aslında gündüz gözüyle de yapılmaması gereken, çok yanlış bir harekettir. geceleri dişlerimizde ki bakteriler daha hareketli, daha hunharca işlere giriştiklerinden, yakın zamanda dişlerimizi elimize almamız kuvvetle muhtemeldir. yapmayın etmeyindir. onun yerine süt içilmesi daha makbuldür.
iki hırsızın gece soygun için girdikleri dükkanda, kamera var mı yok mu, diye birbirlerine sordukları sorudur.**
+rıfkı kamera nerde lan? görebiliyo musun?
-yok hasan abi göremiyorum. belkide kafamda ki çoraptan olabilir.
+kaç kere söyledim sana hırsızlığa yün çorapla çıkma diye.
-hasan abi biliyosun babaannemle kalıyorum ben, yaşlı kadın romatizması tutmasın diye kalın çorap giyiyo.
+hay allahım, tamam uzatma, çıkar şunu bi bak.
-tamam abi çıkarıyorum.
-hassiktir! kamera dibimizdeymiş! beni tanıdılar sen kaç abi!
+kafana sıçıyım rıfkı! bi daha seninle işe çıkarsam iki olsun!
-kaç abi kaç!
umut sarıkaya'nın uykusuz'da çizdiği karakter. he man'e sürekli bela olmaktan başka bir meşgalesi yoktur. gideyim de bir iki kötü adam döveyim falan hak getire.
bildiğimiz mahalle abisidir kendisi. bir gün de she ra'ya asılırsa hiç şaşmayız.
sokakta yalnız gördüğü bayanların arkasından sessizce yaklaşmak suretiyle, bir anda pantolonunu indirip arkadan, pakete bir kene edasıyla yapışan manyak insanıdır.
Ak Şeytan, Shakespeare'in yazdıklarından sonra 17. yüzyıl ingiliz trajedisinin en iyi örnekleri kabul edilen birkaç oyunun yazarı John Webster'ın en tanınmış trajedisidir.
'Ak Şeytan', kötülüğün her zaman erdem maskesinin ardına saklandığı, doğruyla yanlışın ayırt edilmesinin mümkün olmadığı ve dolayısıyla ahlaki değerlerin bulunmadığı bur dünyayı simgeler. Webster'ın alabildiğine karamsar bir dünya yarattığı bu oyun, toplumdaki aksaklıkların ancak köktenci yaklaşımlarla giderilebileceğini ama böyle bir yaklaşımın olanaksız olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
artvin şavşat'ta bagratlı prenslerinden aşud koh tarından 899-914 yılları arasında yaptırılmıştır. XI.yüzyıldan sonra, yörenin önemli dini merkezleri arasında ismi geçen yapı, XII.- XV. yüzyıllarda önemli onarımlar geçirmiştir. türk beylerinin bölgeye hakim olmasından sonra cami olarak kullanılmış, 1885 yılında kubbesine, yan mekanları oluşturan bölümlerine yıldırım düşmesi sonucu hasar görmüş ve 1889 yılında terk edilmiştir. "cevizli manastırı" olarakta bilinir.
düşünür - yazar rabindranath tagore tarafından kaleme alınmış, insanı farklı düşüncelere sevk eden, birazda olsa kendine güvenini yerine getiren okumayanların mutlaka okuması gereken şiir.
Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insanî yönlerimi kayıtsızca sunabilsem
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
Yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lâzım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
büyük ihtimalle evde kalmış ve rus kızlarının görgü, anlayış, davranış ayırt etmeksizin her kıllı türk erkeğinden hoşlandığının farkına varmış, şansını denemek isteyen müzmin bekar türk genci.
derste 3.0 benzinli motor edasıyla hızlı hızlı not tutan, tuttuğu bu notları sınıfta kimseyle paylaşmayan ve okulun fotokopicisiyle anlaşıp, tuttuğu notları cüzzi bir para karşılığında buraya satan kız öğrencidir. sınıf dahilinde herkes sinir olur bu kıza; ama ona muhtaç olunduğu içinde kimse birşey söyleyemez.