sevgilinin, eski sevgilisiyle olan diyaloğuna göre değişkenlik gösteren durumdur.
eğer sevgiliniz, eski sevgilisi ile görüşüyorsa sizin için bir sıkıntı yoktur zaten, siz onu göze almışsınızdır.
fakat, sevgiliniz eğer ki eski sevgilisi ile görüşmüyor ama bir şekilde karşı karşıya geliyorsanız, durum biraz pisleşiyor.
mesela düşünün, bir kapıdan geçerken karşılaşıyorsunuz, kapı geniş ama karşı karşıyasınız, sevgilinizle el ele kapıdan geçerken bi anda karşınızda o.. siz sağ yapıyorsunuz o sağ yapıyor, siz sol yapıyorsunuz o sol yapıyor..
" sert bakış kapsülleri: açıldı,
küfür mekanizması: devrede,
öfke kontrolü: yok,
kıskançlık: üst düzey "
+ sen bizim sağımıza sol mu yapıyorsun lan!! **
- ????
üniversitenin 2. yılındaydım. hiç kuramadığım arkadaş ortamını kurmuş, kötü geçen 1. senenin ardından umutla başladım 2. öğretim yılına. trabzon standartlarına göre standart üstü bir sitede güzel bir ev tuttuk, evimizi dayadık, döşedik. belki tam eşyaları oturtamadık, geceleri sadece mandalina yiyip, aramızda 3 erkek muhabbet döndürüp, gülüp eğleniyorduk. komşular edinmiştik, erkek muhabbeti yapıyorduk ama ben halimden çok memnundum. bu hayatta en keyif aldığım şeydi belki de erkek muhabbeti. bu karısızlıktan değil, karıların triplerindendi kendimden biliyordum.
maç izliyordum mesela keyifle. sayıp sövüyordum. fenerbahçe'nin aykut kocaman'lı dönemleri... Oyunu kendi sahamızda kabul ettiğimiz ve sürekli atak yiyip, kontra atakla gol aradığımız sezon.. kendimi sadece fenerbahçe maçları için hazırlayıp, sadece haftasonu eğlencem olan maç izleme aksiyonuyla kendimi tatmin ediyor, ufak şeylerle mutlu oluyordum. kabullenmiştim trabzon'da böyle yaşamam gerektiğini.
büyük şehirden gelip, burda aykırı bir yaşam olmayacağını, sürekli pompa peşinde koşup, gecemizi gündüz edemeyeceğimizi farketmiştim.
bir fenerbahçe maçıydı yine bizi bir araya getiren mesela. düşünüyorum da hayallerim de hep bu yöndeydi. fenerbahçeli olucak, küfür edicek, ufak şeylerle mutlu olucak, beni çok sevmese de, bana hep doğruyu konuşup, saygı duyan bir insan olucaktı sevgilim diyeceğim kişi. ama hiç sevgili olmak yoktu mesela kafamda..
geldin ve 1.5 sene iyisiyle kötüsüyle bir şekilde geçti. birlikte maç izledik, ankara'ya gittik 10 kasımda. bazen geceleri çıktık, bazen hiç evden çıkmadık. belki de ilişkimizin çoğu benim odamda geçti.
ama sonrası?
sonra bir anda gittin. gidişinin üzerinden 6 ay geçicek. 3-4 günü falan var... ama biz o zaman ayrılmamışız mesela.
hatta biz hiç ayrılmamışız sanki. hep varmışsın gibi hâla.. biz seninle, ekim'in kendini ufaktan hissettirmeye başladığı, havanın inceden soğuk olduğu bir günde ayrılmışız. benim senin babanı arayarak yaptığım öküzlük sonrası ayrılmışız. o zamana kadar sanki, hep gelicekmişsin gibiydi.. hep özlücekmiş, hep var olucakmış gibiydi..
şimdi bitti evet, bitti ama ben de bittim. artık uzatmaları oynuyorum gibi geliyor bana.
çünkü ben dibe batarken, senin şahlanışını hissediyorum iliklerime kadar... ben bölümümü yine uzatırken , senin derslerinin iyileşmesini görüyorum, hayatının ne kadar güzel gittiğini hissediyorum. arada gördüğümde, elim ayağım titrerken buluyorum kendimi. ölüyorum.
ve ben hayatım boyunca, en büyük hastalalıklarımda bile hastahaneye gitmeyi reddeden ben, kendi isteğimle psikolojik destek görmek için randevu aldım şu aralar. haftaya çarşamba günü, psikiyatri ile görüşücem. anti depresansa, anti depresan... artık düşünmek, artık üzülmek istemiyorum. artık uyumak da istemiyorum. rüyalar çünkü beni bitiriyor. gördükçe yaşlanıyorum, ölüyorum farkında olmadan...
ve bunların hepsi yaşanırken, sen her gün gününü gün edip, gülüp eğleniyorsun...
sahi yahu, sen niye geldin ki?
niye benim hayatımın odak noktası olup, ev arkadaşlarımın önüne geçip, beni bu durumdayken bırakıp gittin... sana benden sonraki yaşamın için sunduğum bu hayatın karşılığı, bu olmamalıydı..
ilk tanıştığımız gün söylediğim kelimeleri yine yazıcam buraya..
" her zaman ben olmayacağım yanında, arkadaşlarınla görüş, takıl, gül , eğlen, gez ben bunların hiçbirine karışmam.. hiç bir zaman ben odaklı yaşama... çünkü olur da ayrılırsak, çok sıkıntı yaşarsın... "
ben bunları sana anlattım ama kendim aynı boku yedim... sen gittikten sonra, ben yapayalnız kaldım. hiç kimsem yok gibi hissediyorum. bir yanım hep eksik. bir yanım hep boş...
sahi yahu, sen niye geldin ki?
oysa ne kadar da mutluydum sen yokken.. tek sıkıntım, evdeki mandalinanın bitmesiydi belki de.. ya da , bim'deki yemek takımı almak için girdiğimiz sırada, bize " yemek takımı kalır mı" acaba tripleriydi en büyük derdim...
şüphesiz ki o insan, en temiz duyguların insanıdır.. belki de en doğru insandır.
gününü gün eden, düşünmeden yaşayan insandır. kafasında soru işaretleri yoktur, anlık mutluluklar güzel gelir.
yaşanmışlıkların önemi yoktur onun için mesela. bi insanın anıları can yakmaz. hatıralar gözünün önüne gelmez. takmaz fazla.. düşünmez. mutludur o insan net bir şekilde. inanırım. sahte değildir.
mesela gülebilir o insan, amacsızca sebepsizce piclik yapabilir. eğlenebilir. ona hiç hitap etmeyen şarkıları dinlemez. şarkılardan, şiirlerden gerkesiz anlamlar çıkarmaya çalışmaz. yormaz kendini, üzmez birisi için.
özenilen insandır bu insan.. zamanı geri almak isteyenler için harika bi tiptir..
sevilir böyle insan, herkes tarafından imrenilir..
umarım çizgisini bozmaz bu insan.
hiç aşık olmaz üniversite hayatı boyunca. çoğu şeyi sevdiği insanın önüne koymaz. bi insanı " herşey " yapmaz.
her yaptığı işte, o kişi aklına gelmez ve sürekli mutlu olur..
bugün, acı bir şekilde yaşadığım durum malesef ki..
hayatımın, belki de öğrencilik tarihimin en önemli sınavı vardı dün.. bundan yaklaşık 16 saat falan önce...
2 haftadır hazırlanıyor, çatır çutur soru çözüyordum..
mühendislik öğrencileri bilir, mukavemet değerli bir derstir bizim için...
sınava girdik, ilk yarım saat hiç bir şey yoktu aslında, gayet iyi gidiyordu...
fakat sonra, bi anda kasvet gelmeye başladı, yoğun bir baskı, bunalıyor, terliyor ve malesef eski sevgilimi düşünüyordum.. kitlenmiştim.. bana yaptığı kahbelikler tek tek gözümün önünden geçiyordu ve hayatımın en önemli sınavı olarak nitelendirdiğim sınavda yapıyordum bunu..
gerçekten çok sıkıntılı bir durum.. insan kitleniyor, işlem yapamıyor, düşünemiyor.
en basit soru olarak nitelendirilen gerilme ve kayma sorularını bile kaçırdım bu sebepten mütevelli...
15 bile alamayacağım belki de.. sebep de o karaktersiz karı.
hayır kendime kızıyorum, nasıl olur da yaptığı onca kahbeliğe rağmen hâla onu düşünebiliyorum.
hem de geleceğim adına girdiğim en önemli sınavda..
gerçekten çok karaktersiz bi adamım.. umarım bu duruma hiç bir insanoğlu düşmez amk.
dünyanın en zevkli şeylerinden biridir.
beraber kurduğun masaya yatırdığın hatuna tıklamak, onun aldığı mumlarla romantik ortam yaratmak..
çamaşır sepetine yatırmak karıyı..
onun aldığı tabloya karşı sevişmek..
büyük haz. inanılmaz bir duygu.
Hele ki evde unutulmuş olan diz altı çorabını karıya giydirirseniz..
eyvah eyvah.
ktü'lü öğrencilerin, genellikle karı/erkek kaldırmak için kullandığı sitedir.
sitenin amacı da aslında budur.
yolda görüp, kesiştiği ama yanına gidip konuşamadığı olayı eleman anlatır, hatun bişeyler yazar,
belki buluşup görüşürler, hatta iş bazen yatağa kadar gidebiliyor. ( en büyük şahit benim )
iş bu sebepten dolayı, güzel iş gören bir sitedir.
üniversitede gördüğün hatuna biraz dikkatli bakman yetiyor mesela,
itirafını ettikten sonra o seni her türlü buluyor.
hep öyle olmasa da oluyor yani. iyi piyasa var yani.
belki ktü'lü olup da bilmeyen vardır, bilgilendireyim yani.
fanatik.com.tr'den yapılan açıklamada, muhtemelen gazetede de olan haberle bugün gözüken durumdur...
haberde konuyla ilgili şunlar söylenmektedir;
" ...4aykut kocamanın lig derbilerinde yenilgisi yok. geçen sezon fenerbahçe teknik direktörü olarak çıktığı maçlarda, beşiktaş ve galatasaray karşısında 1 kez kazanırken, 2 de beraberlik aldı. kocamanlı fenerbahçe, siyah-beyazlıları i̇nönüde 4-2 mağlup ederken, rakibine de ligde ilk kez 4 gol atmayı başarmıştı.
..."
haklı ve mantıklı bir yaklaşımdır.
bu tutumundan dolayı fanatik gazetesini tebrik ediyorum. hatta teşekkür ediyorum..
trabzonspor'un derbi değil, takımdan bile sayılmaması gerekir gerçi ama neyse..
kesinlikle çok mantıklı bir olaydır..
yüzyıllardır süregelen annlerin ya da evdeki kız kardeşin; " ya tuvalet kapağında sidik var " tepkilerine son çözümdür sanırım.
evde erkekler işeme amaçlı pisuvar kullanır, sadece sıçmak eylemini gerçekleştirmek için oturur.
böylece, ne tuvalet kapağını sürekli kaldırmak derdi vardır. ne de; aman kapağa sidik gelmesin derdi.
bu sayede evdeki bayanların artık sidikten yana bir sıkıntısı olmayacaktır sanırım.
ben evime bi tane pisuvar koydurdum, artık evde sıkıntı yaşamıyoruz mesela.
lise dönemlerimde, sabah uykulu olmanın vermiş olduğu heyecanla daha önce yapmış olduğum hadisedir.
olayın çıkış noktası aslında şudur;
lise döneminde geç kalındığında bilirsiniz, geç kağıdı almak falan durumları var. müdür yardımcısının yanına gidiyosun, geç kağıdı alıyosun, sonra seni yok yazmıyolar falan bi ton hikaye... o geç kağıdını almak her zaman sıkıntıdır öğrenci için. aman azar işiticez, aman saçıma laf edicek mi triplerinde olur kişi hep. her neyse, ordaki düşünceye yoğunlaşma sebebiyle oluşan etkiye tepki durumudur.
kafada kapı çalarak müdür yardımcısının odasına nasıl giricem düşüncesi hakim olduğu için, bi hışımla bakkalın kapısı çalınır ve bakkal, müşteriler ve akabinde satış halinde olan çikolatalar dahil herkes dumur olur.
çoğu zaman , " abi 2 ekmek getirir misin, sepeti uzatıyorum " diyaloğu için geçerli olsa da bazen durum öyle olmayabiliyor.
bu konu hakkında garip bi hikayem var,
üniversiteyi yeni kazanmışım. istanbul'dan aldım kendimi trabzon'a geldim. yeni geldim dediğim 1 ayı falan geçmiştir..
yurt odamda oturuyorum. telefon çaldı, annem arıyor. açtım muhabbet falan ederken; " bak burda kim var " deyip telefonu birine verdi.
kendisi rizeli olan mahalle bakkalına telefonu uzattı. sonra olaylar gelişti zaten.
+vay uşağım naber ya?
-* ooo, iyidir abi sen nabiyosun
+bizi boşver biz iyiyiz değişiklik yok. ee ne var ne yok
-iyi valla abi takılıyoruz işte.
+trabzon taraftarları nasıl, fanatikler di mi?
-evet abi evet, fanatikler. fenerli olmak zor burda.
+aman kardeşim dikkat et, fenerliyim falan deme sakın.
-tamam abi tamam eyvallah sağolasın.
+iyisin di mi sıkıntı yok. bişey lazımsa gönderelim. (eve ekmek getiriyo sanki amk)
-eyvallah abi eksik olma. teşekkür ettim.
+hadi iyi bak kendine yiğenim.
-sende abi, eyvallah.
böyle saçma diyaloglar oluştu. adamla nerdeyse hiç bi paylaşımımız olmadığı halde anam tutturdu telefonu herifin kulağına.
sadece bakkalla kalsa iyi, anamla ne zaman telefonda konuşsam yakında bi tanıdık varsa veriyo telefonu kulağına.
hiç düşünmüyo ki, " çocuk bunlarla konuşup nabicak allah askına " diye?
garip ya..
o yüzden, bakkalla telefonda sadece " ekmek getirir misin abi " diyaloğu içinde olun.
gerisi çok saçma olabiliyor.
şu dönemlerde facebook sisteminin çok daha ön planda olmasıyla var olan durumdur.
üzülüyorum ciddi anlamda.. eskiden bir hatun kovalarken;
" aga, ben buna msnden yazarım "
ya da
" acaba msn adresi nedir ki ? "
gibi konuşmalar geçerken, şimdilerde;
" aga feysbuktan konuşuruz akşama "
ya da,
" feysbuktan mesajlaşıyoruz " tarzı muhabbetler geçer olmuş..
bunlar belki de basit ayrıntılar ama bakıldığında çok ince noktaları var.
ben mirc kültürüyle büyümüşüm. çocukluğum mirc ile geçmiş ve benim için msn farklı bir kültürdür.
karı kovaladığım zamanlar oldu tabi herkesin olmuştur.
fakat, msn benim çocukluğumdur.
msn plus benim geçmişimin bir belgesidir..
2006'dan beridir sohbet günlüklerim kayıt altında duruyor.
ara ara açıyorum bakıyorum. hangi ay , kimle en çok kimle konuşmuşum?
gündemimde kim varmış? hangi hatuna yazıyormuşum?
ama feysbukta edilen sohbetin günlüğü bile tutulmuyor mnakoyim.
konuştuktan 2 gün sonra unutuyosun herşeyi.
kötü yahu... ciddi anlamda kötü.
sırf bu yüzden konuşasım gelmiyor kimseyle.
eskiden 70-80 kişi olan msn online listem, şimdilerde 40'lara kadar falan düştü.
kimse msn kullanmaz oldu. sohbet aparatı olarak feysbuku kullanıyor.
ve feysbukun günlük tutmamasıyla beraber ben her gün kahroluyorum.
kahretsin yahu. Feysbuk iyidir, hoştur.
çok hatun düşürmüştür bana ama keşke bi de sohbet günlüğü tutsa.
arada okusak , kimlere neler yazmışız.
kimle ne konuşmuşuz... görüp hüzünlensek belki..
duygulansak...
ygs 2011'de puan türleri birincisi kendisi.
kendisinin feysbukunda, caminin önünde çekilmiş profil fotoğrafı vardır.
bu dönemde nasıl bir bu ironidir ake?
çocukluğuma dair hatırladığım sayılı hatıralardan... her fırsatta işediğim güzelim ağaçlar.
ufaklığıma ve yaşadıklarıma dair çok şey hatırlamıyorum, açık konuşayım. düğünler, gittiğimiz bi kaç piknik ya da istanbul da oturduğumuz için; denize girme amaçlı gittiğimiz adalar gibi aktiviteleri anımsıyorum birazcık.
onlarda da tek ortak nokta var. " ağacın dibine işemek. "
çocuğum, çok ufağım...
dedemler kasımpaşa da oturuyor. malum yer, düğünleri ile meşhur.
bizimkiler de düğüne gitti... kına gecesi tarzı bir şey var. ortada bir çadır kurulmuş, kadınlar gümüş sandalyelerde oturuyor, ortada mahallenin yaşlıları yerde ve en kenarda erkekler için de bir masa kurulmuş.. çok iyi anımsarım.
biz de arkadaşlarla mahallenin durağından geçen otobüslerine yumurta atıyoruz.
bizim düğündeki eğlence olayımız buydu açık konuşmak gerekirse.
neyse, düğün başlıyor. biz de haliyle yumurta atmaya başlıyoruz... sonra benim çişim geliyor afedersiniz.
gidiyorum babama; baba diyorum, " çişim var "
anama gönderiyor beni, git diyor onunla hallediver.
anama gidiyorum, ana diyorum yine " çişim var. "
oğlum diyor dedenlerin eve götürme beni, git şurda ağacın kenarına işe, hallediver 2 dakikada diyor.
mecburen eyvallah diyorum tabi. arkadaşlar da bekliyor zaten, işime geliyor haliyle.
arkamdan bağırıyor, " destur çek işerken oğlum "
geçiyor bu günler, biraz büyüyorum... heybeli adaya gidiyoruz hem piknik amaçlı hem de denize girmek falan niyetine.
değirmen diye bir yer var, gidenler bilir. çok severiz ailece orayı.
zamanında mangal falan yapabiliyorduk mis gibi... yine o günlerden bir gün,
tam yemek hazırlanma telaşında falan, ben yine durmuyorum.
" çişim var laaan " diye bağırıp çağırıyorum.
etraf ormanlık, tuvalet yok. en yakın tuvalet deniz afedersiniz...
babam atlıyor hemen. " gel seni ağaca işetiyim. "
gidiyoruz beraber, işemeye başlıyorum haliyle...
sesleniyor o da annem gibi " destur çek oğlum işerken "
başlıyorum tabi, " destur bismillah, destur bismillah... "
Sonra günler geçiyor, büyüyorum. 20 yaşına geliyorum...
yine aynı terane...
arkadaşlarla halı saha maçı yapacağız, ucuz olsun diye seyrantepe lojmanından falan ayarlamışlar maçı.
neyse, gittik sahaya.
ulan etrafta sadece saha var. ne soyunma odası, ne tuvalet, lavabo falan?
kötü bi durum tabi. etrafta hiç insan olmasa da, dışarda soyunup-giyinmek hoş değil hiç.
neyse, soyunup akabinde giyiniyoruz.
ben yine rahat durmuyorum, " çişim geldi ne bok yicem lan " falan diyorum.
bizim tecrübeli arkadaşlar, aşinası olduğum bi cevap veriyor tabi.
" git ağacın oraya işe... "
lan diyorum kaderim mi bu anasını satiyim. yine mi lan ?
tabi söylene söylene gidiyorum ağacın oraya. benimle birlikte bi arkadaş daha geliyor.
bi ağaca o işiyor, bi ağaca ben.
hayatımda gördüğüm en iğrenç olaydır.
zevksizliğin dorukluğu ve apaçiliğin de sınırlarının zorlanmasıdır aynı zamanda.
yahu nedir bu olay mnakoyim?
ne kadar ortam mağduru, görmemiş tip varsa hepsinde kot üzerine giyilmiş beyaz gömlek kombinasyonu var.
özellikle bar ortamlarında. ben buradayım deme amaçlı giyilmiş ve sadece dikkat çekmek için giyilen bu kot-gömlek kombinasyonundaki tipleri yadırgayamıyorum bile.
çok kötü bir durum lan. hiç mi yaratıcı değilsiniz mnakoyim?
hayır, bunu benim abim de yapıyor. ne kadar kötü durumdayım bi düşünün.
resmen yazık lan bana. koyim zihniyetinize afedersiniz.
zevk anlayışınızın da içine sıçıyım.
töbe subhanallah ya. sinirlendiriyolar adamı.
anlayamadığım durumdur. niye anlayamıyorsun, potansiyel mi yok derseniz kendimce bi açılamam var tabi.
şimdi, vakt-i zamanında 80'lerde falan sanırım gündeme geldi bu adam müziğiyle falan.
o zamanlar ortada çok fazla sanatçı yoktu haliyle. dinlenecek fazla bişey yoktu.
o nesille büyüseydim ben de dinleyebilirdim herhalde bu adamı.
ama gelmiş yıl 2011'e.
müzik piyasası çok genişlemiş. her türden sanatçı,
her şekilde müzik tarzı ile kulaklarınıza hitap eden bi kesim var.
neden ibrahim tatlıses hâla ?
neden ibo şov amk.
yeter lan. bıktık ake. ölmedi de kurtulamadık.
hastahaneden çıktıktan sonra 1 albüm daha yapar, o da bizim halkımızı bilirsiniz biraz merhametlidir, ölenin ya da hastahanelik olana acırlar.
albüm bu yüzden patlama yapar.
gariptir yani. dinlemeyin artık şu adamı, yenileyin kendinizi allasen.
şu günlerde bolca yapılan olaydır.
en basitinden dün gece oynanan " 16 nisan 2011 fenerbahçe gaziantepspor maçından örnek vereyim..
maçı baştan sona kesintisiz izledim.. anteplilerin bitmeyen hırsını takdir ettim.
ama ortada bir fenerbahçe gerçeği vardı. 90 dakika boyunca sürekli koşup, hep istekli olan bir fenerbahçe. hatta bunun yanında lugano'nun pozisyonu dışında bir tane bile fevri davranışı olmayan fenerbahçe.
tabi buna mukabil bir de anteplilerin çirkefliği ve hakemin afedersiniz ibneliği mevzu bahisti.
antepliler niang'ı sakatlamış, oyunun genelinde çok sert oynamış haliyle de sürekli sarı kart görmüşlerdir. ama dışardan bunu gören bazı futbol mağdurları, kafaları sadece çirkefliğe çalışan insanlar bir tek istatistiklere bakarak yorum yapması çok komik harbiden. ulan adamlar foul yaptıysa sarı kart vermesinler mi mnakoyim?
bunun haricinde hakem gerçeği vardı dün gece. lugano'nun pozisyonu hariç fenerbahçe'ye karşı verilmiş tek bir fevri pozisyonu bile yok. ulan 21. dk'ya kadar 2 tane penaltımız verilmedi, korner olmayan pozisyona bile korner dediler lan antep için.
şimdi bunların hepsini bi kenara bıraktım. maçı izlemeyenler için 6 dakikada olabilecekleri anlatıyorum.
7 sarı kart, 1 kırmızı kart var. bu sarı kartların görüldüğü durumlardaki oyuncuların sakatlık durumları mevzu bahis. sadece antepli bi kamilin kendi cezasahası içinde yere atıp, tedavi edilmesi bile 2 dk sürdü. bunun haricinde kırmızı kart gören murat ceylanın da çıkması en az 2 dk'ydi. bunun haricinde 5 oyuncu değişikliği var bu bölüm içerisinde..
yazık ki bunları anlatmak zorunda kalıyoruz. yazık ki insanlar hâla verilen emekleri hiçe sayıp, sırf çirkeflik yapmak karalama politikası uyguluyor.
çok önemli değil, denilecek de çok bişey kalmadı zaten.
bu anlattıklarımdan sonra hâla bu şekilde malca konusabiliyorsanız, üzülerek söylüyorum ki sizler birer futbol mağduru bireylersiniz.
he sizin sıkıntınız uzatmanın " 6 " dakika olması ise, onu anlayabilirim.
6 kasımla ilgili ve 6 sayısının sizde yarattığı antipatiyi çok iyi anlayabiliyorum.
bu psikolojide olanlara değildir sözüm.
saygı duyuyorum.
ama diğerleri için söyleyebileceğim tek söz " bu galibiyet afedersiniz de götünüze girsin. "
saat 14:00'da başlayacak maçı cüneyt çakır yönetecek.
bucaspor ligde kalmak için son demlerini oynuyor..
olası bir galibiyet galatasaray'ın düşme hattına yakınlaşmasını daha da çok sağlayabilir.
güzel maç olabilitesi var. bol gollü olmasını ve bucaspor'un kazanmasını bekliyorum..
yardır bucaspor.
film izlerken yapılması gerekilen ilk 100 maddeden biridir.
gerçekten çok zevkli ve eğlenceli.
ayrıca o civarlarda kıl falan varsa onlar da böyle oval şekiller falan çıkarılarak oynanabilir.
tavsiye edilir, çok akıcılık katıyor olaya.
edit: vallaha hiç bi seksapalite falan amacı yoktu. neyin eksisi lan bu kadar? hiç mi yapmadınız ake.
eheh. gayet normal olan durumdur aslında.
şöyle ki, şimdi bi sevgili trollcük yazarımız güzel bir başlık açar, tabi kendince.
örnek vermek gerekirse, " ayakkabı giyen insanların ibne olması " gibi.
alttan bi yazar seri bir şekilde, atlar; kiii bu duruma biz,
" trolle ayar vermek için fırsat kollayan çakal yazar " diyoruz.
her neyse, güzelim cevabını pat diye yapıştırır.
ona da örnek olarak ; adam mal beyler tarzı bir şey diyelim.
bu güzelim yazarımız, ayarı baştan verdiği için seri olarak artılanır...
belki çok bi bok ifade etmez o entry fakat karşı tarafa itham etme şekli, ifade-i hitap şekli insanlara hitap eder bir şekilde. bu yüzden ön plana gelir bu entry. tabi diğer yazarların da gaza gelmesi cabası.
hep beraber ayar verme olayları başlar. belki ilk entry kadar hit almaz ama yardırılır tabi.
" ibne olan insanın kendini bu kadar açık belli etmesi "
" ibnesin anladık "
gibi...
özet geçecek olursak, troll kovalayın sevgili arkadaşlar. seri artılıyorlar haberiniz olsun.
insanı farklı düşüncelere sürükleyen, alıp götüren, belki de mutlulukta nirnavaya ulaştıran ve aynı zamanda duygusallaştıran garip hede. küçük bir el hamlesinden çok farklı bir hareket...
duygu yüklü olduğu bariz bellidir. çünkü hiç bir el hareketi insanı bu kadar duygulandırmaz, insanı bu kadar özel hissettirmez. Normal bir okşama dğil, his yoğunluklu, sevgi dokumalı olduğu çok açık. insan çok hoş oluyor yahu.
kıymet anlıyor insan ciddi anlamda. bir de ana özlemi çekiyorsa... kokusunu özlüyor, sarılmayı özlüyor, bakışlarını, belki sana bağırışlarını, itiraz edişlerini ya da yargılayışını. her şeyini özlüyor.
zaman zaman kızıyor belki insan ama bacağına yattığında tek bir okşama bile yetiyor tüm sinirini almak için insana. öyle özel bir dokunuş bu... allah kimseyi bu dokunuştan mahrum etmesin. ana sevgisi bambaşka ya.
not: işin açıkcası bu kadar duygusal bi insan değildim ama 1 nisan vesilesiyle evdekilere şaka hatta süpriz amaçlı atladık trabzon'dan habersiz geldik anamızı görmeye. başımı okşayınca çok özlediğimi bi kez daha anladım. yazmassam buraya gidip yüzüne söylücektim. bunu da yapabilecek kadar duygu yüklü bi insan değilim. öyle işte ya. lan ne seviyomuşum annemi.
anlam veremediğim durum ciddi anlamda.
sanırım, bütün sene yatıyosunuz zaten, kalkın sınava erken gelin bari mnakoyim mantalitesiyle yapılması muhtemel.
bi ibnelik var işin içinde ama anlamıyorum.
hayır, sınav da sınav olsa ake.
ingilizce sınavının sabah 8 de olma mantığı nedir yahu?
koyim yapacağınız işe öğretim görevlileri.
neyin cezasını çekiyoruz bilemedim ki amk.