şimdiye kadar ne kadar türk dizisi izlediysem genel olarak dizinin akışı şöyledir:
1- her şey gayet olağan seyrinde başlar. herkesin konumu dizide bellidir. ilişkiler meşrudur.
2- her insanın karşılaşabileceği bir takım aksaklıklar oluşur (hadi tamam buna eyvallah)
3- bu aksaklıklar çığ gibi büyür.
4- dizinin en başında hiç ilişkisi olamayacak insanlar gayr-i meşru ilişkilere girerler, karısının kardeşini hamile bırakır ve çocuk doğunca annesi ölür ve karısı bakmak zorunda kalır, karısından olan çocukları aslında kendinden değildir, muhtelif kişilere aittir. bunu öğrenen koca karısını boşar(sanki kendi ahlaklıymış gibi). en sonunda mahalle olur kerhane.
5- tüm bu karmaşık ilişkileri örtbas edecek akılalmaz yalanlar uydurulur. yalan söylemek normal hale gelir.
6- millete can veren hayat pınarlarına saldırılır.
7- bu ahlaksızlıklar yumağı senarist tarafından öyle dahiyane işlenir ki, bir vakitten sonra -kurbağanın soğuk suya atılıp kabın yavaş yavaş ısıtılması gibi- ekran başına geçip diziyi izleyen aile tepki vermez, normal karşılar. böylelikle toplumun çöküşü bir seviye daha atlamış olur.
8- artık dizinin sonunda tüm değerlerimizle oynanılarak doğrular yanlış, yanlışlar doğru, ahlaksızlık normal olur.
en sinir olduğum çağırma yöntemidir. hele ki annenin sesi tahammül edilemeyecekse.
evde açmışım pencereyi püfür püfür eserken alt komşunun beyzaaaaa beyzaaaa sesleri beni deli ediyor. ya hu kardeşim kızın 10 sokak ötede, ta burdan sesini duyuracağını mı zannediyorsun. deli gibi bağırıp duracağına in bi bak belki kaçırıldı. aralıksız 10 dakika bağırılır mı ya. gerçekten bu tür insanları dövmek lazım.
üniversitenin en güzel kantininin kapanması sonucu su ihtiyacını gidermek için tuvalet musluklarından su içirten, sıcak bir şeyler içebilmek için termosla gezdirten rezalettir.