hakim sınıfların üç kuşak boyunca hapishaneler yoluyla susturmaya çalıştığı devrimcidir.15 yılını zindanlarda geçirmiştir.
doğru bildiklerini savunmaktan geri durmamıştır. yanlışları çoktur, fakat bir devrimciyi eğiten de yanlışlarıdır.
"şu yüzyılda türkiye'de işçi sınıfı olmadığını" iddia etmemektedir. işçi partisi programını okuma zahmetine girenler, böyle bir söylemin işçi partisine mal edilemeyeceğini net bir şekilde görebilmektedir. işçi partisi programını, "emekçi sınıflar önderliğinde milli demokratik devrimi tamamlamak" olarak özetleyebiliriz. işçi partisi'nin işçi sendikalarında da örgütlülüğü vardır. hatta, bünyesinde en fazla işçiyi ve kamu emekçisini barındıran sol partidir diyebiliriz.
öte yandan türkiye'nin büyük bir bölümünün halen kapitalizm öncesi mülkiyet ilişkilerine sahip olduğunu, feodal kültürel hegemonyanın türkiye'yi esir aldığını; heykelleri yıkıp, kitapları sansürlediğini vs. söyleyebiliriz. bu yönüyle türkiye, batılı kapitalist blokun ( ezen-ezilen dünya ayrışmasında, ezen dünya'da diyebiliriz) devletlerinden ayrılmaktadır. ekonomik gelişkinliği ve iç sınıfsal yapısıyla halen kendisini ezilen (veya gelişen)dünya içersinde konumlandırmaktadır.
bu nesnellik, saf proleter devrim teorisini boşa çıkarmaktadır. emperyalizmle çelişki yaşayan bütün toplumsal kesimler, işçi sınıfı önderliğinde emperyalizme karşı birleştirilmelidir.
bizim de içinde olduğumuz nato'nun "katilliğinin" su götürmez bir gerçek olduğunu gayet iyi bilmektedir. çünkü ırak'ta öldürülen 1,5 milyon insandan bihaber değildir. afgan halkının başına gelenlerin, libya'da nato uçaklarının öldürdüğü ailelerin hesabının sorulacağı günü beklemektedir.
türkiye gençlik birliği'nin eylemidir. genel başkan ilker yücel'le birlikte 20 tgb'li gözaltındadır. katil nato'yu bu topraklarda rahat bırakmayacağız!
sözlük şakirtlerini, her bayrak ve atatürk görene "nazici, faşist" yakıştırması yapan tırnak içi sosyalistlerini bir hayli öfkelendirdiği görülen siyasal gençlik örgütüdür. her iki kesim de bir hayli öfkelenmektedir, çünkü tgb tam sürat büyümekte; halkın sevgilisi olmaktadır. 29 ekim'de ulus'ta, silivri'de, menemen'de yüzbinlerin bir araya geldiği buluşmalara önderlik edebilecek kadar rüştünü kanıtlamıştır. bundandır ki, saldırılar da tgb'nin büyüme hızına yetişemese bile, alabildiğine devam etmektedir.
bu başlığa girdim, ne yazacağımı düşünüyorum beş dakikadır. acaba yazılmayan, söylenilmeyen bir nokta var mıdır diye göz gezdiriyim dedim. levent usta hakkında her şey sölenilmiş, övgüsü de var yergisi de. ancak ben, teke tek sonrasının entrycilerinden biri olarak; şahsın yergilenecek yerlerini es geçiyorum, görmezden geliyorum. devrin yaydığı korku iklimini, devrin medya tekellerinden birinde bombalamıştır çünkü. söylenemeyeni söylemiş, gazeteci kisvesine bürünen medya şaklabanlarını yerin dibine geçirmiştir. mizahçılığının hakkını vermiş, ince espri ve soğukkanlılığı ile fatih altaylı'ya soğuk terler döktürmüştür. daha ne diyelim, saygıya layıksın levent usta.
eleştirilerin aksine sosyalist görünümlü partilerin hepsinden daha fazla işçiyi bünyesinde barındırmaktadır. adından mıdır, bilemem. ben olanı söylerim.
atatürkçü veyahut kemalist bir siyasi hat izlediği için nedense, "nasyonal sosyalist", "faşist" gibi kavramlarla sıkça nitelendirilebilmektedir. ancak burada iki dakika durup, bu nitemelerin sahibine veya kaynağına bakmak gerek.
dünya'da ulusalcı her siyasi hareket nazici midir?
dünya'daki marksist partileri atatürk devrimini nasıl yorumlamış, işçi partisi nasıl yorumluyor?
atatürk, kemalist gibi kavramlar faşistlikle eş değer midir?
yukarıda bahsettiğim nitemeleyi yapanların, bu sorulara bilimsel, nesnel düzeyde cevaplar verebilmesi zor görünüyor.
maalesef ki, yeni yetişen genç sosyalist kuşaklar çok birikimsiz. bunda sosyalist görünümlü partilerin de payı var. sosyalist partiler, birikimsiz gençler yetiştiriyor. bir nevi, cehalet sarmalını el ele örüyorlar.
sonra da, atatürkçülük=faşizm, ulusalcılık=nasyonal sosyalizm eşleştirilmelerine sıkça rastlamak kolaylaşıyor.
işin diğer ve belki de çok daha önemli olan boyutunda ise; emperyalist tekellerin ulus devletleri parlaçayıp, yutma tasarılarına direnenen kuvvetlerin belli merkezler ve emperyalist ideologlar tarafından, "faşistlik", "vesayetçilik", "darbecilik" gibi kavramlarla yaftalamanları gerçeği var. sosyalistler arasında, emperyalizmin ideologlarının saçtığı zehirleri bolca tüketenler var. benden söylemesi.
lafın kısası, her milliyetçilik; nasyonalizm sosyalizm demek değildir. milliyetçiliği siyaset kuramcıları, ezen devlet milliyetçiliği( nazizim gibi) ve ezilen dünya milliyetçiliği( atatürkçülük, bolivarcılık gibi)olarak kategorilendirmektedir. meselelere yüzeysel yaklaşmayınız derim. siyasal eleştiriler bilimsel düzeyin altına düşünce hiç çekilmez ve ciddiyetsiz bir hal alıyor.
deli saçması yöntemlerle, "uygun gördüğü" mertebelere kendisini koymakta bir behis görmeyen; emperyalist yedi düvele karşı istiklal savaşı verilirken, istanbul'da risale yazmayı görev edinmiş ne idüğü belirsiz bir şahsiyettir. islamcıların "büyük hakanı" abdülhamit, said-i nursi'nin deli saçması fikirlerine akıl hastanesini uygun görmüştü.
sözlük şakirtleri bu şahısla ilgili farklı ve öğretici olduğunu düşündüğüm fikirlere başvurmak isterlerse, turan dursun'un "müslümanlık ve nurculuk" adlı eserini okumalarını salık veririm.
lanet olsun! facebook'unu yeniden açmış, tam hazır o da yokken facebook'u dondururum, derslerime odaklanırım diyordum. şimdi "acaba yazar mı, yeniden konuşmaya başlar mıyız?" soruları kafamı kurcalayacak. ve kokarım ki facebook bir süre daha vaktimi gasp etmeye devam edecek. ama o yazacak mı, yeniden konuşmaya başlayacak mıyız? tabiki hayır! benim için açmadı ki yazsın. cevabını bildiğim halde o soruların neden hala beynimi kurcaladığını ise hiç sormayın. ben de bilmiyorum. ama sanırım hala aşık olduğumu, bu facebook meselesiyle öğrenmiş oldum.
Herkes susarken o konuştu...
Askeri rejim vardı mesela...
Salon asker doluydu...
Çıktı paşaya demokrasiyi anlattı...
Gönderdiler...
*
Dilini tutamadı...
Türkiye her sindiğinde...
O çıkıp ışıkların altında Hodri Meydan diyebildi...
*
Sivil yönetime geçildi...
24 Ocak kararlarının getirdiği sömürüyü, mülk satışlarını, zengin edilen yandaşları, hırsızlığı en iyi o dile getirdi...
Onu iki gündür yerden yere vuranların çoğu Turgut Özalın çevresinde yalakalık, yağcılık yaparken...
Niye şeyimi çaldın ulan? diye sorabildi...
*
Şeytan bunun neresinde? dedi...
Şeytanı gösterdi...
Bankerler faciasını, banka soygunlarını, trafik canavarını, hileli gıdaları, sağlık rezaletlerini, terörü, doğa yağmasını, domuz gribini, kadın cinayetlerini, şikeyi, asgari ücreti, işsizliği, emekliyi...
*
Şimdi Levent Kırca linç vaziyetinde...
Benim de işim var, belki bir karı bulup düz... demesi -ki kendisi özür diledi- ağzından kaçtı hadi...
Yıllarca Zammına korum dediğine güldünüz ya...
Çünkü zam yağmuru altında yoksullar ezilirken, Türkiye yine sinmiş, korkmuş, zamları sineye çekip sesini kesmişken, ancak gülmek geliyordu memleketin elinden...
*
Gerçek sanatçılar, sıradan insanlara benzemezler...
Dillerinin ucuna geleni söylerler...
Bu uğurda yüzyıllar boyu zindanlara kapatıldılar, kafaları kesildi, asıldılar...
Yine de tutamadılar...
*
Diyelim ki kızdınız...
O zaman niye güldünüz; Türkiye Tansu Çiller gibi birisini başına Başbakan yapmışken...
Ve yalakalık yine tavana vurmuşken...
Levent Kırcanın çıkıp Devletin jet skisini alıp nereye koydunuz?.. Onun yerine başka ski versek? demesine?..
Herhalde lobuttan söz etmiyordu?..
*
Sanatçı toplumun sorunlarına arkasını dönemez...
Televizyonlar güldürü sanatçıları ile dolu...
işte en iyisi askerin patates soyması ile güldürür sizi...
Oysa ormanı, koyu, yaylası, boğazları ile Türkiye soyulurken...
Ama Deniz Fenerini ilk kimden duydunuz?...
Daha Deniz Feneri soygunu ortada yokken o haber verdi, neler yaptıklarını ve inanan saf insanları nasıl kandırdıklarını.Levent Kırcaydı, Üfürükçüyü anlatmıştı...
inanmadınız...
Oldu...
ulusal kanal'da soner yalçın'ın kendisine gönderdiği mektubu okuttuktan sonra, "vatan hainliği" suçlamasına da açıklık getirmektedir: "Soner Yalçın'ları içerde tutan bir hükümete, ben seni beğeniyorum, sen iyi bir hükümetsin, senin yanındayım, seni destekliyorum diyen her kimse benim için vatan hanidir."
atatürkçü-muhalif çizgide programlar yaptığı için iktidar tarafından ambargo yemiş, porgramlarına son verilmiş sanatçıdır. ayrıca hakkında birtakım olmadık isnatlardan dolayı, soruşturmalar açıldığını da biliyoruz.
sanatçılar girişiminde sarf ettiği sözler hiçbir şekilde savunulamaz. savunana rastlamadım şimdiye kadar. dilediği özürle birlikte de bu bahsin kapatılmasını sağlıklı buluyorum. çünkü kahvehanelerde, dost sohbetlerde kullanılan argo ifadeleri; kendi söylemlerine göre "heyecan" nedeniyle ağzından kaçırmıştır.
gelelim "vatan haini" suçlamasına. erciyes üniversitesindeki söyleşisinde, "vatan haini" suçlamasını kendi kulaklarımla dinleme fırsatını buldum. ilk duyduğumda ben de bu suçlamanın ağır olduğunu, medyada çok geçmeden haberleştirilip, levent kırca aleyhtarlığı pompalanacağını sezinledim. ancak akşamki azınlık oynunu izlediğim zaman, tüm bunlardan ziyade levent kırca'nın hakikaten bir "usta" olduğunu anladım. "vatan haini" suçlaması da, kullandığı çirkin sözler de aklıma gelmedi. aslında burada levent kırca'yı iki profile ayırmakta fayda var: ilki bazı zamanlar kendini bilmez ifadeler kullanan, özellikle de siyasi muhabbetlerde çizmeyi aşan bir levent kırca;
diğeri ise politik komedileriyle kendisine hayran bırakıp güldüren güldürdüğü gibi de düşündüren ve usta oyunculuğuyla göz dolduran bir "levent usta".
bütün bilim çevreleri tarafından "kesinliği su götürmez gerçektir" denilen bilimsel kuramdır. günümüzde sanırım sadece adnan oktar gibi sahtekarların çevresinde kümelenmiş, "sahte fosil" sergileriyle halkı aptal yerine koyan bir avuç insan ve tüm varlık sebebi, ilahi belgeler olan bir kısım dinci çevreler inkar etmektedir. lakin bilimin "hakikat süpürgesi"ne karşı koyamamaktadırlar.
bugün bir arkadaşım, "saçların ne güzel, kıvırcık kıvırcık..." şeklinde bir iltifatta bulunmaya çalıştı. alışılmışı yapıp, "teşekkür ederim, çok sağ ol" gibi hoş sözlerle karışık vermek yerine; "bi siktir git olum ya" deyiverdim. kabul ediyorum, garip bir adamım.
kullandığı çirkin sözlerden dolayı ulusal kanal ekranlarında özür dileyen sanatçıdır. önceki gün erciyes üniversitesindeki söyleşisinde, "özür dilemeyi bilmek gerek, özür dilemek erdemdir" demişti.
ıspartalı bir grup yobaz öğrencinin tepkisi ve geçen yıl da olduğu gibi, bazı siyasi odakların çabaları sonucu ısparta konseri iptal edilmiştir. hepi topu 300 kişi dahi olmayan bu grup, ısparta'da önemli bir siyasi nüfuza sahip olduğunu kanıtlamıştır böylelikle. yoksa 50 kişinin dahi katılmadığı bir basın açıklaması ve etkisiz bir facebook sayfasıyla koca bir organizasyonu iptal ettiremezler. hayatında hiçbir sosyo-ekonomik veya politik meselede tavır alamamış, tepki koyamamış bu davarlar, muhtemelen şeyhlerinden veya reislerinden aldıkları talimatla yobazlıkta sınır tanımamakta; sosyal etkinliklere ve bu sebeple bireysel özgürlüklere küstahça ve şımarıkça saldırmaktadır.
hatay'da tüm engellemelere rağmen, binlerce kadınla "suriye'yle savaşa hayır, terör kampları kapatılsın" eylemi düzenleyen partidir. savaş karşıtı kampanyanın en önünde mücadele etmektedir. ilerleyen günlerde de büyüyen ve güçlenen örgütsel yapısıyla, toplumsal muhalefetin her kulvarında öncülüğü üstlendiğine şahit olacağız. yarın da muhtemelen yüz binlerce yurttaşı, kubilay için menemen'de buluşturacaktır.
meireles'in hakeme tükürdüğü görüntülerde net bir şekilde ortada. yaptığı hareketin de ne anlama geldiği herkesin malumu. çok geçmeden o hareketin portekiz'de de aynı şeyi ifade ettiği ortaya çıktı. ama yine de verilen cezanın abartı olduğunu, tahkim'in mutlaka cezada indirim yapacağını düşünüyorum.
padişaha odtü'nün, ilerici-yurtsever öğrencilerin boğun eğmeyeceğini gösteren olaylardır. ey tayyip! ey amerikancı, faşist, gerici diktatör! bu halk sana boğun eğmez!
ilerleyen yıllarda adından sıkça söz ettirecek genç siyasetçidir. donanımıyla, hitap konusundaki becerikliliği ve içtenliğiyle şimdiden söz ettirmeye başlamıştır.
sözlük sen bilirsin mutlaka: dünya'da biranın garip tadından dolayı tiksinerek içen bir ben mi varım?
her bira içişimde "votkanın gadasını alıyım." diyorum.