birgün, peygamber efendimiz (s.a.v) hz. ali'ye bir sır verir... öyle derin bir sırdır ki bu, kor gibi yüreğine çöker hz. ali'nin. ama ondan da kötüsü bu sırrı kimseyle paylaşamaz. Öyle büyük ve derin bir sırdır ki; yüreği daha fazla taşıyamaz bunu. hz. ali bu sırra tahammül edemeyerek nihayet içi boş bir kuyuya varıp sırrını ona söylemek mecburiyetinde kalır. nefesi yettiğince kuyunun içine ''huuuu'' diye haykırır. kuyu bu sırra dayanamayıp , su çıkarmaya başlar...
sular taşar...
kuyunun etrafında sazlıklar fışkırır..
derken.. günün birinde aşığın biri bu sazlıktan bir kamış koparır... ona şekil verir.. ve aşkla üfler...
kamıştan yani ney'den ''huuuu'' diye bir ses çıkar... ses... hz. ali'nin sırrıdır. ney sesini duyan hz. peygamber ' ya ali niçin sırrımı ifşa ettin?' diye sorar. hz. ali'de ya resulallah, halktan hiç kimseye ağzımı açmadım' cevabını verir. resulallah ' ya bu dır nedir, o sır değil mi?' buyurur. hz. ali dinler, görür ki o sırdır. hemen özür dileyip ' ya resulallah daha fazla tahammül edemediğim için kırda boş bir kuyuya söylemiştim' der. bunun üzerine allah resulü; 'işte bu ney bu sırları kıyamete kadar söyle.' buyurur..
''hastayım hasta
canım ister pasta'' tekerlemesiyle bağlantı kurulan durumdur zannımca.
naza verip dikkat çekmek için hasta numarası yapılıyorsa can pasta da çeker çiğ köftede;
ama cidden hasta olunmuşsa inanın gözü cidden hiç bir şeyi görmemekte...
terzi kendi söküğünü dikemezmiş lafında ileri gelen ve asla dikemediği söküktür.
bu söz daha çok AKIL VERMEK AMA VERDiĞiN AKLI kişinin KENDisiNiN UYGULAMAMASIDIR.
çok iyi bir dinleyici olmakla beraber, iyi akıl verir ve ikna etme yetisine sahibimdir. milletin söküğünü dikiyoruz ama kendmimiz yırtık prıtığız icabında...
adı üstünde saç kurutma makinesi diye hitap edilen bu makine aslında o kadar çok işe yaramaktadir ki; kelimelerim kifayetsiz kalmıştır şu an.
örnek vermek gerekirse; *
mesela suya ya da tuvalete düşen telefonunuzun tekrar çalışması için en az sizin kadar çırpınır efendim.
evet; yaşadım ve gördüm. telefonunuza suni teneffüs yapabilme yetisine sahip olup tekrar hayata tutundurabilir.
(kendime yakıştırmadan yazdığım ama yazmazsam kendimi rahat hissetmeyeceğim bir entry olacak bu.)
bilindiği üzere zamanın en çok kullanılan; ayrıca bir gazete adı olan küfür = amk
yaw bir insan her cümlenin sonundamı kullanır bunu. hadi onuda geçtim 7 yaşındaki çocuktan tut da 77 yaşında sakalından utanmayan adamlar bile diline alışkanlık yapmış bunu gençler ne yapsın. ne yapsın? dillerine sahip çıksın. yüreği karartacak organlardan biride dildir. belki kötü düşünür uygulamazsın; ama ağızdan çıkan her cümle ile sorumlu tutar allah kullarını.
+++allah ıslah etsin (!)
gecenin bir vakti uykumun en güzel yerinde kulak zarımı yırtarcasına beynimde uğuldayan o muhteşem, o eşsiz kıldığım sesin yanıma usulca bıraktığı bir çift kelamdır bu cümlecik...
evet; dışardan okunduğunda iki kelime on harften oluşan bir cümlecik; içine girildiğinde, ya da duyduğum anda beri içimde oluşturduğu duygulara bakıldığında lanet edilesi, hayatın içine edebilecek büyüklüktedir...
ne denir ki bu sözden sonra;
-sana alıştım bile... mi? ...!
hiç sanmıyorum...
her gün; her gece duymak için can attığın ses...
onun sesiyle uykuya dalıp, günün ilk saatleri itibariyle gününün güzel başlamasını sağlayan o ses kalkıp bir gece bu lafı söyler sana...
''alışma bana damla''
bre allah'ın cezası... bana verilen en güzel cezaydın sen, ne güzel cezaydın hem de...
ne günah işledimde allah seni bana vermişti... ah bir bilsem de yine işlesem o günahı... ah bir bilsem...
hiç tanınmayan ama yaşca sizden büyük olan adamın sürekli küfür etmesini işitmek sanırım sinir bozucu olduğu kadar üzücüdür.*
işim gereği konuştuğum insanlar arasından yalnızca birisi bu amca. amca ama ne amca. (!)
söylediği her cümlede küfür, artı cümleler dolusu pislik. adam resmen sözle porno film çekiyor mübarek. tövbe tövbe. yaşından başından utanmadığı gibi, o bozuk aksanı ile resmen midemi bulandırdı. söylediklerin yazmayıda çok isterdim aslında; aklımdan geçiyor, parmaklarımın ucuna kadar iniyor; ama terbiyem buna müsade etmemekle üstün geliyor.
barışmak için yapılan savaşlardan biridir bu.
ama tartıyla değil kendi bedeniyle savaş içindedir. sadece bunu tartıya karşı yapmaktadırlardır.
gerçek olan şu ki tartının hiç birşeyden haberi yoktur. ona ne üstüne binenin kilosundan... *
tanım çeşitleri;
1. koca değildir o; halk arasında hayvan denilir.
2. dört duvar arasında bile dövmeye hakkı yokken sokakta dövmeye cesareti varsa her türlü ceza uygulanabilmelidir.
3.çevredekiler tarafından dayaktan bayılana kadar dövülmelidir
4. lavuk!
heves edip öğrenmektir niyet.
ama birde işin şu boyutu vardır. gitarı alır evine gelirsin, gayet heyecanlı ve şaşkınsındır. kendi kendine öğrenmektir asıl olan mümkünmüş gibi. çıkarırsın kılıfından, basarsın umarsızca telleri tıngırdatmaya. heves bu ya; başlarsın o çekilmez sesinle bağıra bağıra şarkı söylemeye. kendini çok güzel söylüyor ve çalıyor havasına sokup kendinden geçersin. sonra annenin ve babanın kapıyı ani bir şekilde açıp şaşkın ve kızgın bir şekilde bakmasıyla bulur artistliğin.
sonuç:gitar kitaplığın üstünde uyur ve sadece tozunu alır/aldırırsın. taki gitar kursuna başlayana dek.
ders 1: bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp,
ders 2: anlamadığın şeylere halt edip sokma burnunu,
ders 3: merak o kadar da güzel birşey değildir.
elbet lazım olur kafasıyla düşünüp herşeyi saklayan kişinin hayal kırıklığıdır bu.
+bu lazım olur dursun
+bu da lazım olur dursun
+a bu da kesin lazım olur birgün...
bu huydan arınmak temizliktir.
boş parfüm şişelerini bile saklayan insanlar bilirdim *.
hoş değil bu kadarı.
her saman saklanmamalı.
yavaş yavaş terkederken güneş gündüzü; haliyle yavaş yavaş kararırken hava, günün yoğunluğundan bedende oluşan yorgunluk kalır bedende...
önce kızıllaşır güneş ve kızıl bir çarşaf serer gökyüzüne,
sonra usul usul iner aşağı; yorgunluktan kapanan göz gibi...
kararır heryer.
yeryüzünde sanan sokak lambalarına inat kapkaradır gökyüzü,
ve eşsizdir üzerine serpilen yıldızlar...
kapanır tüm evin lambaları çünkü gece mahkumdur karanlığa.
-ta ki ertesi gün tekrar merhaba diyene dek güneş...
aşkın aşk olduğu zamanlar geride kaldı artık...
nerde o eski kaçamaklar, nerde o eski heyecanlar...**
artık her önüne gelenle çıkılıyor, geziliyor, her hoşlanılana çarpıyor kalp.
ve her kalbin çarptığıyla paylaşılıyor özel olması gereken anlar...
sırf bu yüzden özelliği bitiyor zamanla yan yana yürümenin, el ele tutuşmanın, öpüşmenin...
ilk görüşte aşk tabiki mukaddes bir duygudur; ama bir insanı tanıdıkça, keşfettikçe, her keşifte heyecanlanıp bağlandıkça daha sağlam bir ilişki çıkar ortaya. *...
--spoiler--
tanıdıkça aşık olmak,
aşık oldukça tanımak
--spoiler--
genellikle alış veriş mağazalarının kapılarında bulunan, sizin yaklaştığını sensörü sayesinde tespit edip kapılarını açan kapının, bir türlü sizi farkedemeyip açılmamasıdır. *
bir kaç adım geri çıkıp tekrar ilerlersiniz yine açılmaz; yoksa ben görünmez mi oldum diye düşündürür bir süre sonra. kapı bile seni sallamıyor. der garipten bir ses.
durur kalırsınız öylece, kapı arkanızdan gelen kişi sayesinde açılır.
hafta sonu sorun değil de hafta içi işe gitmek suretiyle evden çıkmadan önce damlıyorsa insanın canını sıkacak durumdur...
sabah sabah en çok küfür yiyen eşyalar arasında alır yerini..
hasretim nazlıdır ankara;
dumanlı havayı kurt sevsin
asfalttan yürüsün aralık,
sevmem, netameli aydır.
bir başka ama bilemem
bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
...