işsizlikten durdum adamın sesine âşık oldum. Günlerdir, gecelerdir onun sesiyle uyuyup uyanıyorum. Sesi daha güzel olan pek çok kişi var elbette ama şiirleri ondan daha duygulu okuyanı yok.
Yine o andayım.
"ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım"
Ne beklediğini bilerek -ama beklemeden- yaşayacaksın: en çok beklediğinin de gelse bile bir gün, hiçbirzaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek...
Yaşamın bir bekleme olacak -ama beklemeden yaşayacaksın.
Böyle buyurdu Zerdüşt kitabının giriş cümlesidir. Anlaşıldığı kadarıyla herkes için ve anlatılamayan tarafıyla hiç kimse için bu kitap demek istemiştir Nietzsche. Çünkü felsefe budur.
Cem yayınevinden çıkan turan Oflazoğlu çevirisinde ise bu cümle "bir kitap ki herkese göre ve kimseye göre değil." şeklinde geçer.
Bütün öykü kitaplarını yarıda bırakıyorum. Sonra kitap okumaya en istekli olduğum bir zamanda elime alıp tekrar bırakıyorum. Sanırım hiçbir zaman bitmeyecek onun öyküleri.
Bugün izlediğim ancak beklediğim etkiyi bulamadığım bir Yavuz Turgul filmi. Şener Şen ve diğer oyuncuların oyunculuğuna diyecek yok. Filmin başı ve sonu çok ama çok eksik. Orta kısımlarda Rutkay Aziz de olmasa bayağı sıkıcı olurdu. Filmde Hasan Ali Toptaş'ın "Kuşlar Yasına gider" kitabı dikkatimi çekti. Ve tabi ki Gülten Akın...
Olmamış be Yavuz Hocam. Sen ki Keje'yi konuşturmuş adamsın.
Biraz rüzgar biraz dalga varsa ve mevsim sonbaharsa "Vesikalı Yarim" filmi aklıma gelir. Çok mutlu olsam bile hüzün çöker yüzüme. Şükran Ay - Kalbimi Kıra Kıra şarkısı döner durur zihnimde. Sigara içmediğim halde sigara içme isteği uyanır.
Film değil de aklıma dizi geldi. Türk dizisi "Sıdıka" Atilla Atalay'ın aynı isimdeki kitabından uyarlamaymış. Senaristliğini de yine yazarın kendisi yapmıştır. Küçükken seve seve izlediğim bu dizinin önce kitabını okumak isterdim.
Bestesiyle güftesiyle gerçek aşkın anlatıldığı enfes parçalardan biridir. içindeki fırtınaya ses olmasını isteyenler tarafından dinlenir. Lâkin o ses hiçbir zaman gelmeyecektir.
Sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım istanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki
yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
rakı içebilir miydi samatya'da
bir şiir uyur muydu kuş gibi
başını alıp da kanatlarının altına?
oysa bir şiir neydi sanki
ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?
bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
bana kerametinizi gösterin
kermatenizi gösterin bana!
bir dikişte içtim bir şişe geceni
yıldız komasına girmek istiyordum,
istiyordum dolunay çarpsındı beni
kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
kin kusulsundu, öç alınsın
icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
hemen yarın yeni bir intihara başladım.
ben fazla yemesem diyorum baylar yani
bu kadar hınç bana fazla.
icabında bir allah bir allah daha
çok tanrılı bir din ederdi
bırak müridin olayım istanbul
sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul
oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
canım yandı
bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
kapıma gül bırakan adamları
ben de icabında bir hafıza mağduruyum
cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
sokaklarında eylemler yapayım.
benim ne sakal yanığı günlerim oldu
guruba bak ve beni an
öpüşmekten yorgun ve kızıl
bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
bütün allar bir gün solarmış
ben bunu geç anladım
yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı
kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan
ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
meğer yüksek bir dağmış.
üstümü ara
cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
ellerimi de kaldırdım bak
hazırım tutkumu tutukla.
şiirsizim
bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul
ben bu şiiri kusarak yazdım.
düşüyorum
karıncanın peşine minik depremler oluyor
yabanıl ot kokuları, sonra düşler, düşüyorum
puslu bir görüntü tarih dediğimiz ve kirli
sular buharlaşıyor buluşalım dediğin denizde
burdayım sözümde, yanlışsa da bu istasyon
bir ben yitirmedim galiba belleğimi bir de
şiir yazanlar, ne kadardılar ve nerdeydiler
hatıralar üretiyorum telgraf tellerinden
akşamüstleri fesleğenleri suluyorum
bekle demiyorum kimseye, unutma demiyorum
acı soysuzlaşınca tiranlaşıyor belleksizlik
inat ve öfke, kaybediş ve kayboluş oluyoruz
komikti dıştan bakınca dünya ama hırçın
ayışığı, telgraf direkleri ve fesleğenler
burdayız işte durgun bir sessizlikteyiz şimdi
unutulan bir şey kaldı mı diye soruyor tiran
kampana çalarken çöldeyiz o geniş çevrende
mısır'ı soyun diyordu musa belleksizdir firavun
babil ve burası iki istasyon iki uzak nokta
belki bir imgede düzlem olabilen iki grilik
düşler ve tarih inilecek son istasyon
burdayım işte güzel bir yanlıştayım şimdi
beklemesini bilmiyor acelesi olan ve nedense
çekip gidiyorlar, kalanlar o kadar azız ki
o kadar azız ki mutluluk bile bizden çok.