Bittorrentin ortak kurucularından biri. Zamanında “amerika’nın en salak askerleri” diye bir site açmış. Irak’taki savaşta amerikan askerlerinin ölüm şekillerine göre salaklık seviyelerini puanlıyorlarmış.
Hollywood, Disney, Apple Gibi şirketler torrent sitesi yüzüden kendisine telif arıyorlar ve torrent sitesiyle ilgili mail atıyorlar, bu arkadaş da maillere “fuck yourself” diye cevap veriyor.
Kaynak: TPB AFK: The Pirate Bay Away from Keyboard (TPB AFK) adlı belgesel.
Linkteki çocuktur. Hayretler içinde izledim. Emrah safa gürkan’ın da dediği gibi umarım söyledikleri ezberletilmemiştir ve bu ülkeden gider de kendini kurtarır. (bkz: yürüyedur çocuk)
“bir gün daha çaldım sensizlikten. zor da olsa vurdu saat gece on ikiyi... şimdi önümde yeni bir sensizlik var. içinde, beni neyin beklediğini bilmediğim yirmi dört saat daha var... sonra o da geçecek... işte böyle kovalayacak birbirini yarınlar. derken unutucağım seni, unuttuğumun farkında bile olmadan. doğrusu da bu zaten, aksi halde hatırlamış olur insan. “onu unuttum” demek bile hatırlamaktır. bu cümleyi aklıma getirmeyecek derecede unutmalıyım seni. izin kalmamalı... başkasını ararken yanlışlıkla senin numaranı çevirmemeliyim, kendimle dalga geçeceksem bu başka bir şey için olmalı... sana dair hiçbir fikir kırıntısı kalmamalı beynimde. zaman aşımına uğramalı tüm tasalar. hiç sevilmemiş, hiç yaşanmamış gibi yabancılaşmalısın. tesadüfen bir yerde adın geçtiğinde, irkilmemeliyim. hakkında sorulan her soru cevapsız kalmalı. çok seven insan aynı ölçüde unutmalı...
seni birgün hatırlanmamak üzere sileceğim. ama şimdi değil, çünkü ardında bıraktıklarından öğrenmem gereken çok şey var daha. eğer gerçekten dendiği gibi ayrılıklar-acılar insanı adam ediyorsa, ben kızmamalıyım gidenlere. ben senin ve senin gibiler sayesinde birgün adam olacağım. ama şimdi değil. çünkü dersini çıkarmam gereken çok ayrılığım var benim. “adam olmak adına, nice ayrılıklara...” bak gördün mü böyle dalga geçmeli insan kendisiyle. yanlışlıkla o numarayı tuşladığında değil...
şu durumda bile gülümseyebiliyorsam, epey yol katetmişim demektir seni unutma yolunda. acaba diyorum bu yazıyı yazmasa mıydım? neden dersen canım acımıyor ki? yani yazıya başladığımdan beri bir tek sigara dahi yakmadım. evet, çok az kalmış seni unutmama... bunu hissediyorum... yazmasam da olurdu ama ölmek üzere olan yokluğuna can çekiştirmek hoşuma gidiyor! amatör bir şairin intikamı olsa gerek bu...
oysa ben bunları yazmak için başlamamıştım sana. hatırlıyor musun o ilk günü? insanın tanımadığı birinin masasına yaklaşıp, o tatlı gerginliği yaşayarak “merhaba” demesi ne kadar garip. kimbilir neler düşünmüştün o an... beni senin yanına iten şey neydi diye çok merak etmiştim zamanında. elinde sigaran, bakışlarını bir noktada toplamıştın. buydu belki de beni sana çeken manzara. ben sessiz insanları, az konuşan insanları hep tanımak istemişimdir. çok sustuklarına göre vardır anlatacakaları bir şey mutlaka diye düşünmüşümdür. neden sonra farkına varmıştım kaybolmuş bir insana selam verdiğimin. neden az konuşuyorsun diye sorduğumda verdiğin cevap etkilemişti beni. “susturdular...” anlıyordum. neden diye sormaya gerek yoktu. artık bakışlarını topladığın o noktanın yerini benim yüzüm almıştı, konuşmaya başlamıştın nihayet... “dinleyecek bir insan buldum” diyordun ya da buna inanmak istiyordun. suskunluk benim dilime uğramıştı sonra. soru sorma sırası sendeydi bu sefer “sen de pek konuşmuyorsun, neden? ” benim cevabım seninkinden biraz farklıydı. “kelimelerimi çaldılar, bana söyleyecek söz kalmadı” sonuçta ilk ortak noktamızı bulmuştuk, -susmak-... ikincisi ise, yani karşılıklı yaşadığımız en gerçekçi şey -ayrılmak-... ve nihayetinde –unutmak-... farkında mısın bilmem insana hoş gelen hiçbir ortak yönümüz yok... hep kaybetmek üstüne, susmalarımızın içinde bile yenilgiler var... insan, ilk başta iki yaralı kişinin birbirini daha iyi anlayabileceğini, mutlu olmak adına birbirlerine daha sıkı sarılabilecğini düşünse de, aslında tam tersi doğru... biri hasta, biri doktor olmadan olmuyor aşk... o yüzden bizim mutlu olmamız uzak ihtimaldi....
ben, bugün bunları yazmak için gelmemiştim o masaya. gel gör şimdi unutmak üzereyim. pek sevimli değil bu... -bir insanı unutmak - anlamı olmalıydı oysa geride kalanların... biz şimdi onca zamanı unutmak için mi yaşadık? geriye birkaç şey kalmalıydı hatırlanmaya değer... akla geldiğinde insanın içini titreten, anlatıldığında dinleyen kişiyi düşündüren, en azından bir sigara yaktıracak kadar burukluk veren bazı anılar kalmalıydı geriye... demek ki biz unutmak zorunda kaldığımız tüm zamanları biraz boşa haracamışız. şu an benim aklıma gelen zamanlar’ın çoğu zorlama... belki ilerde bir anlamı olur ümüdiyle, adettendir diye yaşanmış, klişeleşmiş şeyler...
galiba zamanı geldi de geçiyor. eğer yapacak bir şey kalmadıysa en doğrusu bu, unutmak!
göreceksin seni hiç bir şey olmamış gibi... seni, yüzüme o tatlı gerginliği alıp da masana hiç yaklaşmamış gibi... adını hiç duymamış, ellerinden hiç tutmamış gibi... hiçbir anı, hiçbir geceyi, hiçbir mutluluğu ve hiçbir acıyı yaşamamış gibi unutucağım... sonra bu yazının karşısına geçip, yine hiçbir şey olmamış gibi okuyacağım senden kalan kırıntıları...
üzgünüm, yapacak hiçbir şey yok artık...
belki de unutmak, adam olmaya çalışan insanların tek silahı...”
Ben olan erkektir. (bkz: swh) çünkü evlenmeyi düşünmüyorum. Olur da evlenirsem, çocuk yapmayı düşünmüyorum. O çocuk ne kadar istemesem de benim gibi olacak, bu ülkede mutsuz olacak, bir de onu ne kadar koruyup kollasam da elbet bir şey olacak ve çocuğum psikolojisi kötü etkilenecek. Çok sevdiğim bir psikiyatrist olan agah aydın şöyle demişti bir programda “bir çocuğu yetiştirirken ne yaparsanız yapın kusursuz psikolojide yetiştiremeyeceksiniz, her zaman bir eksiği olacak, her zaman bir şey onun psikolojisini kötü etkileyecek”. Bu yüzden çocuk, büyüyünce hayata, bana ya da olumsuzluğa sebep olacak bir şeye küfür edeceğine, mutsuz olacağına, hiç olmasın daha iyi.
Sonra, pek insan sevmiyorum, çevremde de çok az insan vardır, o zamana kadar da bu durum böyle gider gibi duruyor. Böylece evimde yalnız başıma öleceğim.
5 aralık 2008 denizlispor fenerbahçe maçından bu yana süregelen gerginlik son sürat devam ediyor. Takım ne yaparsa yapsın düzelemedi o günden beri. Biz de üzülerek takip ediyoruz.
Bu şaka değil ki, teşhircilik yapılıyor ve nedensiz bir şekilde paylaşılıyor video. Komik bir şey yoktu videoda. Hayatımdan birkaç saniye çalmış, saçma video.
Edir: porno sitesi reklam için çekmiş bu videoyu, şaka falan yokmuş. Güzel bir pr ve reklam çalışması, tebrik etmek lazım.
"tıpkı bir evde yaşadığımız gibi, düşünce sistemi içinde yaşarız ve eğer zihinsel evimiz limitli ve sınırlanmış ise, daha iyi ne tür yapıların kullanılabilir olduğunu bilmemiz gerekir."
Selam, benim bu. Her şeyle dalga geçebilirim ama düşüncelerim öyle mi, hayır. Normalde obsesiflik derecesinde kafaya takıyor, düşünüyorum. Bundan hiç memnun değilim. Kurtarın beni. Şaka şaka beni benden başka kimse kurtaramaz. Öptüm kib bye.
yüzyıl kadar önce, cesare lombroso adında bir italyan doktor, bugünkü paleopsikolojinin öncüsü olan kriminal antropoloji isminde yeni bir alan yarattı. lombroso, suçluların ''atavistik'', yani açıklanamaz bir evrim sapmasıyla modern dünyada doğan vahşi,maymuna benzeyen varlıklar olduklarına inanıyordu. tarih öncesinde yaşamış atalarına çektiklerinden, suçlular belirli fiziksel özellikleriyle tanımlanabilirlerdi. gerçekten de maymunların bazı anatomik özelliklerine sahiplerdi: kalın kafa tasları, büyük çeneler, çıkık yanak kemikleri, kalın kaşlar,uzun kollar, kalın boyunlar, vb.
vincenz verveni adında bir seri katil, lombroso için teorisinin geçerli olduğu konusunda ikna edici olmuştur. roma dışında iki kadını boğduktan sonra verzeni, kadınların karınlarını deşmiş ve hatta birinin kanını içmişti. tutuklanmasından sonra vampir katili muayene eden lombroso, kocaman çenesi, kalın boynu, çirkin kulakları ve dar alnıyla bu genç adamın mükemmel bir ''ilkel insan'' olduğunu gördü. çok geçmeden, lombroso sadece fiziksel özelliklerine bakarak ''doğuştan suçlu'' olan birisini tanımlayabileceğinizi iddia etmeye başladı. genç bir şüphelinin mahkemesinde ifade verirken, lombroso, adamın kesin olarak suçlu olduğunu, çünkü büyük kulaklarının, çarpık burnunun, sinsi bir görüntüsünün ve dövmesinin olduğunu söylemiştir.
lombroso'nun ''suçlu adam'' teorisinin bugün tamamıyla çürütüldüğünü söylemeye gerek dahi yok; özellikle de bir katili sadece ona bakarak tanıyabileceğimiz kısmının.
en azından, bir zamanlar tanıdıkları yakışıklı, temiz görünüşlü ve dünyada maymundan başka her şeye benzetilebilecek ted bundy adında genç bir adamla tanışan otuz genç kadın, ünlü doktora ne kadar hatalı olduğunu söyleyebilirlerdi.
Herkes tarafından sevilme arzusu sebebiyle girdiği her ortamda ortamın şeklini alan insanlarda bulunan hastalık. Genelde dışlanmamak için böyle yapıyorlarmış ve tabii ki istemsiz olarak yapıyorlarmış.
Not: bu yazdığım beni tatmin etmedi, daha sonra editlerle düzeltirim.
Edit: ayrıca bu sendromun başlığının daha önce açılmamasına çok şaşırdım.