriz. insan yaşamı boyunca kendini ifade etmeye çalışırken, başkalarına da inançlarını kabul ettirmeye çalışır ve bu da zordur.
herkesin kendine özgü bir adım atışı, yaşama müdahale etme gibi bir ereği olmalıdır. insandır dünyayı iyiye güzele doğru değiştirecek olan. ama bu barbarca bir müdahaleyle değil, insanın kendini yontmasıyla, sanatla gerçekleştirmelidir. yontulan ve sanat terbiyesi almış insanlardan oluşan toplum ve devlet daha anlamlı olacaktır. insandan yana bir tavırla biçimlenecektir.
kültür, bir toplumun aynasıdır ve bireysel çaba gerektirir. bu bireysel çabada insan ister şiirle, isterse tiyatro, bale, sinema gibi kültürel değerlere yönelsin, yine de amaç sanatın içinde yoğrulma duygusu taşımaktır. sanatın hangi dalıyla ilgilenildiğinin bir önemi yoktur; yeter ki amaçlar saptırılmasın. **
sanatın özü disiplin olduğundan sistemli çalışmak kaçınılmazdır. hiç kitap okumamış bir insanla kitap okumuş bir insanı karşılaştırmamız mümkün değildir ve zaten böyle bir eşitlik de beklenilemez. çünkü sanattan uzak bir insan barbardır.
insan sevgilisinden töre ya da başka sebepler yüzünden ayrılmak zorunda kalmış veya çocuğunu bir kazada kaybetmiş de olabilir. evlat acısından bahsediyorum yani, bir insanın vazgeçmekten en ürktüğü şeylerden birini bir gün yitirmesinden bahsediyorum. evlat acısı çeken bir annenin ah evladım, annesinin kuzusu, nerelerdesin şimdi kim bilir? haykırışı mı yoksa bedri rahmi eyüpoğlunun seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar. dizesini içindeki tüm çığlıkla haykırışı mı duygusal bir deprem etkisi yaratır? burada durumdan çok kelimelerin gücünü vurgulamaya çalışıyorum aslında. şiir, içimizdeki çığlığın dizelerle dışa vurumudur. eğitim ise kendi başına düşünmeyi öğrenmektir. her insan kendisinin öğretmeni olmalıdır. kendini ifade etmeyen, edemeyen o kadar çok insan var ki
ancak yaşamını çıkar üzerine kurmadan yaşayabilen toplumlar uygarlığa ulaşabilir. kültür, sanat hoşluğundan değil, insanlığa gerekli olduğu için vardır. ilk önce şiir türünün (sanatın herhangi bir dalının) insanı ve toplumu değiştirebilecek bir gücü olduğuna inanmak gerekiyor. bir topluma egemen olan sınıf o toplumun kültürüne de egemendir. önemli olan kültürün üzerindeki baskıyı azaltmaktır çünkü kültür, özgür bir ortamda gelişebilir. öyle
sanattır. insan şiir özellikleri taşır. masa kadar mermer düşünün sonsuz kadar hücre var ve sonsuz heykel yapabilirsiniz. işte siz heykelleri yapanlarsınız.
eksik kalan bir şeyler muhakkak oluyor. önemli olan eksik yanlarımızı neyle tamamladığımızdır. bazen spor yaparken, internet başındayken, bir kafede sohbet ediyorken, bazen okurken, bazen de yazarken kapatılmaya çalışılıyor eksikler. şiir de böyle bir ihtiyaçtan ortaya çıktı. onca fanzinin, bültenin, derginin, gazetenin arasında kaybolmayan ve yaşayan bir şiirdir bazen aradığımız.
sanatla duygularını beslememiş insan eksik insandır. eksik yanlarımızın sesi olsun diye ne yapıyorsun? senin bir şiirin var mı mesela? bugün çok mutluyum bir şiir ezberlemeliyim dedin mi hiç? öfkelenince küfredercesine hiç şiir okudun mu?
biraz kahve, biraz sohbet ve her insanın hayatında şiir olsa dünyada barış olurdu. şiirle ugraşan ya da sanatın herhangi bir alanıyla uğraşan kişinin kötülük düşünmeye vakti olmaz çünkü de ondan.
ben şiir diyorum, sen şiirin yerine edebiyatı, tiyatroyu, öyküyü de koyabilirsin. sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenmek, takipçisi olmak günlük yaşantınızda kendi kendinizi disiplinize etmeyi de öğretecektir.
okursanız çoğalırsınız, okursanız düşünürsünüz, okursanız itiraz edersiniz.
sanatta zorunluluk yoktur ancak tam da bu noktada öncelikler devreye girer. önceliklerimizi neye, kime, ne zaman verdiğimiz çok önemlidir. şiir disiplinimiz hayatımızı yönlendirirken bize etki edebilecek kadar içimizdeyse, asıl anlamlı olan da budur. çünkü şiir içsel fırtınalarımızın dışa vurumudur.
insan; yazmaya ve okumaya başladıkca içindeki hüzünle de dost olmaya başlar. haydi kalk ve bir şiir seç kendine. senin de şiirin olsun.
geçmişine küfretmek mi istiyorsun, bugün için şükretmek mi, geleceğine umutla haykırmak mı istiyorsun? hadi bir şiir seç kendine. *http://www.direngen.com/2010/12/07/sira-sende/
terk etmedi sevdan beni,
aç kaldım, susuz kaldım.
hayın, karanlıktı gece.
can garip, can suskun
can paramparça
ve ellerim kelepçede,
tütünsüz, uykusuz kaldım,
terk etmedi sevdan beni
bir toplumun içinde değer yargılarının eşitliğinden söz edemeyiz. insanlar değişik kültürlerin oluşumundan şekillendikleri için her kültürün güzelliğe bakışı farklı olacaktır. insanlık dünden bugüne değişim içerisinde olduğu için dünya üzerinde var olan her şeyin derecelendirilerek genellenmesi olası değildir. bunun temelinde görecelik söz konusudur. en kelimesinin değişik şekillerde duruşu vardır ve bu duruş da değişkenlik gösterebilmektedir. en güzeller diye sınırlandırılan herhangibir şey, içinde de enlere ayrılabileceğinden değişkenlik gösterebilecek yargıların sınırlandırılması doğru olmayacaktır. nobel ödülü almış bir yapıt dahi için bu geçerli bir durumdur ve bu doğrudan doğruya insanların içindeki güzellik kavramının duruş farklılığından kaynaklanmaktadır.
sanatta da sınırlama yoktur. belli kurallara takılarak yaptıklarımız bizi duygularımızda sıkıştıracaktır. sanat gönül işi olduğundan sanatın içinde bu durumdan dolayı kendinizi özgür hissedemezsiniz ve özgünlük de oluşmaz, oluşamaz. özgünlük, özgürlüğün olduğu yerdedir.
şiirin de ne belli kalıpları ne de en güzeli vardır. güzel olan şiirdir, sanatlar güzeldir ve sanat için sanat yapmak da buna ters düşer. insan varsa orada sanat da vardır o yüzden insan için sanat güzeldir.
güzellik sınırsızdır, kalıpları yoktur. konusu, içeriği, düzenlenişi, emeği, şekli, rengi, kokusu vb. bakımından birbirinden ayrılsa da en güzel diye kabullendirilemez.
güzel, bana güzel görünüyorsa güzeldir. http://www.direngen.com/2010/12/08/guzellik-ozneldir/
yazmak kelime anlamı olarak söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak anlamına gelmektedir. kimisi için haz almaktır yazmak, tıpkı ömer seyfettinin de dediği gibi büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum. bazen bir adres yazar insan, bazen yazar olarak görev yapar. yazı ile bildirip, haber vermek için de kullanılır bu eylem. bir bilim veya edebiyat eseri oluştururken de ihtiyaç duyarız ona. sayaç vb. sayılarla niceliği belirtmek için de kullanırız. çocuğu okula yazdırırken de karşımıza çıkar yazmak kelimesi. o delikanlıyı polis yazmışlar diyerek görev edindiğimiz de olur, insanın geleceğini belirlemek için yazan böyle yazmış dediğimiz de. argoda ifade şekliyle bir erkeğin bir kıza yazdığı da görülmüştür, aynı kızın o erkeğe yazıldığı da
kayıt anında kullanırız ya da çıktısını alırken. Kıyafet değiştirip bambaşka bir halde düşeyazmak şekline bürünüverdiği gibi, sofra bezini yazdığımız zamanlarda sofrayı kurarken de karşımıza çıkabiliyor yazmak kelimesi. hamuru da yazarız, kâsemizi de! büyüyü ifade eder mesela, büyü de yazılır. örneklerini çoğaltmak mümkün ama burada asıl önemli olan türkçenin bu zenginliği karşısındaki tahribatımız, özensiz kullanımlarla yıpranan dilimiz bu zenginlik karşısında bizi acizleştirmiyor mu?
ilhan berk için yazmak bir cehennemdir. mesela. yazacak çok şeyi olup kalemi eline aldığında silahını çeken bir asker kadar onu hünerli kullanmak elbette ustalık gerektirir ve yazmak bir cehenneme dönüşebilir. ya da yazacak hiçbir şeyi olmayandır cehennemin kendisi belki de asıl cehennem yazamamaktır. oysa kendime susamadığım zamanlar yazarım ben.
insan yazmaya başlayınca içindeki hüzünle de dost olur mu bilinmez ama yalan söylerken de yazdığımız çoğu taklalarımız olmuştur, yazma, bırak bu işleri diye çıkışırız çoğu kez.
yazmak kelimesini aslında ne kadar çok kullandığımızın ne kadar farkındayız acaba? peki hayatımızda fiili olarak sürekli tükettiğimiz bu durumu yazmak ne demektir? diye etrafımızdakilere sorarsak bir çırpıda cevap verebilen kaç kişi bulabiliriz sizce?
bence yazmak, ölmeyi öldürmektir. ölüm hangi şairi öldürmüştür, ölümsüzlüğü yakalayan hangi düşünür bunu hangi yolla sağlamıştır, kayıtlara geçmeyen hangi tarih gerçekliğini korumuştur
ölü ozanlar derneği filminde robin williamsın destansı bir performansla canlandırdığı ingilizce öğretmeni john keating içimdeki barbarca çığlığı dünyanın çatısından haykırıyorum. kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir. millet, kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. çünkü ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar zor olur. thereau demiştir ki:çoğu insan hayatını büyük bir çaresizlik içerisinde geçirir. siz böyle olmayın! bırakın bunu! gibi sözlerle vurguluyor yazmanın önemini.
önce yazmaya özendireceksin. sonra kendi sesini bulmasını sağlayacaksın. yazar okuyacak didinecek, kendi sesini arayacak, hep daha iyiyi amaçlayacak, düşünecek, hayatı analiz edip kağıda dökecek kitap yazacak, okutamayacak. dağıtın diyecek, dağılın diyecekler. onun hakkında öyle yazma şöyle yaz diyecekler, sus payın olacak. sen çok yazdın geç biraz içerde yat dinlen bakalım diyecekler hadi koçum, aslansın, sen yazarsın diyenler meğer hakkaten yazıyorlarmış onu göreceksin!
oldu! başka işim yoktu zaten, bir de bunları düşüneceğim öyle mi? üstelik parasal değere dönüşmesi çok zor bir alanda hep daha iyi yazıyı, düşünceyi bulmak için didinip duracağım! üç kuruş olursa ona, o da olmazsa keyiften yazacağım öyle mi? huzurlu dünyama huzursuzluk vaat ediyorsun yani! sen benim hayatımı cehenneme mi çevirmek istiyorsun? deli misin ilhan berk!
-evet, yazmak deliliktir aslında.
bir insan kendi sesini nasıl bulur? yiğidin yoğurt yemesi gibi bir şey mi bu? çok gerekli midir kişinin kendi sesini bulmaya çabalaması? yazmak bir ihtiyaçtır, zorunluluktur. hava gibi, su gibi olmazsa olmaz bir eylemdir. hayatla derdi olan insanın yapacağı iştir. görev verilmeden görev edinmektir yazmak. iyi bir yazı birikerek ve zamanla yolunu, sesini bulur. herkes yazmak zorunda değildir elbet ama herkes okumak zorundadır, okumayan yazamaz çünkü, düşünemez, itiraz edemez, hakkını arayamaz, kültürel besinini alamaz. mesela sait faik delirmemek için imdat çekici olarak kullanmıştır bunu
kılıçlarınızla alamadıklarınızı kalemlerinizle alabileceğiniz bir silahtır yazmak. özgürlüğü tutar gibi sıkı sıkı sarılırsınız ona. sevgiliye sarılır gibi. biteni vardır, bir insanın tükenişi gibi tükenir, dokunur açarsınız onu, yeniden dirilir. bir insanı yontmak gibi yenilersiniz kaleminizi. tükeneni de vardır, gücü tükenen bir insan gibi destek olursunuz paranızı paylaşırsınız ya da dostluğunuzu, öfkenizi belki kendine gelir dirilir. mürekkebi olursunuz kaleminizin, sesiniz olur avuçlarınızda.
ciddiyetle yazmalı insan, yazmanın zahmetinden en ufak bir taviz vermeden freudun en eski mektuplarından birinde emil flussa dediği üzere, onları saklayın, destekleyin, koruyun, ne olacağı bilinmez notunu altlarına düşerek tarihe hediye edercesine iyi bakın yazdıklarınıza. sözün uçtuğunu, yazının kaldığını bilerek yazın.
birbirimizi dinlemeye ne kadar tahammülsüz olduğumuzu görüyorum. bir düşüncenin diğer düşünceyi dinlemekten çok ezmeye çalışmak gibi bir üstünlük çabası içinde olduğunu görüyorum. kimsenin birbirini dinlemeye vakit ayırmadığı dünyada, günden güne herkesin teslim olduğu kaçınılmaz durumu ifade ediyor artık yazmak. karşında bir şeyler anlatmaya çalışanı sessizce, bölmeden, pür dikkat dinlemenin bir hüner olduğu günleri yaşıyoruz. oysa dinlemek doğal bir özellik olmalıydı ama nesli tükenen her şey gibi dinlemek de bulunması zor bir hüner olarak hayatımızda artık. yazmak bu yüzden de bir ihtiyaç.
hayatımızda bizimle iç içe olan ama yazmaya başlamadan tanımlayamadığımız o kadar çok kavram var ki, bahsi geçtiğinde yazmak yazmaktır işte demekten öteye gitmiyor ifade çabamız ve yazmaya başlayınca da bambaşka bir şey çıkıyor ortaya. kadraja giren görüntünün kendini ifade şansı doğuyor bir nevi.
yazmak spor yapmaktır, beynimizi zinde tutar. kalemle kağıtta yürüyüşe çıkmaktır. dilini kaleme dolamaktır. kiminin yarasına merhem, kiminin merheminin yarası olan kelimeler vardır. douglas adamsa göre oldukça kolay bir eylemdir, tek yapmanız gereken alnınız kanayana kadar boş bir kağıda bakmaktır..
bir dünya yaratmak, ütopyası size ait düzenin tanrısı olmak, kaderini sizin yazdığınız ancak her bir kalem oynatmanın arkasından neyin geleceğini de merak ettiginiz o belki de saliselik duygu için bile yazmaya değen anlar vardır.
hayallerinizi yeryüzüne indirebilirsiniz. yazmaya başlamak için bir kalem ve bir kağıttan fazlasına ihtiyacınız da olabilir. ama yazmaktan korkmayın.
yayımlanmamış olmasının hiç önemi yok. bu iş soluk alabilmek için yapılır.
samuel beckett
mürekkebiniz bol olsun...
-bir bilmecem var çocuklar.
-haydi sor sor.
-çayda kahvaltıda yenir.
-acaba nedir nedir.
-bisküvi denince akla
-tamam şimdi buldum
-hemen onun adı gelir
-etietieti
Okur-yazar köşesidir. Bana aittir. kendi yazılarımı yayımladığım, yazılarını yayımlamak isteyenlere de bir köşe ayırdığım ve bir gazetede köşe yazarlığı gibi isteyen herkesin bir köşesinin olabileceği de bir yerdir. http://www.direngen.com
Bir nevi kendinle yüzleşmektir. kelimen kadar sesin çıkar. çıkan ses kadar kendini dinletirsin, anlatırsın. bazen sadece kendine seslenirsin ve o an; insan, yazmaya başladıkça içindeki hüzünle de dost olur.
candır, kandır. O derecedir yani.
çok kısa söz edeceğim.
Atasözleri ve deyimleriyle namına nam katandır. Elastiktir. çok yönlüdür. zengindir. dildir. mecazı vardır. şiiri vardır (ki her dilin şiiri yoktur, yapısı uygun kaçmayanı vardır, olanı da şiir değildir.).
hadi de bakalım istedigin dilde, aynı anlamı verebilecek mi:
"seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar."