Gelecek. Her şeyin mükemmel olacağını hayal ettiğimiz, içinde bulunmayı reddetme cürretine sahip olup gelecekte yaşamaya cesaret edebildiğimiz o an. Devasa özleniyor.
Kararlılık göstergesidir. Aynı zamanda bir birikmişlik ifadesi. Evet, yazacağım. Başka bir çaresi yok zira.
Şimdiye kadar yazdıklarımı okudum bir süre evvel. Bu sebeple karar verdim yeniden yazmaya. Yazdıkça var olduğunu fark ettin mi hiç? Yazdıkça var olduğumu fark ettim, hep öyle var olmuşum aslında.
Bir varoluş etkenliği, çabasıdır yazmak. Var olur muyum bilmiyorum zamanın herhangi bir yerinde, ancak çabalayacağım her zaman. Aynı şimdiye dek olduğu gibi.
Bir yanım bahar bahçe, bir yanım hep yaprak döker şekilde.
yazdıklarını okuyorum. bu başlık dahil. söylediklerini hatırlamakla birlikte. yaptıklarımızı anımsamaktan da kaçınmıyorum. adaya gittiğimiz günü ısrarla tekrarlıyorum zihnimde. bir de sabahında işe gidecek olmama rağmen gecenin üçünde üsküdara indiğimiz akşamı. ya da taksim taleste içtikten sonra eve dönerken hollandalı turisti tavlamaya çalışan çapkınla dalga geçtiğimizi de hatırlıyorum dün gibi. ben unutmadım seni.
söyleyecek çok şeyim var esasında. ama yüzüm yok galiba, eskisi kadar cesur da değilim hem. bereket ki numaran eski telefonumda kalmış, eski telefonum afyonda. arayamıyorum da en sarhoş anımda.
yıllardır hayatını yalnız yaşayarak hayatına devam eden ve hatta artık adı genç kızların yedek sevgilisine çıkan ben, dün gece rüyamda 3 ayrı evlilikten 3 ayrı çocuğu olmuş olarak gördüm kendimi. üç çocuğumun ikisi erkek biri kızdı. kız çocuğum benden nefret ediyordu. kız çocuğumun annesi de öyle. annelerden sadece kızın annesini gördüm. önceki sene hayatımda kısa süreliğine bulunmuş bi hanım kızdı. ağladığını görüp konuşmaya çalıştım lakin her şey için rüyamda da çok geçti sanıyorum. tek kelime etmeden yeşil yeşil ağladı. o ara erkek çocuklardan birisi baba diye yanıma koşturdu, öyle uyandığımı hatırlıyorum.
olum?! noluyo?! bugüne dek gördüğüm etkileyici bir çok rüya vardı da, bu üst düzey oldu resmen. hala bi garibim.
yalnız yaşamak büyük hata olum. yalnız olunca ne kimseye bişey diyebiliyosun canın sıkıldığında. ne kimseye sesini duyurabiliyosun.. ne canının sıkkınlığını geçirebiliyosun. çük gibi kalıyosun öyle. ahmet kaya dinliyosun falan.
yılların editi: gün geldi, geçmişe yolculuk edip neler yaşanmış bakayım dedim. link çalışmıyor gençler. kim bilir hangi şarkısıydı ahmet kayanın o zaman canımı sıkan. o dönemlerde yakarım geceleri şarkısına sardığımı hatırlıyorum. aynı dönemde sabahattin ali'nin kitaplarını okuyup, ileride hayatım sabahattin ali karakterleri gibi mi olacak acaba diyerek derinlere daldığımı ve bundan bi 10 yıl sonra yeniden okuyacağım sabahattin ali'yi dediğimi de hatırlıyorum.
10 yıl geçmemiş bu itirafı edeli. itiraf da bi sike benzemiyor zaten neresinden bakarsak bakalım. kaldı ki şu an yalnız da yaşamıyorum. fakat bazı şeyler değişmiyor, sabahattin ali hala sabahattin ali, ahmet kaya hala ahmet kaya. yitirilmiş şeylerin eskimemesi böyle bir şey elbette. şimdiki aklımla buraya not düşeceğim şarkı şudur;
şimdi düşünüyorum da, son zamanlarda hatta biraz sıklıkla da düşündüğüm bir şey bu; beni şimdiye dek senin kadar seven olmadı galiba. yahu biz nerede yıllanıyoruz ulan istanbul serzenişine kaptırmış gidiyorken kendimi her seferinde, farkına varmamış değilim esasen bu gerçeğin. lakin şu an tek bir söz bile söylemeye hakkımın olmadığını bildiğim gibi, hiçbir şey söylememek gerektiğinin de bilincindeyim. şimdi, şu an, tam olarak 8 ekim 2015 günü saat çeyrek geçiyorken on biri ben şile adliyesinde duruşma sırası beklerken düşünüyorum da, yalnızca doğum gününü kutlamak istediğimden eminim. onun dışında hayatımda emin olduğum ve belirgin olan başka hiçbir şey yok. iyi ki geçtin hayatımdan.
anayasa hukuku- 16. sabah 09.00'daydı sınav ve saat 2 civarında yanlis hata ile taksim sokaklarında geziniyorduk. sonuç 16 olmuştu. güzel günlerdi. hey gidi.
içkiyi bırakmış olmama rağmen katılacağım zirvedir. son 1 ayda aldığım alkolün haddi hesabı falan var tabi yine o kadar abartmadım. ama bırakıyorum bir süre demişliğim var bir kaç akşam evvel. yine de gidecem ulan.
dönem dönem psikiyatriye görünme ihtiyacı hissediyorum. sonra bu arzumu bastırmak suretiyle erteliyorum. belli bir süre sonra tekrar peydah oluyor. sonra bastırıyorum. ama bu sefer ciddi ciddi gideceğim galiba.
barın güzide çalışanlarının hazırlayacağı kokteyller ile şansına güvenen arkadaşların "şansımı denemek istiyorum" diyebileceği zirve olacaktır. şanslarımızı da yarıştırırız hem, hep sidik yarıştıracak değiliz ya.
ya olum bu sıcakta şimdi bi bira olsa ne güzel olurdu diye naralar attığımız bir pazartesiyi bitiriyoruz, bu zirvenin hayaliyle. zirveboxa eklenmiş hem zirvemiz nihayetinde. ne bileyim belki zirvebox a eklenmeyen zirve zirve değildir diyen vardır aramızda.
gündüz vakti beyoğlunda zirve mi olurmuş? diyenleri de duyar gibiyiz. e pazar günü zirve oluyor da, gündüz vakti olması mı kabahat hem? hem de tesi gün mesai var, gündüz vakti de iyi gider.
bugün çıkmış olduğu bir kaç yudumluk geçmişe olan yolculuğunda yalnız bıraktığım yazar. ya da bana öyle geldi bilmiyorum, ama bu akşam 9 gibi aradı beni, açamadım turkcell in benim bilgilerimle başka bir hattın kullanılmasıyla ilgili saçmalıklarıyla uğraşıyordum. lakin saat itibariyle araması aklıma bir "adam akıllı içmemiz lazım" fikrimizi canlandırdı aklımda kendime gelebildiğimde.
sanıyorum yine hayatımızda son kurtarılmış bölümümüzün nereler olduğunu konuşmamız lazım, nereden devam edeceğimizi belirleyebilmek adına. yarın akşam bence uygun baya.
zihnimizde daha önceden yaşamış olduğumuz olumsuzluklardan yahut pozitif hayata enerji gönderme yanlısı olmamızı sağlayacak güzelliklerden ötürü yer etmiş olan izler var. ve bu izler hayata karşı yaklaşımımızı dere su içen ceylan ürkekliğine kadar indirgiyor, kuracağımız yakınlığı etkiliyor ve hatta bir vesileyle bizimle bir samimiyet kurmak isteyene "neden tanışalım ki?" yüksekliğinde bir duvar çekmemize neden oluyor.
oysa, sabahattin ali'yi bir kez olsun haksız çıkarmak üzere tanışmalı insan bir diğeriyle. hem bahane mi kalmamış, mazeret mi gerekli bir tanışmaya yahu?
lakin, her kıvrımı bir labirentte bizi çıkışa götüreceğini düşündüğümüz yahut gitmeye niyetli olduğumuz diyarların dönülmezlik kıyısında bir uçurum olduğunun alarmını veriyor durduk yere bu öğrenilmiş yaşanılmazlıklar. evet, yaşanılmazlıktır bunlar. çünkü öğrenmişizdir yaşayarak yahut toplum bir şekilde öğretmiştir aslında mümkün olmasına rağmen bir şeyin yaşanmaması gerekliliğini. ezbere bildiğimiz bir şarkıya bir kitap satırlarında denk geldiğimizde onu istemsizce bestesiyle birlikte okurken bulduğumuz gibi kendimizi; daha evvel nasıl olduysa başımıza gelenin aynı şekilde tekerrür edeceği alarmını verir bu yaşanılmazlık belirtileri. bu sebepledir ki hatırlayıp o vahim günleri, cesaret odağımızı yüksek duvarlar ardına hapsederiz haliyle. sanıyorum barış bıçakçının hatırlamak yalnızlıktır demesinin bir sebebi de budur. kim bilir?
hem bu denli hızlı geçiyorken vakit, bir filmin fragmanı gibi; neden tanışmayalım ki?
hey. epey oldu be. yani hatta tam bir yıl olalı birkaç gün oluyor en son görüşmemizin üzerinden. 6 yıldır ilk defa doğum gününü kutlamıyor olacağım. bu, yalnızca senin için olduğu kadar, benim için de bir ilk. belki daha enteresan tarafı, bugünü baştan aşağı doğum günün olduğunu bilerek yaşadığımı, aklımdan çıkarmadığımı bildiğini bilerek geçirdiğim bir ilk 30 temmuz. önceleri bu kadar farkında olmazmışım ya ben. bir kutlama telaşesi, bir acaba nasıl bişeyler yapsam? hevesiyle geçirirmişim. hiç bu kadar uzun gelmemişti mesela bir otuz temmuz. sanıyorum bu defa aramızdaki o anlamsız belirsizlik diye bir şey kalmadı. yoksa şimdiye çoktan bir şekilde yolda, cafede, sosyal meccrada yahut rüyalarımın dışında bir yerde kesin karşılaşırdık. bir yılı aşmayı bırak en fena vakitlerde dahi, ki ikimiz de biliriz bu vakitlerin ne zamana denk geldiğini, maksimum 5-6 ay uzak kalabilmiştik. mor ve ötesi bahane mi lazım? mazeretimiz mi kalmamış? gibi mucizevi sözü bizim gibiler için yazmıştı elbette. velhasıl önceden olsa, yani tamamıyla ümidimiz alıp rafa kaldırmış olmasaydık, şimdiye çeker ayrı ayrı kulaklarımızdan getirir orta yere koyardı bizi baş başa. insanın hayatı idrak etmeye çalışması ne boktan şey di mi?
velhasıl, 6 yıl evvel ilk doğum gününde şöyle bir şey paylaştığımı hatırlıyorum; "şarkı bir ayrılık şarkısı ama bu seferlik idare et; doya doya yaşamayı aklından çıkarma!" http://www.dailymotion.co...-demirkan-doya-doya_music
insanın hayatı idrak etmeye çalışması ne boktan şey değil mi? benim çoktan geçmiş olmam lazım esasında bu huylardan. ama yok, bir şekilde yaşadıklarımız arasında başa dönmeyi seviyoruz hep. yahut ben diyeyim, kendi adıma. seviyorum uzun lafın kısası. başlangıç noktasına oturtmuşum seni. her ne yaşarsam, ne kadar yaşarsam yaşayayım, takıldığım vakit hayat yolunda şekli gizli taşlara, başa dönmeyi tercih ediyorum. bilgisayar oyununa benziyor aynı evet, en son save yaptığın yerden devam edersin. save, kurtarılmış bölüm. hay ağzıma sıçayım ki kurtarılmış bölüm olarak seni belirlemişim en son. sonrası her seferinde farklı, lakin netice itibariyle aynı devam eden senaryolarla dolu.
bu defa doya doya şarkısının sözleri çok daha anlamlı geliyor. hatta, sanki o zamanlardan bu günleri görerek hediye etmişim sana.
'doya doya yaşa, yaşarsın bir defa
dokunmasın, değmesin hayat sana
doya doya yaşa, yaşarsın bir defa
hadi değsin ayrıldığımıza...!