dün gece başımdan geçen ilginç hadise. önce şaşırdım sonra korktum daha sonra ise kendimi bıraktım. hülagünün müslüman olup turanı islamla birleştirdiğini hayal ettiğim noktada ise çığlık çığlığa rahatladığımı fark ettim.
"insanların sizi tanımaları, havaya girip size nasıl zarar verebileceklerini bulmaları ne de olsa biraz zaman ister... Henüz size kötülük etmenin en kolay yolunu bulmaya çalıştıkları sürece, biraz nefes almak mümkündür. Ama işte o bağlantı noktasını buldukları an, her gittiğiniz yerde kör tuttuğunu beller. Sonuçta en keyifli dönem, gidilen her yeni yerde henüz bir yabancı olmaya devam ettiğiniz zaman dilimidir. Sonrasında, o aynı hırtlık yeniden başlar. insanın doğası budur. işin püf noktası, o sevgili dostlarımızın sizin zayıf noktanızı iyice bellemelerini gereğinden fazla beklememektir. Tahtakurularını sığınacakları çatlaklarını bulmadan önce ezmek gerek. Öyle değil mi?.."
3.000 liralık bir telefon neden ihtiyaçtır?
ya da 250 bin liralık bir araba?
ya da pahalı kol saatleri?
pırlanta yüzükler?
yeni solcu olmuş ergenler gibi "lanet olsun böyle hayata haydi anarşik olalım" minvalinde yazmayacağım sadece meselenin neden'ine bakacağım:
değişen şartlar iletişimin pratikliğini ve hızlılığını bir ihtiyaç haline dönüştürdü ister kabul edelim, ister etmeyelim buna karşı çıkacak sağlam argümanım yok. 25 kişiyi birden idare etmek zorunda olan bir yöneticinin hızlı iletişime olan ihtiyacı ortadadır, ya da bir oyun tasarımcısının 3.000 liralık ekran kartına olan ihtiyacı ortadadır vs vs ha bu ürünlerin fahiş fiyatlarda olması ayrı bi konunun başlığıdır oraya da girmeyeceğim, ben sadece "orta direğin", ortalama bir insanın sen ben gibi tiplerin neden 3.000 liralık telefon alma ihtiyacında olduğunu sorgulayacağım.
antik-çağ'dan bu yana insanlar bir prestij nesnesi'ne sahip olma telaşındaydılar, o zamanlar prestij neseneleri ruhban sınıfının ve devlet idarecilerinin tekelindeydi elbette ama zamanla (çoooook zaman sonra yazıdan 4600 yıl sonra) hümanizma'nın da verdiği gazla önce "klasik burjuva" bu prestij nesnesi'ne sahip olmaya başladı sonrasında da (takribi bir 450 yıl sonra) ortaya çıkmış olan yeni sınıfımız "işçi sınıfı" bu nesnelerin talepçisi oldu. elbette bu nesneler her zaman farklı sınıflar için farklı biçimlerde üretilmeye devam etti söz gelimi ortalama bir beyaz yakalı ya da ortalama bir fabrika işçisi istese de üst-tabakanın prestij nesnesine sahip olamamaktadır; bir audi a4'ün hitap ettiği kitle ile, cls 550'nin hitap ettiği kitle arasındaki uçurum ortadadır ama işin piçliği şurada: a4 sahibi olan adam-kadın daha yukarıya bakma gibi bir gereksinim duymaz, sahip olduğunu sahip olmadığı "prestiji" düşük nesnelerle kıyasa yatkındır böylelikle de genelin üstündeki sıradan bir nesne onun için prestij nesnesi'ne dönüşmekte zaman kaybetmeyecektir.
her neyse konunun çıkış noktasına geri dönüp devam ediyorum;
şimdi orta sınıf bir reddetme halindedir; koşulları reddetme kimliğini reddetme, yapay-doğal çevreleri reddetme vs bunun yanında sahip olma isteğine paralel meta bombardımanını, söylem bombardımanını, cilaları, gazlamaları, satın alma alışkanlıklarınıza seslenen "uzman" çığlıklarını da hesaba kattığımızda ve yukarıdaki prestij nesnesi'ne ulaşma isteğini de düşündüğümüzde ortaya çıkan net bir tablo oluşuyor: 3.000 liralık telefonundan vatsapa, feysbuka giren selincanlar, ahmetcanlar ya da aynı şekilde ihtiyacının çok üzerindeki "şeylere" tutunan ama ne üst sınıfa dahil ne de alt sınıfa dahil kafası karışık, meta ile mutlu olup meta ile doyum sağlayan orta sınıf.
bunun altında yatan gerekçeleri ben 2 başlık altında topluyorum:
1) doğal nedenler
2) yapay nedenler
doğal nedenler açık: sahip olma, gen'in bencilliği, kendi dünyasının efendisi olabilme isteği, farklı görünme, dikkat çekme yani insan'ın varoluşundan bu yana koruduğu aşamadığı teraneler. işte bu doğal nedeler de yapay nedenlerin tetikleyicisi durumundadır.
yapay nedenler: muadilin yokluğunu varsayma yani bir ayfonun ikamesinin 500 liralık (derdimiz vatsapa feysbuka girmek ya o nedenle acımasız davranmadan yazıyorum) bir telefon olamayacağını düşünme, marka ve moda takıntısı, sınırlı sayıda olanın "değerli oluşu" (kömür-elmas muhabbeti) ve en önemlisi: elde edilen nesne'nin bir kimlik yarattığı yanılgısı.
bu iki neden grubunun dikkat çeken bir tarafı var ki o da bu nedenlerin hiçbirinin gerçeklik gibi bir derdi olmaması, hepsinin amerikan rüyası'nın kontrolden çıkmış ve ayağımıza kadar gelmiş biçimleri olması ve dahası hepsinin hiçbir "zaruri nedeni" olmayışı. bir dakika durun ve düşünün "biz zaruri olmayan bu milyonlarca nesne için neden bu kadar para döküyoruz?" neden pahalı kıyafetler, saatler, cüzdanlar alıyoruz hele hele aylık geliri en fazla (bakın en fazla) 4.000-5.000 lira olan tam bir orta sınıf insanıyken neden bu gibi yapay "nesnelere" ihtiyaç duyuyoruz? sadece doğa mı? ya da sadece modern zaman'ın getirisi mi? hangi neden bizi gerçeklik algımızdan uzaklaştırıyor? "yer kürküm ye"den öteye gitmeyecek bir kafaya hangi zaruri nedenlerden ötürü biad ediyoruz?
her neyse "özgür" olduğunu düşünen özgürdür diyecek bir şey yok, "param var götüme sokuyorum kime ne" buna da diyecek bir şey yok hatta "param yok ama var-mış gibi yaşıyorum" buna da diyecek bir şey yok, "modern" zaman, anayasal haklar, özgürlükler bize bu hakların tümünü bahşetti sağ olsunlar, var olsunlar. şimdi değilse bile belki 300-500 yıl sonra "napıyoruz ulan biz?" deriz bilmiyorum.
yetersiz-zayıf benlik işte bunları söyletir-yaptırır adama. arabasıyla-eviyle ya da sevgilisiyle övünen insanların işidir, hastalık yarıştıran teyzedir hepsi. sikim sikim işler işte...
siz siz olun insanların kendisini nelerle var ettiğine bakın, ona göre ilişkilenme biçimi kurun. ßcösdmödf
hayatında fabrikaya gitmemiş proleterya'yı savunur, köy görmemiş köycülük taslar (bunlardan fazla kalmadı gerçi), karşısında general görse altına sıçar ant-militarist takılır. biz buna; yeniyetmelik, iş bilmezlik, çocukluk diyoruz.
ama bi şey diyeyim mi? sağcılardan her türlü iyiler lan. *
sağcılar bildiğin ahlaksızlar, bence ahlaksızlık yeniyetmelikten daha boktan yani bence tabi sizce tersi olabilir. tecavüzcüsü de milliyetçidir, hırsızı da milliyetçidir, kahvede akşama kadar pinekleyeni de milliyetçidir-sağcıdır-müslümandır hadi yukarıdaki tatlı su solcuları arada ellerine kitap alır okurlar (ne anladıkları başka mesele) bunlarda o da yok rezillik yani.
neyse elimden geldiğince adil olmaya çalıştım. tavsiye verip bitiriyorum:
solcular biraz daha alçaktan uçun, köylüyü, işçiyi gerçekten tanıyın bilgisayar başında marksçılık oynamakla olmuyor bu işler samimi olun komik olmayın.
sağcılar size diyecek bi bok bulamıyorum desem de anlamazsınız.
not: sağcı, dindar, milliyetçi hepsi aynı değil farkındayım siz cımbızla seçin diye öyle yazdım. :)
atalarımızın çok güzel bir sözü vardır: the justice for all...
lavuk anadolu türklerinin çoğunun unuttuğu, islam'da kısmen de olsa hoşgörü, eşitlik ve adalet gibi kavramları tesis edebilecek tek yol idi. bizim arap götlülerin ortodoks islam'ı bu toprakların bok çukuruna dönmesinin en büyük nedenlerindendir belki de ya da suçu kavramlara değil de insanlara mı yüklesek? katranın şeker olmayışı gibi bunlara budizm'i versen bunlar gene aynı rezillikle yollarına devam ederlerdi herhalde.
he bu ortodoks sünni çomarlar bi yana, aleviler var allahtan da yesevilik'in ufak bir yansımasını onlarda görebiliyoruz
cemil aga insanlar kötü değil insanlar mal. kötü olsalar işleri yoluna sokmanın bir yolunu bulurduk belki ama mal olunca olmuyor biliyon mu? yarı-cahil ve mal sürüsü... kötü olamayacak kadar derin uykudalar zira kötülük bir yerde uyanıklık gerektirir. e bu kadar çirkinliğin yekünde adı kötülük oluyor işte ne yaparsın?
"acaba eğitim görmüş müslümanlar mı daha tehlikelidir yoksa cahiller mi?" diye düşündürten cemaat.
ak-çomarlara baktığımızda kahve adamlarından farkları olmadığını görüyoruz, bu en tepedeki adamdan ona oy atan yurdum kahve amcasına kadar böyledir ama fettoşlar biraz değişik; bunlar ciddi manada organize olmuş, eğitim aracıyla devletin her türlü kademesinde yer edinmiş, her ne kadar şimdi sesleri kısılsa da çok sağlam bir kemik kadrosuna sahip insanlar. akp'de ise böyle bir durum yok oylar bugün düşmeye başlasa kabinede adam kalmaz, alayı uzun'u satar.
şimdi tablo böyleyken hangisi daha zararlı? beylik sözlerin tarif ettiği üzre, cahil kitleler mi? yoksa eğitimli ve sadık bir kitle mi? cevabını henüz veremiyorum biraz daha düşüneceğim sonra ekleme yaparım.
ermeniler
türkler
yunanlar (antikçağ'a hiç gitme günümüz için konuşuyorum hem günümüzdeki yunanistan'da yaşayan insanlarla atina okulu'nu kuran yunanlıları aynı insanlar zannetmek büyük sıkıntıdır)
kürtler de dahil elbette
bunlar var ya bunlar rezil milletlerdir, bunların şu aleme tek katkıları yoktur cepten yer dururlar dördü de birbirinden milliyetçidir ve tembeldir. bunlardan daha beter olanlar araplar var sadece düşünün seviyeyi...
not: ya liste uzar da biz şimdilik yakın çevremizdekileri yazalım geçelim yoksa bulgarlar, romenler falan gider bayağı...