...çünkü koku, soluğun kardeşiydi. onunla birlikte insanların içine giriyordu, yaşamak istiyorlarsa karşı duramıyorlardı. hem de tam orta yerlerine giriyordu koku, doğrudan kalplerine ve orada akla karayı ayırır gibi ayırıyordu ilgisiyle aşağılamayı, iğrentiyle zevki, aşkla nefreti. kokulara egemen olan, insanın kalbine egemen olurdu.
ayrıca dikkatimi çeken, yazarın alman olmasına rağmen, romanında yer olarak fransa'yı seçmesi, karakterlerin fransız olması ve romanın bu duruma rağmen bu kadar başarılı olması takdire şayan bir durumdur kanaatimce.
oldukça sürükleyici ve edebiyattan nasibini almış bir kitaptır. okunması tavsiye olunur.
koruma amaçlı yapılan bir eylemdir. lakin ergenlikten yeni çıkmış hatta belki de çıkamamış bir insana çok şey katar şehir dışında okumak. hem aile hem çocuk için bazı sıkıntıları olabilir ama faydası daha çoktur diye düşünüyorum.
yağlanma karşıtı bitkisel şampuanla kullanılabilir *. tresan, otacı gibi şampuanlar buna örnektir. şöyle bir sorunu var ki biraz fazla kurutabilir saçı.
bugün naneli şekerlerin verdiği ferah nefesi, naneli çorbaların neden vermediği düşüncesi aklımda çalkalanırken; babamın aşırı dozda güneş, kum, denizden domatese benzeyen yüz rengine bakıyordum. benim tenim ise kırmızılıkta onunkiyle yarışır bir haldeydi. yaz okulunun son demlerinde param bitmişti, babamı tatil bahanesiyle yanıma çağırmıştım. o da değişiklik olsun deniz filan diye geldi işte canım babacım kıramaz beni hiç. evde toplanmışız işte bir kaç kişi bir de babamla ben. nedense ortamda bir büyük varsa mutlaka okuldur, derstir bunların muhabbeti açılır, oysaki kanaatimce bu tür hareketler direk kırmızı kartla oyun dışı edilmeyle sonuçlanmalıdır. okuldan bahsedilecekse bile derslerin zorluğundan, efendim hocaların takıntılarından, geçme notunun yüksekliğinden bahsedilmelidir. benim de uçurumun kenarında duran, ufak bir rüzgarda paldır küldür denizin dibiyle ilişkiye girecek bir taştan hallice bir not ortalamam olduğundan diyorum ki işte okul şöyle zor, böyle zor, dört yılda bitmeyecek gibi, seneye mezuniyet var da diploma var mı bilemem diyerekten inceden inceden işliyorum babamın beyin kıvrımlarına, en azından çabalıyorum diyelim. laf lafı açarken okulu 7 yılda bitiremeyenler konuşulmaya başlandı. herkes bir yandan br şey söylüyor derken baktım babam sazı eline almış döktürüyor. okulu 7 yılda bitiremeyen adamı hala okutmaya çabalayan baba ya salaktır ya zengin dedi. altta kalmamam lazım, okul uzatmanın normal olduğunu göstermem lazım diye düşünürken içimdeki ses cılız bir şekilde koyverdi kendini; belki de çok anlayışlıdır dedim. bence o baba çok anlayışlı babaydı.
üniversiteyi 7 yılda bitirememek, ya salak, ya zengin, ya da çok anlayışlı bir babaya sahip olmak demektir.
arkadaşımın tavsiyesi üzerine okuduğum bir yazardır.
tabiri caizse benim geçeceğim yollardan geçmiş, gerekli tecrübeleri edinmiş ve de oturup bunları benle paylaşabilecek kıvamda biri olsun istemişimdir hep çevremde. istediğim hiçbir şey olmaz ya benim bu da olmadı tabi en azından şimdilik. direk hayatımda olan biri olmasa da, geçip karşıma sade kahve içerekten anlatmasa da experimental bu boşluğu doldurmakta kısmen. yazdıklarını hadi gözüne kuvvet diyerek okumaya başladığımda her seferinde okuma isteğimin bu kadar artacağını tahmin edemezdim tabi ki. öyle böyle bir baktım adamın hayat hikayesini neredeyse ezberlemişim. güzel miydi, güzeldi.
efendim en çok beni kendi hayatım üzerinde düşünmeye iten şeyleri severim. kitap olsun, film olsun öylelerini severim onlardan etkilenirim. sanatsal, edebi değeri olmasına gerek yoktur. experimental okurken de böyle kendimi sorgulayıp durdum.
mesela artık ben de kaktüsleri çiçeklerden çok seviyorum. benim bünyeye uygun olanın kaktüsler olduğunu fark ettim.
sonra çocukluğumu daha çok düşünmeye başladım. anılarımı hatırlamak için hafızamı zorlama ihtiyacı hissettirdi bana. düşündükçe de fark ettim ki bugün bu hale gelen 'ben'in temellerini ben hep çocukken atmışım. experimental'in çocukluk anılarını dinledikçe kendi çocukluğuma uzanıvermişim.
en önemlisi yalnızlıktı sanırım. gerçekten öyle hissederek mi yazmış bilmem ama anlattığı hikayelerin altında hep yalnızlık tınısı vardı ya da ben öyle algılamak istediğim için algıladım. bırakmak zorunda olduğu ailesi, aşkları, yaşadığı kentler hepsini deli gibi özlüyormuş ama hepsini tekrar görme fırsatı olsa bunlar bir araya gelse bile bugün hissettiği yalnızlığı gideremeyecekmiş gibi sanki. böyle bir yalnızlık, böyle bir boşluk içinde kalabilecek duruma gelmek için yaşadıklarını yüzeysel değil, içten yaşamak gerek sanırım. hissederek ve düşünerek yaşamak. ben de böyle yaşıyor muyum diye sordum kendime, kısmen de olsa böyle yaşadığımı fark ettim. o zaman demek ki neymiş, hissederek yaşayacakmışsın ama exper gibi olmamak için çaba sarfedecekmişsin. olur mu bilmem ama çabalamak lazım.
experin çekirdek ailesindeki abla konumundayım ben. bir gün çocuğum olursa kardeşimin ailenin o en küçük, yeterince şımartılmış bir nevi evin soytarısı kıvamındaki hallerinin sona erdiği kafasına dank ederken, o bana bunları söylemese de ben bileceğim.
sosyal bir varlık olmanın getirdiği bir yere, bir şeye bağlanma isteğinin; özgürlük isteğini tek vuruşta yerle bir ettiğini anladım.
bunun en somut örneği ise en küçük topluluk olan ve şu hayatta seni en mutlu edecek insanlardan oluşan aileden uzakta yaşamanın bir yandan özgürlük, bağımsızlık hissi verirken bir yandan da neler alıp götürdüğü oldu.
her şeyi çok abartırım ben. bu yazarı da abartmış olabilirim. ama bana çok şey kattığını düşünüyorum. önemli olan ne söylediğin değil karşındakinin ne kadar anladığı derler ya benimki de o hesap işte.