hatırlar mısınız bilmem, bu inönüyü bastık diye kendi kendini gaza getiren taraftara zamanında kadıköyde dümdüz gitmiştik de bir bok yapamamışlardı. o vapurla kadıköye gidişimiz, inişimiz.. ortada fenerli yoktu. kalmadı. sonra bizi vapura bindirdiler, fenerlilerin meşaleleri yandı iskelede birden bire. o zaman dün ki o sözde baskın yapan taraftar neredeydi düşündükçe merak ediyorum doğrusu. ulan bu febe taraftarı çok ibne dedik, hala da diyoruz.
not: eksileyin ibneler.
not 2: bu sinirim fenerlilerin konuşmaları üzerine oldu. yoksa koyu bir beşiktaş taraftarı olsam da, kadıköydeki olayı tasvip etmemiştim. maç için değil resmen fenerli sikmek için inilmişti o vapurlardan.
2008 yapım belgesel. jack white, the edge'in yanına bir de led zeppelin'in efsanesi jimmy page eklenince leziz bir belgesel olmuş.
elektrogitarın doğuşu, rock'ın gelişimi ile ilgili temiz bilgiler veriyor.
sololar insanın ruhunu resmen ele geçiriyor.
bir de 60lardan 80lerden serpiştirilmiş naftalin kokulu kareler var ya, insana resmen iç çektiriyor.
ben bu 3 mükemmel gitaristin doğaçlamasını açıp, saatlerce başa alıp alıp dinliyorum. hayali gitarımla da şaheserler yaratıyorum!
tanıdığım, konuştuğumi tartıştığım, yazarlar olsaydı asla kaçırmayacağım zirve olacaktı.
bir de emek gerek. benim bu sözlüğe emeğim ne kadar ki katılacağım. peh.
kanımca yok oluşumuzu en iyi anlatan belgesellerden. it might get loud'ın da yönetmeni olan davis guggenheim'in "artık!" diyip de, bir zamanlar en büyük sorunumuz olan ama artık gündem de olmayan, küresel ısınmayı anlatmış. al gore imzası taşıması bir nebze de kaliteyi arttırıyor diye düşünüyorum.
ayrıca oscarda en iyi belgesel ve en iyi orjinal şarkı dalında( i need to wake up ) ödül almış bir yapım. izleseniz vakit kaybı olmayacaktır. belki bildiklerinizi, unutmuş olma ihtimalinizi hatırlatır. bilemem. belki.
anıyoruz, sesleri duyuyoruz. ama yarın yine bir serzeniş olacak: "sesim duyan var mı"
yine duymamışlığın verdiği kayıpları yaşayacağız. öleceğiz. ölenlerle birlikte öleceğiz.
bir şeyler değişmedi. bir şeyler değişmiyor.
acılar aynı kalıyor sadece. yitirdiklerimizle can çekişiyoruz. ama yitirmemek adına hiçbir şey yapılmıyor.
özlüyoruz gidenleri, götürülenleri. sadece, çok özlüyoruz.
çok sevindim adına. umarım istediği gibi olur her şey. istediği gibi olduğunda da unutmasın buraları.
çok şey söylemiş gibi kabul etsin o da, "başarılarının devamı..." diye sıkıştıralım sadece.
nesnelere, insanlarai gidişlere gelişlere göre anlar insan. bir yerde, evet. lakin belli başlı kalabalıkta bir başına düştüğünde anlamazsın yalnızlığı aslında, anlamlandırırsın sadece. çünkü sonradan kazanılmaz, hep yanıbaşındadır. görmemişsindir,duymamışsındır.
yaz çocukları bilir..
biliyorum beklenti kötü bir şeydir, ama bekledim be sözlük.
Bir de yaşlanmaktan çok korkuyorum. Henuz erken fakat, yani ne biliyim geçmesin zaman. Okul bitecek, iş kurulacak, sonra bir adam sevilecek, evlenilecek, ohooo. Eller titreyecek, beyaz elbise su zamanlardaki gibi yakısmayacak, yolda kulaklık varken dans ederek yurunmeyecek. Yaslı, gecimsiz, cok bilmis bir moruk olunacak. istemiyorum sozluk, yaslanmak istemiyorum.
"hakaret boyutundaki entryler formata aykırı değil de biz mi edepli davranıyoruz" sorgulamasını beyinimize yansıtıyor bu durum.
Elbet her birine verilecek yanıt vardır da, biz yetkili abilerimize bıraktık. Bıraktık da kötü mü ettik ?Hoş zaten terbiyesizliğe terbiyesizlikle yanıt verilmez. Efe'lerden öyle gördük, bildik biz.
Mezhep ayrımları bitti, sağ sol ayrımları bitti şimdi de şehir ayrımı başladı da bizim mi haberimiz yok?
Ne kadar çok izmir'den çeken varmış öyle. Canlarım.
Somut olmadığından.
Zira 4 kitabın 3'ünü okudum. Farklı din inançlarındaki kişilerle tartıştım. Sonuçta bunu neye bağlıyorsun diye sorduğumda manevi inanç cevabıyla karşılaştım.
yani anlayamamak değil aslında olay, herkesin kendi inancı, herkes istediği gibi anlıyor. Hayatta böyle değil mi zaten ?
Once insan olmak gerek.
Martılar falan.
başarı mıdır, yoksa toplum tabularının madurumudur bilemiyorum. Bu kız, bakireliğin önemli olmadığı bir yerde büyüseydi, kendini "koruma" çabasına hiç girmeyecek 14ünde cinselliği yaşayacaktı. Tabii biz ülke olarak o kadar çağdaş ileri görüşlü olduk ki, bunlara artık normal bakıyoruz, bakmaya çalışıyoruz sonra da sık sık kendimizle çelişiyoruz.
Erkekler arasında anket yapılsa, evleneceği kızın çoğu deyimi yerindeyse "el değmemiş" olmasını ister. Fakat -günümüzde- sevgilileri ile cinsel hayatı yaşama istekleri de hadsafhada. Simdi bu bakire olan kızın sevgilisi bunu %90 aldatacaktır. Toplum tabularıyla, aile dogmalarıyla büyümüş bu kız sevdiği çocukla birlikte olsa, yarın bir gün blr başkasıyla evlense, o adam içinden ilk olamamanın mutsuzluğunu yaşamayacak mı? En azından aklından geçirmeyecek mi ?
Simdi bu kızımız canı ne istiyorsa onu yapsın. Olay o hazzı yaşamaktan ibaret değil. Yarın bir gün kocası tarafından yargılanma korkusunda.
ataerkil toplum zırvalıklarının günümüze taşıdığı bu yargılar yüzünden şu an bunun tartışmasını yapıyoruz. Neden? Çünkü artık eşitlik var. Kadın da istediğini yapabilir. Ama maalesef kesim kesim öyle olmuyor. Oysa önceden padişahlar harem kurup istediğiyle yatıp kalkarken kadın dediğin tek eşli olacak mentalitesi yok muydu? Vardı. Eh, erkek harem kuruyorsa, kadın da kursun. O da istediğiyle yatıp kalksın.
Diyeceğim şudur ki, olay aslında bakirelik de değil, olay ahlakta. Onunlu bununla yatıp evleneceği gece uyanıklık yapıp bakireymiş gibi davrananlar var. Buradaki bakirelik nerede, bozulmuşluk nerede, asıl onu tartışmak gerek.
Yazar notu: görüldüğü üzere, bakış açısı, büyüme şekli ve değişim nedeniyle paradoksal önermelerle açıklama yapmışım. Aşşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. O yüzden kadın-erkek demeden, istediğin gibi yaşayacaksın hayatı.
"hede numaralı forma" benzeri başlıklarla donatılan sol framein halinden rahatsız olan yazar serzenişidir.
Yazar notu: çok uzun cümle kurarım. önünü alamazlar yani!
"hede numaralı forma" benzeri başlıklarla donatılan sol framein halinden rahatsız olan yazar serzenişidir.
Yazar notu: çok uzun cümle kurarım. önünü alamazlar yani!
efendi'nin olric'e sorduğu bir soruydu bu. Cevabı unuttum.
Tanım: sevmek; 2 hece, 6 harften oluşan bir kelimedir. evet bu kadar da yüzeysel bir insanım.
Hatırlamayı hiç sevmiyorum. Öyle tadını çıkara çıkara, yudum yudum anıları içişim de ondan. Hatta fotoğraf çekinmemeyi tercih etmem de ondan.
Aslına bakarsan sözlük bunu yazarken görünmez olmayı istiyorum. itiraf mı desek, ne olurdu demesek?!
Tam adı agnes caroline thaarup obel olan folk ve müziklerinde birazcıkta caz havası estiren tatlı mı tatlı, güzel mi güzel müzisyen kızımız. Leziz bir sesi olan evrensel müzik canlarından biri.
Philharmonics adındaki ilk albümünde bulunan riverside ve just so adlı parçalarıyla avrupa genelinde pek sevilip ününü başlatmış diyolla.
-Zira riverside'ı şiddetle, baltayla, testereyle tavsiye ederim.-
Duyduğuma göre kendisi piyanoyu genç yaşta öğrenmiş ve müziklerinden anlaşıldığı kadarıyla epey sevmiş. Çıkış albümünde bile enstrüman olarak sadece piyanoyu kullanarak 2 mükemmel parça yapmış ki bunlardan biri falling catching olmakta kanımca.
Her ne kadar güzelim elektro varken zamanla bas gitara heves etmiş ve çalmayı başarmış olmasını onaylamasam da müziği candır, canandır.
Eh tabii tek albümle kalmadı pek sevilmesinin de etkisiyle i tunes live a paris adında 2. albümünü de bu yıl çıkardı. Canım ya, yerim.
i put a spell on you coverıyla beni bir kez daha kendilerine aşık eden folk grubu.
edit: şarkı nina simone'a mı yoksa bunlara mı ait o konuda tam bilgim bulunmamakta. yanlış yaptıysam affola.
yazar notu: elinde viski bardağı ile estetik hazzını doyurabilecek bir kadın karşında dans ederken gökyüzüne uçmanı sağlayabilecek bir şarkı-imiş bu.
eh, viskinin etkisiyle gece denize girmende olası bi durum tabii.
o adam olsaydı yanımda, eşlik de ederdim: i put a spell on you, 'cause you're mine..
ve devamında derdim ki: 'cause i'm yours, yours, yours.. yea!
belki, izmir'e gider yatağına bile kıvrılırdım usulca. ***
ataerkil toplum yargılarını kıran kocadır. Tebrik edilsindir.
gerci gunumuzde, "kadın dedigin evde oturacak, ev isi yapacak, cocuk bakacak ulen!" mantıgını surduren erkek sayısı oldukca indirgendi. ekonomik sartlarda bunu gerektiriyor zaten. Yuksek bir maasa tabi degilse o koca, tek maasla afedersin ama nah gecinir.
Belki de, mecburen, mecburiyetten.
genellikle addicted adındaki parçasıyla tanınıp, insanı kendisine bağımlı yapsa da, wake up da mukemmeldir. Bunyeye avusturyadan bir avuc ruzgar estiriyor. Hos the night garden albumunu de pek begenmistim.
iyidir iyi.
genellikle addicted adındaki parçasıyla tanınıp, insanı kendisine bağımlı yapsa da, wake up da mukemmeldir. Bunyeye avusturyadan bir avuc ruzgar estiriyor. Hos the night garden albumunu de pek begenmistim.
iyidir iyi.
Bir blues bara gidip tek başıma barda viskimi yudumlayıp yine tek başıma dans etmek istiyorum. ilerleyen saatlerce yanıma her gelenle tatlı bir sohbet etmek, sonrasında yine tek başıma kalmak kendimi tamamen müziğe bırakmak istiyorum.
Kimse yokmuş gibi dünyada. Topuklularımı elime alıp sallana sallana yürümek istiyorum.
Yalnız ve yalnız ben varmışım gibi.
Yönetici abilerimizin ellerine sağlık dediğim "şey".
Plajda güneş ve deniz sefası yaparken çok konuşasın gelip de içini boşaltacağın biri olmadığnda keyfe birebir iyi gelen "şey".
Ayrıca telefondan yazmak da ayrı bir keyif veriyor azizim. Özellikle de hafızası zayıf olan bünyeler için bir ışık.
Öv öv bitiremem yani, en iyisi mi denize gireyim. Oldu o zaman.
Genelde dinleme eylemini gercekleştirmeye sebeptir. Misal, ben oturup da erkek arkadaşımı anlatsam babacığın dinlemekle yetinmeyeceği kesin. Fakat ben babamın tüm kırıklarıyla anılarınu her rakı masasında dinlemekle yükümlüyüm. Hayat bazen hiç adil olmuyor.