son iki-üç yıldır zirveye tırmanmış reklamcılıktır. weble uğraşan insanların yaptığı rezil işi tanımlamakta kullandıkları şey aynı zamanda. bu iş Türkiye'de 2011'e kadar pek bilinmese de abd'de 2006 yılından beri var. ama en aktif kullanımı twitter'la başladı diyebiliriz.
"Sosyal medya reklamcılığında ilk ve en önemli adımı Facebook attı. Özellikle 2006 yılında ve sonrasında yaygınlaşan platform gözünü reklamlardan para kazanmaya dikmişti. istedikleri de oldu. Yavaş yavaş anasayfada sağda ve solda reklamlar yayınladılar. Facebook reklamları özellikle iki şekilde kendini gösteriyor. Birincisi herhangi bir ürünü pazarlama amaçlı reklamlar ikincisi ise bir sayfaya, gruba ya da topluluğa referans veren reklamlar. Facebook’un önemini yavaş yavaş anlayan firmalar da boş durmadı ve ‘Paketten çıkan şifreyi Facebook sayfasına gir ve 100 puan kazan’ veya ‘Facebook sayfamızı beğen ve çekiliş hakkı kazan’ tarzı kampanyalar başlattılar. Milyonlarca kullanıcıya sahip platform sosyal medya reklamcıları için vazgeçilmez bir yer. Facebook’un en büyük avantajı kullanıcılarının yaş, cinsiyet, yaşadığı yer, okuduğu okul, sevdiği filmler kitaplar, hobileri gibi bilgilere sahip olması. Bu bilgiler sayesinde kullanıcı odaklı reklam yapabilen Facebook, reklamverenlere büyük kolaylık sağlıyor. Televizyon reklamlarının aksine herkese aynı reklamı göstermek yerine hedef odaklı reklamcılık yapmaya olanak sağlıyor. Bu sebeple hâlâ reklamverenlerin vazgeçilmezi.
Twitter’da reklamcılık iki koldan yürüyor: sponsorlu tweet ve sponsorlu hashtag. Sponsorlu tweet reklamları genellikle bir videoya ya da sayfaya referanslık yapıyor. Sponsorlu hashtaglar ise firmanın isminin veya ürünün sürekli trendtopic olmasını sağlıyor. 2013 ücretinden sonra 1 günlük trendtopic olma ücreti ise 15 bin dolar. Bu meblayı ödeyerek ürününüzün veya firmanızın 24 saat boyunda tüm dünyadaki Twitter kullanıcıları tarafından görülmesini sağlayabiliyorsunuz."
can dündar'ın tüm yetimler çocuklar için yazdığı duygusal bir köşe yazısının başlığıdır.
babasızlar için...
yalnızlar için sevgililer günü yazısı yazmışlığım var. ama bunca yıl yetimler için babalar günü yazısı yazmadığımı fark ettim.
fark ettim; çünkü artık ben de onlardan biriyim.
bu, ilk babasız babalar günüm benim...
* * *
oysa ne kadar da kalabalıkmışız.
kundaktan itibaren üzerine gerilen kanatlardan mahrum kalmış, sessiz, savunmasız bir orduda askere alınmış gibi hissediyor insan...
günün birinde herkesin gönülsüz kaydolacağı, mahzun bir yetimler ocağı...
o babasına sarılmış mutlu çocuklardan reklam panoları, evlatları babalarını sevindirme yarışına davet eden renkli alışveriş çağrıları, babayla geçirilecek mesut bir günün etkinlik duyuruları, babamı seviyorum temalı duygusal köşe yazıları...
meğer babalıların bu şenliği, babasızların yarasına tuz ekermiş.
* * *
geçen aralıkta babamı kaybettiğimde arayan ahmet davutoğlu, taziye niyetine bir hadisten söz etmişti:
adamın biri hazreti peygambere gitmiş, nasihat istemiş.
-baban vefat etti mi diye sormuş hazreti peygamber:
-etti, ya resulullah demiş adam...
hazreti peygamber, öyleyse sana nasihat olarak babanın vefatı yeter cevabını vermiş.
* * *
çünkü yaş almak, evden ayrılmak, evlenmek filan değil, babadan kopmak bitiriyor çocukluğu insan hayatında...
o büyük dayanaktan yoksun kalmak büyütüyor bir anda...
çöken duvarın dibinde filizleniyor âdemoğlu aslında...
yas günümde arayan sezen aksu, çocukluğun elinden alınmış gibi olursun şimdi demişti.
aynen öyle...
insanoğlu, evlatlığını da defnediyor babasıyla birlikte...
önce tutamaksız kalmış gibi sendeliyor.
sonra onsuz yürümeyi öğreniyor.
ve ardından özlemin sonsuzluğu başlıyor.
* * *
insan, babası sağ iken bilemiyor, tahmin etse de konduramıyor:
bu, onu son görüşüm mü?
elini son öpüşüm mü?
yoksa son babalar günüm mü?
o yüzden son kezmiş gibi doyasıya görmek, öpmek, sevmek gerekiyor.
öyle yapabildiğim için şanslı sayıyorum kendimi...
bir süre önce mensubu olduğum ve istemeden koptuğum babalılar dünyasındaki kardeşlerime de bunu tavsiye ediyorum.
yeni katıldığım babasızlar âlemine gelince...
herhalde bugün onlarla mezarlıkta buluşacağız.
babalarımızın saçı yerine taşını okşuyor olacağız.
benimkinde cahit sıtkıdan bir şiir kazılı...
babama, unuttuğu bir türküyü hatırlatan mısralar...
bütün babalara armağan olsun:
* * *
öldük, ölümden bir şeyler umarak,
bir büyük boşlukta bozuldu büyü...
nasıl hatırlamazsın o türküyü,
gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
alıştığımız bir şeydi yaşamak...
sorunları ağırdır bu sorunlardan bir nebze olsun kurtulmak için kendini içkiye verir. elbette bu bir çözüm değildir ama bunun o kişi tarafından umursanmadığı da açıktır.
ermenilerin 1915 olaylarına dair ne kadar saçma sapan yollara başvurduğunu ve iki yüzlülük yaparak dünya ya kendilerini sözde ermeni soykırımıyla acındırdığını açık bir şekilde söyleyen kanadalı saygın bir gazeteci.
Çanakkale'de, YGSyi protesto eden gençlerin açtığı pankartlardan en düşündüreni...
Ayrıca ülke genelinde bir çok ilde de benzer protestolar gerçekleşmiştir.
bildiğim kadarıyla teoman ve sezen aksu şimdilik evet diyenlerden. teoman'ın erdal erenle akrabalığı varmış o yüzden evet diyecekmişte, sezen aksu neden diyor onu çözemedim.