Bir zamanlar tatil amacıyla gittiğimiz kamp. Babam astsubaydı. Sağ olsun, gezdim gördüm. Yürünecek yerler, altından fıstık toplanan çam ağaçları, gün batımının izlendiği plajlar... miss... Cennetin izmir'e düşen bir parçasıdır adeta.
Türkiye enerji konusundaki dışa bağımlılığını kaybedecek fakat, altımızdaki bor madenini bile kullanamadığımız halde uranyumu nereden ve nasıl temin edebiliriz düşündünüz mü hiç? Artık bize nasıl kazık atarlar bilmiyorum.
Bir de, madem nükleer santral yapacaksın, uygun bir yer seçmek zorundasın. Hangi kafayla bu santral fay hattının üzerine yapılır anlamış değilim. Her hangi bir deprem anında al sana Melt Down... Ayrıca nükleer santral, kısmen de olsa kesinlikle temiz bir enerji kaynağı değildir. Patlamanın yanı sıra, her gün yaşanabilecek olan rutin radyasyon sızıntıları, doğada kirliliğe sebep olur. Santralin bulunduğu bölgede kanserin artması da cabasıdır.
Beklenmedik bir anda atom bombasına dönüşecek olan bu santralin Türkiye için hiçbir faydası olmayacaktır. Dilerim ki uranyum bulamazlar, o santral de çalışmaz!
Biraz zahmetlidir. Sorumluluk gerekir. Bakamayacaksanız daha iyi bir karar verin. Zira iki hafta bile dayanamazsanız eğer, köpeği emanet edecek birini de kolay kolay bulamazsınız.
''Gece Yarısını Dört Geçe'' adlı eseri, dört farklı korku hikayesinden oluşuyor; ilk hikayenin adı ''Umacılar'', Son hikayesinin adı da ''Güneş Köpeği''. Bu iki hikayeyi okuduktan sonra yazarın hayal gücüne hayran kaldım. Oldukça etkileyici ve sürükleyiciydi.
- Abi denge bilekliği alır mısın?
- Ne kadar?
- Tanesi beş lira abi. Birden fazla alırsan indirim yapıyoruz.
- Al şu parayı, bütün bileklikleri bana ver. Hadi bismillah!
- Ama abi...
''Ülke bu yüzden gelişmiyor'' deyip konuyu başka yerlere çekmemek elde değil. Olmuyor işte... Bir kere de Kuantum Fiziği konuştuğunuzu görelim... veya daha lüzumlu bir konu ile ilgili... Ne bu fanatiklik? Ne bu kitleler arası düşmanlık?