pantalon nedir bilmiyorum lakin pantolon mu demek istemiştiniz diyerekten açıklamamı şuracığa yapıyorum.
pantolon giymektir. hayır, giymesin de götü açık mı gezinsin teyy allam. giymiş işte dar mar bi' şey giymiş neticede. kızların alalade yaptıkları şeylere çokçana amaç yüklemeyin yahu. heee yok arkadaş illa amaç istiyorum dersen de al yazayım, beğendiğini seç sen artıkın. yakıştırmış da giymiştir, eline o denk gelmiştir, aldığında boldur kilo almıştır sonrasında da az biraz dar gelmiştir, üzerine olan tek pantolonu odur, etek giymek istememiştir, diğer pantolonları kirlidir...
hamiş: pantolon değil de pantalon demek istediysen arkadaş üstüne alınma sakın. o dediğinin ne demek olduğunu bilmiyorum. sen biliyorsan bu entry seninçün değil.
bir kadın için 90 dakika boyunca bir erkeğin ekrana kilitlenip gözünü dahi kırpmadan maça odaklanması ne kadar garipse, bir erkek için de bir kadının aynanın karşısına geçip yarım saat(bu iyimser bir süreydi) aynaya kilitlenip gözünü dahi kırpmadan kendine odaklanması o kadar gariptir.
sözün özü kadınlara maçtan zevk almak ne denli garip geliyorsa, erkeklere de makyaj yapmak o denli garip gelir.
"akşamına silicen, yarın sabah yine yapacan bu boya badana işini, anlamsız!" diye de düşündürebilirmiş efennim er kısmını.
yaklaşık bi' saattir "fırınlık bir işi yokmuş ki, böörek mi yapmış sanki?" diye diye kafamı duvardan duvarlara vurmama neden olmuş olan hatun kişisinin yarışıyor olduğu program. yap yorumunu, kır dizini, otur kıçının üstüne orasına karışmam, ne dersen de; lakin kuzucuğum böörek ne allasen? börek o börek! hani böyle çıtır çıtır, fırında pişen, peynirli, kıymalı falan. heh ondan bak anımsadın sanırsam az biraz. neymiş haydi tekrar ediyoruz. börek! uzatadan, kısa kesiyorsun. otur çalış, olacak olacak.
baktım bakındım amma velakin kimsecikler değinmemiş işin essah kısmına. anacım ilkin kendinize bi' karşı cins bulun. animallaa bu kısmı unutursanız vay halinize. isterseniz bulmayabilirsiniz de tabi. hani neblem... neyle laa batmadan bitirmek lazım elbet. sağlıcakla kalın kuzucuklarım.
dakikalar sonra gelen büdüt: ne bulursanız bulun laaa. teyy allam yeaaraabbim kusur bendeki iki kelam etmişik şuracıkta.
canlı söylememek için bin dereden su getiren şarkıcı kişicanıdır. tamam anladık sahnede hayko cepkin ile ışın karaca var, tamam insancıklara rabbim nefes vermiş, ses vermiş, tamam insancıklar da bu yetilerini tavana vurana dek kullanıyorlar, tamam rezil olma ihtimalini düşündün, tamam olabilirdin de; ama kardeşim nedir bu tavırlar, ahkam kesmeler, göz süzmeler, bade düzmeler? şindik yatcaz kalkcaz ya heh işte sabah olsun, gün doğsun dosdoğru unkapanına gidecem laa. ben miyim alemin delü manyağı? millet bulmuş kolay yoldan para kazanmayı. ölümüne playback!
büdüt: bahsi olunan olay disko kralında yaşanmıştır. bilgilerinize.
üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, hatta yıl dönümünün üzerinden de günler geçmiş olmasına rağmen hala sol çerçeveyi enrtylerle doldurabilme potansiyeline sahip bir olaydır, durun bu olmadı tabiki de başlığa yaraşır olmalı tanımımızdaki lafızlar, katliamdır.
peki neden bu kadar yazılıp çizilmekte, hala ardından gözyaşı döktürmektedir? o kadar çok laf edilmiş söz söylenmiş ki aslında, bana söyleyecek pek de bir şey kalmamış kuru kuru lanet okumak dışında. dökülen tüm kanlar yerdedir, yanmış ceset kokusu havada da ondan. madımak otelinin altında ise hala kebap, şiş, acılı adana, acısız urfa yapılıp durulmakta. ciğer şiş de yapar aslında o kebapçı, böyle közde çevrilmişinden, duman yemişinden. ne yazık ki elim kolum bağlı milyon kere lanet okuyorum, milyon kere lanet okunsa da yetmeyecek insanlara.
büyüdükçe dost kazanıyorsun ve yine itinayla kazandığın o dostların kimilerinden çok fena kazık yiyorsun; büyüdükçe tsubasa'ya aşık olamayacağını anlıyor, acep ona benzeyen birilerini bulabilir miyim diyerekten fildir fildir dolanıyorsun; büyüdükçe sol yumruğunu havaya kaldırmanın yurdu kurtarmak için yeterli olabileceğini sanıyor, ama az biraz daha büyüdükçe çok mesai az tatille kendini kurtarabileceğini anlıyorsun; büyüdükçe ardında bıraktığın gölgenin hep koskocaman olmadığını görüyorsun; büyüdükçe kaybettiğin ve ardından ağladığın insan sayısı artıyor; büyüdükçe tenin genişliyor ve ondan mıdır nedir acı çekmeye başlıyorsun; büyüdükçe göz görüyor, gönül seviyor; büyüdükçe 'keşke'lerin artıyor ama yine dönüp dolanıp aynı hatayı yapıyorsun; büyüdükçe büyüyorsun, ama içindeki çocuk hep kalıyor.
aynen birçok seçmen olmasına rağmen ülkenin %40'a yakın bir kesiminin sandığa gidip pamuk ellerini yormaması gibin bir şeydir. hee bi' de sonradan ahkam keser laa bunlar: "çok bozuldu bu memleket!" gibilerinden. bak misal ben online mıyım, online'ım; oy kullanıyor muyum, yok; ama kardeşim çok bozuldu bu sözlükte beyaa, heeç oy kullanılacak gibin değil. **
kafasını şöleee hafifçene sağa ya da sola doğru eğince makinenin harikalar yaratabileceğini düşünen kızcağızımızdır. çok vardır bunlardan. ben fetişistiyim ordan biliyorum. böle ara ara feysbuku açıveriyorum, bıkmadan usanmadan birer birer bunlardan arayıp bakındıkça bakınıyorum. bazı bazı kafamı onlan aynı doğrultuda eğiyorum falan süper oluyor laa. şaşı bak şaşır mantığı, her açıdan başka bi' havası oluyor yeminlen. ahauhau ya bi' git allasen. neresinden, hangi açısından poz verirse versin aynı tas, aynı hamam işte. olaya az biraz sempatiklik katacam diye kasım kasım kasar kendini de akşamdan yel yemiş, boynu kulunç yapmış küçük emrah'tan farkı kalmaz cancağızımın. hee bi' de bunların ardına sifon görüntüsü ya da tuvalet fayansı fonu alanları da vardır ki onlara da kısmetse bir sonraki yazımda yer vereceğim. şindilik hoşça kalın.
zordur. hakkatten bu kere fena zorlanıştır. belki de türkçe'nin ne denli önemli olduğunu, ne denli seçici bir faktör üstlenmiş olduğunu da bizlere ayan beyan göstermiştir bu sorular. "türkçe soruları çok zordu aga." demek de pek kulağın işitmek, dilin söylemek istemediği sözler; lakin bu sorular dönüp bir kere daha eğitim sistemimizi irdelememiz gerektiğini de gösterdi. gerçi döne döne hal kalmadı, inceleye irdeleye derman kalmadı; ama durum belli. ya bu deve güdülecek ya bu diyardan gidilecek deniliyor gençlere. o vakit takke düştü, kel göründü. bu çocuklar mı türkçe bilmiyor; yoksa türkçe bu çocuklara yanlış mı öğretiyor? sınavda çıkan anlatım bozukluğu sorusu pek değerli büyüklerimize gösterilseydi acep hangi şıkkı işaretlerdi? sormak, sual etmek lazım; lakin bizim dilimiz küçük, boyumuz kısa, boynumuz kıldan ince onların kılıçtan keskin mevkilerinin yamacında. pek de deşmek, neşteri derine indirmek istemiyorum; fakar halen "öss sınavı" diye beyanatlarda bulunan sevgili büyüklerinim bu soruyu pek de güzel çözemeyeceklerine emin olaraktan izmir marşıylan gidiyorum.
hemen yolunması gereken çiçeklerdir(!) teheyyyy allam yeaarabbim. ulan ne insanlarız demekten kendimi hakkat alamıyorum bazı konularda. yahu çiçek bu dikilmiş, ardından açmış serpilmiş. her şeyin ucuna bucağına ne çok takılır olduk. ne zaman bu kadar çok ince fikirli olduk valla ilginç. öküz altında buzağı arayan zihniyetin kucağına düşmüşüz farkında mı değiliz ne? niye çiçeklerin rengi sarı kırmızıymış, niye yaprakları yeşilmiş, niye bikbikbiklemişmiş... kaç senedir şu yeşil sahalarda galatasaray'ım top koşturuyor, ulan bu takımın forması sarı-kırmızı ahan da çimler de yeşil, bir ima mı var acep diye iyi ki de cağnum ciğerüm takımımın başına bir hal getirmediler.
bi deee aklımdaykene şunu da diyeyim de içimin yağları hepten erisin. illa diyarbakır'da bir yerlere takılacaksanız, diyarbakır cezaevinde yankılanan seslere takılacaktınız zamanında. onlar teheeey kaç vakittir duvarları aşıp semaya ulaştı, siz farkında bile olmadınız.
öyle bir aşktır ki birden bire kendinizi avaz avaz bağırıp çağırırken, rengarenk dumanların ardında hoppidi zıppidi oynar iken, yarım saat içinde tüm beşiktaş marşlarına eşlik ederken bulabilirsiniz. eee bunun neresi garip diyecek olan olursa, onlara verelim cevabı şuracıkta. beşiktaşlı yaparsa tabi garip garabet değildir; lakin kanında enerji içeceği dolaşırmışçasına "beşiktaşım benim, biricik sevgilim..."diye avaz avaz bağıran galatasaraylıysa vardır bir hikmet diyoruz ve entrymize buracıkta son veriyoruz.
anketteki 100 kişinin 53'ünü "başıma bir iş gelmeyecekse evet atatürk'ü sevmiyorum." sözünü sarf edebilecek insancıkların oluşturduğunu düşünürsek olabilitesi yüksek bir durumdur. lakin lütfen şu anketler artık aklı selim, fikri hür, vicdanı hür insanlar üzerinde uygulansın. yoksam böyle abuk sabuk sonuçlar çıkar, onların verdikleri yamuk yamuk cevaplar neticesinde.
hani şu gelenek, görenek, örf, adet dediğimiz şeylerle karşılaştığında yenik düşebilecek kadar pamuk ipliğine bağlı durum. lakin kopmaz orası da ayrı.
aşık olmak eylemdir. aslolan da odur esasına bakarsak. yaşça büyük kısmı bi' dolu dalavere işte. bi' de takıldığım bi' mevzu daha var pek tabi. o yaşça büyük kişicağız er kişiyse laf yoktur toplum içinde zat-ı muhtereme de dişicansa bi' dolu laf yer de oturur kıçı üstüne.
yaşanmıştır, ardı sıra onaylanmıştır ki durum böyledir. ben bile bu lafları şindik söylüyorum amma o vakitlerde, olayın buharı henüz efil efil dolanırkene orta yerde, derdim ki nöörüyonuz allaseniz, olur mu hiç? olurmuş ama. bunu da gördüm. olacağı varsa hakkat olurmuş. ona buna heç bakmazmış aşk. o bizden daha cesaretliymiş herhal ki biz olmaz dedikçe o oluruna bağlamış işi. oluyor işte, kim ne derse desin. yaşça büyük kısmını hiçe sayıp aşık olmak eylemi üzerinde yoğunlaşırsan, az biraz da meydan okur, yel gibin usul usul ama sertçene esersen, mücadele edersen, güvenirsen, inanırsan, güvenilirsen, inanılırsan bal gibin de oluyormuş. lafın kestirmesi, sözün bilgecesi; onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. gökten üç elma düşer, üçü de birbirinden güzel diyelim, bitirelim.
hiç beklemediğiniz bir lafzın, hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemediğiniz biri tarafından söylenmesi durumunda yaşanan anlık kırıklıktır, üzüntüdür, az biraz da şaşkınlıktır. peki hayal olayı nedir? tamam hani kırgınlık kısmı aşikar da hayale n'olmuş? o niye kırılmış? yaşanmış bu kırıklık hayaller kurduğunuz kişi tarafından yapılmışsa olur işte hayal kırıklığı. hani çok laf etmeye, dolambaçlara girmeye de gerek yoktur, söz zati yeterince ortada. hayal kısmı yalan yani aslolan kırıklıktır. kızmazsınız karşınızdakine, laf etmezsiniz pek de öle sinir küpüne dönmüşçesine. kızdığınız kendiniz olursunuz zati yoktur kişicağızımlan bir alakası neyim, işin tam da o tarafının. hayal sizin hayaliniz, kırılan da sizsiniz. eee hani onlan alakası olayın işte nerde, nerde? o vakit kır dizini, otur kıçın üstüne. fazla paniğe gerek yok geçiverir nası olsa üç vaktin içinde. sözün özü bree ağalar, paşalar; kırıktır bu gelir geçer, baki kalır bize sevgiler. dee hadi bakam lafımı da ettim, noktacığımı da koyar, giderim.
benim kuzenimdir. farkındayım çokçana kişisel bi' tanım oldu ama ve lakin bu tanımı yapmadan şu entrye giriş yapaydım içim cız etme noktasına erişirdi.
ahan da afişe ediyorum seni şuracığa. bilen bilsin, duyan duysun, okuyan dönüp tekrardan okusun. anam şindik yıl 2000 küsür. benlen bu yanpirik de aynı sene yüksek ösym'mim yapmış olduğu şahane öss'ye gireceğiz. aynı dershaneye gidip, aynı amaç uğruna dirsek çürütmüşüz, aynı yolları arşınlayıp, aynı denemelerin sorularını çözmüşüz falan da feşmekan da. neysem geçelim ağlak tarafını gelelim muğlak tarafına. aylardan haziran, günlerden pazar, vakitlerden sabah. biz bunlan sınava girme gayesiylen düştük yollara. yanpiri yanpiri yürüyerekten, badeler süzüp inciler dizerekten okullarımıza ulaştık. okullar da dip dibe hani tasadüfün bukdarı pes doğrusu. neysem çözdük soruları, eledik unumuzu, astık eleğimizi, bitirdik sınavı. ben az biraz rahat, biraz da üzgün süzgün çıktım. bunun yüzünde güller açıyor lakin. dedim leynn ne iş, nası geçti? yahu sorma süper, muhteşem, harika diye dizdi de dizdi bana niteleme sıfatlarını. sen dedi? ollum sus laa bi' dedim. de get başımdan! zati anam, dayım, yengem hep beraber gitmişiz mesireye gider gibin sınava. hepsinin yanında iyicene moral bozuldu bende. şuraya gidelim diyolar olmaz diyom, bura diyolar ııı ıııhh diyom. gittik ölecene eve. peki sonuç? efennim geldi zaman, gitti zaman bu benim kuzen, bu yaz tatilimin yarısının içine eden kuzen kazandı 2 senelik bi' yeri, ben yerleştim gönlümde yatan 4 senelik fakülteme.
demek ki neymiş, neymiş? çalışan dağlar aşar, çalışmayan yarı yolda şaşarmış. farkındayım konuylan bi' alakası yok; ama maksat sosyal bi' mesaj vermek. satırlarıma burada son verirkene sınava girecek olan öğrenci kardeşlerime başarılar diler, morallerini yüksek tutmalarını tavsiye ederim. esen kalın!
pek çok edebiyat dergisinde şiirleri yayımlanmış şair, edebiyatçı, öğretmen kişilik. çocuk kitapları konusunda türkiye'deki önemli isimlerden biri olan ebru akkaş'la 2008'in mayıs ayında evlenmiştir. heves'te yayımlanan ve tarihine altın harflerle yazılmış olan "kün" adlı şiirini, şiir deryasında apayrı bir yere oturtuyorum ben. kendisini okudukça okutturan, başkasından dinledikçe dinlettiren, su gibi duru, bal gibi tatlı, hafif limoni; lakin her daim rakı kıvamında kafa yapıcı bir şiir. çok konuştun deriko. söz bitsin de hadi, şindik de dizeler gelsin.
kün
kalu belada duydum sesini ben o gündür seni ararım
o gündür seni ararım ayaklanmaların ilk kargışlarında
bir eskimiş saat bekler çıkmaz sokaklarda, ıssız bulvarlarda
sana ne söyleyeyim kara kara odalarda içim buruk bile değil
bilmem uyuyakalır mısın yaz akşamları tahta iskemleler toplanırken
bilmem, istemem bilmeyi ellerinin yumuşaklığını aklının mavi rengini
kan oturmuş uzuvlarım var gözlerim var görülmedik sen bilmezsin
kırık kalmış selamlarım, pazar yıkanmalarım, yapılmamış ödevlerim
kaçıp uzak koyakların yaprak kokularını bulsam da hep aynı yerdeyim
ölü bir dostun son bakışına mı benziyorsun, acı gibi değil, değil matem gibi
dönüp dönüp seni buluyorum sanki hep senden korktum hep sevdim seni
sanki sözlerin altın varaklı kitaplarda çoğaldı açık yeşil torbalarda saklandı
sanki kün dedin bu sokaklar o yüzden boş bu oda ondan dağınık
sinsi kâbuslar tutarken elimden bilmecesini cevaplardım istiharelerin
ah ben ne çok severdim yağ kutularından fışkıran fesleğenleri
açıl derdim kapılara ve açılırlardı beni dışarıda bırakarak her seferinde
şiirler okurdum hiçbir dilde yazılmamış, âşık olunmamış kadınlar severdim
intiharla biten romanlar alırdım, anlardım ölümün sevgili bir sayvan olduğunu
köleler gölgeleri özlerdi, ben utanırdım sana biriktirdiklerimden
gel de al bu kesilmiş saçlarımı saçılmış uykularımı bitmemiş şiirlerimi
sen ol dersin ve olur, dolar sokaklar taze kokular yükselir kara kara odalardan
bir vakitler, babası gelince sevgilisinin evinden giden elemana karşı tepki gösteren babadır. babadır, bu anlamda yarası ağırdır* gidecek tabi adam napsın başka.
amme hizmeti adına kamuya açık bi' tuvalet haline gelmiştir. burger king'in kapısına da sebil yaparlarsa işleticilerin kazandığı sevabın haddi hesabı olmaz laa!