Recep Tayyip Erdoğan'ın übersonik tespiti. Meğer artan terör olayları ve Suriye'de yaşanan iç savaş hep chp'nin sağladığı destekten besleniyormuş, chp lojistik destek sağlamasa hem türkiye'nin doğu-güneydoğu'sunda terör bitecek, hem suriye'liler topu tüfeği bırakıp barış içinde yaşacaklar anlaşılan.
Başbakan'ın sözleri tam olarak şöyle; ''CHP bir süredir Suriye üzerinden bizi pervasızca hedef alıyor. Bizim takındığımız objektif tavrı CHP takınamadı. Baas ile duygusal ilişki kurdu. Terör örgütü adeta intihar edercesine çocuk yaştakilerle yoğun terör uyguluyor. CHP'de adeta lojistik destek sağlıyor. Hatay'da yapılan toplantılara terörle ilişki halinde olanların da katıldığını görürsünüz.''
Şimdi baktım wiki'den neymiş bu lojistiğin tam olarak kelime anlamı diye karşıma şu çıktı; ''Lojistik, ürün, hizmet ve insan gibi kaynakların, ihtiyaç duyulan yerde ve istenen zamanda temin edilmesi için bir araç.''
Yani Erdoğan'a göre CHp PKK'ya ve Esad'a Ürün - hizmet - insan desteği sağlıyor.
Daha fazla kelam etmeye gerek yok sanırım, Tayyip Erdoğan çıldırmış da hastaneye kapatanı yok. Yarın öbür chp'yi karokolları basıyor diye, tüsiad'ı esad'a para akıtıyor diye ne bileyim gazetecileri pkk'nın silahlı gücü diye suçlarsa da şaşırmazsınız artık.
kalktı ayağa
yürüdü
adam yalpalıyodu
galiba biraz fazla alkol dolaşıyordu damarlarında
( bu esnada ''sarhoş balık ve topal martı''yı dinliyordu )
açtı camı
aşağıya baktı
sonra bir de yukarıya
hangisinin daha cazip olduğunu anlamaya çalışıyordu
(ki bu esnada şarkı değişmiş ve ''benimle oynar mısın? '' olmuştu
evet kararını verdi
(ki aslında bu kadar alkol gezmeseydi içinde bunu hemen anlayabilirdi)
tabii ki atlamalıydı
uçmak sıkıcıydı
herkes uçabilirdi
ama herkes atlayamazdı
hem adam çok severdi yağmuru
yağmur da atlardı hep
atlamak güzeldi
atlamak kendini -20 saniye için bile olsa- boşluğun sahibi
sanmaktı
-ki büyük bir lütuftu bu
hem başka nasıl
son nefesini verirken
azotla bi vals yapmak mümkün olabilirdi ki
(ki bu esnada ''vals''i dinliyodu)
ama atlarsa
20 saniye bir çok şeyi alıcaktı ondan
önündeki muhtemel 20 yılı
rakı içip zeki müren dinlemeyi
veya ucuz bi şarapla bi' tren garında sarhoş olmanın muhteşem hazzını
bilmediği bi' kadının koynunda uyanmayı
gecelerin sessizliğini alıcaktı
tüm şehir uyurken ,uyanık olmanın tadını
(artık ''senden daha güzel'' çalıyodu)
hepsinin toplamından daha mı değerliydi o malum 20 saniye?
ve evet
soru çok açıktı
cevap da bi o kadar basit
değerdi
o 20 saniye hepsini karşılamaya yeterdi
hatta 3-5 saniye artardı bile
('' let it be '' çalan şarkı)
sağ bacağını attı pencere önündeki mermere
kollarındaki son güçle çekti kendini
şimdi sol ayağı da mermere basıyordu
tam anlamıyla pencere önünde ki yapay çiçeklik tek engeldi
20 saniye ötedeki gerçek çiçekçi ile arasında
sıkıca pencereyi kavramış elleri
yavaşça çözülüyordu sanki
ilk onlar istiyor gibiydi gerçek çiçekçiyi
sigarasını da tüketmişti
söndürmeden attı
önce ona bağışladı bu lütfu
ve
son bi' kez baktı toprağa
ne de olsa bir daha buradan göremekeyecekti
sonra
sonra bıraktı kendini
gitmesi gereken yere
artık gitmeliydi
bekletmemeliydi daha fazla
bekleyenini
( zamanı gelmişti the man who sold the world'ün)
ama önündeki 20 saniyelik boşluğa değil
gerisinde ki anlık boşluğa atmıştı kendini
yapamamıştı yine
yapamazdı zaten
çok kıymetliydi o malum 20 saniye
gerçeği tattığın
ve damağında kaldığı
atlamamıştı o
ve hiç haketmemişti
bu kadar değerli bi' şeyi
ve
haketmediğini almazdı
( listenin son şarkısı ''neden bilmem'' olmuştu )
''Her şey değil gördüğün'' dedi adam ve ekledi '' belki çok fazla gizledim ''
''Olur mu ?'' dedi kadın ''Sen hep çok belliydin''
''Ama sen hiç görmedin ? '' dedi adam kadına ve bi daha baktı gözlerine
öncekilerden çokta farklı değildi.
Adam çok belliydi, kadın adamdan da çok gösteriyordu kendini
Adam çok inanmıştı, kadın ondan da çok inanmak zorundaydı
Adam çok istemişti, kadın da bi o kadar istemiş ve alkole bulamıştı
istediğini söylerken kalbini
Sonra '' Ne yaptın ki ? '' dedi kadın
Adam'' Ne verdin ki ne isteyebilirsin benden?'' demeliydi
ama olmadı, yine gidemedi
''inanmadım'' dedi
Yetmedi
'' Olduğunu sandığından çok daha azdı hissettiklerin''
''Ben değildim kanında akan, beni zaptedebileceğini göstermenin hazzıydı senin istediğin''
dedi kadın
Ve en sahici bakışlarla , en sahici adımları attı adama
''Her şey değil bildiğin '' dedi adam kadına.
''Korkmadım
bu yüzden gelmedim sana
bu yüzden girmedim kanına
ben bu yüzden solumadım seni,
ben bu yüzden susuyorum hala .''
Adam şimdi nefes almaya başlamıştı
Ve kadın soluğunun kesilmesine razıydı
Kadın yalnızdı, adam yalnızsızlıktan muzdarip kalabalık
Kadın bugündü, adam hep yarınlaydı.
Kadın inanmalıydı, adam hissettirmeli
Kadın görmeliydi adam saklamamalı....
''Gelecekteki duyulan sevgi ve inanç çok daha yücedir
Bugünküne duyulan sevgiden ve inançtan.'' dedi.
iyi müzikler dinler, iyi filmler izler, güzel dudaklar öperdi, - ki rujluydu hepsi - 30 yaşın muhteşem sabrında istediği her şeye sahip olacağı günü beklerken. Çok güzel cümleleri vardı, güzel güzel söylerdi, inanmazdı. Çevresindeki her canlı ve düşünen organizmanın çığlıklarına nispet yaparcasına sağırdı, içinden, bir yerlerinden gelen, susmayan, artmayan ama azalmayan da o sese bile sağırdı, çoğu zaman.
Alırım diyen adam almaz, alacak olur, alamaz.
Her şey güzel başlar, güzel olduğu için değil, başlayacağı için. 30 yıl yaşamış ve her yılın başında öncekini lanetleyen adam için her başlangıç aslında bir kaçıştır, eskisinden. Döngü, başkangıcın sonsuz olmamasından kaynaklanır ki sonsuz ihtiyaç dahilinde bile değildir, ancak sonsuz istektir, ezberletilmiştir. 30 yıl küfretmiş adam için dahi.
Söylerim diyen adam söylemez, söyleyecek olur, söyleyemez.
Hiçbir şey olumlayıcıydı sadece, tek kurtuluştu...
30 yaşına gelmiş ve hala bekleyen adam için her alınan nefes, dumandan gelir, burundan çıkar, ağız açılmaz zira. 15 sene öncesinin bilmişliği ve 15 sene sonrasının cahillği nettir, açık seçik görülür. Çaresizlik, korkaklık için yegane bahanedir. Geç kalınmışlık duygusu, omuz yaslanılacak tek destektir. 30 yaşında ve hala bekleyen adam, gündüz yarasasıdır, yaşamaz, sadece saklanmayı bilir. Ondan çıkan her ses sadece korkaklıktır, içinden, bir yerlerinden gelen ve çoğu zaman sağır olduğu ses, kimi zaman duyulur olur ve gündüz kararır, güneş parlamaz, geriye sadece ayın gediklere gösterecek kadar vuran ışığı kalır. Ay acımasızdır, her 30 yaşında bekleyen adamı eşit derecede vurur, ışığıyla.
Yaşarım diyen adam yaşamaz, yaşayacak olur, yaşayamaz.
'Her yaşın kendine özel güzelliği vardır' sözü, kuyruklu yalandır. Kuyruğu 'güzel' kelimesinden beri gelir. Oysa doğru söylemek isteyen her 30 yaş insanı, 'Her yaşın kendine özel çirkinlikleri vardır' der. Bilirler aslında, yapılması gerekenleri, söylenmesi gerekenleri, sevilmesi gerekenleri, alınması gerekenleri, kaçılması gerekenleri, düşünülmesi gerekenleri, verilmesi gerekenleri, bitirilmesi gerekenleri, bitirirler.
ben dayak yiyerek öğrendiğim bir dille de olsa, seninle aynı ders kitaplarıyla eğitilmedik mi? beş sınıf için tek öğretmenimiz de olsa, aynı öğretmenlerden ders almadık mı?
her yıl 20-30 bin kolej ve özel okul mezunlarına figüran olmak için üniversite sınavlarına girmedik mi? hasbelkader... üçüncü sınıf bir fakülteyi bitirip, hep beraber işsiz kalmadık mı?
ah sevgili kardeşim, ben seni anlamaz mıyım?
askerde dil, din, ırk farkı gözetmeksizin, dayak yemedik mi? komutanın köpeğine, hanımefendinin kedisine, paşanın çiçek serasına nöbet tutmadık mı? kırıkkale tüfekleriyle üç mermilik atış eğitiminden sonra, dağlara savaşa yollanmadık mı? elimize tutuşturulan pimi çekilmiş bombayla eğitim kaybı olmadık mı?
ah sevgili kardeşim, ben seni anlamaz mıyım?
gözümüzü açtığımız günden itibaren, gerçek dünyada her gün yalanlanan bilgilerle donanmadık mı? hani; insanlığın büyük göçle orta asyadan dünyaya yayıldığı, kızılderililerin bile türk olduğu, almanya savaşı kaybettiği için osmanlının hükmen yenik sayıldığı, kürt diye bir halkın olmadığı, ermenilerin toplu şekilde intihar ettiği.
ah sevgili kardeşim, ben seni anlamaz mıyım?
yurtseverlerimiz aynı zindanlarda işkence görmedi mi? yaşımız büyütülüp on yedisinde asılmadık mı? özgürlük, emek, sol ve daha bir yığın kavram sakıncalı diye belletilmedi mi bize? korkudan kitaplarımızı yakmadık mı? şairlerimiz, yazarlarımız, sanatçılarımız cezaevlerinde, sürgünlerde ölmedi mi? dostlarımıza düşman, düşmanlarımıza dost edilmedik mi? köylüyü cahil, dindarı yobaz, kürtü hain, ermeniyi piç, yunanı kahpe, almanı orospu, museviyi tefeci diye öğretmediler mi?
ah sevgili kardeşim, ben seni anlamaz mıyım?
devlet dairesinden bugün git yarın gel diye, karakoldan dayak yiyerek gönderilmedik mi? bankalarımızdan 50 milyar dolar çalınıp, vergi olarak bize ödettirilmedi mi? bu ülkede her şey nüfusun yüzde 20si iyi yaşasın diye düzenlenmedi mi? kitap yazanlar 20 yıl cezaevinde yatarken, bizim emeğimizi çalan ihale düzenbazları, banka hortumcuları, hayali ihracatçılar serbest bırakılmadı mı?
ah sevgili kardeşim, ben seni anlamaz mıyım?
yükün ağır. doğru bildiğin her şey tuzla buz oluyor ellerinde. yokluğuna inandığın, varlığından bihaber yaşadığın her şey, hayaletler gibi sağında solunda peyda oluyor birer birer. dahlinin olmadığı katliamların kanı sıçrıyor üzerine, kör zindanlarda işkence görenlerin çığlıkları dolduruyor dört bir yanını. ve üzerine kan sıçratan katiller, korkularını besliyorlar günbegün. örtüleri sıyrılmış yalanlarını görmemen için, yeni yalanlar boca ediyorlar üstüne.
ah sevgili kardeşim, ben seni anlıyorum da, sen de biraz çabalasan, anlamak için.
sana devlette rüşvet yok desem, inanmazsın. sana devlette torpil yok desem, inanmazsın. yani devletin hepimize her fırsatta yalan söylediğini kesin bir inançla bilirsin. ama aynı devletin sana kürtlerle ilgili, ermenilerle ilgili, tarihle ilgili söylediği her şeye istisnasız inanırsın. bu sana garip gelmiyor mu?
şimdilerde 24 saat kürt sorunu konuşulurken, 10 yıl öncesine kadar, kürt yok denmesi hiçbir soru işareti yaratmıyor mu sende?
bulgaristanda, kıbrısta türklerin kimlikleri için mücadelelerini haklı buluyorsun da, 20 milyon kürtün kimliğini neden bu kadar önemsiz görüyorsun?
benim çocuğum kendi anadilini öğrendiğinde, trakyadaki ayçiçeği hasadı mı azalacak? alevi cemevinde ibadetini yaptığında, manisadaki üzüm bağları daha mı az meyve verecek?
bir ülkede eşit olmak, o ülkenin maddi ve manevi bütün imkanlarından eşit şekilde yararlanmak değil midir?
ankarada bir tepeye 6 tane hastane kurup, en basit tedavi hizmeti için insanları 1500 km getirtmek, bir gelir transferi değil midir? çocuğunu tedavi ettirmek için hakkariden ankaraya istanbula gelerek, tarlasındaki mahsulün, yaylasındaki koyunun parasını buralarda harcamak zorunda kalanlar olmasın, buranın gelişmişliğine katkı yapanlar? 1920de türkiyenin 3. büyük ticaret ve sanayi şehri olan diyarbakır, kürtlerin aptallığı yüzünden mi bu kadar geri kaldı?
kürt bölgesine yol ve fabrika yapılmasına, kürtlerde ulusal bilinç oluşur diyerek engelleyen genelkurmay başkanı fevzi çakmakı hiç merak edip celal bayarın anılarında okumadın mı?
türkiyede kamuda istihdam edilmiş insanların etnik dağılımı, gerçekten kürtlerin nüfuslarıyla doğru orantılı mıdır? kürtlerin dillerinin farklı olmasının ve eğitim alamamalarının bunda hiç etkisi yok mudur?
iranla, irakla, suriyeyle, ermenistanla sınır kapıları yıllarca kapalıyken, dış ticaretin o bölgeye 2000 km uzağa düşmesi yoksulluğumuzun bir sebebi olamaz mı?
7 yaşından sonra bir dili yarım yamalak öğrenerek, seninle aynı sınavlarla ölçülmemin haklılığına gerçekten inanıyor musun?
sen hiç anadilini konuştun diye dayak yedin mi? senin baban, annenin gözleri önünde köy meydanında çırılçıplak soyuldu mu? vatandaşı olduğun ülkenin güvenlik görevlisi sana dışkı yedirdi mi?
ve sırf bu yalanlar üzerine inşa edilen düzenin devamı için, bu devletin dünyaya ne kadar ödün verdiğini düşündün mü? ihtiyacımızın olmadığı ne kadar denizaltıya, tanka, savaş uçağına, ne kadar para ödendiğini hiç merak etmedin mi?
ah sevgili kardeşim, biliyorum yükün ağır.
bütün bunların diyeti bana mı düşer diyeceksin? ben de onu söylüyorum işte. peki tamamı mı bana düşer? hiç mi anlamaya çalışmayacaksın? hiç mi elini taşın altına koymayacaksın? hiç mi bu yalanlarla yüzleşmeyeceksin? daha ne kadar muktedirlerin sofrası dolsun diye, o kahrolası tabutları dolduracak, kendi kardeşlerinin kanına gireceksin?
daha ne kadar bu günaha ortak olacaksın?
benimle kucaklaşmadan güçlenemeyeceğini, ben özgür olmadan, özgür olamayacağını ne zaman anlayacaksın?
kgb ajanları kullansın diye üretildiği söylenen, elinizde yolda yürürken potansiyel suikastçi izlenimi yarattığınızı çevredilerin bakışlarından anladığınız rus malı analog fotoğraf makinesidir.
300 mm'lik lensi ile uzakları yakın etmesi gayet hoş iken, taşıması ve kullanması, oldukça ağır olduğu için zordur.
ogame adlı online strateji oyunundaki savunma gereci. saldırı esnasında bi' işe yaramasa da başlangıçta yüksek maliyetli olmadığı için kurulmasında sakınca yoktur. *
salya sümük ağlamaklı günlere hoş geldiniz cümlesinin de duyulmasına sebep hadise.
sonraki aşama da telefonu elinize alırsınız, 'yes'e basıp hemen ardından 'no'ya basarsınız, '' lan acaba çağrı mı atmış oldum' dersiniz 'inşallah öyle olmamıştır' diye dualar edersiniz, üç-beş dakika içinde arayan soran olmaz, çağrı atmadığınızı, zamanında 'no'ya bastığınızı anlar bi' rahatlarsınız, aynı şey birkaç kere tekrarlarınır, ama koku burnunuzdan hiç gitmez, oturur, o'nu düşünür, zırlarsınız, daha fazla dayanılmaz hale gelir özleminiz, ararsınız, şimdi hem burnunuza hem kulağınıza ve bir de beyninize hakimdir, söyleyeceğinizi planladığınız hiçbir şeyi söyleyemez, saçmalarsınız, ve aslında onun ne dediğinin gram önemi yoktur, siz söyledikleriniz ve söyleyemedikleriniz ile hasret giderirsiniz, o bunu bilmez, ''bilmesin de zaten'' dersiniz, gelir, gider, sever, kaçar, aldatır, özler, ister, gider, gider, bi' daha gelmez, gelmesin dersiniz, kokusu hala hükmeder burnunuza, zihninize, ama değiştiremezsiniz, o gitmiştir, siz kalmışsınızdır, kokusu hep sizde duracaktır, ama gitmiştir ve siz kalmışsınızdır, tek başına sevmeyi öğrenirsiniz. düşünür seversiniz, hayal edip istersiniz, şarkı dinleyip özlersiniz, içki içip küfredersiniz, sızıp ağlarsınız, yazar unutursunuz. **
çağımızın vebası, insan ırkının belası olan zihinsel savunma yöntemi.
yenilmekten korktuğumuzdan, direnecek kadar cesur olmadığımızdan, 'o' tarafta olmayı göze alamadığımızdan normalleştiriyoruz, bir anda değil, yavaş yavaş kaybediyoruz. 'onur'suzluğumuzdan, acizliğimizden, muhtaç olduğumuzdan normalleştiriyoruz da kendimizi galip sayıyoruz. *
baykal'ın kaset skandalının ardından genel başkan olan kılıçdaroğlu'nun chp için biçtiği yeni roldür. 12 haziran 2011 seçimlerinden sonra yaşananlar gösteriyor ki, chp ya yeniden eski dinazorların hakimiyetine girecek*** ya da adındaki 'halk' kelimesinin hakkını verip, girdiği bu yolda tünelin ucunu görecek. *
kırıkkale'de konuşan mhp lideri devlet bahçeli başbakan erdoğan'ın taksim'de ygs'deki şifre skandalını protesto eden öğrenciler için '' bende karşınıza 5 bin - 10 bin kişi koyarım ama gerginlik istemiyorum'' mealinde sözlerine sert tepki gösterdi. bu söze çok kızan bahçeli erdoğan'a hodri meydan diyerek '' sayın recep tayyip erdoğan 10 bin milisinle taksim'e gel, bende bin bozkurtumla geleyim, inanıyorumki kasımpaşa'ya kadar kaçacaksın' dedi.
bizde bu sözlerle siyasi jargonun ne kadar bilimsel ve nazik olduğu bir kez daha gördük.
genelde ugg da giyen kızlardır. dişi görünmek ile sevimli görünmek arasında kaldıklarından mütevellit bu ruj rengini seçtiği aşikar olduğundan ne dişi ne de sevimli olan kızlardır. umursanmamaları, ciddiye alınmamaları tavsiye edilir. *