türkiye insanına özgü durumlardandır. sınırları belli olmayan her ne olursa olsun bu ülke insanı onu kendine mal ediyor. sanatın da sınırları yok, haliyle insanlar hemen sanatçı moduna giriyor. psikologların haklarını kapsayan meslek yasasının olmamasından dolayı her önüne gelenin psikolog kesilmesi gibi aynı. zoruna gidiyor ama insan alışıyor bir süre sonra.
sağ ve sol twix diye bir şey olmamasına rağmen fabrikalarının ayrılmış olmasıdır. paketi evirip çevirdiğinde elindeki konuma göre sağ twix diye tarif edilen çikolata sol twix olabilmektedir. aynı şey sol twix için de geçerlidir. *
insanı ölmüş olabileceği paranoyasına sürükler. yazıyorum yazıyorum kimse duymuyor sesimi, kimse yazdıklarımı okumuyor, bir şeyler yapıyorsun ama beşerileri içindeki görünmeyen bir ruh gibisin. sevmedim bu işi ruhuma beden ver artık zall.
üniversiteden kalma alışkanlıktır diyeceğim olmayacak. kaç topçu üniversite mezunu ki? nedir ne değildir bilmiyorum ama ağız alışkanlığı olduğu aşikar. canına yandığımın üniversitesine başladığımdan beri şehrin bütün simitçileri, dolmuş şoförleri, esnafı "hocam" oldu. babama bile hocam diyorum artık sen düşün durumun ciddiyetini.
son derece anlayışlı ve sanatçı triplerine girmeyen müzik grubudur. yaklaşık bir ay önce çalıştığım mekanda konseri vardı. ezginin günlüğü de diğer sanatçılar gibi konser öncesi ses-kontrol çalışması ve prova yapıyordu. tabii fark şuydu: erkin koray prova yaparken güvenlik şeridi çektiriyordu etrafına ve o şekilde provasını yapıyordu. kimse yaklaşamıyordu ona haliyle. bir başka sanatçı ise prova esnasında mekanda en ufak bir kıpırtı istemiyordu falan fistan. oysa ezginin günlüğü mekanın çalışanlarıyla şakalaşıyordu, merak ettiğimiz tüm soruları samimiyetle cevaplıyordu. bir saat içinde enseye şaplak göte daşşak kıvamına gelmiştik. neyse konser başlamıştı ve millet güzel şarkılarla, biraz da alkolün etkisiyle, kendinden geçmiş durumdaydı. bir kız ise gerçekten kendinden geçmişti, bayılmıştı. hemen ferah bir alana taşındı kız ve benden kolonya bulmamı istediler. o esnada da konsere ara verilmişti ve ezginin günlüğü kulise geçmişti. kolonyayı almak için paldır küldür kulise girdim. bir başka sanatçı olsa azar çekerdi eminim ama eylem abla o telaşlı halime sadece gülümsedi. o gülümsemeden sonra ben bayıldım zaten. hala ayıltamadılar beni, baygın giriyorum bu entryi.
ölümü yaşama tercih etmektir. şöyle ki ölüm ve yaşam mefhumları anlamlarını takas etmiştir kişi için. özünde kişi yaşamak peşindedir fakat içinde bulunduğu durum ölümü yaşamak, yaşamı ölüm haline getirmiştir. bu nedenle kişiyi içinde bulunduğu durumdan çıkartmalı ve ölümün ve yaşamın gerçek anlamlarını ona yeniden öğretmelidir.
tahammülü en zor insan yazgısıdır. dünyaya fırlatılmış oluşumuz (başka bir yaşam alanımızın olmayışı), ölecek oluşumuz ve her daim yalnız oluşumuz gibi değiştiremeyeceğimiz bir yazgımız var. bu yazgı haricindeki her şeyi iradesiyle değiştirebilir insan.
yaramaz bir çocuğu uslandırmak için kullanılan yöntemle aynı mantıktadır.
- volkan bak uslu uslu otur yoksa öcü gelir mmmm tamam mı oğluşum?
+ volkan hatalı davranışlarından arın yoksa kadro dışındasın ve dışındasın.
komiktir deyip zorunlu tanım bölgesinden kaçalım. atv'nin verdiği o berbat dublajlı filmlerin birinde jason statham bara yanaşıp barmenden "hey! bana bir biiiippppp ver." demişti. sözlük kapanmasın diye ben de söylemiyorum ne istediğini. **
samimiyetsizdir. "edebiyat" çatısı altında kullanılan her türlü argüman bir yönüyle insan ruhuna hitap eder. fakir edebiyatında ise sarf edilen cümleler ajitasyon temellidir. bir insan ajitasyona neden ihtiyaç duyar? gerçekten zor durumdasındır ve bu yolla durumu iyi olan insanlardan yardım koparmaya çalışırsın. bunu anlarım güzel kardeşim. benim anlamadığım nokta ve sinirlerime dokunan mevzu zenginlerin fakir edebiyatıyla ajitasyon yapmasındaki gaye ne? işte bu bana samimiyetsiz geliyor. polo'dan aldığı 90 tl'lik pijamasıyla, 450 tl'lik rayban gözlüğüyle, mavi'den aldığı 150 tl'lik kot pantolonuyla ve ayfon 5'iyle bir bünye neden fakir edebiyatı yapar?