alex kurtzman'in ilk uzun metraj denemesi. cast seçimi çok başarılı. yönetmenin bazı acemilikleri dikkat çekiyor ama filmin bütünü, bu ufak hataları tolere edebilmiş. genel anlamda başarılı bir anlatım ve sizi içine çekebilen bir hikayesi var. elizabeth banks'in oyunculuğu dikkat çekici. ve bana göre filmin finali çok başarılı.
az kişi tarafından bilinen harika bir dizi. karakterlerin içi çok dolu ve oyunculuklar da bir o kadar iyi. karakterleri tanımaya başladıkça daha çok sevmeye ve gülmeye başlıyorsunuz. kesinlikle şans verilmesi gereken bir dizi.
en iyi film: hugo-the artist (ikisi arasında tahmin yürütemiyorum)
en iyi yönetmen: woody allen
en iyi erkek oyuncu: jean dujardin
en iyi kadın oyuncu: merly streep
en iyi yardımcı erkek oyuncu: christopher plummer
en iyi yardımcı kadın oyuncu: octavia spencer
en iyi özgün senaryo: midnight in paris
en iyi yabancı film: jodaeiye nader az simin
almasını istediklerim;
en iyi film: hugo-extremely loud & incredibly close(bu ikisinden biri alsın farketmez)
en iyi yönetmen: woody allen
en iyi erkek oyuncu: jean dujardin
en iyi kadın oyuncu: rooney mara
en iyi yardımcı erkek oyuncu: Max von Sydow
en iyi yardımcı kadın oyuncu: jessica chastain
en iyi özgün senaryo: midnight in paris-jodaeiye nader az simin(ikisi de olur)
en iyi yabancı film: jodaeiye nader az simin
jonathan levine'in yönettiği ve joseph gordon-levitt, seth rogen, anna kendrick gibi sağlam oyuncuların yer aldığı 2011'in en sağlam filmlerinden. filmin başında klişe işler bekliyorsunuz ama film ağır temposuna rağmen çok akıcı ve diyaloglar o kadar sağlam ki salt kansere odaklanmak yerine sosyal ilişkilere değinmiş. ve yer yer gülüyorsunuz sonra birden kendinizi gözleriniz yaşarmış buluyorsunuz. hayatın içinden, samimi dedikleri yapımlara niye öyle dendiğini bu filmi izledikten sonra daha iyi anlıyorsunuz. tek kelimeyle mükemmel.
2010 yapımı jay roach filmi. orjinali le diner de cons'un yanına bile yaklaşamasa da, filmi çok gömmemek gerekir. kendi çapında yine komik bir film. hele steve carell bu karaktere çok yakışmış. film belli yerlerinde kahkaha da attırıyor. boş zamanınız olunca izlenebilecek, çok kafa yormayan filmlerden.
john hughes'ın yönettiği film. ayrıca john hughes, the breakfast club'ın yönetmeni, home alone serisinin de senaristidir. kendisi 2009'da hayata veda etmiştir. bunları bilince daha da saygıyla izlemeye vesile oluyor tabi. filme bakacak olursak çok tatlı 80'lerin gençlik filmi. gençlik filmi deyince günümüz örneklerine bakıp(bazı filmleri bunun dışında tutarak) o, vıcık vıcık filmler aklınıza gelmesin. film çok saf ve tatlı olmuş. öyle çok kahkaha attırmasa da yüzünüzde bir tebessümle izlettiriyor ki, bence bu daha önemli bir mesele. matthew broderick'in gençlik hallerini görmek de ayrı güzellik.
ps: matthew broderick'den de bir john cusack kariyeri beklerdik ama maalesef olmamış.
george clooney'nin yazıp yönettiği, 2011 yapımı politik bir film. filmin en büyük olayı kesinlikle oyuncularıydı. son dönemin en iyi aktörlerinden ryan gosling ve amerikan sinemasının en iyi ve en sağlam karakter oyuncularından philip seymour hoffman ve paul giamatti'yi beraber oynatması bile filmi bir yere getiriyor. konu olarak başkanlık seçiminden çok bir adamın politika içinde kendi normlarına bile ters düşerek değişimini ve tabiri caizse kendinden vazgeçişini anlatıyor. ve bunu da inanılmaz derecede akıcı bir şekilde yapıyor. yer yer klişeler olsa da politikanın, entrikalarını ve pisliklerini göstermesi açısından büyük cesaret isteyen bir yapım. 2011'in akılda kalıcı ve güzel filmlerinden biri.
ahmet uluçay'ın ilk uzun metraj filmi. ezel akay'ın da desteğiyle çok samimi bir film ortaya çıkmış. film çok sıcaktı ve bundaki en büyük etken oyunculuklar, güzel diyaloglar ve karakterlerin kullandığı şiveydi. çocuk oyuncular o kadar iyi oynamış ki, çoğu oyuncuların veremediği aşkı ve aşk acısını bile mükemmel bir şekilde yansıttılar. kısıtlı bütçeyle bu kadar iyi bir film çıkarmak da ayrı bir başarı. türk sineması için çok önemli bir eser ve ahmet uluçay'ın sinemaya saygı duruşudur. mekanın cennet olsun ahmet uluçay.
jason winer'ın yönettiği, genç yaşına rağmen mükemmel bir iş çıkardığı 2011 filmi. film o kadar sıcak, o kadar güzel ki bir yandan yüzünüzde tebessüm varken diğer yanda gözleriniz dolu dolu filmi izliyorsunuz. russell brand, greta gerwig çok tatlıydılar. ama helen mirren filmin güzel olmasında ki en önemli etkendi. küçükken pazarları televizyonda izlediğim filmlerin tatlılığı vardı. belki o yüzden de etkilenmiş olabilirim. filmin sonlarını zaten boğazında büyük bir yumruyla izliyorsun. şu an yapacağınız daha önemli bir şey yoksa bence izlemelisiniz.
selçuk aydemir'in ilk yönetmenlik denemesi. sonra da üsküdar'a giderken'i çekti çokta başarılı oldu. filme bakacak olursak gerek senaryosu olsun, gerek oyunculuğu olsun türk komedi filmlerinin üstünde bir yapım olmuş. diyaloglar bomba olmuş. hele "klima çalındıktan sonra 8 hacı pişik oldu" lafı gece gece yardırdı. bunların haricinde türk sinemasının genel problemi olan final yazma olayını bunlar da becerememişler. filmin en sonunda teşekkür ettikleri isimlere bakarken onur ünlü'yü de görünce insan "he tamm" diyor zaten. kısaca gülmek için izlenebilecek bir film.
dardenne kardeşlerin yazıp yönettiği, 2011 cannes'da jüri büyük ödülünü bir zamanlar anadolu'da filmiyle paylaşan belçika filmi. filmin sonlarına doğru iyice vites artıyor. filmin finali çok güzel yapılmış. ve tüm film boyunca öyle bir duruluk var ki hani film olduğunu unuttuğunuz filmler olurya aynen öyle. küçük çocuğun oyunculuğu çok sağlam(galiba ilk filmi). cecile de france rolünün hakkını vermiş. kısaca 2011'in en sağlam filmlerinden.
bennett miller'ın yönettiği, zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çeken 2011'in en iyi filmlerinden. filmin anlatımını diğer filmlerden ayıran hikayesinde ki cesur geçişlerdi. bir beyzbol filmi olmasına rağmen dramatik örgüsü çok başarılıydı. bir de buna sağlam oyunculuklar eklenince tadından yenmez bir iş olmuş. tabi bazı sözlüklerde ki ib*eler her zaman ki gibi farklı olmak uğruna b*k atmaya başlamışlar filme. çok takmamak gerek.
yönetmenliğini ben palmer'ın yaptığı, the inbetweeners dizisinin filmi. genel olarak baktığımızda 4 ergenin maceralarını anlatıyor. ama bunu o kadar eğlenceli anlatıyor ki filmin bitmesini istemiyorsunuz. acayip eğlenceli bir film olmuş. zaten ricky gervais tipi komedi filmi. bunun üzerine de çok bir şey dememek lazım. diziyi izlemedim ama en kısa sürede kesinlikle başlayacağım.
şafak sezer'in yönetmiş olduğu, kolpaçino'nun devam filmi. tamamen canınız sıkıldığında, yapacak başka hiç bir şey bulamadığınızda izleyip keyif alabileceğiniz bir film. senaryo anlamında replikler anlık gidişatı kurtarıyor ama genel hikaye çok boş. oyunculuklar kötü değil. yer yer güldüğünüz yerler oluyor. ama hepsi bu. çerezin de çerezi bir film.
kar wai wong'un en iyi filmlerinden. mükemmel bir müzik. mükemmel iki hikaye. mükemmel oyunculuklar. izledikten sonra jeneriğine bakakaldığınız filmler olurya. işte onlardan biri. film yeni bitti, güzelliğini nasıl anlatayım bilemedim. kesinlikle izlemeniz gerekiyor. hele ikinci hikaye mükemmel. o ikinci hikayedeki, 2046 filminden hatırladığımız faye wong zaten filmi alıp götürüyor. ve filmden bir replikle bitireyim entryimi. "hatıralar kutulansaydı onların da son kullanma tarihi olur muydu? eğer öyleyse asırlar boyu bozulmamalarını isterdim"
üstad guy ritchie'nin son filmi. ilk sherlock holmes filminden daha mı iyiydi? tamamen filmden ne beklediğinizle ilgili. görsel efektler ve aksiyon olarak ilk filmden üstün olsa da, senaryo olarak daha kötüydü. ikinci filmin hikayesi ilkine göre çok savruktu. ikinci filmin bir de şu dezavantajı vardı, ilk filmde gördüğümüz ve çok hoşumuza giden mesela holmes'un önce kavgayı kafasında yaşayıp, sonra gerçekleştirmesi gibi şeyler ilk filmde ki heyecanı yaratmadı. ama genel olarak yine keyif veren bir film olmuş. bir de bu son zamanlarda ki film kıtlığına bakacak olursak, mutlaka izlenmeli.
the station agent ve win win(3. filmi) filmlerinden tanıdığımız thomas mccarthy' nin 2. filmi. diğer iki filminde ki sadelik yine mevcut. fakat richard jenkins'ın güzel oyunculuğuna rağmen, diğer iki filmde çok iyi yapılan filmin duygusunu izleyiciye aktarma işlemi bu filmde çok da başaramamışlar. film yine de kendini hiç sıkmadan izlettirmeyi başarıyor.
alper mestçi'nin yazıp yönettiği, vermek istediği mesaj dışında kale alınmayacak derecede kötü bir film. film de oyunculuk namına çok bir şey yok. filmin montajı bile çok kötü. sahne kesimleri seyirciye fark ettirmeden yapılması gerekirken, bunlar iyice seyircinin gözüne sokmuş. kısaca vasatın da altında bir film olmuş.