"hayat müşterek"ten yola çıkmamışın diskurudur bu, oysa ki hayat dışarıda da, mutfakta da, yatakta da müşterek. senin helal gördüğün kadar o sana helal olduğunu düşünüyor mu acaba, ki düşünse misal müthiş bir birleşmeden sonra sırtına şaplatıp "helal sana" diye onore ediyor mu seni; en azından inim inim inlemeleri, çığlıklarıyla belirtiyor mu helal olduğunu? bu sorunu aşmak için bence ayrılık esnasında olduğu gibi tanışma aşamasında da helallik alınmalı:
zamanın birinde 100 kontörün bi saat konuşmada bittiği günlerde olurdu bu, kontra çağrı üstüne çağrı atardı sevgililer birbirlerine; hani kontörüm yok ama aklımda sen varsın niyetine. bütün yoklukların kattığı gibi bu dangalaklığın da ilişkiye daha bi sevgi, daha bi bağlılık kattığını düşünüridim; ki yarraklığın önde gideniymiş.
ben görüyorum yani bunu: paşam kaşlarını çatıp hiç korkutucu olmayan bir ses tonu ve berbat bi diksiyonla tehditler savururken ben iyice uyuz oluyorum mesela o tarafa; istiyorum ki erdoğan versin ayarı versin ayarı. ve de tayyiibim gecikmiyo tabi, anında dünyanın bi ucundan cevap vericem diye konuşurken amı götü dağıttığında çok eğleniyorum, böyle jim carry gibi geliyo bana o adam, o derece sevimli. iyi ki böyle güçlü, aynı zamanda sempatik bi başbakanım var diyorum.
bu sıkıntılı muhabbetler çoğunlukla pek samimi olmadığın, ve de pek hazzetmediğin adamlarla olur.
başlık biraz şey gibi, televizyonda çıkan on dakkalık pazarlama reklamına slogan gibi oldu. şindi ben fonda bu soruyu sorarken arkada iki kişiyi konuşurken düşün. "nasıl kurtuluruz"da şu sahne girsin:
-...
-...
doğru bildin, arkadaki iki mal birbirine mal gibi bakar; aslında kendilerine asırlar gibi gelen bikaç saniye yaşarlar. bu nevi mallıklar çok başıma geldiği içün evde her gün ayna karşısına geçip kendimle konuşmaya başladım. yalnız ben mal gibi bakınca aynaya, ben de bana mal gibi bakıyodu ve haliyle sağlıklı bi sonuca ulaşamıyodum bu deneylerden. ben de gidip babamın suratına bakmaya başladım mal mal. bir iki güldü bana, ben de ona güldüm; yanında oturdum kurtlar vadisi izledik beraber; o muro diye bi herife "ehehe ulan muro" diye gülünce ben de güldüm. en son karşısına dikilip suratına mal mal baktığımda burnunun ucundaki sümüğü görünce bundan da vazgeçtim; burnunun ucunda sümük olan biriyle zaten konuşamazdım. ve günlerce düşünmeye başladım.
ürünü çok iyi tanıdığımdan, reklamını gayet tabi en iyi ben yaparım: bu ömür törpüsü anlara yakalanmamak için her seferinde bi yere yetişecekmiş izlenimi verin, yani konuşmayı bi an önce bitirmek istiyormuşsunuz mesela. bakın bu hareketle karşınızdakiyle statünüz ne olursa olsun, onu oracıkta altınıza alırsınız, herif sik gibi kalır afedersiniz. baktın muhabbetin önü tıkandı mı, o anlar mı geliyo, hemen vur kaç abi.
- oldu o zaman, hadi kib.
bak kendinie iyi bak da yok, sadece kib. nası amına koyarsın o herifin ki sorma. malımıza afiyetle gülebilirsiniz.
adı üstünde envai gamı kederi üzerine komuş kadın, orta düzey kadınıyla benzer yanı, pek farkında değildir ezildiğinin. doğduğu andan itibaren aynı çevrenin havasını soluduğu içün kanıksamıştır halini. öyle çanta, pabuç, tanga neyim derdi yoktur. akşama mercimeğin yanında bu sefer pilav mı yapsam diye düşünür. ki başka şansı yoktur, makarnayı dün yapmıştır. en büyük derdi tüptür. bi de doğurgandır.
bu da orta derecede ezilen, yani ne kadar mesela, oda sıcaklığında ezilen kadın olsun. oda sıcaklığında ezildiği için pek farkında değildir ezildiğinin. trende ayakta konfeksiyona giderken, ya da ne biliyim lokantada bekleyen bulaşıklara giderken akşam yaprak dökümünde ne olacak acaba diye düşünür misal. salak mıdır nedir? kızım neyini düşünüyon, zati veriyollar tanıtımlarda ne olacaksa, çıkaramadın mı? biraz salaktır bu kadın.
bu nevi kadın biraz daha memnundur halinden, trafik derdini atmıştır bi nebze üzerinden. sıkıntısı ay sonunda o vitrinde bayıldığı çantayı alabilir midir. yalnız alt katmanlara indikçe büyüyen bi sorunla karşılaşırız burda: allahım ben de zengin bi herif bulup metropol kadını olabilir miyim? yalnız metropol kadının ne olduğundan dahi haberleri olmadığı içün yine yeni yeniden kezban olarak kalmaya mahkumdurlar. geçelim.
toplumun ezilen kesimi, daima dertli, kederlidirler. şirkette işler hiçbir zaman iyi gitmez, tek dertleri kariyerdir. daha iyi kariyer daha pahalı sikiş, daha çok fantezi demektir. dertleri sik piramidinin en üstüne çıkmaktır. bildiğin sik arsızıdır bunlar. he çok görmemek lazım tabi, misal ben de en tepedeki sikin sahibisi olmak istemem mi; ama bu kevaşeler için değil elbet.
bence artık milletin efendisi metropol kadınlarıdır. suratta bi ton boya, devamlı bakımlı saçlar, mini eteklerle dünyanın derdini yüklenmiş çilekeş metropol kadını, ezilen metropol kadını.
gözlerim hafif miyoptur. Değil; baya baya görmem..
istasyonda bi o yana bi bu yana volta atarak metronun gelmesini bekliyorum. başım önde Bir iki böyle turlarken, ensemde bi sıcaklık hissediyorum; arkamda pos bıyıklı bi abi pişmiş kelle gibi sırıtıyo. "Gorhtun değmi" diye sormasına "ehe evet" diye korkuyla karışık hafif kunil bi halde cevap veriyorum. Korktuğum zamanlar neden böyle ibne gibi konuşuyorum bilmiyorum. Belki korku hali daha çok dişil bi hava barındırdığı içindir; yani canlı olarak erkek tarafının her daim cesur, atak olması, dişi kısmının da ürkek, kırılgan, naif, devamlı ilgi ve hamilik bekler bi havası olmasından belki de; korku hali üstümüzde pek güzel durmadığı içün, korktuğumuzda edalı işveli köylü kızına dönüşüyoruz. Ya da ben öyle oluyorum sadece, bilmiyorum; şimdi sizi de şeyetmiyim durduk yere. Kimseye ibne falan dediğim yok, yanlış anladınız beni. Hani bi hırsız girecek olsa evime, ben korksam mesela, olur a hani, anında yine ibne gibi çıksa sesim böyle, eminim bütün hırsızların yaptığı gibi o da gelmişken bi de bana tecavüze yeltenir, boynumu falan öpmeye kalkar böyle, bileklerimden tutar duvara yapıştırır, fanilamın bi askısını koparır.. kısacası Siker beni. O yüzden bi hırsızlık haberi dinlesem televizyonda elim götüme gider hemen, durdurulamaz bi korku başlar içimde o an..
kısa bi şaşkınlığın ardından ben abiye mal mal bakıp yürümeye devam ediyorum başım önde. Abi de hiçbir şey söylemeden yanımda benle beraber volta atıyo; ellerini belinde birleştirip "çıt çıt çıt" diye tespih çekiyo bi yandan. Bu sıkıntılı halde başımı kaldırmadan yürümeye devam ederken arkada çoğalan ayak seslerini, fısıldaşmaları farkediyorum. istasyondaki herkes amcayla peşimize takılmış bizle beraber yürüyo. Ben hafif hızlandığımda onlar da hızlanıyo; yavaşladığımda onlar da yavaşlıyo. Ben bi hızlanıp bi yavaşlayarak yürümeye devam ediyorum, arkamdaki grup da benimle aynı ritimde devam ediyo. Ben koşmaya başlıyorum, sarı çizgileri geçiyorum, raylara doğru koşuyorum belki koşmayı bırakırlar diye, sonra tekrar bi hamlede geri dönüyorum; onlar da aynı atiklikle raylara düşmeden dönüyolar. Bu arada hopörlerden "sayın yolcular, can güvenliğiniz için lütfen sarı çizgiyi geçmeyiniz" diye bi anons geliyo. Ama kimse bu anonsu duyacak halde değil, herkes çıldırmış halde, ben koştukça onlar kahkahalar ata ata, ceylan gibi seke, genç yaşlı, çoluk cocuk hoplaya zıplaya bi o yana bi bu yana benle beraber koşuyolar. Grubun bu coşkusunu görünce ben de çıldırıyorum, önüme gelene sarılıp zıplayarak şarkılar söylemeye başlıyorum. Bütün grup böyle çılgınlar gibi azarken, şaşkın güvenlik görevlisi elini copuna götürerek yavaşça bize doğru yaklaşıyo. "Hüüooop, noluyo laağğn" diye bağırınca saf anadolu güvenlikçisi, sanki tek vücut olmuşçasına birden herifin üstüne çullanıp kötü kötü kahkalar atarak havaya kaldırıyoruz. "Ağbi bırakın, sıçtığınız boku yiyim bırakın. Nolur aaaağğğbiiiii" diye ibne gibi bağırınca, kendi korkum üzerine evhamımın anlamsız olduğunu görüyorum. Demek korku anında herkes ibnelik yapabiliyomuş. Böylece olgun bi tavırla güvenlikçinin bu ibneliğini hoş gördüm, ve sağ elimi havaya kaldırıp tek hareketimle grubu susturdukten sonra, orta parmağımı yere doğru indirip kaldırarak "şu sik kafalıyı çabuk yere indirin" mesajı verdim. Grubum parmağımla verdiğim bu mesajı aldı mı bilmiyorum ama herif anında yerdeydi. Salya sümük ağlayan güvenlikçiyi görünce içim parçalandı, kolundan tutup kaldırmak istedim; ama benden bi çırpıda kurtulan güvenlikçi hıçkırarak "sizin ananızı sikcem olum, görürsünüz siz" diye bağırıdı. Ben sert bi şekilde ayağımı ileri doğru vurarak korkutma numarasını yapıp "siktir lan" diyince, herif arkasına baka baka kaçtı. Grubum ve ben kahkalarla güldük güvenlikçiye, çıldırmıştık artık, hepimiz birer clockwork orangetaki pörtlek gözlü almandık, adeta süte susamıştık.
Bu azmaların ardından Ben harbi harbi it gibi susadığımı farkedince, grubuma üstünde afrodit gibi duran aysun kayacının olduğu pepsi kola makinasını işaret edince, hayvanlar benden önce makinaya saldırmaya kalktılar. Elimdeki bastonla öndeki dallamalardan birinin pekmezini akıttım; bunu gören diğerleri altına sıçtı. iki yana açıldılar, ben de sakin sakin bastonumu sallaya sallaya makinaya doğtu yaklaştım. Elimdeki bastonla makinaya bi koydum, koyuş o koyuş, kendimi yerde buldum. Gözümü bi açtım tepemde süt gibi bacaklarıyla aysun kayacı duruyodu. Ben süte susamışken resmen kol gibi bacak çıkmıştı bahtıma. Ama bu işte bi tuhaflık vardı, aysun "ne vuruyon amuğa goduuum" diye bağırıyodu. "Cık cık cık aysun hiç sana yakışıyo mu böyle kaka kelimeler" diyesiye kalmadan bu sefer beni tuttuğu gibi raylara attı aysun. Grubum bunu görünce aysuna bi koydu, aysun iki seksen yerde. O ilik gibi karıdan rahatsız edici sesler geliyodu. Grubumdan biri aysuna yaklaşıp, "abi sony yazıyo karının memesinde" dedi. Oracıkta aslında aysun kayacının, pepsi tarafından sony firmasına yaptırılmış bi robot olduğunu anladım. O robot, makinaları böyle hayvan gibi kullanan hayvanlar için yapılmıştı, yani yüzde yüz dijitaldi. "Tabi ya, böyle bi karı analog olabilir mi." dedim kendi kendime. yıllardır aysun kayacı diye sikko bi robota hasta olmuşuz, meğer "lan ben bu karıyı yerim" temalı muratlarımız, asimo kadar bile olamayan, bi koyuşta amı götü dağılan bi robot içinmiş. Demek ben koysam parçalarını te japonyadan toplardık artık. Ben rayların arasında böyle söylenirken, gelen metronun "tirili tirili tirili" diye öten uyarısını duydum. Bunu duyunca göt korkusundan hemen istasyona atladım matrixteki neo gibi. Metro gelince herkes dağıldı, sanki demin it gibi ordan oraya koşan onlar değilmiş gibi bu sefer birbirlerini ite ite, metroda yer kapabilmek için aceleyle metroya doluştukar. En son Ben de insanların bu sefilliklerine içimden gülerek metroya bindim.
Bi dahaki durağa gelince inmiştim metrodan. Çünkü gözlerim hala miyoptu, yanlış metroya binmiştim.
kahvede oturmuş bir yandan kuşburnumu içip bir yandan gazetelerin spor sayfalarına göz gezdiriken o adam birden kahveden içeri giriyor. vehayut koridorda sap gibi dikilerek hocanın gelmesini beklerken o eleman giriyor kapıdan. ya da kantinde yarı uykulu halde karışık tostumu beklerken, o eleman rahat çalımlarla yaklaşıyor kantinci ablaya doğru: "abla bi karışık da bana yap be" diye umarsızca istiyor, hadsizce. ya da ders çıkışı tüm cemaat otobüs beklerken durakta, bi cisim yaklaşıyor aniden ve içinden aynı bizimki gibi siki olan anadan üryan bi yaratık iniyo ve sikini kaldırmış bi halde "lan amına koduğum mevzuya dalacaksan dal,- başıyla malafatı işaret ederek- yoksa ben sana dalacam" diyor ve korkudan sadede geliyorum hemen.
karizmasını bir türlü bilemedim ben bu haltın, amma ve lakin gördüğüm bütün türlerinde bir şöhret şımarıklığı tespit ettim naçizane. yani önünü kesip "bi imza alabilir miyim?" diyecek olsam, "ne oluyo amına koyim" diye abuşmadan "ehehee tabi ki" diyerek, bunu yıllarca yapıyormuş gibi olgun bir sanatçı tavrı sergileyecek gibime geliyor benim. hangi toplulukta bulunursan bulun, girer girmez bu adam kendini belli eder anında. en çok sesini işiteceğin odur; grubun aklınca en zehir adamı odur, piçin önde gidenidir; herkese verecek bi ayarı vardır kuş beyniyle. bu popstar hallerini gördükçe rousseau düşüverir aklıma: doğal halinden epey yozlaşan insan, özsaygısını toplumda arıyor. bu güruhta da tanınıyor, biliniyor olmanın getirdiği tatmin mevzu bahis sonucu çıkarılabilir. çıkarılabilir de, salt tanınıyor olmakla kazanılmış, elde edilmiş bir takdir söz konusu olabilir mi? hayır. fekat bu şöhretten hissettikleri güvenle birden cemiyetin en hadsiz, en fırlama adamı oluvermeyi başarmaları, dolaylı da olsa şöhretin marifetinden sayılabilir. insanın evrimleşme sürecinde irili ufaklı şöhretin de etkili olduğunu söylüyor bu kardeşin.
tanımaz etmezdim ben bu adamları, içimden gelmedi tanışmak, sevmiyorum rahat adamları babacan. belki de iyi insanlardı, hepsi birer ertuğrul sağlamdı belki de, ama sevemedim kara gözlüm.
(lan uykum geldi amına koyim, yazının da anasına olan oldu)
ajansları dinlediğimde beni ne terör haberleri, ne orman yangınları, ne cinnet getirmiş babanın cinayet haberleri bu denli derinden sarsabilir, gün boyu aklımda yer etmesine müsebbip olur. bütün öğrencilik hayatı dişiliğiyle aklımızı alan müzik hocasını ya da ingilizce hocasını o kürsüdeki masanın üstüne yatırıp inim inlettiğini düşleyerek geçmiş biz türk maarif sistemi mağdurları, biz genç dimağlar, biz sol freymin amına sevişme, sikişme, bakire, orospu diye diye acımadan koyan cüretkar beyefendiler... bu şiddet içerikli haberlerden hicap duyup, kulaklarımızı kapatmıyor muyuz; "çabuk değiş şu kanalı" diye hiddetle çıkışmıyor muyuz o buhran anında kardeşlerimize? "abi dur ya muhabbete bak amına koyim" diyen şerefsize "aaaah kapat şunu dedim sana lanet olası pislik" diyerek beyzbol sopamızla hem sübyanın kafaya hem de show marka 37 ekran televizyonumuza girişmiyor muyuz; esas cinneti biz getirmiyor muyuz?
ben getiriyorum. benim hayatta dayanamıyacağım üç şeyden biridir: biri, zenci pornosunda yarrağı gören karının "oovvv i like it" diye hayranlık belirtmesi; iki, yarrağın kendisi; üçüncüsü de budur. her ajans izleyişimde "amerika" kelimesini duyunca spikerin ağzında bir tereddüt yaşarım. elimdeki çatalımla havada asılı dururken kolum, ağzımdaki lokmayı öğütmeyi bırakarak korkuyla kulak kesilirim habere. he "amerika başkanı türkiyeye gelmiş" falan diye kıytırık bi haber olunca rahatlarım bir an. ama sonra "amerikan başkanı?.. barrak obama!" nın yaptığı çağrışımla tekrar cinnete meylederim, kanalı değiştirmesi içün dolu ağızla anlamsız hareketler yaparak "uummhhh ummmhhh, ddzzzööğeeş şbbunnu" diye inlerim kardeşime. o da huyumu bildiği için hemen müdahale eder. birazdan sakinleşirim.
can kulağıyla çalacak zili bekleyip, teneffüs boyunca burundan sümükler, alından terler boşala boşala, paçaları en küçüğü 42 numara ayak izleriyle dolmuş, toptan başka bi bok bilmeyen sübyanlar olarak öğrenciliğini bitirmişlerden biri olan bana hayatı zindan eden orospulardır bunlar; sakin bir ömrün böyle amına koymuştur bu amerikalı tecavüzcü öğretmenler. kim kimi sikiyior ben anlamadım.
sör üzülmez, verdiği bu nezih röportajda, maldininin izinden yürüdüğünü, ölene kadar taç çizgisine paralel, dümdüz koşmak istediğini buyurmuş. ben de yıllardır o biçimsiz saç traşının hikmeti nedir diye düşünürdüm, niye bi insan evladı kendine bunu yapar diye hafif kızgınlınlıkla birlikte üzüntü duyardım maykıl ibrahim için (bkz: michael jackson). bence bunlar, yıllarca kafayı kaldırmadan sıfıra inmeler sebebiyle oluşmuş bi travmanın sonuçları; allahtan umut kesilmez. o yüzden hakkı buluttan gelsin:
bir başını kaldır da semaya bak arşı ala ne yüce
sen yaratmadın yaradansa senden çok çok yüce
ocağın batsın korkuyorum güleceksin başucumda bir gün ben ölünce
ruhumun ıstırabını sana anlatamadım ah ah ah ah
kahveye gidiyorum bakıyorum elemanlar okeye dönerken aynı muhabbet; bakkala giriyorum ayağımda 39 numara tuvalet terliği, bakıyorum yine varoluştan laf açılmış, "ooof" diyorum içimden, "bu sıkıcı tekdüzelikten sıkılmadınız mı bayım?". Bakkaldan çıkarken bi de fotomaç aliyim diyorum dönüp bikaç penny bırakıyorum satıcıya, otelime doğru giderken bundan vazgeçip bi cafede oturup kahvemi içmek istiyorum. Derken salim abinin kahvede buluyorum kendimi, köşede cam kenarında bir masada oturuyorum. "salim abi bi çay ver" diyorum. bu anda: "salim? Bu ne lan, başka isim bulamadın mı, nesi komik ki bunun? Lan komik bi isim bile bulamıyon, nereye komik yazı yazacan sen." diye kızıyorum kendime; "ama salime ayıb olur olm, o kadar cigara otlandık, taşak oğlanına çevirdik her muhabbette, maymuna döndü herif sayende, sesini çıkardı mı? Nankör!" diyor bu sefer de, o alicenap, necip yanım. "Tamam o kadar da şey yapmayın abi adamı" diyo bu sefer, nerden çıktığını bilemediğim yanım. ilk yanım da cevaben "lan sikicem şeyini. Ney amına koyim, ney. Ne bu samimi ağızlar mına koduum? iki beğenilince, gülününce yazına, hemen şımarıklık he mi. şeymiş? Siktir lan. Sonra da her yanından zeka fışkıran gençler "iki kelimesinden biri şey olan insan" diye başlık açar, ayar manyağı yapar seni. Sana söyliyim hiiiç de sevimli gelmiyon lan bana öyle şey yaptıkça. (Hay sokucam şeyinize, lan bi susun! O ayar peşinde, bu sevimli yazı peşinde; ömrümü yediniz, tiksindirdiniz lan kendinizden.). Neyse ki bu kişilik bunalımıma son verip "salim"de karar kıldıktan sonra kapının önündeki simitçiden de bi simit istiyorum bu arada, "haydiii gievreeek simiiiit" telkinlerine güvenerek bir an.. biraz sonra önümde fener sayfası açılmış bi fotomaç, yanda bi ağız ısırığıyla gievrek simit, tavşan kanı çayla, salim abinin kahvesinde oturduğumu farkederek, "lan napıyorum ben mınıskiyim? Gidiyim eve bi porno izliyim, hazır annemler de günde. Akşama da yaprak dökümü var. ooh." diyip topuk.. (tutarsız cibiliyetini ziktiğim)
Bu batailleden, dalinin çizgisinden daha sürreel kısa öyküden kasten, ortalama bi türk gencinin hayattan alabileceği haz üzerinde yumuşak dokunuşlarla test etme çabasıyla vardığım sonuca götürmek istedim genç dimağları: yaşamda bulmak üzere bi haz için yola çıktığında, gittiğinin hiçbir yola çıkmayacağı aşikar. Belki erasmus gibi işi deliliğe, ibneliğie vurup, gırgırına yaşamak gerenk mayk dediğim sonucu da çıkabilir; aman çıkmasın, bu en çarpık yoldur kanatimce(bunun ayrıca bi yazı olabilecek mevzu olmasının yanında, şu naçiz parantezimin arasında acuk değineyim: burda dikkate alınması gereken nokta, geçmişe dönüp hayat üzerine yaşadığın hazlara bi göz gezdirmek olur. Bilinçli bi yaşam dahilinde aldığın keyfin, bilinçli olarak yaşıyor oluşun bir kıymeti harbiyesi olacağını garanti ederim. Kim hayata hep çocuk habersizliğiyle bakmak ister?). Hayata elbette bi bilinçle bakman gerektiğini belirterek, haz elde etmek üzere koşul yaratma amacının pek boş olacağını söylüyorum. Biraz kaderciliğe kaçmış olabilir diskurum, fekat alınacak hazzın nerden geleceğeni bilmeyeceğin gerçeğiyle yüzleştiğinde, arayışın boşuna olduğunu sen de anlayaksın. Benim demem o ki, hayatı, mutluluğu aramadan geçirmek, amma velakin sefil ömrüne bi aralık dönüp bakarak değer biçmek dahlinde yaşamayı düstur edinmeli. Ama yanlış da olabileceğeni bilmeli bunun.(o apayrı bi başlık mevzuu)
o adanın sesine, alper efendinin karizma bakıcam ayağına sempatik aynı zamanda piç; efendi ama aynı zamanda karizma olmaya çabalar yüz ifadesi(vallahi çözemedim herifin bakışlarını) zaten zorlama, sevimsiz diyaloglarının iyice içine etmiş, garip bir film idi benim için ıssız adam. misal ben çevirmiş olaydım, içine biraz desdemonanın masumiyetinden, biraz hamletin piçliğinden koyar, köklerdim diyaloğu. emsal:
motooor:
alper- aldım kitap.. kitap.. ee soruyodunuz ya hani.
ada- ne diyon aslanım!(ooo travesti lan bu abooo, filme gel. aynı anda alper de kaymıştır.)
- ?... yok abla, kitap istediydin ya hani ondan d...
- kes lan, sen beni mi takip ettin yavşak? sikerim lan senin dalağını..(çıtırrrt! maket bıçağı çıksın, alperin daşşaklara insin.)
- aman abla bokunu yiyim, yanlış anladın abla valla bak. ablaaııı yapmaaa.
- kes lan! aliyim mi lan daşşaaını he dalağını siktiim seni. sikerim lan seni, pezeveeenk!
- ablaaa, abla bokunu yiyim yapma, bak yanlış anladın.
- lan sikr.. (tam o anda alper adanın çantayı alıp kaçsın. abooo bizim one night stand, karizma abimiz alper de bildiğin at hırsızı kapkaççı çıksın. ada en acılı sesiyle varyansın etsin.) laaaan götvereeeen, orospu çocuğuuu, ananı sikicem lan senin, ibneee..
alper topukları göte vura vura koştursun, köşeyi dönsün, çantayı açsın, paraları alsın, işte ölümcül piç sırıtışını atsın. ve anında müzik durgunlaşsın, kamera uzaklaş, alper ilk günkü karizmasıyla yavaş yavaş yürümeye başlasın. kestiiiik! stobbb ulan stobbbb! (bkz: abuzer kadayıf)
eski yunanda tiranlığa karşı geliştirilmiş tuhaf mekanizma. halk içinde sevilen sayılan bi abimizin ileride halkın desteğini arkasına alıp, otoriteye karşı yönetimi ele geçirme arzusu ve akabinde türlü densizliklerinin önlenmesi adına değişik bir çalışma; olmamış, beğenmedim. adamı sırf seviliyor diye sürgün etmekle, otoritenin ürkekliğinden mütevvellit ne denli kırılgan olduğunun, devrilebilir olduğu fikrinin çıkarılabileceğini, dahası zaten sevimsiz egemenliğini iyice suratsız, meymenetsiz kılacağını düşünseymiş keşke ihtiyar heyheti; kaldı ki otoriteyi muhafaza etmek adına girişilen bu eylem hattı zatında tiranlığa örnek teşkil eder bir hareket. cık olmamış, beğenmedim; yanlardan biraz daha alıver abi.
ben yaşadım, yeni, çıtır çıtır çaresizlik, hemen sarıyorum gasteye.
anlatıyorum, konu ciddi, ülke meseleleri hakkında, nerden geldimiğizin hiç farkına varmadan; muhatabımın usulca, işbilir tavırlarla, yumuşak tınılarla içine çektiği söyleşide bi an güvendiğim engin bilgi birikimimle izah getiriyorum mevzuya dair; ama hızını almış, muhatabımı aydınlatmanın verdiği şevkle söylevime devam ederken bi anda, muhatabımın "berivan" melodisi ağzımdan çıkan süslü kelimeleri içeri tepiyo, biraz evvelki mahir hatip edalarım yerini şiddetli bi sessizliğe bırakıyo; suratımdaki kasları, neonun binary kodları gördüğü gibi önümden usul usul düşerlerken görüyorum; ağzıma tepilmiş kelimerle bi anda sus pus oluyorum; deminki nefis hatip halimi öyle özlüyorum ki. dur gitme diyesim var, ağzım dolu, berivan bütün kelimeleri bi kaşıkta ağzıma tepti. berivaaaanım heeeeey beriiiivaaaanımmm :(
yalnız deminki hatip tavrımın göreceği esas çaresizlik şimdi geliyo: kendimi binbir güçlükle teskin eder, sabırla beklerken bi berivanla dağ gibi herifin motivasyonunu alt üst eden cep görüşmesini, muhatabımın telefonu kapadıktan sonra bi anda yanımdan ayrıldığına şahit olunca, "dur nereye lan? lan, lan, lan olum nereye göt herif, alooooo" diye içimde gayet lümpence bi serzeniş içine giriyo deminki usta hatip. noldu hatip, ne iş? saydırıyodun demin bildik bildik, noldu, sikti attı götü boklu berivan tüm havanı, hani süslü kelimeler? beriiiivaaaaanııım heeey berivaaanımmm:(
sen ne göt bi insandın "ezan okunuyo abi gidiyiom ben" adamı, oyunun en güzel yerinde içine sıçıp giden, en ateşli mahalle maçımızı piç eden, varsan hala, yine küçük küçük dostlarına aynı işkenceyi ediyosan allah belanı versin senin, ne istiyon lan insanlıktan.
yok muydu böyleleri de sizin hayatınızda dostlar ya da ben mi yine bu mevzuda da yan basmıştım, feleğin sillesine duçar olmuştum? saklambaç oynuyoruz la ne güzel, sen ne mını siktiğimin adamısın, dur iki dakka, sikmicekler ya eve gidince, iki tane de sille yiyiver nolur. ama yok "ezan okunuyo abi gidiyiom ben" adamı ille sikecek oyunun içini, sıçacak batıracak keyfinizi. aklıma düştü gece gece, bu sefer geçmişe özlem duymadım bu göt yüzünden.
varoluşun ayırdının getirdiği elem ve kedere mukabil iç sıkıntısınının duçar olduğu er kişiye sartre ın takdiri, el etek çekmek ya epeyce yaşamdan -ki intihar kurtuluştur onca-, böylece bulantıdan bi nebze kurtulabilinir. abilinir de, kurtardıktan sonra bizi nerye yönlendireceğini pek hesaba katmamıştır sartre. tam da bu noktada iddia ettiği hümanizmanın boy göstermesi, iki kırıtması gereken yerde, insanlık namına tek bi hareket gözleyemedim ben. elimi eteğimi çektim, bulantıyı hafif bastırdım, ağır kaldırmadım falan, e sonra.. sonrası yok işte. sartre yaşamın onulmaz iç sıkıntısından kurtardığını, jeneriklik bi hareket yaptığını, hümanistin babası olduğunu öne sürer de, beni kurtardığı iç sıkıntısından daha sıkıntılı duruma sokuverir: hiç. heledayken falan hep bunlar gelir aklıma benim, tartışılsın isterim. aslında hiçliğin sıkıntılı havasını da tartışmak gerek de uzun uzun, hiç gerek yok şindi helada canım sıkılmasın, rahatlamışım iki dakka.
mutlak izlemeliyim bu maçı; hatunu ekmişim sırf fener için, kalbi kırık bırakmışım onu bi başına, gitme diye yalvaran gözlerine karşı koyabilmişm bu sefer; bakın azizim, ben hiçbir eşyayı bilmem bu kız kısmını kıskançlıktan krizlere sokan, tuttuğun takımdan maada. lakin maçın başlamasına artık dakikalar kalmış, takımlar ısınmak için sahaya çıkmışlar çoktan, ben de o sırada fellik fellik kaave arıyorum, öyle ısınıyorum maça.
bakıyorum maç başlıcak. aha fenerbahçeliler lokali, dalıyorum içeri anında; "he içerim biramı da babalar gibi izlerim maçı" diye düşünüyorum, mutluyum o anda içeri adımı atarken. içeri giriyorum, ortam sıkışık, o ara emminin biri "gülüm çekil bi yauu" diye çemkiriyo. şaşkınım; yaşlı başlı herif; suratımda, mal ve asabi hallerimden sentezlenmiş bi bakış fırlatıyorum emmiye doğru, dönüyo götünü gidiyo. genç bi adam "teyk it iizi" diyip, yüzünde sımsıcak bi gülümsemeyle ileri doğru götürüyo beni. "yer var mı diyorum", "var abi gel hemen şu köşeye geç" diyo, bi yer gösteriyo oturuyorum.
yanımda kelli felli adamlar, hepsinde nur topu gibi birer balkon, zor sığıyolar masaya. bendeniz ilişiyorum köşeye, siniyorum öylece, maçı bekliyorum. yandakiler "kim la bu hıyar" diye yan yan bakıollar ara ara, sezinliyorum. "ananı sikim nereye geldik lan diyorum, "kalkiim gidiim, ne bu lan sümsük gibi" diye içimde fırtınalar koparıyo bulunduğum ahval. bi de çocukken başıma gelmişti bu durum, ama babam yanımdaydı; burnum rakı kokusundan düşmüştü, ama mutluydum, ilgi görüyodum, babam yanımdaydı... mamafih burda zik gibi kalmıştım öyle, duvarın dibinde, sinmiş maçı bekliyodum. durumum içler acısı; ama ucunda fener-gassaray maçı var diye düşünüyorum, "bu saatten sonra nerde yer bulcan" diyorum bi yandan; fırtına devam ediyo içimde.
neyse kalkmıyorum, "kalıp savaşmalısın olum" diyorum, "vazgeçmek yok; fener için" diye düşünüyorum; içimdeki fener aşkı bambaşka. yanda muhabbet devam ediyo ama; bakışların soğukluğunu suratımda hissediyorum her saniye, o cehhennem sıcağında iyi geliyo biraz. önümde rakılar, mezeler gırla, kimsenin maçla alakası yok ama; "bu hiç adil değil" diyorum, "asıl benim orda oturmam gerekirdi, sizin amınıza koyim ayyaşlar" diyorum, onlara da büyük bi nefret besliyorum o anda. ama hala kalkıp gidebilirdim; gitmedim, herşey içimdeki fener aşkı içindi. kaldım; bulundğum sik gibi vaziyetle mücadele ettim; beni "teyk it iizi, be cool meeen" söylemleriyle sakinleştiren harlemli komi, şimdi bi bardak kola getirmekteydi bana. hala kalkıp gidebilrdim, ama gitmedim. "lan amına koduum, kola ne lan, kim istedi pezevenk senden kola. bira içecektim ben belki, ne lan bu ilkokul çocuu muamalesi, anasını sikerim böyle işin" dedim... ve kalkamadım işte arkadaş. o kadar film yaptık, ektik kızı, şimdi ne yüzle dönerim, dönmemeliydim; oturdum yerime.
maç başlamıştı, ve benim elimde bi bardak kola vardı; yanımda leş gibi kokan hayvanlar rakı muhabbettine devam etmeyteydi; "böyle maç izlemenin amına koyim" diyodu içimdeki ses de. ama o çubuklunun büyüsü, herşeyi unutturmuştu o an. iki saat boyunca, ben çubukluya doyamıyorum, yanımdayi hayvanlar mezeye, öyle sonlandırıyoruz o akşamı, bi meyhane dolusu ayyaşla.
inançsızlığını, felsefi zeminden yoksun; tanrının eksik gördüğü yanlarından referans kullanarak ispat yoluna giden zihniyet sahibi.
tanrıyı bir ıraklı, somalili katledildiğinde çaldırıp kapatan zihniyetten olma; bu sadece fikriyata malzeme çıkarma girişimidir; anlayana. inanmıyorsan, varolduğu fikrine katlanamıyorsan de ki "çekemiyorum, dayanamıyorum kendisine" tamam; filhakika inanmadığın bi varlığı böyle bi beklentiyle yargılamanın tutarsızlığını hiç düşünmemişin besbelli. zuhur eden her çirkinlikten "senin allah ın niye bunlara izin verir" fikrini ve zikrini geliştirmenin manasızlığını gör artık.
bayram dediğimiz, esas olarak çocuk kısmısı için büyük mana taşır; babadan, dayıdan, amcadan, zıttıriiinden zöttüürüne bilumum yetişkinden harçlık koparma merasimidir bi yerde. tanıdığın, tanımadığın bi dolu adamın eline yapışırsın; "bu gavat demin burnunu mu karıştırdı, sıçtı da, çıktığında tuaaletten eli sabunlamadı mı acep?" gibi sualler akla geldi mi anında bertaraf edilir zihinden; gözünü para bürümüştür picin; aman rabbım bu paragöz veletlerin hışmından korusun ümmet-i muhammed.
ben de aynı helecanla beklediğim bi bayramda, aldım kankayı, çıktık kapı kapı dolaşmaya; zengin muhit; katiyetle boş çevirmiyolar üstat. başlıyoruz dolaşmaya, akşama kadar durmak yok; ayaklar kopsa sürünerek gidecek picler, o derece para canlısı bir ırk bu veletler. derken bi kapıya geliyoruz, basıyoruz zile, bi daha basıyoruz, yine basıyoruz... e baktın çıkan yok, yürüsene pezevnk; ama yok, es geçilmiş her ev, giderler hesabının borç kısmına kaydedilecek tabi. neden sonra, bas bas zile, duştaki garibim beyefendi de dayanamamış olacak bi hışımla çıkmış banyodan, kapı birden açılıverdi.
gözümün önünde,onca yılın getirdiği esaretle yılmış, beti benzi kararmış, saygıdeğer bi çük. azizim, şerefsizim sen olsan, sen de saygı duyardın o yaşta gördüğün şeye. öfkeyle sallanan ellerle kontrol edilemeyen bornoz açılıp, amcam hiddetle: "ne var lan mına goduklarııııımm!" dedikçe, bey amcamın otuz beşliği selam veriyo sanki bize; talihsizlik, yüzümüz de çükle aynı hizada, resmen çükle muhattabız o an... para yerine babayı alır mısın böyle? ii oluyor sana... bundan sonra, anında paradan puldan geçip, hayatın anlamına vakıf olaraktan hemen uzaklaşıyoruz olay mahalinden; "hayatın anlamı asla para değildir azizim."
o bayramı böyle talihsiz bir kutlamayla geçiren ben, asla o eski bayramlardaki tadı alamadım bi dahasında. şimdi bayram vesilesiyle her gittiğimde eşe dosta, her kapı çalışımda içimi durduralamaz bi korku kaplar, kapıdan dönüp gidesim gelir. Velhasılı kelam yetişkin dostlarım;
çekilir mi, çekilmez mi; çekilen kopya mıdır çile midir, ben anlatayım sen de hükmünü ver okuyucu bey/haanım.
olabilir, resimden anlamam; herkeste bi da vinci, bi gogh, bi picasso yeteneği olacak değil ya. hayır efendim, bendeki bu cinsten bi yeteneksizlik de değil; lan bi adam çizmeye kalkarım, şekil picasso nun altın oranına sağlama olur, bu kadar mı berbat çizilir bi insan silüeti yahu. ama güzel ev çizerim, öğretmen bi ödev verdi mi, hemen iki tane dağ, sağ terafa da bi tane dağ evi, hoop bitti resim. lan keşke herkes ev olaydı da çizeydim; nası isterdim sizi resmedebilmeyi insanoğlu.
e diceksin insan, hayvan çizemedin, bi çizgide mi çizemen eşşoğlu? lakin bu mesele, taşakları yayıp iki götü boklu şekli ezber edememekte okuyucum, haklısın vesselam. dur onu da anlatayım;
girdim sınava, sıranın altında otuz sayfa not; binbir şekil muhteva eder. dersi alttan alıyorum, sizden teknik resimden kalan var mı ey ademoğlu; ben bunu da becerdim, e biraz takdir görmek isterim, hakkım... en arkadayım, asistan resmen uyumakta karşımda, gel de çekme. bir iki çizersin, "eeh zikerim lan uyuyo herif, açıp baksana hıyar" diye iç ses siker beynini, bırakmaz ki çizelim; e suç benim mi şimdi muhterem? boşver; elim avına yaklaşan kartal dikkatinde sıranın altına gidiyo, yokluyorum kağıtları, o sırada vücudun da salgıları işlemekte, götüme götüme doğru terler inmekte; zaten böyle anlarda tek başına kalırsın, bünye bile sırtını dönmüş bana, bi yardımcı ol, bi dur bozma konsantremi... o da ne, iki asistan girdi sınıfa, "mını ırzını sikiim, ananı ananı..lannn.."... kağıtlar haşşırt diye yerde, biri kabak gibi sıranın üstünde, yanımdaki oolanla benim aramda köprü vaziyetinde, gördüler mi beraber köprüde sikecekler ebemizi. oolanda bana doğru bi bakış var, nası anlatayım okuyucu, böle daşşakları o anda biri sıkıyo da ben görmüyorum kim, herif kıpkırmızı kesilmiş, ıkınmakta, bana doğru çaresiz bakmakta: "abi kağıt, abi kağıt" diye, sanki kağıdı almamı deil de kağıdı ona bağışlamamı bekliyo pezevnk; lan ne komik oluyo insanoğlu it gibi ürktüğünde. ben de o an heycanlıyım tabi ama "taam oolum, take it easy" tadındayım oolana karşı, alıyorum kağıtları sıranın altına. fekat.. fekat bi tanesi yerde; ulaşamıyorum kağıda, ayağımı basıyorum panikle. "lan aklını sikiim neye yarıcak" diye düşünmeden köklüyorum kağıda; yine fekat, ayağım tüy gibi kalıyo kağıdın üstünde, moralim bozuluyo. "ulan biraz daha büyük olaydın ya, sikiim senin gibi ayaı" diyorum; değişik fantaziler geliyo aklıma, enteresan.
asistan görüyo da ses etmiyo muhtemelen. şimdi düşünüyorum da, herif de acımıştır halime, "garip, sikim kadar aklı yok; resimden kopya çekiyo" deyu düşünmüştür; ya da belki de baktı ayaıma, bi iç geçirdi, bi fantazi de o kurdu arada, çekti gitti. kim bilir? kesin olan, benim ayağımı hep seviceim, onsuz yapamıcaım; önemli olanın anlaşmak olduğu, her insanın ayağının kendisine en güzel geldiği *
eskiden böyle miydi? efendi efendi takımını giyer, kendi halinde çıkar gezinirdi gençler mahallelerde. yoktu böyle popstar havalarında fink atmak, deli gibi dikkat çekmeye çalışmak.ulan ben utanıyorum senin yerine,sen öyle havalı havalı gezince; sanki bi bokummuş gibi.biraz kendiniz olun olum, tak birinin sırtında gördüğünü cumburlop atlama ben de alacam, giyinicem, yakışıklı olucam diye. sana söyliyim o halinle beş para etmezsin gözümde. he gözünde beş para edeceklerin de senin gibi aklı bi karış havada, iki cümleyi bi araya getiremez, ömür törpüsü hatunlardır.mutluluklar o vakit size.
popstar tadında giyinmekten başka ne marifetleri olduğunu düşündüren; sosyolojik vak'a.
yüzde yüz yağlı etten müteşekkil göte et muamelesi yapamayacağımızı bize göstermiş, yerinin çok geçmeden yeni nesillerce doldurulacağı ehtiyar. * bir de *