amerikalı yazar howard fast'in bir sözü. bu söz yazarın "The American: a Middle Western legend" isimli kitabında "You know the old saying, the heart sees only once, and after that the eyes see" şeklinde geçer.
edip cansever ise "boşversene sen niye beklemeli" isimli şiirinin sondan bir önceki dizelerine bu sözle girer:
Yürek bir kez görür, sonra hep gözler görür
Ben onu yüreğimle görmüşüm anlaşılan
Çözüldü artık o büyü, yanımda
Sıcaklığı parmaklarımı acıtan bir haziran
Üstelik çoktan buldum aradığım o yeri
Tam yedi kez doğan güneşlerin altında
Bir yitip bir yükselen sıradağların ardından.
son dizelerinde ise şöyle bitirir:
Yıkansam, yıkansam, hep o güneşlerle yıkansam
Dişleri tenime geçse yaz rüzgarlarının
izine pek rastlamasam
Ama kalbini sert ve serin tutan bir denizciye
Bunu bir daha sorsam
Ne çıkar bir daha sorsam
Sonra hiç konuşmasam, sonra hiç konuşmasam
Ve bu yoğun, bu üzünçlü yüreği
Benim değilmiş gibi, benim değilmiş gibi
Kimse görmeden şöyle bir yol kenarına bıraksam.
burnuma gül suyu kokusu gelmesine sebep olandır. bir de dandik olanlarından mı alıyor bazıları bilmiyorum ama göz kapaklarında yıldızları taşımak yerine kafalarını akvaryuma daldırıp gelmiş gibi bir halleri oluyor. hala yakışanını görmedim. benim körlüğüm de olabilir kabul.
gökyüzünde uçan cisimler içinde görülen insanlardır. bu zamana kadar insanların varlığına dair herhangi somut bir kanıt bulamamıştık ancak en başından beri bazılarımız onları arada bir gördüklerini söyleyip onların varlığına inanıyordu. şu an üzerimizdeler ve sanırım bizi yakından tanımak istiyorlar. şimdilik dost gibi gözüküyorlar ama temkinli yaklaşmamızda fayda var.
sözlüğün haşin ve ulu erkek yazarlarıdır. o haşin görünümlerinin altında sevimli ve ponçik bir kedi yatar. hepiniz birer ponçik kedisiniz bunu kabul edin.
ben mi? ben tek bir sıfatla tanımlanamayacak kadar engin ve öngörülemez özelliklere sahip bir erkeğim. elbette benim de bazı sıfatlarım var ama sizinki gibi tatlı değil.
muhakkak sesli olarak girilmeyi gerektirendir. parmaklarımız ile biteviye seviştirdiğimiz minik ve cansız tuşların bağrından kopup gelen bir takım sinyaller ekrana vardığında beliren sessiz ve durağan sözcükler her ne kadar kalbimizden kopup gelenlerin ufak ve alelade bir tezahürü olsa da, yapısal olarak ait olanı bize yine yapısal olarak ait olan bilir bize. takdir edersiniz ki kaotik hislerin notalarda birebir hayat bulmasıdır müziği kılan armonize. velhasılı kelam, mikrofonsuzlar olarak susmak düşer yalnızca ve kekremsi bir şekilde hepimize.
adını bilmediğim kelebektir. o yüzden böyle diyorum ben ona. keşke bilseydim ama. geçen günlerde bir tanesini beni deli etmeye çalışmasına rağmen öldürmemiştim ve onu ait olduğu yere, doğanın kollarına bırakmıştım. bugün bir ara balkona sigara içmeye çıktığımda ansızın önümdeki demirlerin üzerine kendisine benzer bir kelebek kondu. dikkatli baktığımda ise acayip güzel renklerinin olduğunu gördüm ve ona pek benzemiyordu sanki. kanatlarının çoğu kahverengiydi gibiydi. onları oynattığında ise kenarlarında gökkuşağından bazı renkler ortaya çıkıyordu. sanki "hadi fotoğrafımı çek benim" diyordu. o sırada bunu düşündüm ama sonra telefonumun artık kapaklı bir telefon olduğunu hatırladım. oturup izledim öylece. dayanamadım, biraz yaklaştım o güzelliğine, uçup gitti.
john lennon'ın 1986'da yazdığı son kitap. tarz olarak ilk iki kitabına benzer. kitap ayrıca "The Ballad of John and Yoko" başlığı altında lennon'ın beatles grubuyla ilgili düşüncelerini anlattığı bir otobiyografi de içerir.
john lennon'ın 1964'te yazdığı kitap. içinde kısa hikayeler, şiirler ve kendince yapığı çizimler vardır. lennon fanları bu kitap konusunda ikiye ayrılır. kimileri lennon'ın müzik dışında bu tip işlere girmemesi gerektiğini düşünüp kitabı saçma ve okunmaya değmez bulurken, kimileri ise aksine gayet zekice ve yer yer eğlenceli bularak çok beğendiklerini söyler. john lennon ayrıca bu kitaptan bir sene sonra "A Spaniard in the Works" isimli benzer bir kitap daha çıkarmıştır.
ilerde köşedeki salıncağın hemen yanında yaptırmayı düşündüğümdür. böylece salıncaktayken havadan direğe geçilebilir. tam aklımda oturtamadım ama orayı ayarlayacağım hepsini. rengine karar veremedim ama. metalik gri ya da siyah olabilir sanırım. grinin otobüs direğini andırıp varoş bir hava yaratmasından korkmuyor değilim açıkçası. bilmiyorum.
ingilizcede "insanlık" olarak geçen aynı anlamdaki iki kelimenin karşılaştırmasıdır. şimdi bir bakalım... mankind ifadesinde sanki böyle dünya üzerinde bir takım kıllı adamlar toplanmış ve kendi başlarına yaşıyorlar gibi bir anlam söz konusu sanki. humanity ise işin içine kadınların da dahil olduğu daha ortada takılan bir kavram gibi duruyor. bu yüzden insanlığı tanımlamak için humanity kelimesi daha uygundur. tabii bunu hemen seksistliğe de vurmamak gerek çünkü bunun gibi çok fazla sayıda benzer durum söz konusu. sonuçta bir anda smokin ve papyonla düşmedik dünyaya ve evrimsel süreçte edindiğimiz alışkanlıklar o kadar çok ki bunlara fazla takılmak da ayrı bir saçmalık olur. bazı sözcükler ise artık kalıplaşmış bir hal almış durumda. bazı insanlar bu tip konulara çok takıldıkları için bunu söylüyorum. bence en fazla göze çarpanlardan bazıları konusunda değişikliklere gidebiliriz. mesela bayan yerine "kadın" ya da "hanımefendi" sözcüklerini kullanmak gibi. sanki daha bir estetik böyle ha. ben bu şekilde kullanmayı tercih ederim ama böyle yapmayanlara da bir şey demem çünkü bu gerçekten bir çok insanın üzerine sinmiş bir alışkanlık. yetişme tarzı vesaire falan hiç girmiyorum oralara.
onun içindeki suda boğulmaya mahkumdu. önce yüzüyor gibiydi, sonra durdu tamamen. öldü sandılar önce bardağın dışında gezen tüm karıncalar. biraz sonra bir karınca şunları söyledi: "tanrı parmağını uzattı ve onu gökyüzünde gezdirip yere indirdi. teşekkürler tanrım".
kararlılığı en yüksek olan atomdan bile kararlı olmayı gerektiren yalnızlık. sazlıklardan havalanan ördeğin gölüne bir daha geri dönmemesi gibidir. suretini yıllar boyunca hayallerde yaşatmaktır. öyle ki insan seni öldü sanır, halbuki sen yaşayan bir efsanesindir. seni bilenler ve sevenler bir yandan sana ulaşmak isterken öte yandan o senin gözü pek yalnızlığına saygı duyar. tüm bunları yaparken ise sevgilerinden bir gram eksilme olmaz. böyle acayip bir şeydir işte ilhan irem tipi yalnızlık.
yazmak isteyip de yazamayanlar için yardımcı olabileceğini düşündüğüm rehberdir. içinde bilimum sevgi, kuş, kedi, domates, çiçek, deniz, kadın sözcükleriyle birlikte biraz da mühendislik mesleğinin getirisi olan teknik terimlerle süslenmiş ilginç sözcükler kullanarak siz de bülent ortaçgil gibi şarkılar yazabilirsiniz. bir tane deneme yapalım o halde hadi.
kedi patilerinde açmış yavruağzı çiçekler
yüzleri belli yok dudakları
balonjoje mi bu ağzı olsun
sevgiden olanı bilememişiz hiç.
limon kokulu bir kadınmış oysa
vazgeçmek nedir bilmediğim
soyulmuş kabuğuyla süzülür saten bir denizde
taze bir sevgi fışkırır kırılganlığından
ımmm şarabım kekremsi
tıpkı dudakların gibi
sebebi limonlu kolonyaydı belli ki
bilirim kolonya uçardı hemen sanki