diplomamı alırken, mezun olduğumdan çok, kurtulduğuma sevindiğim yerdir. altyapısı itibarıyla bir lise, eğitim kalitesi itibarıyla ise anadolu'nun bir ilçesindeki meslek yüksekokulu seviyesindedir. hoca kadrosu felakettir. lisedeki canım hocalarımdan sonra buradakiler şok yaşatmıştı bana. sadece yemekhanede öğle yemeğini yemek için gelen hoca vardı yahu.
17 ağustos 2011 günü saat 14:00'te başlamış etkinliktir. galatasaray üniversitesi'nden doç. dr. volkan demir, http://www.facebook.com/garanti adresinde, yeni türk ticaret kanunu ile ilgili soruları canlı olarak cevaplamaktadır. uzman var dediler, geldik.
şalvar kesimli, koyu renk, her tarafı cepli kot; "o" harfi gibi içe kıvrık bacaklar; düz tabanlı spor ayakkabılar (işe gidiliyorsa siyah ve upuzun sivri burunlu deri ayakkabı); ayak burunları dışa dönük paytak basış; kanat gibi iki yana açılmış, damarlı kollar; bir elde cep telefonu, diğerinde sigara paketi; kirli sakal; horoz kuyruğu modeli, kabarık ve jöleli saçlar; sık sık yere atılan çöpler (genelde sigara paketi veya izmarittir); her cümleye amq diyerek başlamak, "fesbuk", futbol ve kız dışında konu konuşmama; yanından geçtiği ağaç ve çalıların yapraklarını yolma; periyodik olarak yere tükürme; durupdururken yanındaki arkadaşlarının ensesine, sırtına tokat atma...
taşındıktan sonra pişmanlık denizlerinde boğulduğum ilçe. "merkezi yerdir, biraz daha medenidir" diye kiraladığım, çarşı içinde evceğizimin içinde oturmuş, kira kontratımın bitmesi için gün sayıyorum. dışarı çıkmayı sinirlerim kaldırmıyor. hele haftasonu akşamları... neden mi?
1- yanınızda bir genç ve güzel bayan varsa, hele hele tek başına sokağa çıkma cesareti göstermiş bir bayansanız, cumartesi ve pazar akşamları çarşı içinde yürümenizi asla tavsiye etmem. sözkonusu bayan kapalı giyinse de farketmiyor. arizona eyaletinden daha fazla apaçi var burada. çoğu dörtlü gruplar halinde dolaşıyorlar. bayanları rahatsız etmek ve insanlarla alay etmek dışında hiçbir şey yapmadan, dirsekleriyle birbirlerini dürte dürte, yayık yayık gülerek çarşıyı bir baştan diğerine arşınlıyorlar. yanınızdaki bayana laf atılması, çirkin hareketlerle ve bakışlarla taciz edilmesi, tek bayansanız canınızdan bezmeniz, bu akşam değilse yarın akşam gerçekleşecektir. bedensel bir özürünüz veya giyiminizde bir farklılık varsa da aynı kader sizi beklemektedir. gözümün önünde, kırk-elli yaşlarında evli bir çifti taciz edip bayanı rahatsız ettiler. adamcağızın sinirden dudakları titredi.
2- şalvar kotlu apaçi kopilleri, ikili-üçlü gruplar halinde siyah bir köpek gezdiriyor ve bu köpeği yirmi metre önde yürüyen arkadaşlarının üzerine salıyorlar. kaldırımda yürürken, arkanızda havlayarak gelen, tasması -daha doğrusu boynundaki ipi- çıkarılmış siyah bir köpek ve bu köpekten korkup kaçışan kadın ve çocuklar sık rastlayacağınız bir görüntüdür. dün gece iki yüz metre mesafe içinde üç tane saydım bu köpeklerden.
beni ümraniye'ye taşınmaktan caydırmaya çalışmış olan tüm dost ve akrabalarım. çok haklıymışsınız. sözünüzü dinlemediğim için pişmanım. katil olmadan şuradan kurtulursam, yaş farkına bakmadan hepinizin ellerinden öpeceğim.
Bana "sözlüğe hoşgeldin" deyüb ağurlamış, efendi bir yazardur. Uykulu gözler ile nik'ini "Mesut Börek" sanub börekçiden ikram var diye heveslendiysem de heyhat... Yine de sağolasın ey oğul.
Televizyon alatında seyretdiğümü hatırlarım. Saçsız başı her gün muntazaman bir mandaya yaladunca saç çıkıyor deyi bir haber yabılmış idü. Hatta bir adamın kellesinde tecrübe eyediler (gerçi manda bu işin hikmeti nedür deyi biraz tereddüd etdi gibi gördüydüm). Arkadan da bir hekime sual edildikte, hekim "Mandanın dili zımpara kibindir, belki kan deveranını artdurur. Tükürüğünde de kimyevi bir hususiyed olabilür" dediydi. Bir başka zaman da saçsız başa sarmusak püresi yayıb demir bir tarak ile kazıya kazıya tarayarak saç çıkarduğunu iddia eden bir kadın çıkmış idi. Başa sarmusak püresi sürülende saç çıkar mı bilinmez amma abartumandakileri ardçı deprem bekleyenler kibin sokağa çıkaracağı muhakkakdır.
Mektebteki tarih kitablarımızda, ecnebi isimler okunduğu gibin yazar idü. Hiç unudmam, Haçlı seferlerine katılan bir "Fılandır Kontu Boduvan" dan bahsedilürdü. Aynen böyle yazularak... Soylu bir ailenin oğlu imiş. Pederi en bahalısundan bir zırh yapdurmuş ona sefere çıkar iken. Anadolu'da bir akarsuyu geçer iken, bu zırhun ağırlığundan atıyla beraber çamura gömülüp boğulmuş kafir.
Kendisü zenci olan Maykıl Ceksın nam muganninin dahi Hitler hayranı olduğu söylenür. Bizde kendülerine bu vasıf yakışturulan iki meşhur isim Nihal Atsız ve Yunus Nadi'dür. O kadar kim, Yunus Nadi'ye "Yunus Nazi" derler imüş.
Altan Erbulak nam sanatkar yeni çıkan icadlara ek meraklı idi.Hem VHS hemi de Beta video oynaducularını ilk çıkdığı zemanlarda memlekede ilk getürdenlerden idi. Kendü gibin meraklı bir de tamircisi var idi. Video oynaducuları bozuldukta ol tamirciye gödürmüş. Tamirci VHS'yi de Beta'yı da ayrı zemanlarda incelemiş ve dahi tamir edebilmüş. Hem de her iki formadın da iyi kötü yönlerini söylemiş kim, Erbulak bu tamirciyi "geleceği gören ademoğlu" deyi anar idi.
Bal Mahmud nam şahıs Atatürk'ün sofra ve sohbet arkadaşı idü. Yeşilköy'deki Baler Motel isimli bir moteli var idü. Bilmem hala durur mu? Televizyon alatında da gözükürdü pir-i fani olarak. Bir fıkra anladmışdu yaklaşık şöyle:
Eski zamanlarda Mesdan ile Hüsmen Hacca gideceklerdür. Yürüye yürüye...ikisi de her gördüğü nesne üzerinden diğerüne bilgiçlik taslar idi. Kırklareli'ni geçip istanbul'a gelürler. Bir faydon görürler. Hüsmen "bakasın" der "buna faydon derler. Çok binmişimdir buna"... izmid'e gelürler, bişmaniye görürler. Mestan "bakasın" der "buna bişmaniye derler. Çok yemişimdir bundan". Nihayed, gide gide Hicaz'a varurlar Burada develeri görürler kim ikisi de hayrete garkolur. Lakin birbirine belli edmek istemezler. Hüsmen bilmiş bilmiş, develeri gösterip "nelere bak nelere!" der. Hüsmen dahi altda kalmaz cevab verür: "te be ööle olur onlar be yav".
Bahçelievler semtinde icra-i sanat eyleyen Küçükahmedoğlu Osman nam müderris, ben fakiri ilim irfan sınıfına girmek niyyedinden cayduran zatdır. Kendisiyle müşerref oldukta "böyle mi olur alim, yazık!" dedirtmişdür. Sayesinde memleked benim gibi bir molla namzedi kaybedmiş, amma bir muhasebeci kazanmışdur. Ders anladurken zorlanur, cümle kurmakda eziyyet çeker idi. Hem şivesinden, hemi de kelime haznesinün darluğundan, ziyadesiyle işkence yaşadurdu talebeye. iktisad ilmine aid olduğunu zannetdiğüm bir kısım malumatı saatlerce lazca dinlemek azabına duçar olurduk. Kendisün okulda bulmak ne mümkün!... Lakin öğle yemekleri içün muntazaman ve koşar adımla yemekhaneye gelür idi kim, anı görmek isteyen talebe yemekhane kapısunda Medine dilencileri gibi bekleşirdü. Kız talebeye hususi alaka gösderirdü. Telif etdiği bir risale, bir kitab var mıdur bilmem. Kendisini medreseden kim mezun eylemiş, kim el vermiş, kuşağınu kim bağlamıştur merak ederim.
Heyhat... Ol parkın içinde, akvaryumların olduğun yamaçda, her tarafı camla kablı bir küçüçük yapı var idi. içerisi, doldurulmuş, kurudulmuş bilumum hayvanad ile dolu idi. Sincablar, admacalar, rengarenk kuşlar sankim canlu gibin gözükürdü. Bu fakir tıfıl iken, canlı hayvanlardan ziyade buradaki doldurulmuş mahlukadı merak ederdi. Parmak uclarında yükselib burnunu cama dayar hayred ile bakurdu içeri. Gelmez mi geri ol eyyam ya pir Moonlight sonata!
Temenni ederiz kim eşki sözlük'den hiç kimesne bu faaliyedün isminü ingilizce'ye tercüme edmesün, kefere feleğinü şaşırub kaçar: "The husband's hand meets art". Medet ya pirim Moonlight Sonata!...
Ol moderatördür kim bu kulunuza yazarluk payesini layık görmüş, kuşağumu dolamış, Ulu Sözlük loncasına kabul için el vermişdür. Sağ olasuz ya pir, ya mürşid...
Ahmed Hulusi nam yazarın bu ecinni taifesi için pek meraklı bir nazariyesi vardur. Der ki cinler radyasyon zehirlenmesi meydana getiren mikrodalgalardan yaradılmışdur. O sayededür ki çabucak uzak yerlere gidebilür, kapalı mekanlara girebilürler. ispiritizma seanslarında "ruh" diye gelenler, veya uzaylı diye zuhur edenler aslında bu mahlukatdür.
Neslinden gelen evladını bu okuldan uzak tutasun. Hele Bahçelievler'deki iktisat nam bölüme zinhar yanaşdırmyasun. Adı sanı duyulmaduk, yayın nedür bilmez, ders anladurken ilkmekteb talebesi gibin kıvranan hocalardan ders almasunlar, vasiyetimdür.
Keferenin "ATM" (automated teller/transaction machine) veya "ABM" (the automatic banking machine) dediği bu cihazlardan bir tanesi ilk evvel 1961'de Nevyork şehrinde bir bankaya takılmış idi. Bu cihaz sadece para yadırmak için kulanılur idi, para vermezidi. 6 ay sonra, talep yok diye söküldü canım alet. Sonradan, isveç ve ingiliz keferesi mühendisleri ayrı ayrı çalışıp kendi memleketlerinde bu makinelerden üreddiler. 60'larda bu iki memlekette de kullanılır oldu bu acib makineler.
iddia edilür ki bu iksiri, kendini hekimlerin şahı olarak gören isveç'li Paracelsus 16. asırda icad etmişdür. 18. asırda Samst namında bir başka hekim yeniden gün yüzüne çıkarmışdur. Samst'ın kendisi 104 yaşına kadar yaşamış ama vefadı dahi yaşlılıktdan değil atdan düşmekle vuku bulmuştur. En son, ol iksiri Maria Treben nam bir kadıncağız cihana tanıdmışdur. Muhteveasında on beşe yakın madde bulunub, bizim mesir macunu gibin her derda deva olduğu söylenür.
Evvel zamanda Venezuella memleketinden çıkmış yaman bir terörist var idü ki kendisine Çakal Karlos derlerdi. Eşyaları arasında Frederik Forsayıt'ın "Çakal'ın Günü" romanı çıkınca ingiliz gazetesi Gardiyan ona bu lakabı yakışdırmış idü.
Ciovanni nam ol istanbul beyefendisi pek acib, nev'i şahsına münhasır bir şahsiyyetdür. Lakin kendisinin "istanbul Gizemleri" nam risalesidür ki beni sükut-u hayale uğradmışdır. Bir hevesle, kıymalı börek yimeye çökmüş bir kolağası edasıyla elime alıp okumaya davrandımsa da, hep boş hamur geldi damağıma. Bir tutam kıyma ya var ya yok idi içinde. Pek az malzeme ile yazmış risaleyi çelebi. Heyhat...