yakın zamanda askere giden arkadaşımı uğurlarken karşılaştığım durum.
otubüsün içi pırıl pırıl gençlerle doluyken aileleri ise göz yaşlarını tutamayıp ağlıyordu. bir nevi şerefti vatan görevi.
peki onca genç askerligini yaparken elin pkk lısı gelip vatanı bölmek uğruna gençleri öldürmesi.. ne inanç la ne amaçla bunu yaparlar ki. askerlerin de anası ailesi olmadıgını düsünemiyorlar mı?
bir anne el bebek gül bebek yetiştirip büyüttügü evladını elin orospu çocuguna boş bir amaç uğruna öldürsün..
Avrupada yapılan anketde "siyasette mertebeniz neresi olmasını isterdiniz?"sorusuna%87 kadarlık kısmı"eğitim almadan cevaplıyamıcağım bir soru"derken, kalanıda millet vekili yardımcısı olarak baslamak isterim cevabını veriyor. Bu anket Türkiyede uygulanıp yoldan geçenlere soruldugunda "bakan, basbakan hatta cumhurbaskanı olmak isterim cevabı veriliyor". Kahvede muhabbet ederken turkiyeyi kurtarır bu tür insanlar.
edit: Sizce bu basit ayrıntı olabilir mi bizim avrupadan farkımız?
Karizmayı sağlama almanın ilk şartı iyi bir stres yönetimi. Her an endişeli ve telaşlı birinin özgüvenli bir görünüm sergilemesi, dolayısıyla karizmasına sağlam bir temel oluşturması mümkün değil. Bu yüzden, en stresli zamanlarınızda bile telaşınızı yüzünüze vurmamayı, hızlı hareketler ya da aceleci kararlarla hayatı kendinize zehir etmemeyi öğrenmeniz gerekiyor. Bunun için sizi strese sokan herhangi bir durum karşısında derin bir nefes alın ve sanki problem size değil, bir başkasına aitmiş gibi.
-Al Pacino kadar özgüvenli olun.
Karizma tam olarak özgüven demek değil, ama özgüven karizmanın en önemli temel taşlarından biri. Özgüveninizi inşa etmek için hatalarınızdan pişman olmak yerine, onlardan ders alın. Onu sergilemek için ise öncelikle bedeninizin duruşunu gözden geçirin. Aşırı olmasa da dik durun. Kamburunuzu çıkartmayın. Birileriyle tokalaştığınızda elini sıkıca ve güven verecek şekilde kavrayın ve hemen çekmeyin. insanlarla konuşurken yüzlerine bakın.
-Sean Penn gibi eşitlikçi olun.
Karizmatik insanlar kendilerine güvendiklerinden etraflarındaki insanları aşağılama ihtiyacı da duymazlar. Bu nedenle kiminle iletişim kurarsanız kurun ona eşitiniz olduğunu hissettirin. Bu sizin değerinizi azaltmak yerine, kendi değerinizden ne kadar emin olduğunuzu ifade eder.
-Richard Gere kadar duygusal olun.
Bu size mantıklı gelmeyebilir ama, karizmatik insanlar duygularını güçlü bir şekilde yaşar ve ifade ederler. Bu elbette her an ağlamaya hazır olmak anlamına gelmiyor. Ancak ölçülü hareketlerle duygularınızı dışa vurmanız da kendinize olan güveninizi ve samimiyetinizi ifade etmenizi sağlar.
-Hugh Grant gibi jestleriniz olsun.
Konuşurken el ve yüz hareketlerinize dikkat edin. Aynada arada bir kendinizi konuşurken izlemeniz ya da yapacağınız minik bir kamera kaydı işe yarayacaktır. Hareketlerinizi aşırı hızlı ve büyük olmamalı, ancak hiç hareketsiz de konuşmamalısınız. Arada bir kaş çatmak, elinizin bir hareketiyle konuşmanızı güçlendirmek karizmanıza karizma katacaktır.
-Johnny Depp gibi insanın yüzüne bakın.
insanları dinlerken herhangi bir yere değil, doğrudan gözlerinin içine ya da yüzlerine bakın. Konuşurken de benzer şekilde başka bir yere, özellikle aşağıya bakmayın. Ne söylerseniz söyleyin birinin yüzüne bakarak yaptığınız konuşma karizmanızı güçlendirecektir.
-Nicolas Cage gibi tane tane konuşun.
Çok hızlı konuşmaktan kaçının. Kelimelerinizi seçerek ve yavaş konuşun. Ama iki kelimeniz arasında reklam alınacak mesafeler de koymayın. Bunun için en iyi alıştırma sesli kitap okumaktır. içinde bol miktarda konuşma geçen kitapları vurgularınıza dikkat ederek okuyun. Sesinizi kaydedin ve nerede hata yaptığınızı kendiniz keşfedin.
-Colin Firth gibi zarif olun.
Size nasıl davranılmasını istiyorsanız insanlara öyle davranın. Böylece olmadık iletişim kazalarıyla karşılaşmazsınız. Nezaket zayıflığın değil, aksine gücün ve karizmanın işaretidir.
-Bob Dylan gibi orijinal olun.
Başkalarını taklit etmeyin. Orijinal olmak karizmanın en önemli işaretidir. Taklit ettiğiniz kişi dünyanın en güçlü, en zengin, en ünlü, en seksi kişisi bile olsa siz o olmadığınız için, doğrudan taklitçi kümesine düşersiniz.
-Jude Law gibi bakımlı ve temiz olun.
Sanıldığının aksine bakımsız ve pasaklı erkekler karizmatik değillerdir. Bir zamanlar öyle zannediliyorlar, daha doğrusu kadınlar tarafından kandırılıyorlardı. Ancak hippi erkek modası kalkalı çok oldu. Temiz ve bakımlı, kendine, görünüşüne özen gösteren bir erkek pek çok kadını mıknatıs misali çekecektir. Etrafınızdaki kadınların size bakıma muhtaç bir çocuk gibi değil, olgun biri gibi davranmaları ise karizmanızı çiçeklendirir.
bunları okuduktan sonra yok ben okucam diyosanız buyrun.
1. Balkona 50 kişinin çıkması ......sonucu meydana gelen toplu ölüm. *
2. TEM'de seyreden araçtaki 5 kişinin radyoda oynak şarkı çalınca aracı
sağa çekerek otoyolda göbek atmaya başlaması ve 3'ünün ayrı ayrı
araçların çarpması sonucu ölümü. *
3. Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısındaki taşı çıkarmak için
ayağını silkeleyen kişiyi elektrik çarptığını sanan bir başkasının
akımdan kurtarmak amacıyla kafasına kürekle vurup öldürmesi.*
4. Midesine sinek kaçan bir kişinin sineği öldürmek için odaya sıkar
gibi ağzına sheltox isimli ilacı sıkması ve sinekten beter ölümü. *
5. Mühendisin kontrol için geminin buhar kazanına girdiği sırada bundan
habersiz bir gemi personelinin kapağı kapatması ve geminin sefere
çıkmasıyla mühendisin ölümü.*
6. Aynı işyerinde biri gündüz biri gece vardiyasında çalışan baba-
oğulun motorsikletle eve giderken sert bir virajda karşılaşıp
birbirlerine selam vermek isterken çarpışarak ölmeleri. *
7. Nüfus sayımı nedeniyle kendisinden başka kimsenin bulunmadığı yolda * sayım görevlisinin bariyerlere çarparak ölümü *
8. Karabük demir-çelik fabrikasında 600 tonluk pres makinasının
arasından emekleyerek geçen işçinin 2450 santigratlık fırından
sigarasını yakmaya çalışırken can vermesi. *
9.Tıraş olurken berberin rahatlatır diye boynu aniden sağa sola
çevirme hareketi sonucu küt diye boynu kırılan müşterinin koltukta
rahmetlik oluşu. *
10. Bir vatandaşın yatağındaki tahtakurusunu öldürmek için yaptığı
ilaçlamadan sonra uykuya dalınca tahtakurularıyla birlikte
çocukluk yıllarımızda adapazarı garının bir durak öncesinde bulunan mithatpasa tren istasyonunun karşısındaki tcdd esya ambarında futbol oynarak büyümüştük. iki tarafı uzunca tellerle boylamasına çevrili ve 2 metrede bir direlerin üzerine monte edilmis olması bizim o zamanki en büyük ve gercek sahamızdı. çocukluk yıllarımızda futbol oynancak yer yoktu. mahalle baskısı sokakta oynamamıza izin vermezdi ve burası bizim için bir nimetti. boylamasına kısaydı. enlemesine fazlaca uzundu. daha başında yol ikiye ayrılıyordu. biri devamlı olarak yükselirken diğeri sabitti. yükselen yol ambarın iç kısmına giriyordu, tırlar mal yükleme işlemlerini bu yoldan gideriyordu. boylamasına oynardık genelde, çocuk oldugumuz için mesafe yeterli oluyordu ilk zamanlarda. bir tellerin arkasında tren rayları diger tellerin arkasında evler oldugundan kaleye geçen kisi top kaçtığında geçtigine pişman olurdu her seferinde. ama bu bizi yıldırmazdı. ambar devlete ait oldugu zamanlarda bekçi olurdu. mesafe oldukca uzaktı bizim oynadıgımız yer ile bekçinin bulundugu yer arasında. nedense o hareketlendigini gördügümüz gibi kaçısırdık. bir süre sonra işten ayrıldı ve ambar özelleştirildi. o yaşlarda 2 3 arkadaş bir araya gelip ''burda oynamamız sorun olur mu'' diye sormaya gitmistik. bekçinin olmamasıyla korkumuz kalmamıştı. görüsme sonrasında izin verildiginde ilk defa bekçinin bulundugu genis yerde oynucaktık. büyüktü, çocukluk ruhuyla etkilenmistik ve orası bizim sahamız olmuştu. mahalle maçlarını yapıcak harika bir alan bulmuştuk. ve büyüdük koca kazıklar haline geldiğimiz halde orda oynamaktan vazgecemedik. her kösesinde hatıralarımız vardı. ve bu bir alışkanlık haline gelmişti. çocuk olmaktan ziyade orda top oynamak genç oldugumuzu hatırlamaktı.
geçenlerde burda yaşadıgım bir durum. arkadaşlar toplanıp 3 gündebir 5 gündebir denk geldigi kadar her bir araya gelişimizde orda sıkı bir maç yapmadan etmezdik. yine öyle yaptık. oynarken aldıgımız haz yüzümüzden akan su gibi tere aldırmayışımızda yatıyordu. sadece oynamak. topun bahçeye kaçması bizi durduran tek engeldi. sadık, futboldan pek anlamazdı ama kocaman bir kalbi vardı onun oynuyor olması yeterdi bizim için. kaleye verilen geri pas sonucu sol ayagının dış kısmıyla gelişi güzel vurarak sağ taraftaki tel örgülerin arkasındaki bahçeye atmasıyla bir imkansızlıgı daha başararak kendini bir kez daha kanıtlamıştı. bunu bahane bilerek dinlenmeye başlamıstık. mahallenin küçük sıpalarından birini yollıyarak almasını söyledigimizde adeta birbiriyle yarışmaları, telleri örümcek gibi aşmaları görülmeye nazır bir durumdu. çocukların topu atması 2. santranın başlayışı gibiydi. ve aynı hızla arakesmeden devam ederdik oynamaya.
gece karanlıgını farketmemiz, ve ambar ışıklarının aksam ezanından yarım saat sonra kapanmasıyla bitiş düdüğüydü. herkez eşyalarını alıp ambar çıkısına dogru 50 metrelik mesafeyi agır adımlarla yürümeye başlardık.
emre, ilkokuldan arkadasım; ciddiyetiyle bilinen bir insandı. yorgunluktan olsagerek ki şu geçen diyaloga ne demek istediğine hiç birimiz anlam verememiştik. toplu şekilde yürürken;
demek istedigine anlam veremedim ve öylece baktım. yürümeye devam ettik. basit bir saçmalamaydı, kimse gülmedi bu anın bozulmasını istemiyordu çünkü. emre inattı kendi bildigi yanlıs da olsa karşı tarafa dogru diye savunur ve kendi savınızı unutursunuz onun karsısında. arkadaslar bunun bilincinde oldugu için ''sıçtı bari bırak sıvazlamasın'' dercesine susuyorlardı. bu durum son zamanlarda yaşadıgım en ilginç anıydı ambarda yaşadıgım.
ve eve vardıgım andaki kapıda degismeyen tepki * annem:nerelerdesin sen, kan ter olmuşsun..!!! dsba.:anne top oynadım.* annem:allah iyiliğini versin, çıkar üstünü üşütcen çabuk.!! dsba.:amin anne verir mi dersin ya? annem:hadiii..üşütme terlisin zaten.
kocaman kazık olmama ragmen bu yasadıklarımdan çocukluk yıllarımdaki gibi aynı zevki alıyorum. ve kendime,
''her yaşta çocuk olunabiliyormuş''diyerek gülümsüyorum. akabinde ansızın gelen ses,
an ve an yaşadıgım durumdur.istanbula ilk geldigim zamanlarda minübüslerde öğrenci sivil ayrımının yapılmadıgını bilmedigimizden dolayı oluşmuş komik durumdur.incirliden haznedar minübüslerine 3 arkadaş binip ben şöförün yanına gidip,
dsba.:usta öğrenci ne kadar?
şöför:...* dsba.:şurdan 1 sivil 2 öğrenci alır mısın?
şöför:asker de var mı? dsba.:...*
yurt ortamında yakın zamanlarda yaşadıgım bir durum.tuvalette kulaklıkla giren arkadasım ellerimi yıkarken kasmadan ''zarrrrt , zurrrrt'' gitmesi beni kopartmıştı. arkadaş çıktı ve,
ark.:ne oldu niye gülüyon? dsba:gök gürlüyorduda hava açık halbuki ona şaşırdım.
ark.:yağmur mu geliyo? dsba:sanmam açıldı şimdi biraz.
ark.:ne? dsba:hayat diyorum ne acayip kuşlar, ağaçlar filan.*
ark.:!?!?
edit 1: bu söz harbi kimi yazarlarda kişilik bozukluguna, depresyona hatta sozlüğe veda etmesine bile neden olabilir.*
edit 2:edit 1 ortaya atılmıs doğrulugu kanıtlanmamış kuramdır.*
(bkz: küfür sözlük formatına aykırıdır)*
ağıran dişimi çektirmek için hastaneye gitmiştim.annem dolgu için gelince ablam da bize eşlik etmişti.sıra aldık ve kapıda beklerken, kahvaltı yapamadıgım ve uykusuzlugun etkisiyle kötü olmaya basladım.hava alma ihtiyacı duyarak merdivenlerin köşesinde kapıyla bulusan duvarına yaslanarak kafamı geriye yasladım dinlenmeye çalısıyordum.bir kız çocugu farketttim orda, kendince eyleniyordu.mutluydu.bense; duvara yaslanmıs öylece bakıyordum ona, eski bir hırkası , kirlenmis pantolonu ve beyaz ama beyazlıgından eser kalmamıs ayakkabısıyla fayansları kafasına göre orantılıyarak kendince sek sek oynuyordu.derken kapı acıldı orta boylarda bir kadın çocugun kolundan hızlıca çekerek,
diyerek iteleyisini görmüstüm. kendime ''mani olabilir miydim'' diye sordugumda yanıt belliydi, ''hayır''. çünkü annesiydi. kitlenmis bakıyordum öylece annenin caniligine, bir anlık sinirle çocuga atılan tokat ve savurarak götürmek.''nasıl anneler varmış dedim kendime'' sonrasında '' kanıt mı, işte sana kanıt''.ablam kapıyı açtıgında,
-iyimisin?
dediginde boynumu sallıyarak içeri girdim.
anne cocugunu dövebilir, beter edebilir, hatta öldürebilir ama çocuk yinede ''sol yanim aciyor anne'' şiirindeki anlatılanlar gibi annesine olan hasreti hiç bitmeyecek ve hep bir kösesinde o eksikligi hissedecektir.
böyle bir cocuk ne pahasına olursa olsun anneyi severken bir annenin çocuguna karsı bu tavrı ve bu tavra anlam veremeyip hicbir müdahalede bulunamamak hayatta çaresiz kalınan anlardan biri olsagerek.
gecenın bir yarısı eşorfamla dışarı çıktıgınızda karanlıkta cebınızden çıkan fermuar sesini pantolon fermuarının sesi zannedilmesidir.
-salih abi uyku mu tutmadı.?
+biraz öyle oldu..*
-kusura bakma abi, benim tercihim kadınlar..!!!
+ne diyon olum??..al iç bi sigara.!
-abi bu sigara etli puro filan mı? seni yanlıs mı tanıdım yaa!!
+?!'?
''Bu Japonlar neden sürekli fotoğraf çekerek gezerler?" diye merak ederiz, meğer bu olayın aslı sandığımızdan çok başkadır. Her Japon'un yılda 2 kez yurtdışına çıkması mecburidir. Ancak Japonlar'ın gittikleri her ülkede fotoğraf çekmeleri de zorunlu!*
Yüzbinlerce insanın çektiği milyonlarca fotoğraf, devletin sırf bunun için kurulmuş bi biriminde incelenip arşivleniyor.japonlar bu şekilde giyimden kuşama, alet edavattan binalara kadar her şeyin fotoğrafını çekip son trendleri, eksikleri gedikleri inceleyerek ona göre teknoloji üretiyolar.gavur yapıyo abi dedirten bir durum.
baykal'ın ögrenciye hangi okulda okuyorsun sorusuna, ergenekon ilköğretim okulu demesi o yaşta verdigi o cevaba takdir edilmesi gerekir.23 nisanın belkide o gün işte 23 nisan ve çocuk bayramı bugün dedirten olaydır.
en abzürt zamanda çalan telefondur.zamanlaması harika oldugundan arayanı 'tebrik etmek' gerekir.'en güzel anımın içine s*çtın' değimi bu durum için söylenmis olsagerek.
yasi daha 16yı bile gecmemis gencecik hayatının baharındaki kızların böyle bir duruma maruz kalmasi hayallerinin sona ermesi midir,yada hayattan kopması.o günden sonra hayata tekrar tutunmak için gösterilecek cabaya o yasta nasıl baslasın ki.