"eczane patlatarak" şeklinde cevabı olan soru. zira sokaklarda kokain aramak bile daha kolay (olabilir).
yazmıyorlar dehb teşhisiniz olmayınca, o teşhisi koydurmak için de kimi zaman aylarca doktora gitmeniz gerekebiliyor. genelde ilk gittiğinizde bir anti-depresan verirler "bunu bir ay kullan gel bakalım" derler. öyle gider gelirsiniz mal gibi.
son iki-üç yıldır zirveye tırmanmış reklamcılıktır. weble uğraşan insanların yaptığı rezil işi tanımlamakta kullandıkları şey aynı zamanda. bu iş Türkiye'de 2011'e kadar pek bilinmese de abd'de 2006 yılından beri var. ama en aktif kullanımı twitter'la başladı diyebiliriz.
"Sosyal medya reklamcılığında ilk ve en önemli adımı Facebook attı. Özellikle 2006 yılında ve sonrasında yaygınlaşan platform gözünü reklamlardan para kazanmaya dikmişti. istedikleri de oldu. Yavaş yavaş anasayfada sağda ve solda reklamlar yayınladılar. Facebook reklamları özellikle iki şekilde kendini gösteriyor. Birincisi herhangi bir ürünü pazarlama amaçlı reklamlar ikincisi ise bir sayfaya, gruba ya da topluluğa referans veren reklamlar. Facebook’un önemini yavaş yavaş anlayan firmalar da boş durmadı ve ‘Paketten çıkan şifreyi Facebook sayfasına gir ve 100 puan kazan’ veya ‘Facebook sayfamızı beğen ve çekiliş hakkı kazan’ tarzı kampanyalar başlattılar. Milyonlarca kullanıcıya sahip platform sosyal medya reklamcıları için vazgeçilmez bir yer. Facebook’un en büyük avantajı kullanıcılarının yaş, cinsiyet, yaşadığı yer, okuduğu okul, sevdiği filmler kitaplar, hobileri gibi bilgilere sahip olması. Bu bilgiler sayesinde kullanıcı odaklı reklam yapabilen Facebook, reklamverenlere büyük kolaylık sağlıyor. Televizyon reklamlarının aksine herkese aynı reklamı göstermek yerine hedef odaklı reklamcılık yapmaya olanak sağlıyor. Bu sebeple hâlâ reklamverenlerin vazgeçilmezi.
Twitter’da reklamcılık iki koldan yürüyor: sponsorlu tweet ve sponsorlu hashtag. Sponsorlu tweet reklamları genellikle bir videoya ya da sayfaya referanslık yapıyor. Sponsorlu hashtaglar ise firmanın isminin veya ürünün sürekli trendtopic olmasını sağlıyor. 2013 ücretinden sonra 1 günlük trendtopic olma ücreti ise 15 bin dolar. Bu meblayı ödeyerek ürününüzün veya firmanızın 24 saat boyunda tüm dünyadaki Twitter kullanıcıları tarafından görülmesini sağlayabiliyorsunuz."
denildiği gibi üstteki ürünse z3'ten ne farkı var diye sordurtur adama. insanlar artık ram+işlemci değişimini yenilik olarak görmüyorlar, bunu anlamayan zihniyet kaybetmeye mahkumdur. gerçi adamlar açık açık niyetini belli etmişti "biz 6 ayda bir ürün çıkaracağız" diye. çok fazla bir şey beklememek lazım.
sattığı ürüne koyduğu kulaklık bile ülkeden ülkeye değişen bir firmadan bahsediyoruz. neyse yine de lansmanı bekleyeceğim daha fazla sövmek için.
bu nedir arkadaş ya, bir kulüp yöneticisinin bu kadar medya önünde olması normal midir?
yok dişi düştü, yok çok sevindi, yok çay içti... tamam belli ki başkan olma çabasında, ama kulüp ağırlığı diye bir şey vardır. muhalefet partisine çevirmeyin şu kulübü.
severim kendisini, ama son zamanlarda iyice ortada görünmesi iyi değil. hele hele işin iyice magazinsel boyuta vurması hiç iyi değil.
insan temsil ettiği yerin ağırlığına göre davranır biraz.
"vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini!"
(kurtuluş savaşı'nın en ümitsiz günlerinde meclis kürsüsünden namık kemal'e ait "vatanın bağrına düşman dayamış hançerini / yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini?" dizelerini okuyan bir milletvekiline cevaben söyledikleri.)
aynı zamanda;
sık sık elektriği kesilen evde büyümüştür.
pazar akşamları banyo yapılan evde büyümüştür.
sobanın üzerinde gümle kaynatıldıktan sonra kovaya doldurulan suyla banyo yapılan evde büyümüştür.
...ve o çocuk ki her pazar gecesi yatağında; pazartesinin o kasvetli, hüzünlü havasını düşünür... aslında daha ziyade öğretmenin atacağı fırçaları düşünür.
yinede şanslıdır, sosyalliğin face, twitter gibi sanal şeylerden oluşmadığı zamanda çocuk olmuştur.
kaç yıl olmuş ülkenin başında, ne adam gibi bir ordu kurabilmiş, ne adam gibi silahlar üretebilmiş-alabilmiş.. bu adam devrilmeyecek de ben mi devrileceğim!
hem emperyalist düşmanı olacaksın, hemide 40 yıl hiçbir şey üretmeyip sadece eldeki petrolü satacaksın.. ee ?
kaddafi'nin adam gibi ordusu, silahları olsaydı batılı emperyalistler bu kadar kolay bölüp, parçalayıp yeniden kurup sonrada sömürebilirler mi? evet yine sömürürler ama en azından daha zor olurdu.
can dündar'ın tüm yetimler çocuklar için yazdığı duygusal bir köşe yazısının başlığıdır.
babasızlar için...
yalnızlar için sevgililer günü yazısı yazmışlığım var. ama bunca yıl yetimler için babalar günü yazısı yazmadığımı fark ettim.
fark ettim; çünkü artık ben de onlardan biriyim.
bu, ilk babasız babalar günüm benim...
* * *
oysa ne kadar da kalabalıkmışız.
kundaktan itibaren üzerine gerilen kanatlardan mahrum kalmış, sessiz, savunmasız bir orduda askere alınmış gibi hissediyor insan...
günün birinde herkesin gönülsüz kaydolacağı, mahzun bir yetimler ocağı...
o babasına sarılmış mutlu çocuklardan reklam panoları, evlatları babalarını sevindirme yarışına davet eden renkli alışveriş çağrıları, babayla geçirilecek mesut bir günün etkinlik duyuruları, babamı seviyorum temalı duygusal köşe yazıları...
meğer babalıların bu şenliği, babasızların yarasına tuz ekermiş.
* * *
geçen aralıkta babamı kaybettiğimde arayan ahmet davutoğlu, taziye niyetine bir hadisten söz etmişti:
adamın biri hazreti peygambere gitmiş, nasihat istemiş.
-baban vefat etti mi diye sormuş hazreti peygamber:
-etti, ya resulullah demiş adam...
hazreti peygamber, öyleyse sana nasihat olarak babanın vefatı yeter cevabını vermiş.
* * *
çünkü yaş almak, evden ayrılmak, evlenmek filan değil, babadan kopmak bitiriyor çocukluğu insan hayatında...
o büyük dayanaktan yoksun kalmak büyütüyor bir anda...
çöken duvarın dibinde filizleniyor âdemoğlu aslında...
yas günümde arayan sezen aksu, çocukluğun elinden alınmış gibi olursun şimdi demişti.
aynen öyle...
insanoğlu, evlatlığını da defnediyor babasıyla birlikte...
önce tutamaksız kalmış gibi sendeliyor.
sonra onsuz yürümeyi öğreniyor.
ve ardından özlemin sonsuzluğu başlıyor.
* * *
insan, babası sağ iken bilemiyor, tahmin etse de konduramıyor:
bu, onu son görüşüm mü?
elini son öpüşüm mü?
yoksa son babalar günüm mü?
o yüzden son kezmiş gibi doyasıya görmek, öpmek, sevmek gerekiyor.
öyle yapabildiğim için şanslı sayıyorum kendimi...
bir süre önce mensubu olduğum ve istemeden koptuğum babalılar dünyasındaki kardeşlerime de bunu tavsiye ediyorum.
yeni katıldığım babasızlar âlemine gelince...
herhalde bugün onlarla mezarlıkta buluşacağız.
babalarımızın saçı yerine taşını okşuyor olacağız.
benimkinde cahit sıtkıdan bir şiir kazılı...
babama, unuttuğu bir türküyü hatırlatan mısralar...
bütün babalara armağan olsun:
* * *
öldük, ölümden bir şeyler umarak,
bir büyük boşlukta bozuldu büyü...
nasıl hatırlamazsın o türküyü,
gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
alıştığımız bir şeydi yaşamak...