ya yazarında ya da çevireninde hata olduğunu düşündüğüm kitaptır. yoksa bu kadar birbirinden bağımsız kelime bir araya gelip de böyle anlamsız cümle oluşturamaz.
yıllardır kitap okuyan ben, zekamdan bile şüphe etmeye başladım. allah kahretmesin bu kitabı da sosyolojiyi de bu dünyayı da.
bir prof. dr. ejder okumuş kitabıdır. sosyoloji sevenler için tavsiye edilir. meşru, meşrulaştırma, meşrulaştırım kavramları ayrıntılı bir şekilde ele alındıktan sonra, dinin meşrulaştırma gücü mercek altına alınmıştır.
güleç, iyi huylu, hep gülen anlamında erkek ismi. hangi dilde olduğunu bulamadım. farsça gibi geldi bana.
kızına efnan ismini koyacak annenin, sırf uyumlu olsun diye erkek evladına koyabileceği isim. **
bir davranışın yapılmasının önlenmesi sonucu ortaya çıkan engellenme anlamındadır. nesnel önleyiciler, kişiden kaynaklanan önleyiciler, sosyal ve yasal önleyiciler olarak gruplandırılabilir.
başka bir şehirde oturan sevgilinizi her görmek isteyişinizde saatlerce yol gitmek zorunda olmanız ve bu nedenle onu görememeniz nesnel bir önleyicidir.
kayınvalidesi ile yaşamak istemeyen gelinin, kültürel sebeplerden ötürü "hayır" diyememesi sosyal önleyiciye bir örnektir.
kısa boylu bir gencin, basketçi olmak istemesi gibi gerçekçi olmayan istekler sebebiyle yaşanan engellenme ise kişiden kaynaklanan önleyicidir.
en az ebeveynleri kadar tehlikeli olan türdür. minik deyip önemsemezsiniz, hatta elinize konduğunda "nabıyon len güççük, kan mı emmeye çalışıyon?" gibi saçma sapan konuşmaların ardından çaktırmadan her yerinizi soktuğunu fark eder, saatlerce kaşınır küfredersiniz saflığınıza ve yavru oluşuna bakmadan hainlik yapan o sivrisinek olacak yaratığa... **
güzel bir yer olan şişli'ye, öğretmen olarak atanıp belirli sebeplerden ötürü gitmeme kararı almaktır.
millet hakkari'ye atanıp sevinç naraları atarken, şişli'ye atanıp bir ay boyunca gidip gitmemeyi düşünüp en sonunda gitmemeye karar vermektir.
hayır kardeş anlamadım. yıllardır istanbul'da yaşama hayali kurarken, başka bir şehirde sözleşmeli personelken, kadrolu öğretmenliğe atanmışken, bu devlet alıp beni çalıştığım kurumda kadroya geçirdi. hiç olmazsa kadrolu deyip ailemi razı edip gelecektim. o ihtimal de yok artık. istanbul'a atanmamı mı bekledi bu devlet? hatta nerde bu devlet?
devlet! sözleşmelileri neden kadroya aldın diye isyan etmek istiyorum.
haftalardır girmediğim sözlüğe, aklıma gelmişken bir bakayım dediğim şu akşamda gördüm ki; nasıl bıraktıysam öyle kalmış.
hep aynı başlıklar, hep aynı kavgalar...
bir taraf başbakana laf söylerken diğer taraf da altta kalmıyor. hala cemaat kavgası, hala siyaset kavgası ve hala sapıkça açılmış diğer başlıklar...
oysa ki hayatımızda ne çok şey yaşıyoruz ama hiçbir şey yazamıyoruz. çünkü düşünmüyoruz. konuştuğumuzun yarısı kadar düşünsek alim olurduk herhalde. sıkıldım sözlük senden... *
Ziyareti esnasında Abdullah gül'ün bulunduğu uçak, havada jetlerle karşılanmış, jetlerle uğurlanmıştır.kendisine, ince belli bardakta çay ikram edilmiş, hayrunnisa gül'e eşarp hediye edilmiştir. iltifatların ve saygının bol olduğu bir ziyaret gerçekleşmiştir.
şimdiye kadar hangi cumhurbaşkanına bu kadar saygı duyuldu acaba.
allah bizi sezer gibilerden korusun. bir daha o kara günler yaşanmasın.
açlıktan ölmek üzere olan insan kişisinin, başına gelen en kötü hadisedir. gecenin ilerleyen zamanlarında acıkıp, evdeki son ekmek parçalarını ve katık olabilecek son yiyecek parçalarını yedikten 10 saniye sonra başlayan mide bulantısının ardından, ne olduğunu anlayamadan, tüm yediklerini çıkarmaktır. son yiyecekler de mundar olmuştur. ***
kars'tan yola çıkıp yaklaşık üç gün sonra haydarpaşa'ya ulaşan trendir. bu süre zarfı içerisinde kaç kişinin binip indiği belli olmayan trende, ağır bir koku hakimdir. eskişehir'den binen bir a kişisinin trene bindiğinde ilk duyduğu koku tezek ve hayvan kokusu olur nedense... ucuz olduğu için tercih edenlerin yanısıra, diğer trenlerde yer bulamadıkları ya da kendileri için en uygun saatte sadece bu tren olduğu için tercih edenler de bulunmaktadır. her ne sebeple olursa olsun, hep rötarlı gelen ve kötü kokan bir trendir bu.
olmayan gerçektir. evet uzun tırnak mikroplara davetiye çıkaran, özellikle yemek yapanlarda görüldüğünde insanı tiksindiren bir durumdur. lakin şeytan, tırnak altına yuva yapan bir mikrop değildir. şeytanı nasıl tahayyül ediyorsunuz bilmiyorum. bu fikrin kaynağı da sanırım yanlış anlaşılan bir hadis olsa gerek. zira hadiste hz. peygamber uzun tırnak altında "cin"lerin barındığını söylemiştir. lakin "cin" kelimesi görülmeyen pislik yerine de kullanılan bir kelimedir arapçada. ah araştırmadan uzak, kulaktan dolma bilgilerle hayat yaşayan insanım benim. ne olacak böyle? dertlendim gene...
toplumda yaşanan bazı rahatsızlık verici olaylardan ötürü dertlenmiş, içlenmiş yazarın, diğer yazarlardan istekleridir.
sevgili sözlük yazarları!
1)lütfen istirham ediyorum sokaklara tükürmeyin. yapanı gördüğüm zaman saçlarından tutup ağzını yere sürtmek suretiyle temizletesim geliyor. kimse sizin iğrençliklerinizi görmek zorunda değil. bunu bir halt zaten ergen müsvetteleri! birey olarak herhangi bir başarı elde edememiş olmanın verdiği psikolojik rahatsızlık sebebiyle, bunu bir başarı zannetmeniz ve ne kadar uzağa tükürseniz o kadar da becerikli olduğunuzu düşünmeniz, psikolojik bir sorundur. siz insansınız ve hayır, uzağa tükürmek bir başarı değildir. acı ama gerçek!
2) şehrin içinde, dışında, kenarında her neresinde olursa olsun otobüs seferlerinde, tramvayda, yht de, yhsiz trende, neye binmişseniz binmiş olun, lütfen bağıra bağıra cep telefonunuzla konuşmayın! mecbur muyuz biz sizin özel hayatınızı dinlemeye? nasıl bir milletiz ki biz, tramvaya binince aklımıza aylardır görüşmediğimiz arkadaşlarımızı arayıp sohbet edesimiz geliyor? hem de bağıra bağıra. işte o an evet tam da bağıra bağıra höyküre höyküre kahkaha attığı zaman o telefonu boğazına sokup bir daha sesi çıkmayacak hale gelmenizi isteyenler olabilir. ve bir gün bunu yapan da çıkabilir...
3) ve gene bu ne yazık ki tıkış tıkış gittiğimiz toplu taşıma işkence araçlarında, sakız çiğneyenler! ilk defa sakızı keşfetmiş gibi, ağzını yaya yaya, iğrenç sesler çıkara çıkara sakız çiğneyenler! o sakızı alıp saatlerce düzeltmekle, kıvırtmakla, dikmekle uğraştığınız, çok uğraştığınız için de pırasaya dönmüş o saçlarına yapıştırmak, bir daha asla çıkaramayacağınız bir hale getirmek isteyenler olabilir!
4) yerleri kendi çöplüğü zanneden insanımsılar! biz sizin artıklarınız ve çöplerinizle dolu sokaklarda yürümek zorunda değiliz. yerlere çöp atmaktan vazgeçin. çok istiyorsanız evlerinizi çöplük haline getirebilirsiniz. hatta yeterli çöp bulamadığınız takdirde çöp takviyesini seve seve yaparız. yeter ki yere çöp atmayın.
5) otobüs vs. neyin kuyruğuysa artık fark etmez, tıkış tıkış, itiş kakış binmeye çalışanlar! lütfen istirham ediyorum itişmeyin. sıra denen toplumsal düzeni sağlayan, hakkı ve hukuku gözeten insanların uymaya çalıştığı bir kavram var. yem görmüş aç tavuklar gibi tıkışmaktan hoşlanıyor olabilirsiniz ama türünün gerektirdiği şekilde yaşamaya çalışan insanlar var. ve sen o gün arkamda itekleyen kadın müsvettesi. evet hak ettiğin gibi sıran gelmeden binemedin. ben buna engel oldum ve itişemediğin için epey mutsuz olmandan kaynaklanan feryat ve figanlarını da ağzına teptim. rezil olan sen oldun. bir daha yapan olursa gene aynı şeyi yapacağım. bıktım sizin gibi bencil, vurdumduymaz insanlardan. ben bineyim de kim dışarda kalırsa kalsın, ben oturayım da kim ayakta kalırsa kalsın! yok ya! sıranı bileceksin, nasibine razı olacaksın. erken gelir sıraya girersin çok istiyorsan.
6) ve inenlere öncelik tanımadan trende, metroda, tramvayda binmeye çalışan saflar! evet size sesleniyorum. bu yaptığınız görgüsüz eyleminiz sebeiyle ne inenler inebiliyor, ne siz binebiliyorsunuz. herkese sürtünmeniz, kargaşa çıkması da cabası. kenara çekil, herkesin inmesini bekle, sonra rahat rahat bin. alemin bi akıllısı sizsiniz zaten! bizler de saflar olarak keyfimizden kenarda bekliyoruz değil mi? bu binme meraklılarını arkadan bi ittireceksin karşı kapıdan çıkıp gidecekler. evet bunu yapacağım bir gün!
ve sen yayalara yol vermeyen sürücü!
ve sen üst geçit varken yoldan geçmeye çalışıp trafiği altüst eden yaya!
ve sen öğrencisine küfreden, aşağılayan öğretmen!
ve sen öğretmenine saygısızlığı, ders çalışmamayı, küfretmeyi maharet zanneden öğrenci!
ve sen geçen gün herkesin içinde, markette, küçük, şeker kızını, yanlış kişye reçellerin yerini sordu diye "gerizekalı, aptal, becriksiz" diye aşağılayan anne müsvettesi!
ve sen gelene geçene laf atan terbiyesiz abazan!
ve sen müşteriye saygısız davranan esnaf!
ve sen kadını aşağılayan erkek!
ve sen insanları kıyafetlerine, dini, siyasi görüşlerine göre aşağılamaya çalışan aslında kendin aşağılık olan insan görünümlü, en güzel biçimde yaratılmış ama kendini aşağıların aşağısı kılmış yaratık!
ve sen ülkesi için kılını kıpırdatmamış, gününü sokalarda fink atarak, alışveriş merkezlerinde gezerek, ayna karşısında saçını, makyajını yaparak geçiren, küfürden başka dil bilmeyen, internetten başını kaldırmayan, tüm bu yaptıkları bir yana insanların diniyle, diliyle, ırkıyla uğraşan insan!
ve sen evladını en güzel şekilde, terbiyeli bir şekilde yetiştirme derdinden uzak olan, evlilik programlarından başını kaldırmayan, evladının ne dolaplar çevirdiğinden bihaber anne!
ve sen çocuğuna uzak, sevgisiz baba!
evet sizler! derdiniz nedir anlamıyorum. insan olarak yapmamız gerken şeylerden neden bu kadar uzaksınız ki? bunları yapmıyorsanız ne yapıyorsunuz merak ediyorum. zamanınızı neye harcıyorsunuz?
evet sinirliyim, sorunluyum, dertliyim. deli ettiniz beni!
edit: bunu eksileyen zihniyet! davranışlarını ve kültürünü bir gözden geçir mümkünse! benciller sizi. yapmayacaksınız bunları işte o kadar!
günaydın diyecek kimsesi olmayan, yalnız yaşayan insanın uyandığında söyleyebileceği ilk sözdür.
sabah gözümü dahi açmadan uyandığım an, dudaklarımdan bu sözcüklerin döküldüğünü farkettiğimde ürperdim valla. aklım tam olarak başıma gelmediği için, uyku semesi yaptığım bu hatadan dolayı cezalandırılmayacağımı düşünüyorum. hafifletici bir sürü sebep var. hem günah mı "allah ım günaydın." demek? diye de sormak istiyorum.
edit: bunu eksileyen zihniyet! hangi sebeple eksiledin merak ettim valla. eksi delisi olmuş, ukala dümbelekler siziiiii....
depresyona girmiş olması sebebiyle, ne yapacağını şaşırmış insan eylemlerinden, en ilginç olanıdır.
genelde çok yenir, ilaçlarla 24 saat uyunur, ağlanır, film izlenir ne bileyim işte saçma sapan bir sürü boş iş yapılır da ders çalışılması ilginçtir.
bu kişiler * can havliyle kitaplara sarılır, makale yazar, hatta dipnotlar gibi ayrıntılarla dakikalarca uğraşırlar. depresyona girme sıklıklarına bağlı olarak, verdikleri eser sayısı değişmektedir.
kişi, masaüstünde "depresyon eserlerim" adlı klasör oluşturup, içine depoladığı bu kıymetli eserleri, makale yayınlayan internet sitelerine ya da dergilere göndermek suretiyle aslında insanlığa da faydalı olan bir depresyon eylemi gerçekleştirir.
zira şu saat olmuştur ve sabah işe gitmesi gereken şahsiyet hala, önünde kitaplar ve makalelerle, yeni bir eser üretme çabasındadır. ***
(bkz: ağlayarak makale yazmak)
edit: harfler karışmış, onu düzelttim aylar sonra.
ultrason muayenesi için kuyruğa girilen yerdir. bekleyen hamilelerin yanı sıra, bir de bu kapı önlerinde, ellerinde su şişeleriyle bekleyen bayanlar da bir hayli çoktur.
efendim malumunuz ultrasona sıkışık girmek gerekir. hatta devlet hastanesiyse burası bir de randevu kağıdına yazarlar kocaman: "sıkışık gelin." yani içeceksin içeceksin ama tutacaksın. içeri alırken de hemşireler ısrarla sorarlar:
-sıkışıkmışsınız?
*ehh sıkışığım.
-öyle değil çok sıkışmanız lazım.
*çok sıkıştım...
-öyle değil altınıza kaçıracakmışsınız gibi...
*yok daha tutuyorum.
-iyice sıkışın. tekrar girersiniz. olmaz. çıkmaz. görünmez!
!!!!!!!!!!!!
la havleee. kapıda bekleyen herkesi bir korku kaplar. herkes sıkışıktır ama şüpheye düşerler. "acaba kaçıracak gibi miyim?"
"yok ya! tutuyorum hala." "ben de.." haydi suya devam. içilir içilir içilir...
bunun sonucunda gerçekten altlarına kaçırmak üzere olanlar, sıra beklerken durmadan sallanırlar.
evet...
burası ultrason kapısı...
ellerinde su şişeleriyle sallanan bir sürü bayan...
hemşire gelir:
-sıkışıkmısınız?
*evet. (sessizce ve sancı içinde bir sesle.)
-gerçekten sıkışmışsınız bu sefer. yüzünüzden belli. *
ve muayene esnasında altına yapmamak için dua eder her giren.
o kapıdan çıkan herkes koşar adımlarla wc ye koşar.
wcde de dialoglar sürer gider.
-ayyy allaaaahhhh... ne zormuş.. rabbim sen tuvaletten ayırma. *
-ohh dünya varmış...
-ölüyordum valla.
-ne büyük nimet şu tuvalet.
bu böyle sürer gider...
hangi yaşta, hangi ilde, ne sınavı olursa olsun, girdiği her sınava tüm ailesiyle gelen, 30 yaşına da gelse bu huyundan vazgeçmeyecek kızdır.
sabahın erken saatleridir... genellikle sınavların pazar günü olması sebebiyle bomboş olması gereken sokaklarda, heyecanlı, tedirgin, soluk benizli bölük bölük insanların bir tarafa doğru yöneldiğini görmüşseniz, işte o gün ösymn nin kıymetli sınavlarını yaptığı günlerden biridir.
buraya kadar normal diyelim her şey. gerçi bu panik, bu telaş o da ilginç... hiç anlamadım ya o ayrı mesele... bahçeler hınca hınç dolmuş. son gün hala ellerinde kitap, kağıt köşede ders çalışan tipler, kaygılı bakışlar... elleri ayakları kontrol edememe... bir karmaşa... bir titreme...
içeri alımlar başladıktan sonra kapıya yığılma... *** bir de şimdi ösym kopya falan diye insan kişisi neredeyse soyup alacak... sen tak koluna çantayı. hiç mi duymadın akıllı kızım? bağırdılar, çağırdılar getirme dediler. ne olur ne olmaz diye gene 10 kalem, 10 silgi almış gelmiş. hayır bir de takmış takıştırmışlar. kapıda yalvarmalar, söylenmeler, sabah sabah... vıdıd vıdıdıdı... dırdırırır...
neyse efendim herkes sınava girer. rahat birkaç tip vardır. durmadan sınavlara girdiğinden midir, yoksa bünyeden midir bilmem ama rahat mı rahat... nitekim şahsım da bunlardan biridir. üniversite sınavında başladı bu rahatlık... son dakika girdim sınava.. kolumda saat bile yok. rastgele çözdük soruları... o gün bugündür 1001 sınava girdim hala aynı tas aynı hamam. son dakika girerim... kalem, silgi hak getire... hep unuturum. neyse ki şimdi ösym veriyor da, bu dertten de kurtuldum. sevdim ben bu son sistemi.
neyse... işte bu son dakikalarda bahçedeki kalabalık nedense hiç azalmamıştır. niçin? çünkü sınava girecek insan kişisi, 30 yaşında da olsa, anasını, babasını, kardeşlerini almış gelmiştir. bu insanlar da, bekleme zamanı, sınavın çeşidine göre değişmekle birlikte yine de saatlerce kapıda bekler efendim. dışarıda okurlar, okurlar, okurlar... (dua vs.) içeridekilerden de telaşlıdırlar. yahu anlamadığım şey, niçin sınava yalnız gelemezler?
lakin itiraf etmeliyim ki, sınavdan genelde ilk çıkanlardan olduğum için, "salladı çıktı galiba..", "tembel bu kesin tembel...", "ooo çok çalışmış hemen çıktı..." gibi yorumlar yapan o bakışlar üzerimde olduğu halde, merdivenlerden inerken nedense bir gurur duyuyorum. kendimi sahnede hissetmeler, havalanmalar, tavalanmalar... "heyt be yaptım çıktım, kolaydı, zorlanmadım, sizinkiler tembel galiba, hala boğuşuyorlar, hahahahahah...." edasıyla yürüsem de, genelde alışkanlıktan dolayı girdiğim sınavları sallamadığım için, soruları sallayıp çıkmamdan kaynaklanıyor bu durum... bunu da bilin insanlar.
neyse işte asıl konuya gelelim. yahu gelmişsin 30 yaşına. kpss sınavına giriyorsun, niçin ananı, babanı taşıyorsun? bin otobüsüne efendice gel. hadi gelemedin, dönerken otobüse bin. sınava girişte "ego kartını almayız." demediler ya. *. sırf bu duyguyu tatmak için bir gün anamı, bacımı, halamı, teyzemi alıp dikeceğim kapıya. beni bekleyin burada diyeceğim. sınavdan ilk çıkışta, kapıda, kapıda onları arayacak gözlerim. sonra iyi geçti diyerek boyunlarına sarılacağım. hatta gözlerim dolacak. ** evet evet yapacağım... yıllardır hissettiğim bu terk edilmişlik duygusundan kurtulacağım. tüm bu dertlenişim, kıskançlıktanmış be sözlük. bu da itiraf oldu. itiraf kısmına yazaydım keşke...
edit: analarıyla, babalarıyla sınava giden genç siviller rahatsız :)))
"Mekke'nin fethi" adlı radyo tiyatrosu için, ömer karaoğlu nun seslendirmiş olduğu ezgidir. sezai karakoç a ait olduğu söyleniyor şiiirin ama emin değilim.
gece gece efkardan ölmeme sebep olacak, akın şarkısı. neden efkarlandım ki bu kadar anlamadım.
bir bilseydin acı veren o gerçeği... hep birlikte dinleyelim dostlar. herkesin yüreğindeki acılar, hüzünler çıksın meydana. hem mazoşist, hem sadistim yüce rabbim...
ne çok hüzün birikmiş de yüreğime, bu eski şarkıyla taştı acılarım... *
bu şehirde ulaşım; tramway, kırmızı minibüsler ve yeşil otobüslerle sağlanmaktadır. aslında başlık eskişehir de ulaşılamayan ulaşım olacaktı. zira ben, bu şehirde, direk bir yere ulaşmayı beceremedim henüz.
şimdi, anlamadığım bu otobüsler bir seferde aynı durağa iki kez uğruyorlar, birinde osmangazi ye gidiyor diğerinde de nereye gideceklerse oraya gidiyorlar da bu şoförlerle nasıl iletişim kurulacak bilemedim.
ilk bir acemilikle bindim ki eve gidebilme umuduyla, kendimi osmangazi üniversitesinin şehrin terk edilmiş noktasındaki kampüsünde buldum. üstüne üstlük şoförden de azar yedik neden sormadım diye.
neyse efendim.. dedim bir dahakine sorayım. sordum. bu sefer de, "yazıyor ya! niçin soruyorsunuz?" dediler. la havle dedim.
bir gün gene başka diyarlardan otobüse binmeye çalışırken, sormadım bu kez üzerinde yazıyor diye. sonra dedim, "ulan gene gitmez, sağa sola giderim, bir gün de dolanmadan gideyim şu eve.." bir yandan kart basmaya çalışırken, bir yandan da gidiyor değil mi derken, adam gülerek geçmez dedi. yer miyim? kesin üzerinde yazıyor, yazmasına rağmen sorduğum için dalga geçiyor diye düşündüm, yine basmaya yeltendim. bu sefer acı bir haykırış işittim. "geçmez gerçekten geçmez! şaka yapmıyorum. valla!" yeminlen dehşete düştüm. nasıl indiğimi bilemedim otobüsten. o nasıl bir haykırıştı ya rabbim.
yine bir gün zavallı bir şekilde zor bela binebildiğim otobüsten inmeye çalışırken şoför beyin nidasıyla karşılaştım: "son durak değil. felan yere gideceğiz. eğer oraya gidiyorsanız inmeyin!" "yok." dedim "ineceğim." bunun üzerine tutturdu. gerçekten gidiyoruz! "hayır ya ineceğim." ineceğim, ineceğim alla allaaa. hasta mıdır nedir. evimi geçecek odun kafa.. üstüne üstlük bir de afra tafra yaptı iniyorum diye. peki siz bilirsiniz dedi. ne demek istedi len bu? kötü bir şey mi dedi hala anlamadım.
bir de bu şehirde herkes beni tanıyor galiba artık. çünkü durmadan kayboluyorum, yol soruyorum. köprübaşına giderken ** oradaki yorgancı amca bile beni kaybolan kız olarak tanıyor. bir gün, farkında olmadan, dükkanının önünde durmuş, yönümü bulmak için kendi etrafımda daireler çizerken en son dayanamadı geldi, "nereye gideceksin?" dedi. neyse ki o gün de öyle buldum yolumu. **
hatta bir keresinde öyle bir kaybolmuştum ki taksiciler bile nereye gideceğimi bulamadılar, polise haber vereceklerdi. bu yaşta böyle rezil olmak da varmış hayatta. gerçi bu durumdan pek de utandığım söylenemez.
Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
yalnız seccademin yüzünde şefkat...
beni kimsecikler okşamaz madem,
öp beni alnımdan, sen öp seccadem...
insanın en çok yalnız kaldığı anlarda bile, insana, yalnız olmadığını hissettiren, güven veren, mutlu eden, güç veren, yükünü hafifleten, tevekkülün huzurunu hissettiren andır işte o an.
"allah'tan başka hiçbir şeyi olmayan ben, allah'tan başka her şeyi olana acırım." demişti. kim demişti hatırlamıyorum. ne güzel de demiş.
edit: bunu eksileyen insan! soluklansaydın bi.. gerçekten neden eksiledin? mesaj atar mısın? çok merak ettim *
118 in iğrenç reklam sınıfındandır kendisi de. sırf bu iğrenç reklamlar nedeniyle, asla bilmediğim bir numarayı arama ihtiyacı hissetmek istemiyorum. allah muhtaç etmesin bunlara. ***
işleri yolunda gitmeyen kişinin söylemidir. bi işler çevirmektedir. bir ortaya çıkarsa başı belaya girecektir. tehlikeli sularda yüzmektedir. her ne yapıyorsa iyi değildir. *