her 10 başlıktan 11'inin düşük seviye troll başlığı olduğunu görmek, en başta birkaçını engellemeye çalışıp daha sonra hiç bitmemesinden ötürü pes edip okumadan yazar olmaya devam etmek.
kötü bir sözlük deneyimi. ben normalde 10 okuyup 1 yazmak isterim mesela.
yedek subay olduğum için fazla bir şey hissetmemiştim. keza çıkarken de öyle. sağolsun kapıda bekleyen bir uzman bir astsubay ilgilenip kayıt işlerimde yardımcı olmuştu.
profil olarak en son Anadolu taşra okullarının eğitim fakültesi öğrencisi veya yeni mezunu şeklindeydi.
şu anda görebildiğim kadarıyla seviye endüstri meslek ikinci sınıf profiline gelmiş.
aslında onu değil daha çok onunla geçirdiğiniz mutlu zamanları özlemektir. bu açıdan bakınca görünenin aksine aslinda oldukça bencillik içeren bir davranıştır.
can sıkıntısından bir şans verip 2 bölüm tahammül edebildiğim, lisede en huruspu çocuğu Bizdik temalı, birkaç bölüm sonra abartılı gay sahneleri ile dolacak gibi görünün vasat altı Netflix dizisi.
Mobil responsive versiyonunda sayfanın sonunda oldukça geniş bir banner mevcut ve çok rahatsız edici. Siteyi adblocker ile kullanmak istemeyenler için alternatif ücretli ama reklamsız seçeneğinin sunulması fena olmazdı.
Bir de muhtemelen söylenmiştir ama yazar engelleme yanında basliklarini engelle seçeneğinin de eklenmesi gerekiyor. Şu haliyle bir yazarı donuza atsanız bile formatsız ve saçma salak başlıkları gözünüzün önüne gelmeye devam ediyor sol frame'de.
politik anlamda el birliği ile kutuplaşıp iyice boktan bir yer haline gelmeye başlayan güzel ülkem.
genç arkadaşların sonu gelmez ve muhtemelen herhangi bir anlamda kimse için yarar sağlamayacak dipsiz tartışmalarla gençliklerini mahvedip politik görüşü ne olursa olsun emeğini, zamanını ve en önemlisi enerjisini buralara kanalize etmesi gerçekten çok kötü.
zaman geçiyor, yapılacak daha değerli şeyler, görülecek yerler, yaşanacak şeyler, tanışılacak insanlar yok mudur sizce de?
apolitik olun demiyorum elbette ama, fanatizmden gözünüz kararacak şekile bir şeyleri desteklemek aşırı saçma bir şey, konusu ne olursa olsun.
şu sıralar cüneyt özdemir'in youtube yayınlarını yaptığı, karantina biter bitmez koşa koşa gitme hissi uyandıran, sakin ama yine de enteresan bir aura'sının olduğu, hem aşırı eğlenceli hem de zeki insanlarla tanışıp akşam san francisco'ya akabileceğiniz, dünya yazılım sektörünün kalbinin attığı yer. uğrandığında startup firmalarını gezip görebilir sohbet edip (bu konuda kim veya nereli olduğunuzla pek ilgilenmeden muhabbetin dibine vurmayı çok seviyorlar), google, facebook gibi firmaların yerleşkelerine gidip starbucks'ında güzel bir kahve eşliğinde kafa dinleyebilir ve pek tabi stanford üniversitesi kampüsünü gezmek isteyebilirsiniz.
londra'da şehrin biraz dışında kalan, genellikle arap-free bölgelerde yaşamak isteyen zengin veya soylu yerli ingilizlerin kaldığı, sosyal anlamda dünyanın en sıkıcı bölgesi olması muhtemel (bar, kafe, restoran anlamında), hayatın resmen (-x16) tadında yaşandığı, yöneticilere ve butik şirketlere ev sahipliği yapan ve gayrimenkul fiyatlarının aşırı fahiş olduğu ama bir yandan da tam kafa dinlemelik ortaçağ mimarisi çok hoş evlerin olduğu bölgesi.
sadece ismine bakarak profilini çıkartmaya çalışacağım filmi:
- film orta sınıf çocuklu bir amerikalı ailenin tatillerini geçirmek üzere geldikleri adada geçiyor
- baba hafif alık, ama yine de baş kahraman. kahraman dediysek, düşündüğünüz anlamda değil. diğer silik karakterler arasında en az silik olduğu için mecburen öyle.
- film 90'larda çekilmiş ve bütçesi 750 bin dolar, ve evet, casting dahil
- film türkiye'de hiçbir salonda gösterilmedi. sadece gece yarısı kuşağında show tv tarafından yirmi günde bir ekrana geliyor. en kuvvetli ihtimal, telif açısından blueray kiralamakla aynı maliyette olduğu için böyle
-normalde zaman ayırıp izlemezsiniz ama film o kadar kötü bir film ki, sırf bu yüzden enteresan şekilde büyülenip filmi izliyorsunuz, hatta reklam arası girdiğinde küfredip reklamı bile izliyorsunuz, show must go on
- film bittiğinde 15 dakikalık buffering safhasına geçip akabinde hayatınıza kaldığınız yerden devam ediyorsunuz
çokuluslu bir şirkette çalışıyorsanız eninde sonunda karşılaşma ihtimalinizin çok yüksek olduğu (ama müşteri ama yazılımcı ve hatta colleague olarak), konuşurken anlamakta oldukça zorlandığınız, türklerin kullandığı ingilizceye dahi razı getiren bir garip ingilizce.
hintliler yüzyıllardır native olarak bu dili okullarda öğrenip orta sınıfın biraz üzerinde olanlar için de günlük hayatta kullanıyorlar. nasıl oluyor da bu kadar kötü bir telaffuza sahip oldukları anlaşılır gibi değil. sanırım diğer ana dilleri olan hintçe o kadar "strong bir presence" yaratıyor ki, kurtulabilmek için uk doğumlu bir hintli olmanız ancak kesiyor.
yine de her şeye rağmen yazı dilinde hatasız ve native düzeye yakın yetkinlikleri ve internette her daim hayat kurtaran yararlı makaleleri için ne kadar şükretsek az, çünkü konuşmadan sadece yazıda sınırlı kaldığında hiç sorun kalmıyor. (konuşamam writing only hahahaha)
imdb'den seçtiğiniz filmler bünyenizde hafif bir "oeeeh" tepkisi yaratıyorsa muhtemelen bi bakmanız gereken site burasıdır.
film seçimi, kategorizasyon, rating ve recommendation algoritması çok daha farklı ve kesinlikle zevkinize daha çok hitap etme olasılığı mevcut.
bir de developer'ları çok ilgili, bir bug veya herhangi bir feedback gönderdiğinizde hem ilgilenip hem teşekkür ediyorlar özel olarak. ben burada sözlükteki bug'lar başlığına 5 paragraf entry girsem bilmiyorum herhangi bir sözlük yetkilisinin haberi olur mu ya da en azından okur mu.
doğumgünü karantina gününe denk gelen, artık yeni bir ondalık basamakla tanıştıran ya da yüzleştiren, adıyla güzel ve kesinlikle yaşanacak en güzel yaşlardan biri olduğunu düşündüğüm yaş. belki de maçın ikinci yarısı? skora mı yatmak yoksa gollere devam mı? seçimini yap hahahahaha.
londra'nın biraz batısında kalan ama ezelden beri central area muamelesi gören, her daim güzel arkadaşlıkların edilebileceği hoş bir tren istasyonu, sadece araplardan oluşmayan kozmopolit yapısı, hafif varoş ama ritmin hakkının sonuna kadar verildiği, kanalları ve yeşil parklarıyla insanı cezbeden bölgesi. özellikle yaz günlerinde hava kararırken insanların topluca dışarı çıkıp eş-dost sohbet ettiği mekanları ve ışıklandırmaları, geceye doğru da ağır abi ve ablalarla beyaz yakalı arkadaş gruplarına ev sahipliği yaptığı restoranlarıyla şu günlerden daha bi özlenen.
hollywood'a gide gele alışık olduğumuz şirin ingiliz aksanını kaybetmek üzere olduğunu son filmlerinde üzülerek gördüğümüz sempatik oyuncu, ilk görüldüğü yerde 1-2 kadeh bir şeyler içilip sohbet edilesi shirebrook bebesi.
bu çok umrumda olan bir şey değil, isteyen istediği yerden istediği yere göçebilir ama beni genelde sinir eden şey bu gömen arkadaşların vıcık vıcık ve kaynağının veya kapsamının ne olduğunu bir türlü çözemediğim enteresan bir "izmirlilik" taşralılığı oluyor. gerçi bu durum iki hatta bir nesil öncesine kadar taşra şehirlerde kalıp daha sonra kente göç eden ailelerin çocuklarında genel olarak şahit olunan bir durum. aynısını istanbul'da veya civar anadolu şehirlerden gelip dünyanın en boktan, hafif pavyonculuk da içeren enteresan bir "ankaralılık" kültürünü oluşturan ankara için de geçerli ve yedi göbek ankaralı biri olarak bu konuda özellikle kızgınım.
edit: kızımızın adı J.Fla arkadaşlar. eğer sevdiyseniz şarkı bittikten sonra kapatmak yerine youtube'un sizi diğer cover'larına da götürmesine izin verin.
henüz yazmayan 1-2 eski sevgili daha kaldığı için resmi olarak bittiğini söyleyemeyiz.en kısa sürede yazsalar da resmi olarak bitirsek artık şu saçmalığı.
not: iyiyim , günlerim sıkıcı geçiyor, kedim de iyi, umarım sende de her şey yolundadır, istiklal marşı, kapanış.
original mix versiyonu oldukça başarılı olan, karantina günlerinde dinlenmesi uzak diyarlarda tek başına kafa dinleme hissini tetikleyebileceği için tavsiye edilmez.