Amacıma varmak için dört yıl üniversitede çaba, harcadık tan sonra arzuma eriştim. Gelgelelim şimdi sürekli bir işim olmadığından ne yapacağımı şaşırmıştım. Şu olasılıklar
vardı: Birincisi, kendimi bilime adayıp kimya labaratuvarım da çalışmalarımı sürdürmek ki ileride bunu yapmadığıma çok pişman oldum. ikincisi, ya devlet işlerinde ya da Zemstvo’da
resmî bir görev almak. Üçüncüsü de, annem in çok istediği bir şeydi bu, ailenin sahip bulunduğu malikânelerin yönetimini üstlenmek.
Bu üç yol ağzında bocalarken babam dan öğüt vermesini istedim. Benim bu baş vurum, babamla annemin arasındaki geçimsizliğin en alevlendiği bir evreye rastlamıştı; babam çok sinirliydi. Bana:
— «iş aram ama gerek yok. Yararlı iş dünyada dilediğin kadar. Sokak süpürmek de yararlı iş,»
dedi.
sergey tolstoy/ oğlu tolstoy'u anlatıyor
Sait Faik, sanatçı dostlarıyla sıkça buluştuğu bu yeri (Eptalafos Kahvesini)
bir hikâyesinin merkezi olarak da kullanmıştır. 1950 yılının Ağustos ayında “Varlık”
dergisinde yayımlanan “Eftalikus’un Kahvesi” isimli hikâyede, hikâyeci olduğu
anlaşılan anlatıcı kahramanın yanına bir adam gelir. Onun hikâyelerini nasıl
yazdığını merak eden bu adamla anlatıcı, istiklâl Caddesi’nde yürüyerek bu kahveye
gelirler. Eleştirmen olmaya çalışan bu adam, onun hikâyelerini nasıl yazdığıyla ilgili
anlatıcıya sorular sorar. Anlatıcı, karşısındakinin alay edip etmediğini
kestiremediğinden ona ikircikli cevaplar verir sürekli. Ama bu cevaplarda bile onun
hikâye konularını nasıl seçtiğini, ayrıntılara dikkat etme şeklini, yoldan geçenlerin
onun gözüne nasıl göründüklerini öğreniriz. Konuşmanın devam ettiği sırada anlatıcı
aslında hikâyenin nasıl yazılacağını bilmediğini söyler. Belki de bu konuşma sırasında
da bir hikâye yazdığını, hatta isminin de Eftalikus Kahvesi olduğunu da ekler. Diğer
kahraman heyecanla hemen söze dâhil olur ve yine bir soru sorar.
Demek önce hikâyenin ismini koyar, sonra onu yazarsınız, der. Anlatıcı, ona
afallatan bir cevap daha verir. Aslında hikâyenin nasıl yazıldığını pek bilmediği itiraf
eder.
1950 yılının Mayıs ayında karikatürist Ferruh Doğan ile Sait Faik arasında
hikâyede anlatılan olay gerçekten yaşanmıştır. Sait Faik, yaşadığı bu olayı,
ustalıklı bir anlatışla hikâye formuna çevirmiştir.
Eftalikus Kahvesi'nin yeri, bugün istiklal Caddesi girişinde ki Burger King'in olduğu yer.
Batı toplumlarında sanatı ve sanatkârları destekleyip koruyan kişiler vardı.
Mesen kelimesinin isim babası da olan Roma imparatoru Augustus’un danışmanı
Gaius Clinius Maecenas, çevresindeki şairleri ve sanatkârları desteklemiş, onların
sadece sanatlarına motive olmalarını sağlayacak önlemler almıştır. Roma’da
sanatçılara destek vermek, evini sanatçılara açmak; zengin, sanatı seven ve kültürlü
kişilerin yapabilecekleri bir faaliyetti. Gaius Clinius Maecenas, sanatçıları hiçbir
zorlama olmadan, kendi isteğiyle desteklediğinden, onun himayesindeki sanatçılar
tarafından adı ölümsüzleştirilmiştir. i. Ö. 70 yılında Arretium’da doğmuş Romalı bir
aydın olan Gaius Clinius Maecenas, edebiyat ve felsefeyle ilgilenmiş, devrin en
yaygın yazı türlerinden olan diyaloglar ve şiirler yazmıştır. Herhangi bir kamu
görevine sahip olmamasına rağmen Octavius’un çok güvendiği bir kişi olduğundan,
onun şehirde olmadığı zamanlarda danışmanı olarak ülkenin işlerini düzenlemiştir.
Maecenas’in adını asıl ölümsüzleştiren faaliyeti, Vergilius, Horatius, Propertius gibi
ünlü edebiyatçıları himaye ederek korumasıdır. Evinde ünlü şairlerin katıldığı bir
edebiyat mahfili kurmuştur. Onlara değer vermesinin tek bir nedeni de yoktu.
Süheyla Öncel, Maecenas’in iki temel amacının olduğunu belirtir. Birinci amaç,
sanat sevgisidir. ikinci amaç ise Roma imparatorluğunu eski ihtişamlı yapısına
kavuşturmak için yakın arkadaşı imparator Augustus’un siyasi görüş ve ilkelerini
edebiyat yoluyla halka yaymaktır. Onun adı, bu sayede çağlar boyu sanatkârları
destekleyen anlamında bir kavram adı olarak kullanılmıştır.
TURGAY ANAR 'ın "Yeni Türk edebiyatında edebiyat mahfilleri" isimli tezinden
Yunan heykeltıraş Polykleitos21 M. Ö. 5. yüzyılın ortalarına doğru, bedenin kusursuz orantılarla anlatılabilen güzelliği üzerine, Kanon isimli bir metin yazmıştır. O, bu metinde, insan vücudunun ideal oranının ölçülerini (altın oranı) belirlemeye çalışmıştır. Bu ölçüyü görünür kılmak amacıyla da ideal ölçüleri somutlaştıran, daha sonra kanon ismiyle şöhret kazanacak olan bir heykel yapmıştır.
TURGAY ANAR 'ın "Yeni Türk edebiyatında edebiyat mahfilleri" isimli tezinden
Kanon kelimesi Sami dillerinden alınmıştır. Sami dillerindeki bu kelime
Grekçeye “kanon”, Grekçeden de Latinceye “canon” olarak geçmiştir. Kanon,
“kanna” (boru) kelimesiyle de bağlantılıdır15. Grekçedeki anlam, “ölçü, kanun,
kural” anlamlarını da barındırmaktadır16. Kelimenin Latincedeki anlamı ise “doğruyu
yanlıştan ayıran ölçü” ve “kriter”dir. Aslında kanonun bu anlamları, kelimenin
günümüzdeki kullanımına ait en yakın anlamı da göstermektedir.
Kelimenin belki de hemen hemen hiç değişmeyen temel anlamı, “ölçü, kural,
norm, örnek, kriter” anlamıdır. Bu anlam hem somut anlamda ölçmek fiilinin bütün
nüanslarına sahiptir hem de mecaz anlama geçerek belli bir “ölçü, norm, kural”
anlamını barındırmaktadır.
TURGAY ANAR 'ın "Yeni Türk edebiyatında edebiyat mahfilleri" isimli tezinden
Romanlar baş kahraman ile kızın evlenmesiyle sona erer. Halbuki evlenmeleriyle başlamalı ve boşanmalarıyla, yani özgürleşmeleriyle sona ermeli. Aksi insanların yaşamını bu tarzda betimlemek ve anlatımı evlilikte bırakmak; tıpkı bir kişinin seyahatini anlatırken betimlemeyi tam kişinin soyguncuların eline düştüğü noktada bırakmak gibidir.
Londra’da itfaiye eğitimi alan Szechenyi 1870 yılının başında Budapeşte’de bir itfaiye örgütü kurmuştu. Dönemin en büyük yangınların biri olarak görülen 1873 Vagon Fabrikası yangınında Avusturya’daki tüm itfaiye örgütlerini başarılı şekilde yönlendirmesi, onun şöhretini arttırmıştı.
1874 yılının Kasım ayında Avusturya-Macaristan elçisi Kont Zichy ile birlikte Sultan Abdülaziz ile görüşerek "itfaiye alayı efradını bir müddet-i kalil için talim etmek üzere" görevine başladı. Szechenyi ve yanında getirdiği Baroni’ye Osmanlı’da kalacakları bu geçici süre için 200 Osmanlı altını ödemesi yapılır. Her ne kadar geçici olarak getirilse de Edmond Szechenyi’nin uzun yıllar Osmanlı hizmetinde
kaldığı, istanbul’da öldüğü ve Feriköy mezarlığına defnedildiği bilinmektedir. Ayrıca kendisi Sultan II. Abdülhamid zamanında Paşa derecesine yükseltilmiştir.
1882 yılına gelindiğinde istanbul’da toplam üç tabur itfaiye alayı kurulabilmiştir. 1882’den sonra
dördüncü alay da oluşturuldu. Daha sonrasında bu dört tabura 1884 yılında ilk Türk deniz
itfaiyesi olan bir de bahriye itfaiye taburu eklendi. Yeni oluşturulan itfaiye taburuna
eğitim vermek için ise Taksim’de merdivensiz bir tatbikat evi kurdurulur.
Mahalle tulumbacılığı ve 1874’te Kont Edmond Szechenyi tarafında kurulan itfaiye alayları 1923’e kadar beraberce varlığını sürdürmüştür. 1923’te ise bunlar kaldırılarak, itfaiye işi belediyelere bırakılmıştır.
5 Haziran 1870 (5 Rebiülevvel 1287) tarihinde Beyoğlu’nun Taksim’e yakın yerlerinden
biri olan Valide Çeşme sokağında başlayan yangın, bölgenin ahşap ve sık yapılardan
oluşması, sokaklarının dar olması ve o gün kuvvetli bir rüzgârın çıkması sebebiyle kısa
süre içerisinde tüm Beyoğlu’na yayıldı.
Resmi kaynaklar 65 sokak, 163 mahalle ve 3.449 evin yandığını ve 208 kişinin
öldüğünü belirtir.
Kagir yapılar istanbul'da yükselmeye başladı ve istanbul'un iki yüzü oluştu...
Bu büyük yangın ile birlikte sigortacılık gelişmeye başladı ve evvel vakitlerde adı Voyvoda Caddesi olarak bilinen cadde Bankalar Caddesi olarak bilinir oldu. Gelişen sigortacılık neticesinde yapılan baskılar sonucu bir diğer gelişme de itfaiyecilik alanındadır. Avusturya-Macaristan örneği kabul edildi ve ıslahatlar yapmak üzere buradan Kont Szechenyi getirtildi. ilk etapta geçici olarak göreve başlayan Szechenyi’nin icraatları beğenilmiş olmalı ki kendisi ölünceye değin Osmanlı hizmetinde görev yapmıştı. Biri bahriye taburu olmak üzere toplamda beş itfaiye taburu oluşturan Szechenyi, verdiği
eğitimler ve getirttiği teçhizatlar ile Osmanlı’da modern bir itfaiye oluşturdu.
Yapılan yol çalışmaları neticesinde istanbul’un parke taşı ile döşenen ilk sokakları Beyoğlu sokakları oldu.
2 Ekim 1870’te açılan halk bahçesi, Taksim’de açılan bu halk bahçesi sadece Beyoğlu’nda değil istanbul’da açılan ilk halk bahçesiydi.
Yangın öncesi Gayrimüslim ve Müslüman nüfusun nispeten dengede olduğu bölge, yangından sonra hızlı bir şekilde Gayrimüslim nüfusun ağırlıkta olduğu bir yer haline geldi. Müslüman nüfus yüksek kira , yeni yaşam tarzıyla beraber gelen kumarhane ve genelevler dolayısıyla buraları terk etmek durumunda kalarak önceden yarı yarıya nüfus dengesinin olduğu bu bölgede genel nüfusun beşte birine kadar geriledi. Bu arada genelev ve kumarhaneler nedeniyle kiraların fazla zıplaması durumunda bölge halkıda rahatsızlıklarını Pera basını aracılığıyla defaatle dile getirmişlerdir.