dalgaci
-36 (Kojiro Hyuga)
üçüncü nesil yazar 2 takipçi 0.90 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    avasas

    54.
  1. 5 kasım 2007 bush erdoğan görüşmesi

    7.
  2. oktay ekşi

    13.
  3. atatürk ü karalamak

    6.
  4. herkes müsterih olsun; tck'nın 5816 sayılı kanunu ile tevessül edeni 3 yıl için kodese tıkarlar. oh olsundur. amerika'da geroge washington'ı, ingiltere'de kraliçe ve kraliyet ailesini, fransa'da charles de gaulle'ü karalayanları 40 satır bilemediniz 40 katırla cezalandırıyorlarmış. e, bizim medeni, modern ve demokratik bir ülke olarak farkımız olsun, değil mi ama?
    0 ...
  5. abdullah gül

    365.
  6. insan olarak sevdiğim, beğendiğim biri. fakat maalesef "iyi saate olsunlar"ı ürkütmemek ve onların da gönlünü yapmak ve şerlerinden emin olmak adına korkak ve mütereddit davranışlar sergilediğini, sözler söylediğini de üzülerek müşahede ediyorum. 29 ekim cumhuriyet bayramı vesilesiyle verilecek resepsiyonun ev sahibi cumhurbaşkanı ve eşidir. onlar teamül ve mutad üzre devlet erkanını ve diğer herkesi eşiyle beraber çankaya köşkündeki 29 ekim cumhuriyet bayramı resepsiyonuna davet eder. isteyen eşi ile istemeyen eşi yanında hazır bulunmaksızın davete icabet eder veya hiç gelmez. bu kadar basit.
    kendisinin başkomutanı olduğu türk silahlı kuvvetleri'nin generalleri resepsiyonu protesto edip gelmez diye düşünüldü ki herhalde 29 ekim'deki resepsiyona "a tipi protokol" mensubu devlet erkanı eşsiz davet edilecekmiş. 30 ekim'deki ikinci resepsiyona ise iş adamları, sanatçılar, spor dünyası mensupları vs. eşli davet edilecekmiş. ilk resepsiyona cumhurbaşkanı eşi de katılmayacakmış. oh ne ala. gayet güzel. siz alttan alın böyle hep. sonra da "demokrasi mücadelesi veriyor" olun. daha emriniz altındakilerden korkunuzdan en doğal ve basit şeyleri yerine getiremezseniz gün gelir devlete buğday alımını devrin genelkurmay başkanı karadayı'ya soran erbakan'a dönersiniz.
    maalesef anlaşıldı ki cumhurbaşkanlığı makamına militarizme boyun eğmeye teşne "gül gibi" değil, özal gibi gerektiğinde "genelkurmay başkanını ben belirlerim, ben görevden alırım" diyen ve dediğini yerine getirebilen mangal yürekli ve taşaklı biri lazım. siz daha göreve geldiğinden beri niye şehitlerin sayısının ve terör faaliyetlerinin arttığının hesabını soramıyorsunuz genelkurmay başkanı'na.
    2 ...
  7. musul u almazsan diyarbakir i kaybedersin

    2.
  8. ancak kim tarafından ne zaman, nerede vs. (5n+1k) söylendiği kaynağı ile beraber verilirse değerlendirilmeye değecek olan söz.
    0 ...
  9. bir gece ansızın 81 düzce 82 musul 83 kerkük

    5.
  10. türk olarak hoşumuza gidiyor tabii. emperyal fetih ruhumuz ve hayallerimiz canlanıyor fakat son tahlilde millet olarak ikiyüzlü bir anlayışa sahip olduğumuzu yansıtır.
    hani "yurtta sulh, cihanda sulh"tü?
    hani "türkiye cumhuriyeti olarak kimsenin toprağında gözümüz yok"tu?
    eğri oturup doğru konuşalım. ya m.kemal'in musul ve kerkük'ü misak-ı milli hudutları dışına çıkarmasını kabul edip (bkz: mustafa kemal atatürk/@dalgaci) mevcut sınırlarımızla iktifa etmeyi öğreneceğiz, 780 küsur bin kilometrekarelik topraklarımız dışında kimsenin çakıl taşına göz dikmeyeceğiz, emperyal hayaller kurmayacağız, ve "yurtta sulh cihanda sulh" "ilke"siyle tutarlı ve orantılı davranışlar sergileyeceğiz; ya da emperyal iddialar taşıyan ve başkasının topraklarında gözü olan bir devlet olduğumuzu cihana ilan edeceğiz. bu ikinci durumda m.kemal atatürk'ün musul ve kerkük'ün "misak-ı milli" hudutlarının dışında kalmasına rıza göstermesini de onun başarısızlık hanesine yazacağız. "musul ve kerkük bizim hakkımızdır. onları alalım" diyen arkadaşlar,
    gidin bunun hesabını o dönem lozan'da musul ve kerkük'ün mukadderatını ingilizlere terkeden 1923 türkiye'sinin idarecilerinden sorun. o fırsatınız kalmadı gerçi, en azından onların o dönem icraatlerini sorgulayın.
    yok "m.kemal o dönem konjonktür gereği bırakmak zorunda kaldı" mı diyorsunuz, hala hak mı iddia ediyorsunuz? o zaman, "uluslararası anlaşmaların benim için hukuki bağlayıcılığı bir yere kadar ben emperyal hayallerimden vazgeçmem" diyorsanız elin yunan'ı da istanbul'a konstantinapol dediği zaman bozulmayacaksın. megalo idea'dan bashsettiği zaman şarlamayacaksın. suriye "hatay bizim hakkımız" dediği zaman gücenmeyeceksin. hatta "türkler anadolu'yu muvakkaten tavattun ettiler, behemehal tahliyesi elzemdir" diye yerinden yekinen haçlı evropalılara öfkelenmeyeceksin.
    hülasa, azıcık delikanlı olacaksın. becerebilirsen.
    13 ...
  11. mustafa kemal atatürk

    937.
  12. "Musul bizim için çok kıymetlidir; birincisi civarında nâmütenâhi servet teşkil eden petrol menbâları vardır. ikincisi bunun kadar mühim olan Kürtlük meselesidir.. ingilizler orada bir Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim hududumuz dahilinde Kürtlere sirayet edebilir. Bu fikre hail olmak üzere hududu cenubdan geçirmek lâzımdır. Bununla beraber Musul'u almamakla muharebeye devam mı edeceğiz? Hatta sizlere soruyorum: Her şey oldu bitti, Musul için harbe devam makul bir şey midir?"

    sözlerinin sahibidir.

    kaynak: "Mustafa Kemal / Eskişehir-izmit Konuşmaları, s.94, kaynak yayınları, 2. Baskı, istanbul, 1998)
    3 ...
  13. atatürk yaşasaydı olabilecekler

    57.
  14. türkiye genetik araştırmalarında ve keşiflerinde zirvede olurdu. zira böylesi "mükemmel" bir lideri kaybetmemek ve "hep başımızda kalsın, ebediyyen şef* olsun" arzusu adına ölümsüzlük genini arar dururduk. klonlamayı biz keşfederdik. klonlarını kendisinin yerine ikame etmek için değil (zira klonu bile olsa "kimse asla onun yerini tutamaz" ) ona "yedek parça" yetiştirmek için üretirdik.
    0 ...
  15. akp ye oy verip şehit cenazelerine üzülen zihniyet

    15.
  16. "başbakanlığın emri altında" olduklarını söyledikleri genelkurmay başkanının muhtıra verdiğini ve "başbakanlığın emri altındaki" (kendileri "bağlıdır" ifadesine bile bozuluyorlar, bırakın "emri altında" olmayı) genelkurmay başkanına, "emri altında bulunduğu" makama karşı gelirken haddini hatırlatmayı unutan zihniyet tarafından "akp"ye ve ona oy verenlere laf sokmaya çalışmak maksadıyla uydurulandır.
    1 ...
  17. akp ye oy verip şehit cenazelerine üzülen zihniyet

    6.
  18. orta yerde genelkurmay başkanını şehitlerin sorumluluğundan muaf tutan zihniyet varken hiç de yadırganmaması gerekendir.
    6 ...
  19. pkk ya kopek surusu deyince eksi oy veren zihniyet

    1.
  20. eksi oy vermesem de ben de pkk'ya "köpek sürüsü" denilmesinden rahatsızım. zira burada bariz hakaretin köpeklere olduğunu düşünüyorum bir köpek sever olarak.
    8 ...
  21. kovulduk ey halkım unutma bizi

    10.
  22. kitap hakkındaki en güzel yorumlardan birine bir haber sitesinde rastladım:

    "cumhuriyet'i hasan cemal'den, hürriyet'i emin çölaşan'dan öğrendik. darısı milliyet'e(kime denk gelir bilmem)"

    ben can dündar'dan bekliyorum şahsen. o istidadı onda görüyorum. iyi belgeselci çocuktur.
    2 ...
  23. ertuğrul özkök

    79.
  24. Açık istihbarat sitesi üşenmemiş, emin çölaşan'ın mahut şaheseri kovulduk ey halkım unutma bizi isimli kitabında yer alan ve "ertuğrul özkök'ün maskesini düşüren" "anekdot"ları bir güzel derlemiş, toparlamış ve bize sunmuş sağolsun:

    "Ben gazetecilik değil canbazlık yapıyorum" itirafında bulunan; geldiği noktayı "eskiden iyi bir şarap alacak param bile yoktu" cümlesi ile özetleyen Ertuğrul Özkök isimli bu şahsiyetin nezdinde Türk medyasının geldiği canbazlık noktasını; Emin Çölaşan'la ilgili eleştiri hakkımızı saklı tutarak, siz okurlarımızın dikkatine sunuyoruz...

    "Keyfimize bakalım. Paramız iyi, maaşımız iyi. Rahatımız yerinde. Niye kendimizi sıkıntıya sokalım. Frenli gidersek ; hükümeti eleştirmezsek hiç sorun kalmaz. "

    "Hürriyet'i yönetmek Türkiye'yi yönetmekten çok daha zordur. Bu işin başında bugün ben varım. Ben aslında burada gazetecilik yapmıyorum, canbazlık yapıyorum. Benim zamanımın ancak %20'si gazetecilikle geçiyor.%80'i canbazlıkla geçiyor."

    "Beyler hiç merak etmeyin. Biz bu iktidarla el veya geç papaz olacağız. Şimdi erken zamanı gelecek. Biz onlara dünyayı dar edeceğiz, kimse merak etmesin.

    insanlar gazetelerde muhalefet görmek istemiyor. Bakın Sabah gazetesi hiç muhalefet yapmadığı halde tiraj alıyor. Demek ki millet muhalafet yapılmasını istemiyor.

    Beyler; şunu iyi bilin. Dünyanın hiç bir ülkesinde gazetenin yayın politikasına aykırı yazılar gazetede yeralmaz.

    "Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz. Hergün 500.000 gazetenin dağıtım parasını alıyoruz. Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah'ın dağıtım şirketi ile anlaşırlar, çok büyük para kaybederiz."

    (Hürriyet'in Ankara bürosu çalışanlarına yaptığı konuşma)

    Arkadaşlar; Eylül ayından itibaren yeni bir gazetecilik anlayışını başlatıyoruz.

    Millet artık siyasetten bıktı. Siyaset, terör v.s. gibi haberler gazeteye artık en az biçimde girecek. Magazin ve renkli yaşam ağırlıklı olacağız.

    Hepiniz ona göre davranacaksınız.

    Patronla arayı iyi tut. O da sana her olanağı fazlası ile sağlasın.

    Haftada bir kaç defa arayıp , hatırını sorsan küçülür müsün? Bak yılbaşı geliyor; bakarsın iyi bir prim verir.

    Rahatımıza bakalım şu dünyada be; bize ne yolsuzluktan, siyasetten. Millet bıkmış artık bunlardan, bunları okumak istemiyor.

    Dünyanın her yerinde patronlar gazetenin mutlak hakimidir. Gazete onun istediği çizgide çıkar.

    Bir yazar patronun çizgisi dışında yazı yazamaz. Dikkatli olmakta fayda var.

    Türkiye'de konu mu yok... arada bir de başka şeyler yaz. Kuş gribi yaz, CHP yaz, başka bir şey yaz...

    (Ertuğrul Özkök'ün Sheraton'daki yemekte Bekir Çoşkun'a söyledikleri)

    Tayyip'in üzerine gitmeyin. Eşini ve çocuklarını yazı konusu yapmayın; onu rahat bırakın.

    Biz laiklik konusunda ödün vermeyiz ama ekonominin gidişine dokundurmam. Biz o dengeyi kurarız.

    Beyler; basında artık magazincilik geçerli. Halk magazin istiyor. Bundan sonra Hürriyet böyle olacak. Bir Kelebek eki çıkardık, satışımız elli bin arttı.

    Benim yaptığım işi iyi bilin. Ben burada gazetecilik değil, jonglörlük yapıyorum. Elimdeki beş topu yere düşürmeden havaya atıp tutuyorum.

    Doğan Medya grubunun bütün kuruluşları şu anda iyi gidiyor. Fakat hükümet isterse en sağlam kuruluşları, en sağlam bankaları bile bir günde batırır.

    Müfettiş gönderir, maliyeci gönderir. Nasıl olsa bir eksik veya yanlış bulur.

    Geçenlerde Doğu Perinçek'in dergisinden alıntı yaptın. Ben o yazıyı önceden okusaydım, koymazdım. Ne yazık ki okumamıştım. Kendisinden hoşlanmayız.

    Bak arkadaş, hükümetin POAŞ'ta üzerimize nasıl geldiğini görüyorsun. Biz de önlem almak zorundayız.

    Aydın Bey'in sana çok selamı ve çok önemli bir ricası var. Şimdi sana onları aynen aktaracağım ve karar vermeni isteyeceğim :

    1) Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümet hakkında yazı yazma. Bizim bunlarla işimiz var.

    2) istersen uzun süreli izne çık ve bir süre yazma.

    3) istersen gazeteden tümü ile ayrıl, bu takdirde Aydın Bey sana yüklü bir para verecek.

    Patron diyor ki; "Emin'e istediği her türlü olanağı sağlayalım, gelecek kaygısı olmasın"

    Bunlar (hükümet) bizi batıracak tahkikat komisyonları kurdular, üzerimize geliyorlar. POAŞ olayında korkunç para cezaları var. Dava açsak bile parayı yatırmamız lazım.

    O yüzden yayın politikasını biraz daha yumuşatmamız gerekiyor.

    Öbür yanda Sabah'ı koruyorlar. Akşam grubuna bir sürü kıyak yapıyorlar.

    Arkadaş; ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. iyi bir şarap alacak param bile yoktu.

    Aydın Bey bizi ihya etmedi mi? Refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı olun.

    Tayyip Cumhurbaşkanı, Abdullah Başbakan olacak. O daha ılımlı bir adam. Köprüyü geçene kadar ... Abdullah üzerimize bu kadar gelmez. Şimdi Tayyip bizi batırmaya çalışıyor.

    Başımıza bir de promosyon belası çıktı, haftada bir trilyon zarar ediyoruz.

    Bak hepimiz refah içerisinde yaşıyoruz. Rahat edelim, keyfimize bakalım. Sana istanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen vodka seversin, çok güzel vodkalar göndereyim.

    Yazılarında patronu biraz öv. Bu POAŞ olayında anamızı ...

    Ama Turgay Ciner'in; Mehmet Emin Karamehmet'in marifetlerini hiç görmediler.



    i. Melih yazma. Mehmed Ali Birand'ın dolandırıcılığını yazma. Mehmet Barlas'a liboş deme.

    Medyayı eleştirme. Medyanın yarısı biziz. Yazılan her şey bize yöneliyor.



    Yarın çıkacak yazında Ergun Poyraz'ın gözaltına alındığını yazmışsın.

    Kim bu herif ya. Başbakana, Abdullah Gül'e saldıran kitaplar yazdı.

    Ayıp değil mi...

    Birisi bunları bizim için yazsa hoşumuza gider mi...

    Aydın Bey artık seninle çalışmak istemiyor.

    Diyor ki ;

    "Beni patron olarak takmıyor ve tanımıyor. Beni dışarıya karşı zor durumda bırakıyor. Ben AB'den yanayım. Emin AB'den yana olanlara hain diyor. Beni de hain yapıyor. Ben özelleştirmeden yanayım. Emin karşı çıkıyor. Emin takım oyununun dışında kaldı. "

    Patron artık seninle çalışmayacak. Bu kesin karardır. Bu zor görevi sana bildirmeyi ben üstlendim. Karım dün gece bana; "bunu Emin'e nasıl söyleyeceksin" dedi ama çarem yok.

    inan ki dün gece bir şişe şarap içip yattım.


    Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Esnek davranacaksın böyle konularda.

    Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay'ı, Güneri Cıvaoğlu'nu getirme kararı aldı.

    Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim.



    Cumhuriyet mitinglerinde, POAŞ olayında patrona ve bizim Doğan Grubu'na ana avrat sövüldü.

    Bir tek satır yazıp patronu savunmadın.

    Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.

    Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.

    Kaynak : Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi - Emin Çölaşan - Bilgi Yayınları
    http://www.acikistihbarat...m/Haberler.asp?haber=7028
    3 ...
  25. yaşar büyükanıt

    86.
  26. kendisi ve başında olduğu kurum hakkında çok şeyi merak ediyorum.
    istifa etmeyi düşünüp düşünmediğini merak ediyorum.
    şehitlerimizi kendi başarısızlık hanesine yazıp yazmadığını merak ediyorum.
    mehmetçiklerimizin şehadetinden sorumlu olduğunu düşünüp düşünmediğini merak ediyorum.
    türkiye cumhuriyeti'nin seçilmiş başbakanına ve türkiye büyük millet meclisi'nin seçtiği cumhurbaşkanına karşı hazımsızlık göstermeyi nasıl bir "devlet terbiyesi" anlayışına ve mesleki ahlak algısına yerleştirdiğini merak ediyorum.
    demokratik bir ülkede seçilmiş sivil iradeye darbe yapmak, muhtıra vermek hakkında ne düşündüğünü, bunun milli iradeye ve "milletin kayıtsız şartsız egemenliği"ne tecavüz anlamı taşıdığını kabul edip etmediğini merak ediyorum.
    şemdinli davasından mahkum olan ali kaya'nın "iyi çocuk" olduğuna kamuoyunu temin etmeye çalışmanın hangi saikin eseri olduğunu merak ediyorum.
    yaldızlı üniformalarla kokteyllerde devre birincileriyle dans etmenin ve kadeh tokuşturmanın "çağdaş türkiye"ye nasıl katkıda bulunacağını merak ediyorum.
    korumaya and içtikleri "devrim yasaları"nın men etmesine rağmen "paşam" nidasından haz almanın ne ile, nasıl telif edildiğini merak ediyorum.
    ankara'da genelkurmay binası ve karargahından etrafa emir ve talimat yağdırıp ve fakat terörün gemi azıya aldığı güneydoğuya karargah kurmamanın, komutanlık ve kurmaylık liyakatini tam da ihtiyaç hissedilen günlerde bizzat göstermemenin, orduları sevk ve idarenin başında bulunmamanın bir genelkurmay başkanı için ne anlama geldiğini merak ediyorum.
    bütün bunlar yerine anlı şanlı ecnebi entelektüellere atıfla bezenmiş bir konuşma metni aracılığıyla türk entelijansiyası ile fikir tokuşturmanın nasıl bir lezzet sağladığını merak ediyorum.
    laiklik gibi elle tutulamayan kavramlar sebebiyle sürekli sivil siyasi irade üzerinde demokles'in kılıcı gibi sallandırdıkları meydan okumalarının böylesi günlerde ne anlama geldiği, ne kadar önem arz ettiğini ve sahiplerine nasıl bir doyum sağladıklarını merak ediyorum.
    muhatap olmaları halinde daha giriş/nizamiye kapısından yüzgeri ettikleri, edegeldikleri ve edecekleri, üniversitelere o şekilde girmelerine asla ve kat'a razı olmadıkları, herhangi bir "kamu kurumu"nda karşılaşmamak adına köşe kapmaca oynamalarına sebep olan (bkz: cumhurbaşkanı abdullah gül'ün eşiyle karşılaşmamak adına başvurulan tedbirler) başı örtülü anaların, bacıların evlatları, kardeşleri, abileri, nişanlıları, eşleri şehit düştüğünde o şehit yakınlarının yüzlerine nasıl baktıklarını merak ediyorum.
    kendi tarihi varlığını m.ö 209'a kadar dayandıran, hz. isa'dan bile daha köklü, terörle mücadelede 27 seneyi arkasında bırakmış bir kurumun sanki terörle mücadelede hiç tecrübesi olmayan somali ordusuymuşcasına kayıplar vermesinin 1.dereceden ve müteselsil sorumlularında nasıl bir hisse veya teessüre sebep olduğunu merak ediyorum.
    merak ediyorum, akşamları başlarını yastıklarına koyup rahat uyuyabiliyorlar mı?
    daha sınırlarımızın içindeki teröristleri etkisiz hale getirememişken, o teröristlerin jandarma karakollarını basarak erlerimizi şehit edip ellerini kollarını sallaya sallaya kaçmalarına mani olamamışken dışarıdaki teröristleri hedef göstermenin nasıl bir askeri strateji olduğunu merak ediyorum.
    her şeyden önemlisi ben ve benim gibi insanların merakını medeni ve tatminkar ölçüler içinde gidermeyi düşünüp düşünmediklerini merak ediyorum.
    3 ...
  27. emin çölaşan

    173.
  28. görürsün bak sana neler edeceğim kişisi. dinsizin hakkından gelen. plaza dışında açılmış gözleri [welcome to the real world]. plazalarda her ay binlerce dolarla bağlanan kaleminin bağı çözülmüş. sadece ve sadece bir döneme içeriden tanık olup tarihe not düşmesi sebebiyle teşekkür edilesi. fakat değer miydi bunca yükü o dolarlar karşılığı taşımaya? değer miydi arabasına binilen kişinin düdüğünü öttürmeye? değer miydi "koyun tüccarı" "jonglör"lerin ağız kokusunu çekmeye, düşürdüğü labutları yerden toplamaya?
    eğer aydın doğan naklettiği kadar kindar ise kariyerini "aydın nereden koşuyor" ile bitirmesi muhtemeldir. emin misin çölaşan?
    0 ...
  29. ertuğrul özkök

    78.
  30. "haydi itiraf edelim"; koyun tüccarlığına heves etmesini, kamuoyunu bağımsız ve tarafsız doğru haberlerle bilgilendirmek görevini üstlenmesi gereken bir gazetenin genel yayın yönetmeni mevkiindeki bir gazeteci olarak tüsiad'a üyeliğini ve yönetiminde yer almasını, 28 şubat ve 1980 darbelerini -bir de demokrasi adına- desteklemesini, t.c başbakanı'na ana avrat dümdüz gitmesini filan neyse kanıksadık ya, merak etmeyin "zamanı gelince" hükumetin (... ) de kanıksarız.
    1 ...
  31. ertuğrul özkök

    77.
  32. emin çölaşan'ın şahadetiyle kendi ağzından:

    "ben gazeteci değilim, cambazım ve jonglörüm"

    [demek sana "gazeteci değilsin" lafına değil, "koyun tüccarı" lafına bozulurdun sen. ilahi ertuğrul, koyun tüccarının cambaz ve jonglör kadar olsun itibarı olmadığını mı sanırsın?]

    ertuğrul bey bununla da kalmamış hürriyet gibi bir "amiral gemisi"ne kaptan olmanın sırlarını da ifşa etmiş. özellikle genç gazeteci adayları, sözüm size. buraya bilhassa dikkatlerinizi istirham ediyorum. "hürriyet'i yönetmek için cambazlık yaptığını, beş topu havaya atıp tutarak jonglörlük yaptığını anlatan" ertuğrul özkök bakın devamını nasıl getirmiş:

    "ben rüzgarın karşısında kavak ağacı gibiyim. rüzgar nereden eserse o yöne eğilirim. patronla uğraşıyorum, kızıyla damadıyla uğraşıyorum. yediğim fırçaların haddi hesabı yok. hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum [ay yazııık, kıyamam]. hükümeti az yaz. hiç merak etme biz bu iktidarla er veya geç papaz olacağız. zamanı gelecek. biz onlara dünyaya dar edeceğiz. kimse merak etmesin." [zaten basını yeteri kadar yemlemeyen hükumete her şey müstehaktır. değil mi efendim? nerede kaldı hükumetin basına çeki düzen vermek istemesi, yolsuklarının üstüne gitmesi.]

    lüks restoranlarda kendisine şarap beğendirilemediği için şoförüne arabasının arkasından şarap getirtip onu içen ertuğrul bey kendisini ihya eden patronuna karşı nankör de değildir:

    "ben aydın bey dönemine kadar parasız biriydim. iyi bir şarap alacak param bile yoktu. aydın bey bizi ihya etmedi mi, refaha kavuşturmadı mı?"

    gördüğü cömertlik neticesi ahbabına karşı da bonkör davranır:

    "rahat edelim keyfimize bakalım. sana istanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. sen votka seversin. çok güzel votkalar göndereyim"

    ideal bir patron-gazeteci ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda tecrübeyle sabit birikimlerini paylaşmaktan da geri durmaz:

    "patronu öv. duygusal adamdır. hoşuna gider. ben patronla aranızda kalmaktan sıkıldım. sinir sistemim bozuldu. dün gece senin yüzünden yine şarap içmeye başladım. patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. bir seferinde bana iki ay küstü. bazen kovmaya kalkıştı. hatta benim yerime seçkin türesay'ı, güneri civaoğlu'nu getirmeye kalktı. ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim"
    [aslan ertuğrul. çok iş bitiricisin. sen çok yaşa.]

    üstelik bu hükumet o kadar kötü ki aslında haza beyefendi olan ertuğrul bey'in bile sigortaları atıyor ve maalesef ağzına kaka kelimeler alabiliyor. doğan grubu'nun vergi kaçakçılığının tescillendiği poaş skandalında hükumet için,

    "bu POAŞ olayında anamızı ( ... )" deyiveriyor. hükumet de hakikaten ayıp etmiş analarını (... )
    2 ...
  33. kovulduk ey halkım unutma bizi

    6.
  34. kitap sayesinde anladık ki emin bey arap atı gibi sonradan açılırmış meğer. aydın doğan ve ertuğrul özkök de iyi kırbaçlamış kendisini. maşallah; hiç durmasın, hazır açılmışken neler biliyor ne inciler ihtiva ediyor, bir bir serrişte etsin isteriz. biz alesta bekliyoruz. emin bey'in inci mercan dolu kitabından:

    http://www.aksam.com.tr/haberpop.asp?a=94305,11
    1 ...
  35. kovulduk ey halkım unutma bizi

    3.
  36. kara kedi'nin hediyesi kitaptır. o kara kedi, emin çölaşan ve ertuğrul özkök'ün -ve tabiatıyla aydın doğan'ın- arasına girmese bazı "gerçek"lerden kamuoyu olarak mahrum kalacakmışız demek ki. iyi ki varsın kara kedi.
    şimdi buyurun çölaşan'dan ifşaatlere:

    BEKiR'i iPLEMiYORLAR: Ertuğrul Özkök hep arkadan vuruyordu. Bana dokunduran köşe yazıları yazıyordu. Hükümet aleyhinde yazmamamı istiyor "Beni çarmıha germe" diyordu. Beni kimin şikayet ettiğini sorup "Tayyip mi" dedim. "Yorum yok" cevabını verdi. Peki Bekir Coşkun'u da şikayet ediyor muydu hükümet. Özkök "O mizah uslubu ile yazdığı için kimse iplemiyor" dedi. TRT'yi dolandırdığı Yargıtay kararı ile sabit olan Mehmet Ali Birant aleyhinde de yazmamam isteniyordu.

    BEN CAMBAZIM: Ertuğrul bir gün bana "Ben gazeteci değilim, cambazım ve jonglörüm" dedi. Hürriyet'i yönetmek için cambazlık yaptığını, beş topu havaya atıp tutarak jonglörlük yaptığını anlatıp şunları söyledi: "Ben rüzgarın karşısında kavak ağacı gibiyim. Rüzgar nereden eserse o yöne eğilirim. Patronla uğraşıyorum, kızıyla damadıyla uğraşıyorum. Yediğim fırçaların haddi hesabı yok. Hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum. Hükümeti az yaz. Hiç merak etme biz bu iktidarla er veya geç papaz olacağız. Zamanı gelecek. Biz onlara dünyaya dar edeceğiz. Kimse merak etmesin."

    FETHULLAH VE PERiNÇEK: Bir gün de Aydınlık Dergisinden alıntı yapıp yazımda kullanmıştım. Önce Özkök arayıp uyardı. Sonra Aydın Doğan (O topal'ın dergisinden yazmışsın) dedi.

    Topal kim? diye sordum. Doğu Perinçek dedi.

    12 Kasım 2004 günü Fethullah Gülen'le ilgili bir yazı yazmıştım. Ertuğrul aradı "Gözünü seveyim Fethullah Gülen'le, Zaman Gazetesi ile ilgili bir şey yazma" dedi.

    Biz Zaman'ın dağıtımını yapıyormuşuz. Her gün 500 bin gazetenin parasını alıyormuşuz. Özkök, "Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah'ın dağıtım şirketiyle anlaşırlar. Çok para kaybederiz" dedi. Sonra zaten Zaman gazetesini ziyaret edip övgüler düzdü. Kendisine orada yakası kapalı özel Fethullah hoca gömleği armağan ettiler. Pek mutlu olmuştu.

    YOLSUZLUK DOSYASI : TMSF Demirel ailesine ait Göltaş'a el koymuştu. TMSF'nin bazı çalışanları Göltaş'ın paralarını özel harcamalarında kullanıyordu. Bu belgeli haberi ekonomi muhabirimiz Çiğdem Toker yazacak, ben de bu konuda yazı yazacaktım. Haberi yazıp geçtik. Ertuğrul Özkök, Ankara'ya geldi. Belgelerin düzmece olabileceğini söyledi. "Ben bu dosyayı istanbul'da bizim muhasebe servisine bir göstereyim de onlar incelesin" demesin mi? Dosyayı vermek istemedim ama geri göndereceğini söyleyince verdim. Fakat, o dosya bir daha geri gelmedi. Haber de çıkmadı.

    EMiNE HANIM: 13 Ekim 2005 günü hastayım, evde yatıyorum. Ertuğrul aradı. Ertesi günkü yazımı hatırlatıp, "Tayyip Bey'in Alman Başbakanına verdiği iftarla alay etmişsin. Oysa ne güzel bir şey yaptı. sen artık Erbakan çizgisine geldin" dedi.

    Herhalde şaka yapıyordu. Sonra devam etti. Ayrıca "Emine Erdoğan'a bulaşmışsın. Patronla da kavga ediyorsun. O seni Ankara'da uyarmıştı. Hükümet'i eleştirmeni istemiyor. Haftada bir eleştir kardeşim. Araya başka şeyler koy. Kuş gribini yaz mesela. Belediyelerdeki ufak tefek yolsuzlukları yaz. iş kopma noktasına geliyor haberin olsun."

    Bu sözler üzerine Özkök'e "Ne demek yani? Kimi tehdit ediyorsun! Kovarsanız kovun" dedim.

    VOTKA, ŞARAP MUHABBETi : Bir gün öğlen saat 12.00'de Ertuğrul'un Shareton Oteli'nde kaldığı kral dairesine gittim. Hayatımda ilk kez kral dairesi görüyordum. "Seninle ne yapacağız" diye söze başladı. Ve şunları söyledi: "Arkadaş ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. iyi bir şarap alacak param bile yoktu. Aydın Bey bizi ihya etmedi mi, refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı ol." Sonra Ankara'da Tirilye Restoran'da Özkök'le yemek yedik. Restoran sahibi masaya 15 çeşit şarap getirdi. Ertuğrul bunların hiçbirini beğenmeyip şoförünü çağırdı. Arabasının arkasından başka bir marka şarap getirtip onu içti. Bu yemekte de yumuşak yazmamı istedi ve "Rahat edelim keyfimize bakalım. Sana istanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen votka seversin. Çok güzel votkalar göndereyim" dedi.

    BENi DE KOVACAKTI: Özkök bu yemekte yazılarımda gazeteden de bahsetmemi isteyip şöyle dedi: "Patronu öv. Duygusal adamdır. Hoşuna gider. Ben patronla aranızda kalmaktan sıkıldım. Sinir sistemim bozuldu. Dün gece senin yüzünden yine şarap içmeye başladım. Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay'ı, Güneri Civaoğlu'nu getirmeye kalktı. Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim. Ne olur hükümetle iktidarla ilgili bir şey yazma. Bu POAŞ olayında anamızı ( ... )"

    iNTiHAR EDECEĞiM: 8 Şubat 2007 günü Akşam Gazetesi benimle ilgili manşet atmış Hükümet aleyhine yazı yazmamam konusunda uyarıldığım belirtiliyor. Ertuğrul saat 11.00'de gazeteden aradı. "Vallahi billahi senin yüzünden intihar edeceğim. Silahla mı edeyim, kendimi gazetenin 11'inci katından mı atayım bilemiyorum". Ben de kendisine "ikisi de olmaz. ille de intihar edeceksen eşin senin elini ayağını güzelce bağlasın. Hava gazı borusunu burnuna dayasın. En kolay öyle oluyormuş" cevabını verdim.

    http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=273094
    2 ...
  37. göbeğini kaşıyan adam

    17.
  38. genelkurmay başkanlığı

    17.
  39. türkiye büyük millet meclisi'nin bahçesinde atatürk büstü eksikliği tespit etmiş kurum. meclis'in bahçesine atatürk büstü konsun istiyorlarmış. bunu istemek, isteyebilmek ve hatta emir telakki edilecek bir arzu şeklinde bildirmek de onlara vazife zaten. zaten amerika'da da benzeri bir uygulama varmış. amerikan genelkurmay başkanlığı beyaz saray'ın bahçesinde george washington heykelinin eksikliğini gidermesi için bush'un kulağını çekmiş. kongre'ye de thomas jefferson büstü yapılmasını talep etmiş. ne mutlu bize. gelişmiş ülkelerdeki uygulamaları aynen taşıyoruz ülkemize.
    2 ...
  40. avasas

    32.
  41. abdullah gül

    347.
  42. ahmet necdet sezer vs abdullah gül

    32.
  43. selef, ramazan ayında oruç olmadığını cümle aleme ilan etmek için kameralar önünde göstere göstere su içer; halef zuhul eseri oruç olduğunu unutarak su içer.

    selef, teröristleri ve özellikle sol ve bölücü örgüt orijinli mahkumları affeder; halef, dağda, bayırda, sınırda selefinin affettiği terörsit ve şürekasına karşı vatan bekleyen mehmetçik'i ziyaret eder, moral verir.

    selef, 8. cumhurbaşkanı rahmetli turgut özal'la başlayıp demirel'le devam eden çankaya köşkünde iftar verme geleneğini 7 yıllık bir "kamusal alan" kesintisine uğratır; halef, kesintiye uğramış geleneği ihya eder ve üstüne üstlük köşkteki ilk iftar yemeğine selefinin affettiği teröristlerin şehit ettiklerinin ailelerini ve gazi ailelerini davet eder.
    6 ...
  44. anayasada atatürk ilke ve inkılaplarına gerek yok

    112.
  45. elifi elifine böyle mi denmiştir bilmemekle beraber esasının doğru ve fakat usul ve zamanlamasının yanlış olduğunu düşünüyorum bu beyanın. liberal demokrasilerde devletin dini de ideolojisi de olmaz, olamaz. hukuk alabildiğine kuşatıcı olmalı, akla ve vicdana, mümkün olan en geniş mutabakat zeminine istinad etmelidir. en üst hukuki norm olan anayasa en başta bu nükteyi taşımalı. türkiye sadece müslümanların ülkesi olmadığı gibi sadece atatürkçülerin ülkesi de değildir. nüfusumuzun yüzde 90 küsurluk kahir ekseriyetinin müslüman olmasına rağmen laik olabiliyorsak ve resmi dinimiz islam olmuyorsa; nüfusun büyük çoğunluğunun -ki o da devletin yoğun indoktrinasyon faaliyetinin tabii sonucu olarak- atatürkçü olması, "atatürkçü" anayasa için gerekçe olamaz.
    1 ...
  46. ahmet necdet sezer

    397.
  47. muhiplerinin ve müdafilerinin kendisini müdafaa tarzını görse herhalde çok utanırdı. edep ve terbiyeden nasibini alamamış bu bibaht müdafilerinin mesela bana dedikleri şu:

    yılan, sinsi, beyinsiz, koyun, vs...

    peki böylesi "güzelleme"leri haketmek için ne yaptık biz?

    ahmet necdet sezer'i sevemedik. isterdik ama olmadı işte. sevemedik, sevmiyoruz. zorunda mıyız, mecbur muyuz?

    ahmet necdet sezer'e hakkımızı helal etmedik? mecbur muyuz?

    hukukçu olduğu halde hukuk dışı argümanlar kullandığını, bunun adının en hafif tabirle keyfilik ve hukuksuzluk olduğunu ifade ettik. insanları hukuka uymayan bir tutumla kendi canı istediği için en temel haklarından mahrum bıraktığını bunun da adının zulüm olduğunu söyledik.

    tutarlı hareket etmediğini, kendisiyle çeliştiğini örnekleriyle ispat ettik. cevap verin dedik. cevap geldi: beyinsiz!

    ikazlarımıza rağmen düzelirler, üsluplarını bir otokontrole tabi tutarlar, temize çekerler ve belki -zor ama- özür ve helallik dilerler diyerek cevap bekledik, cevap verdik, nasihat ettik, olmadı. üstüne üstlük edepsizliği farkedip haya etmek, utanmak şöyle dursun edepsizliği bir meziyet ve nişane gibi cilalamakta ve parlatmaktalar. bununla iftihar etmekteler. hani birisine utanması için toplum içinde "sen hırsızsın" dersiniz de o adam da pişkinliğe vurur işi: "evet hırsızım ne var?"
    böylesi bir durum işte. yüzleri de kızarmıyor. böyle bir yerde insafın namı olabilir mi?
    böylesi insafsızlara da hakkımı helal etmiyorum. ben onların hakkına girdiysem, bunu ispatlayabilecek durumdalarsa onlar da etmesinler.

    usul esasa mukaddem demiş eskiler. eski(meyen) kelimeleri söktüremeyen gençlere tercüme edelim: usul esastan önce gelir demektir. konuşmanın, yazışmanın usulünü adabını bilmeyen bu insanlarla konuşacak, yazışacak bir şeyim yok benim. ciddiye alınmayı, kaale alınmayı, haketmiyorlar. usule riayet etmeyenin esas ile ülfete hakkı yoktur.

    ben olsam şahsen beyinsiz dediğim bir insanı muhatap almazdım. zira alırsam asıl beyinsiz ben olurdum. ama bunlar hem "beyinsiz" diyorlar size hem de kaale alıp cevap veriyorlar.
    bu yazdıklarım kimseye cevap değil. cevap diyecek olanlara peşin söyleyeyim: yazı boyunca esasa girmediğimi, avenesine "nasıl koydum ama lafı, cevap veremedi sustu kaldı, ehehehe" diye hava basanlara, takatim yetmediği için değil edepleri yetmediği için cevap vermediğimi hatırlatmak isterim. bu bir cevap değil, usule daha doğrusu usulsüzlüğe itiraz beyanıdır.
    tam bu noktada burada diyojen'e ait o hikayeyi hatırlatmakta beis görmüyorum:

    diyojen elinde eksik etmediği feneri olduğu halde ip köprüden karşıya geçerken,

    karşıdan devrin en zengin, genç, kibirli yöneticilerinden hsuntias gelmektedir.

    hsuntias "yol ver de, geçeyim!" deyince diyojen mutadı üzre "neden?" diye sorar.

    hsuntias, "ben serserilere yol vermem!" deyince bu kez, diyojen lazım geleni ekleştirir:

    "ben veririm!"

    "beyinli"ye hisse: onlar "beyinsiz"leri muhatap alır cevap verirler. ben vermem!
    1 ...
  48. ahmet necdet sezer

    388.
  49. sevenleri arasında tutarlı insanları mumla arayacağımız kişi. edepliler konusunda bir nispet veremiyorum, kusura bakmayın. ağız bozukluğunu ve terbiyesizliği hak eden de var demek ki onlara göre. seciyeleri ile o hal üzre terketmek evladır.
    efendime söyleyeyim, cümle kurmak önemli bir iştir. harcıalem, herkesin becerebileceği bir iş değildir. hele de usturuplu, mantıklı konuşup yazmak iyi bir terbiye ve sağlam sinirler ister. kurulan her cümle kuranın kabullerini de yansıtır. mesela "bir siyasi simge olan türban" derseniz cümle içindeki bu yan cümlecik sizin kabulünüzü yansıtır. her işitenin ve muhatabınızın derhal yelkenleri indirip teslim olmasını bekleyebilirsiniz. o derece muhteşem bir cümle kurdum zannedersiniz. "hitabet dahisi winston churchill gelse bunu yapamazdı" dersiniz, gaza gelirsiniz filan. fakat biri de çıkar der ki,
    "arkadaşım, türban değil o, başörtüsü, siyasi simge değil, dini vecibe. kaldı ki siyasi simge bile olsa demokratik bir toplumda, ülkede kamu hizmetlisi, görevlisi olmayıp, kamu hizmeti alan her insan siyasi simge kullanabilir. hem sonra sayın cumhurbaşkanı mevcut hükumetin iktidar olmasından evvel verdiği resepsiyonlarda eşi başörtülü milletvekillerini eşleriyle beraber çankaya köşküne davet ediyordu. milletvekilleri de sayın sezer'in ev sahipliğinde çankaya resespsiyonlarına başörtülü eşleriyle beraber iştirak ettiler zaten. fakat her ne hikmetse hükumet iktidara gelince sayın sezer kendisiyle çelişme pahasına, tutarlı davranmayarak başörtülü eş avına çıktı. kendi icadı olan ve asla hukuki olmayan "kamusal alan" uydurmasına sığınarak ve haklarını ihlal ederek cumhurun başının evi olan çankaya köşkünü onlara ve/yani cumhura kapattı.".
    ne yapacağınızı şaşırır, hukuki bir terim olmayan "kamusal alan"ı izah etmekte zorlandığınız gibi zorlanırsınız.

    cumhurbaşkanı noter değildir, peki de cumhurbaşkanı yasamanın önündeki takoz mudur? türkiye büyük millet meclisi 550 kişi toplaşsa ve bir yasa çıkarsa cumhurbaşkanı bunu sürekli kendisiyle de ters düşerek "ben beğenmedim arkadaş. aslında seni de babanı da sevmezdim zaten" türü gerekçelerle iade etse (cumhurbaşkanı veto edemez, en fazla o da bir (1) kez olmak üzere iade eder) ne denebilir zat-ı alilerine? "noter değil" mi diyeceğiz yoksa millet iradesine rağmen bir yasasavar mı? meclisin gönderdiği yasaları, yasa değişikiliklerini, anayasa değişikliklerini iade rekoru sayın sezer'de. sayın sezer'in siyasi görüşü bulunabilir. bundan daha doğal bir şey olamaz. fakat meclisin gönderdiği bir yasa değişikliğini, anaysa değişikliğini siyasi gerekçelerle iade edemez. iade gerekçeleri arasında "bu benim görüşüme uymuyor, ben öyle düşünmüyorum, karşıyım, yarar görmüyorum" cinsinden ifadeler bulunamaz. zira kendisi sorumluluğunun hesabını vermeyen bir makamı işgal etmektedir. iktidar ve parlamento ise sorumluluğunu ve icraatlerinin hesabını verir. bu sebepten cumhurbaşkanı hukuk temelli gerekçeler sunmalıdır. aksi durum onun "tarafsızlık" ve "yansızlık" iddiası ile de ters düşer. sosyalist olabilirsiniz, liberal ekonomi politikalarından hoşlanmayabilirsiniz, fakat iktidar liberal ekonomi politikaları uygulamaya kalktığında, özelleştirmeler yaptığında buna mani olamazsınız. mani olmak istiyorsanız siyaset arenasına buyurur, halkın kantarında tartıya çıkarsınız.

    sezer'in muhiplerinin ki onlara kısaca sm de diyebiliriz zannediyorum, açıklamakta zorluk çektikleri en önemli nokta ise "kamusal alan" nevzuhur icadının hukukiliği meselesi. neymiş? hukuki terimleri ve yasaları ihtiyaçlar ortaya çıkarırmış. laf ola beri gele. siz mesela birine soruyorsunuz:

    "arkadaşım bu elma mı armut mu?" aldığınız cevap da şöyle bir şey oluyor:

    "elma ve armut ağaçta yetişir.". ne güzel. aydınlandınız değil mi?

    elbette elma da armut da ağaçta yetişir ve elbette ki hukuki terimler ve yasalar bir ihtiyacın karşılığı olarak vücut bulurlar. fakat bu maalesef "kamusal alan" tabirinin hukuki olduğunun delili olamıyor işte. ihtiyaç ise bir şekilde türk yasalarında bir şekilde yer almalı değil miydi?

    hukukun en temel kaidelerinden biri kanunla tanımlanmamış eylemin suç olamayacağı ve suç olamamış bir eylemden ötürü de ceza verilemeyeceği, hak mahrumiyetine sebep olunamayacağıdır.
    "kamusal alanı ihlal etmek" gibi ya da "kamusal alana başörtüsü ile girmek" gibi bir tanımlama var mı ceza kanununda veya herhangi bir yasa maddesinde? suç olarak tanımlanmış mı bu? karşılığında da bu eyleme kalkışanların ne şekilde cezalandırılacağı, hangi haklardan ne şekilde mahrum bırakılacağı söylenmiş mi?
    hayır. e, o zaman nedir bunca tantana? var mı keyfilikten, hukuksuzluktan ve hatta zulümden başka tarifi?

    "ihtiyaca binaen" kapkaç, internet suçları, telefon sapıklığı gibi suçlar tanımlanarak ceza yasalarında yerlerini alırken "kamusal alan" hangi ihtiyaca binaen ne şekilde yer almış acaba? ceza hukukunu geçtim bu iki kelimenin türk yasalarında yanyana geldiği vaki değil. bir çifte standardı tatbik adına uydurulmuş, nevzuhur, türkçesi bile bozuk bir tabirden öteye bir anlam taşımamaktadır "kamusal alan".

    öte yandan sm'e göre bizim laiklik anlayışımız da kendimize özgüymüş. menşei fransızca veya fransız ihtilali değilmiş. biliyorum, cumhuriyetin bidayetinde cümle kamu hukukunu fransa'dan alan bir devlet olmamıza rağmen, fransızca bir kelimeyi (laique) alıp sonra da "bizimkinin kaynağı franszıca ve fransız ihtilali değil" demek gülünç biraz ama, vaziyet bu. ister gül ister ağla. aynı değilmiş, zira kilise kurumunun yerli muadilini de cami zanneden zevata göre bizde cami kilisenin yüklendiği etkin kontrol işini yüklenmiyormuş, ilaahir... tabii, mabet olması itibarı ile camiyi hemen kilisenin yerli muadili ve mukabili gören şahıslar bilmiyor ki bizde cami hiçbir zaman tarihteki kilisenin yasama faaliyetlerine katıldığı gibi bir fonksiyon üstlenmedi, camiler bizde sadece müminlerin cem olduğu, sadece namaz kılmak için değil çeşitli vesileler maksadıyla da toplandığı yerler olarak kaldı. dini iktidar bizde, olmayan bir cami mecazıyla değil hilafet kurumuyla karşılandı. hadi diyelim bunu bilmiyorsunuz kilise kurumunun yerli muadilinin çok çok hilafete, olmadı şeyhülislamlık kurumuna teşbih edilebileceği de mi gelmedi aklınıza? kilise kelimesinin mabet ismi haricinde dini iktidarı temsil ettiğini bilmiyorsanız böylesi gülünç hatalar kaçınılmaz tabii.

    bu arada, deve hendek atladı, farkında mısınız?
    4 ...
  50. ahmet necdet sezer

    384.
  51. muhipleri arasında terbiye noksanı ile malül bazı insanların bulunmadığından artık zerre şüphe etmediğim insan. kendisi muhakkak ki efendidir. bakmayınız öyle ecnebi devlet erkanı önünde hiddete gelip çocuk azarlar gibi bakan azarladığına. devlet işi bu şakaya gelmez. hem dürüst de adam. ampulden tasarruf ediyor, alışverişlerini kendi görüyor, kırmızı ışıkta duruyor, bayramdan bayrama nur cemalini gösterecek kadar da mütevazı. daha ne isteriz?
    hayır o değil de mezkur muhiplerin hayvanlar alemi ile ilgili bu takıntısı nereden kaynaklanıyor onu merak etmekteyim ben asıl. ahmet bey'e sorsak kendisi asla bunu tasvip etmeyecektir herhalde. ne bileyim, imtiyazsız kaynaşmış kitleye sahip bir cumhuriyet fikri ile idealize edilen "ulusal bilince sahip yurttaş"ların meramlarını ifade şekli bu olmalı değildi herhalde. muahatap aldıkları insanlarla medeni bir şekilde iletişim kuramayan bu insanların dertleri ne olabilir ki? terbiyeleri noksan bir şekilde "kamusal alan"a salınmaları sayın sezere göre tehlike arz etmiyor mu acaba?
    sayın sezer'in en yakın tarihte muhipleri arasındaki bu bahtsız kitleye ayrıca -mesela bir celal şengör hoca'dan- bir edep erkan dersi aldırması gerektiği kanaatindeyim. usul önemli, içeriğe sonra bakarız. onda da ciddi problemler var. laikliğin menşeini ankara zanneden zevata "fransa bu laikliğin nesi olur peki?" diye sormak gerekiyor. sanırım mahut zevata göre laiklik, on yılda on beş milyon gencin yaratıldığı yıllarda icad edilmiş, en az türkmen yoğurdu ve ergenekon destanı kadar bizden sayılan bir kavram. laicus-clericus karşıtlığından bu yana batı tarihi içindeki seyri konusunda bir münzarayı ise kim ne kadar kaldırabilir emin değilim doğrusu. laisizim-laisite tartışmalarına girmiyorum bile. fakat her şey bir yana bir noksanımı da itiraf etmeliyim. bu "kamusal alan" ile neyin kastedildiğini bir türlü bulamadım. zira türkçe yazılmış hukuki hiçbir metinde "kamusal alan" tabiri geçmiyor. hukuki bir terim midir "kamusal alan"? hayır, dil problemine işaret edip, "kamusal alan" değil, "ona kamu alanı diyelim" de değil derdim. düpedüz hukuki olmayan uydurma bir "terim"le yıllardır herkesin hukukunu keyfi bir biçimde olumsuz yönde etkileyen sonuçlar alınmasıdır can sıkan. hadi beni geçin, "50 senelik hukukçuyum. türk mevzuatında kamusal alan diye bir şey görmedim. böyle bir kavram varsa gösteren olursa sevinirim." diyen bilkent üniversitesi öğretim üyesi anayasa hukukçusu prof. dr. ergun özbudun da benzer sancıları çekiyor. nedir allah aşkıan bu kamusal alan? hukuki olmayan, hiçbir hukuki metinde tek satır olsun yer işgal edememiş, tarife gelmez, sadece haşmetmeaplarının buyurduğu, dili de problemli uydurma kavram ile hukuki sonuçlar almanın adı en hafif tabiri ile keyfilik ve hukuksuzluk değil de nedir? ben bilmiyorum. bilen varsa da öğrenmeye hazırım. bir de bu keyfiliğe iştirak edenler demokrasi ve laiklik dersi vermiyorlar mı, verem ederler insanı...
    2 ...
  52. ahmet necdet sezer

    371.
  53. şahsına muhabbet bünyede durduğu gibi durmuyor maalesef. pimi çekilmiş bomba mübarek.
    hadi bizim mürteciliğimiz, sarıklılığımız bazı kalemi ve ağzı bozuk eşhasa göre müsellem (hoş, buna neyi delil gösterecekler veya gösteriyorlar, çok merak ediyorum) ve doğruluğu dahi tartışılmaz bir dogma. peki bu eşhasa demeli? hadi biz bir densizlik ettik, sayın sezer'in buyurdukları üzere laik ve dolayısı ile adam olamadık, laikliği de sayın sezer ve muhipleri gibi anlamamak gerektiğini, anglo sakson tarzı sekülerliğin ideal olduğunu filan söyledik, ona göre davrandık. ya bunlara ne oluyor?
    takiyye malum, artniyetini saklamak için insanın olduğundan ve inandığından farklı davranması, söz ve davranışlarda bulunması.

    biz kendimizi hangi ilkeye bağladığımızı beyan ettik mi ki bunlar bizi takiyyecilikle itham ediyor? yok mu başka film makinede, yok mu başka klişeleri, pelesenkleri? demokratik ülkelerin şekillendirdiği laiklik anlayışına sahip olduğumdan kamu sahasında dini tezahürün hiçbir mahzuru olmadığını biliriz çok şükür. buna inandığım için öyle davranıyorum. bunlar hani laikti? niye kendi açıkladıkları laiklik anlayışlarına ters hareket ediyorlar?

    izah edin, anlatın, nafile. yazabilecekleri 3-5 kelime etrafında dönüp dolanacaktır muhtemelen. ben size pek sevdikleri anahtar kelimeleri vereyim isteyen sayın sezer'in avenesinin robot resmini çizsin:

    takiyye, irtica, laiklik, şeriat, karşı devrim, hain, işbirlikçi, satılmış, yobaz.

    bonus: türkiye laiktir laik kalacak.
    2 ...
  54. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük