her gün yeni yeni hadiselerin ve kavgaların yaşandığı araç..
hadise dün yaşandı, 34a (cevizlibağ-söğütlüçeşme) metrobüsünde. yaklaşık 1 aydır kartal'dayım. kartal'da bir firmaya program yazıyorum. evet elim biraz ağır, yavaş yavaş, sindirerek yazıyorum. mutlu musunuz?
şu an donarak yazıyorum bu satırları. zira bir oto yedek parçacısının deposu elbette bir hangar büyüklüğünde ve elbette kutuplardan hallice bir soğukluktadır, hele de bu mevsimde. yavru kutup ayısının hikayesini bilirsiniz, işte o yavru benim şu an. donuyorum anasını satim! şimdiden aralarda yazacağım "brrr!!"lar için afınıza sığınıyorum.
sabahın köründe bu kadar insanı başka hiçbir güç bir araya getiremez. cevizlibağ metrobüs durağı mahşer yeri diye istimlak edilse, belediye duyuru yapsa, cehennem orada kurulsa, o yolcular gene gelir oraya. sabahın körü ve tıklım tıklım dolu. 3 metrobüs hattının buluştuğu tek yer orası. bir diğeri de zincirlikuyu. ama bu durağın tek farkı zincirlikuyu'ya nazaran küçük olması. haliyle istihab haddi aşılıyor çoğu zaman. kazalara davetiye çıkarılıyor. hele bir de üniversiteliler eklenince bu kalabalığa, o davetiye hemenceik gelsin de birkaçını alıp götürsün istiyorum. lan liseliler daha sevimli geliyor bana nedense. bunların alayı aptal sürüsü. ellerinde kitap yerine tablet pc, akıllı telefon filan var. kızlar genelde erkekleri, erkekler de düşüremedikleri kızları konuşup duruyor. bir de bunlar ülkenin geleceği olacak değil mi? komikti evet..
işte bütün bu ahval ve şerait içerisinde her gün seyahat ediyorum metrobüslerde. dün sabah da aynı duygularla bindik birine. çok sessizdi ortam. içimden geçirdim "lan niye bu kadar sessiz bu araç?" diye. çünkü kulaklığı çıkardım, çalınan şarkıyı o şekilde bile duyuyordum. o derece sessizdi. derkeeen!!... bağıran bir adam keşfettim. bir nevi allah diyen aslan, üzerinde allah yazan bir domates, o da olmadı çölde bir vaha gibiydi o ses. irkildik tabi haliyle..
- terbiyesiz adam, ölür müsün şu tarafa geçsen! sabah sabah bütün enerjimi aldın ya!! (enerji ney laan!)
karşıdaki adam gayet naif. onun sükuneti beni derinden etkiledi. gayet de haklıydı sanki.
- bak arkadaşım, bağırarak konuşmak çözüm değil. insan gibi rica etsen geçerim tabi. ama bu şekilde konuştuğun için geçmiyorum..
vay vay vay.. hem istanbul'da, hem metrobüste, hem de bir insan.. bu üç sıfat ile "kibar bir rica" fiilini hiç yakıştıramadım. metrobüse binen insan binerken insanlığını bırakmıştır çünkü. metrobüse binen insan ormanda 10 zebra kuvvetindedir.
tartışma daha da alevlenmektedir. fakat şu bir gerçek ki dostlar, eğer sessiz bir ortamda ilk bağıran ya da sesini yükselten kişi siz iseniz, o an yandınız demektir. çünkü o ses daha da yükselecektir, herkesin bakışları eşliğinde. tabi öyle de oldu. bağıran adam, daha kuvvetli bağırmaya, sakin olan adam ise daha da sakin olmaya devam etti. arkalardan bir kadın sesi:
- beyefendi sabahtan beri bağırıyorsunuz, yeter artık, rahatsız oluyorussss!!
- sen karışma, işine bak sen!
bir başka dayı müdahil olur:
- yeter lan sabah sabah, getirtme beni oraya, yoksa gömerim seni. memnun değilsen taksiye bin lan!
- çok zenginsen sen bin!
- ben şikayetçi değilim. sen şikayetçisin. kes sesini.
sonra bir diğeri, bir diğeri derken adam tek kişi kaldı. çok üzüldüm la, içim parçalandı yeminle. peki ben ne yaptım biliyor musunuz?
müziğin sesini biraz daha açıp gülmeye devam ettim n'apıcam. bir de lafa mı girecektim. oldu; dayak yiyeyim bir de sabah sabah..
her türden kişiyle tanışmanıza/tartışmanıza vesile olan araç. şöyle ki;
bundan 2-3 hafta evveldi. günlerden pazartesiydi yanılmıyorsam. metrobüs bildiğin tıklım tıklım. her günkü sahne tekrar ediyor işte. çok beğenilince devamı çekilen filmler vardır ya, biz metrobüsün bu halini hiç sevmiyoruz ama her sabah aynı filmin devamı çekiliyor. şimdi ben burayı "hayat işte, filme benzemiyor hacı" şeklinde bir incir ağacına bağlardım ama işim olmaz. bir yere bağlı kalmasın, asılı kalsın, böylesi daha iyi.
bayrampaşa-maltepe durağından 34a hattına bindim. aslında iki önceki duraktan kalktığı için pek kalabalık olmazdı ama günlerden pazartesi olunca ve üniversiteli -ki bunlar liselilerden de tehlikeli olmaya başladı- elemanların pazartesi sendromu tutunca haliyle kalabalık oluyor. ve metrobüsteki herkes sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığını yaşıyor o kısacık yolculukta.
tıklım tıklım metrobüste bir ağaç kovuğu bulup yerleştim hamdolsun ama unuttuğum bir şey vardı: metrobüsteki türk kızı. hanım abla bildiğin prensesmiş. metrobüsü de kremlin sarayı sanıyormuş. lan benim tutunacak bir dalım yok o bildiğin direğe yaslanmış. işte o an uzanıp onun önündeki direkten tuttum. kendisi baykuş gibi kafasını 180 derece döndürerek 1.57 boyuyla bana baktı, baktı, gene baktı.. ben ise kuş bakışı bir açıyla kendisine bakmaya bile tenezzül etmedim. bir iki durak gittik ama bu gidiş müddetince "öff, pöfff, uff" tarzı yakınmalar duymadım değil. fakat bu benim umurumda mı? elbette değil. ha hayt!
tanımadığım bir kadınla muhatap olacaksam eğer, tesettürlü olup olmadığına bakarak müthiş bir ön yargı ile hareket ediyorum. bu bir kusurdur benim için ama n'apim her güzelin bir kusuru vardır. güzel dediysek cinsiyetimi belirteyim: erkeğim. yılışmayın hemen!
bu ara bilgiyi de verdikten sonra devam edelim.. bendeniz bir iki dakika sonra baktım bunun yolu yol değil, hem de kendisini prenses sanıyor, rüyasından uyandırmayalım cihetinden elimi kolumu onun olduğu taraftan çekip metrobüsteki en tehlikeli hareketlerden birini yaparak kendi eksenim etrafımda dönüp diğer taraftaki direklerden birini tutayım dedim. demez olaydım, dönmez olaydım..
- beyefendi n'apıyorsunuz siz sabahtan beri?
- n'apıyormuşum?
- bi rahat durmadınız, dönüp dönüp duruyorsunuz, semazen misiniz siz?
- hayır ama tasavvuf konusunda epey bilgim vardır. etkilenmişim demek ki.
- offf!
- bakın siz rahatsız olmayasınız diye kendi rahatımı bozdum. eğer etrafınızda 2 metrelik bir koruma çemberi istiyorsanız taksiye binin. metrobüs bu. bu aracında kendi içerisinde gerçekleri var. istanbul'un en acı gerçeği metrobüs. şahsen mecbur olmasam ben de binmem ama hepimiz mecbur olduğumuz için biniyoruz..
- tamam uzatmayın.
- (içimden) senin ben evveliyatını!....
tabi o sırada araya kaynak yapıp bana hak veren yiğidin harman olduğu yerden avdet etmiş bir dizi vatan evladını da buradan saygıyla selamlıyorum.
yılmaz özdil'in word dosyası ayarlarında satır aralığını 3 santimetreye ayarlayarak yazdığı yazılarına bir örnek. benim için sadece bu özelliği var. içeriği bomboş. tıpkı kendisi gibi. yazıları kendisine ayna oluyor zaten.
"arif abi *, bülent abi *, hakan abi *, suat abi *, ergün abi *... bunlar benim kahramanlarımdı." diyen bir futbolcuyu henüz kahraman çıkaramamış olan bir takıma transfer etmek için yapılan girişimdir. laf-ı güzaftır. aldırmamak gerek.