yalnızca sanat metinlerinden oluşan(şiir, öykü, masal, roman tefrikası vb.) bir dergidir. internet sitesi ise daha geniş bir yelpazede yazı bulundurma gayesindedir. henüz yeni olmalarına karşın başarılı olacaklarını umut ediyorum.
Zannımca insanın kendisini beğenmediği, yetersiz ve kıymetsiz gördüğü dönemlerdir. Bu düşüncenin altında da genellikle büyük bir başarısızlık ya da karşılıksız aşk yatar. Özellikle 20 li yaşlara tekabül etme ihtimali yüksektir bu durumun.
Adımım düşünüyor… Anlatılmaz ki sözle;
Bin bir ateşten dilli yangınken sönüyorum…
Bir harabe yüzüyle, balmumundan bir gözle,
Sararmış caddelerden evime dönüyorum.
Düşmüş yanına eli, bir tutam buğday gibi.
Bir çocuk uyuyordu işportanın başında;
Avizeler yakıyor caddeler saray gibi;
Bir anne dizi hali kaldırımın taşında.
içimden: “ört!” dediler, örtüverdim üstünü
Bir çuval parçasının çıplağı belirince.
Vuruyor fenerlere şimdi, ağaran günü,
Ne gece… Ne canından bıkmış, hiddetli gece…
Son ışıkla, bitiyor gözümde sivilceler
Şimdi dövüşüyoruz, gecelerle, taş taşa…
Hasreti sabahımın ak başımda geceler;
Evime dönüyorum, rüzgârla baş başa…
“Köprü”den camiye, son canımla kavuştum;
Bakın, başım düşüyor , kapadım gözlerimi.
Sert taşlara can veren sanatkârla buluştum;
Geceler hakkediyor mermerleşen derimi…
Dur! Durdu… O gürültü kaçıyor son paramla.
işlek bir cadde gibi sabahla sönüyorum,
Kapanmayan gözümle, kapanmayan yaramla,
Kızaran caddelerden evime dönüyorum.
Hep mi böyledir insanlar, hep mi? Niye bazen sustuğumda görmek istemediklerimi görürüm, öylece durup bakarken duvara. Nedir bu hissettiklerim nedir? Acı mı? Keder mi? Kimsesizlik mi? Yalnızlık mı? Nedendir bazen gelen bu insanlardan tiksinme hissi. Bu çaresizlik bu sızı, peşimden sürüklenen ama bulamadığım bu koku, ağzında tadını bilmediğin bu şey, baktığım ama göremediğin nedir? Kimdir ya rab bu hissizliğin sebebi. Içimden bir şey akar gider uzak denizlere niçin? Niye adı yok ya rab niye bir çare yok mudur bu bilinmedik kedere.
Yazdıklarım tamamen kendi kalemimden ve araştırmalarımdan özet teşkil eder.
1908 istanbul doğumlu; Kimi zaman özlemin, kimi zaman sevincin, kimi zaman doğanın kimi zaman aşkın şairi Ahmet muhip dıranas...
Ahmet muhip dıranas gibi az şair vardır birçok konuya değinmiş, hayatın bir çok alanında şiir yazmış olan. Birçok kişinin onun şiirlerinde kendisini bulması da işte evet bundandır. O kendini kısıtlamamıştır. Ahmet muhip dıranas deyince aklımıza "Fahriye Abla" şiiri gelir ama ben buna pek katılmamaktayım. Kendisinin bu şiirden kat kat güzel şiirleri vardır ve pek bilinmez. Ahmet muhip dıranas gibi önemli bir şairi bir şiirle anıp, kısıtlamak ona haksızlık olacaktır.
Ahmet muhip dıranas şiirlerinde biçime ve ses ahengine fazlaca önem verir bu yönüyle hocası ahmet hamdi tanpınar'dan ve ahmet haşim'den etkilendiğini söylemek bir bakıma yanlış olmayacaktır. Ancak şiirinin bir tanpınar kadar felsefe taşımadığını ve bir ahmet haşim kadar imgeci olmadığını da söylemek lazım. Bu bakımdan şiiri felsefi bir manada görmek isteyen imgelere önem veren kişiler ve edebiyatçılar tarafından çok güçlü bir şair sayılmaz. Zaten ben de çok güçlü bir şair olduğunu iddia etmiyorum edemem de. Lakin çok önemli bir şair olduğunu her daim savunacağım.
Muhip dıranas'ın biçim ve ses ahengine verdiği önemi birkaç şiirinden çok net anlamak mümkündür. Örneğin Kar şiirinden şu bölüm:
ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam
kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
yağsın kar üstümüze buram buram...
Ve yine Olvido şiirinden şu bölüm:
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri
ihtiyar ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden
Geceye bırakıp yorgun etekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla
Bize muhip dıranas'ın biçime ve ses ahengine verdiği önemi açıkça göstermektedir.
Ahmet muhip dıranas'ın şiirleri kesinlikle toplumsal değil, bireysel konulardır. Ancak buna rağmen anlaşılırlık düzeyi çok yüksektir. Bunu muhip dıranas'ın sanat gücünün düşük olmasına yoranlar olsa bile ben tam tersini düşünmekteyim. o bireysel konuları açık ve anlaşılır bir dille işleyerek edebiyatımıza yeni bir soluk kazandırmıştır. Buna karşın onun hiçbir şiirinde derinlik bulamayız. Zaten bu açıdan önemli bir şairdir ama büyük bir şair değildir. Genelde edebiyatçılar ahmet muhip dıranas'ın oyunlarının şiirlerinden daha iyi olduğunu savunur ancak ben buna katılmamakta ve ahmet muhip dıranas'ın kesinlikle şiirde daha başarılı olduğunu düşünmekteyim. Bunun ispatı için oyunları üzerinde de kısa bir tenkit yazısı yazmayı düşünüyorum.
Ahmet muhip dıranas'ı böyle bir kaç kelimeyle anlatmak mümkün değildir aslında ama daha uzun bir yazıyı kaç kişi okur bilemediğim için fazla uzatmak istemiyorum. Umarım bu yazıyı da en azından birkaç kişi okur. Son olarak kendisinin en sevdiğim şiirini yazarak yazıma son vermek istiyorum:
Niçin kalbim hep seni ister, niçin?
Bilemem. Esmersin ama güzelsin,
Gözlerinde mutluluğu gülersin,
Ama benden sızan bu keder niçin?
Bilemem. Keder de yel gibi eser
Ve bir gün ya bu yol ya şu gemiler
Seni elimden alır gider, niçin?
Bilemem. Ama kaybedersem seni
Her öten kuş ve her akan su beni
Bir yolcuğu davet eder, niçin
Bilemem.
Tam bir ölüm makinesi olan sigara ve alkolün tek olumlu yönüdür lakin dozunda alındığı takdirde özellikle alkol için. Öyle şey olur mu, saçmalama diyenler olacaktır ama gerçek budur. Birçok önemli şairin, yazarın alkol ve sigara kullanıyor olması tesadüf değildir.
Not: Sigara ve alkol sağlığa ciddi oranda zarar verir kullanmayınız!
Günde en az 2 paket sigara içmemden mütevellit çevremde sayıları bir hayli fazla olan arkadaşlardır. Böyle arkadaşlarınızın olması kendinizi bir parça da olsa önemli hissetmenize neden olur. Birilerinin sizi düşündüğünü görmeniz garip bir mutluluk verir.ancak bu arkadaşların çabası benim adıma boşunadır. Çünkü ben sigarayı bırakmak isteyipte bırakamayanlardan değilim ben zaten bu şeyi içmeyi seviyorum. Bırakmak gibi bir isteğim bir hedefim yokki.
Bazen gitmek istersin. Sebepsizce, ne yapacağını bilmeden geride kalanları düşünmeden sessizce, gitmek istersin. Bilinmezliğe belki, belki de kimsesizliğe. olduğun yerde kimsen olmadığını da bilirsin oysa gitmek istiyorsan. Düşünürsün dersin dostlar da unuttu beni fikrimce, gittiğim yere benle kim gelir? hiç kimse. Belki hayalin, bir de ölüm bence. uykunu çalar her gece, bir çift kara renk görürsün. Öleceksin gitsen, kalsan ölürsün.
Türk sanat müziğinin efsane isimlerindendir. 19 yaşında saçma sapan sözlerle bir anda milyonlar tarafından tanınan insanların olduğu bir ülkede tanınmaması, sözlükte bugüne kadar başlığının açılmaması çok normal(!)
Yıllardır içtiğim Camel ile ayrıldıktan sonra aklımı kurcalayan soru. Bir arayış içerisindeyim. Şuan Uzun Kırmızı Marlboro içiyorum ama hala kararsızım.
Hayatın çeşitli dönemlerinde aklınıza gelir bu utanç. Yıllar geçse de silinmez aklınızdan. Birgün gelir aniden aklınıza ve o an bulunduğunuz yerde kaybolmak istersiniz.
Her insan birçok kez hoşlanır. Birçok kez sever. Ama bir sefer aşık olur. Bunu anlamak için yaşın 40 dolaylarına gelmesi gerekiyormuş. Öyle ki lise yıllarında üniversite yıllarında defalarca aşık olduğumu zannettim. Bazen sevdadan yataklara düştüm. Yemeden içmeden kesildim. Aşkı bu zannederdim o yıllarda. Bir insan gece uyuyamıyorsa, yemeden içmeden kesiliyorsa, yüzü gülmüyorsa aşıktır derdim ve kendimi aşık sanırdım. Taki aşık olana kadar! Bir kız vardı, bakınca gözlerimin dolduğu uzun siyah saçları vardı.uzun kirpikleri vardı upuzun. Uçları sanki içime saplanırdı. Gözleri... onlara hiç tam olarak bakamadım. Zaten kaşları, kirpikleri eritirdi beni. Gözlerine bakmaya yetmezdi cesaretim. Birkaç defa bakar gibi olurdum ama dayanmazdı özüm. Nefesimi kesen bir ışık gelirdi sanki. içim de bir yerlerimi yakardı ama bulamazdım neresi olduğunu. Çoğu kez görmezdim onu ama. Görmek için saatlerce bekler sonra arkamı döner ya da başka tarafa bakardım. Neden mi? Çünkü utanırdım. Ölmek isteyecek kadar çok utanırdım hem de. Evli bir kadının yolunu gözlemekten utanırdım. Geçer giderdi. Sonra ayak izlerine bakardım. O izlerden saçlarını hayal ederdim. Kaşlarını, kirpiklerini hayal ederdim. Ama gözlerini hayalimde bile görmeye dayanamazdım. Sonra yine utanırdım. Ağlardım utancımdan. Kafamı duvarlara vurmak isterdim. Kalbi mi söküp atmak isterdim. iğrenirdim kendimden. Nefret ederdim. Sonra... Yine onu beklerdim soğuk bir parkta. Çok uzaktan görürdüm gelmekte olduğunu ve yine başka tarafa dönerdim. Çok tembihledim kendime. Gitmeyeceksin dedim. Her seferinde kendimi ayakkabı izlerine bakarken buldum. Bazen yanında küçük oğlu olurdu. O zaman kafamı iki elimin arasına alıp ezmek, kaybetmek isterdim. Gözlerimi söküp atmak, bu utancı bir daha yaşamamak için kör olmak isterdim. Bir gün tekrar o parka gitmemek için sabahtan başladım içmeye. Sızıp kalayım, belki alkol komasına gireyim ama bir gün de olsa yaşamayayım bu utancı diye. 33 yaşında koca bir adam bir günde olsa kendine hakim olsun diye. Yine aynı saatte çıktım evden ama. Midem bulanıyordu. Yol kenarlarına küstüm birkaç kez. Ne iğrenç adam dercesine baktı insanlar. Yine gittim o lanet parka. Oturdum her zaman ki banka. Uzak, çok uzaklardan gelişini görmek için bakmaya başladım. Ama dedim ki kendime bu sefer. Bakacaksın geçerken. Saçlarına, kaşlarına, kirpiklerine ve hatta gözlerine. Bakacaksın bir kez ve bitecek. Bir daha gelmeyeceksin buraya. Bakacaksın ve bitecek. Onurumu, gururumu, utancımı cebime sakladım o an. Elimle de bastırdım üstlerine, kirli mendilin arasında kaybolsun diye. Sonra uzaktan geldiğini gördüm. Yüzümü çevirmedim. Başka tarafa dönmedim. Baktım. Sadece baktım. Yürüdü yürüdü yürüdü... bıraktığı ayak izlerini kalbimde hissettim. Yanıma kadar geldi. Bakmaya devam ettim. Utancımı cebimde tutmakta zorlanıyordum. Tam yanımdayken dönüp bana baktı. Acıyormuş gibiydi. O an artık tutamadım utancımı. Sıyrılıp çıktı cebimden. Ağlamaya başladım birden. irkildi, belki de korktu çevirdi kafasını ve hızlandı. Arkasından bakamadım. Kalktım ayak izlerine baktım. Bu an onu son görüşümdü. Bir daha o parka gitmedim.
Bugün oturmuş eskileri düşünürken geldi aklıma. Nereden bakarsanız bakın herkes için berbat bir durumdur. Sizin içinde aşık olduğunuz kız içinde özellikle hiç suçu günahı olmayan çocuk için de.
Üniversite 2. sınıfta bir kıza öyle tutulmuştum ki, tutulmakta ne kelime! Geceleri aniden uykudan uyanıyordum. Midemde kramplar, ağrılar, sızlamalar... Kalkıp her sabah sevdamı kusmaya çalışırdım boş midemin inadına rağmen. Çoğunlukla arkamda annem belirirdi. Bir şeyler mırıldandığını duyardım. Sonra bir şey yemez oldum. Sofraya oturur, öylece yemeklere bakar bakar kalkardım. Herkes anlamıştı derdimi çünkü aşık bir adamı her halinden anlarsınız. Sigaraya da alkole de ciddi manada bu yıllarda başladım. Önceden ergenlik hevesiyle bir kaç bira bir kaç dal sigara maceramız olmuştu tabi ki. Lakin alkol kullanıyorum, sigara kullanıyorum demeye bu müptela zamanlarımda başladım. Her gün saçımı özenle tarardım. Tek bir tel istediğim gibi durmasa saçımı bozar baştan yapardım. Bazen üst üste tekrarlardım bu komik durumu. Sonra içimde yine onu görecek olmanın verdiği hazla uçarak giderdim okula. Her gün bugün söyleyeceğim. Seni seviyorum diyeceğim diye kendi kendime tembihler, akşam eve dönünce dediklerimi yapamamanın kederini kusardım. Her gün aynı şeyleri söyleyerek giderdim ama her gün aynı dönmezdim. Bazen 1 ders önce tüyerdim okuldan ve onun geçeği yol üzerinde bir kaldırıma oturur geçmesini beklerdim. Dizlerimin önünde birleştirdiğim ellerimde umumıyetle bir sigara tutardım. Bir keresinde karşıdan geldiğini görünce sigara dizime değmiş pantolonumu delmişti. Her neyse karşıdan geldiğini görünce heyecanla ayağa kalkar yalı kazığı gibi dikilmeye başlardım. Salak bir tebessüm ettiğimi hep bilirim sebebini hiçbir zaman da anlayamadım. Hep saf saf sırıtma bu sefer diye tembihlerken kendime, kendimi hep onu görünce sırıtırken bulurdum. O da gelir hızla yanımdan geçerken yakıcı bir gülüş atardı. Belki de zoraki yapardı bunu. Ben ellerim saat sarkacı gibi iki yanımda peşinden sırıtarak bakardım. Bu kız seni seviyor oğlum tamam kız da sana kesik diye kendi kendimi kandırırdım. Ertesi gün yine aynı şeyler olurdu. Ve sonraki gün... Sonra bir gün ne olduysa bir cesaret geldi. Senle bir şey konuşacağım dedim kıza. Tabi dinliyorum dedim.Yanında arkadaşları var, onlara korkarak bakınca anladılar tabi artık her şeyi. Arkadaşları gitti. Ben, kız ve mide bulantım kaldı kantindeki masada. Her şeyi söyledim ona, nasıl yaptım bilmiyorum ama söyledim. Olmaz dedi. Neden dedim. işte olmaz dedi. Usulca kalktım masadan. O kadar üzülmüşüm ki mide bulantı mı bile bir müddet hissetmedim. Oradan öyle bir çıkmışım ki çantam falan sınıfta kaldı. Çıktım gittim, cebimde ki bütün parayla rakı içtim o gün. O gün ilk kez insan neden sarhoş olamaz onu anladım. Ertesi gün sınıftan bir arkadaşıyla konuştum. Bir erkeğe aşık olduğunu lakin erkeğin kızı reddettiğini söyledi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Midem bulandı. içimin yangınını kustum bu sefer. geçmedi ama. Bana o gün insanlığı meyhaneci Halil abi öğretti. Bir bira içecek param varken bana içebildiğim kadar rakı verdi. Borcun olsun aşığın halinden anlarız dedi. Bir daha o parayı almadı. O gün de içtikçe içtim içtikçe içtim lakin yine sarhoş olamadım. Her neyse gelelim aşık olduğum kızın aşık olduğu çocuğa. Çocuğun adını sanını bölümünü sınıfını her şeyini öğrendim. Neden? Bilmiyorum. hiçbir suçu günahı olmayan bir adama nefret besliyordum artık. Belki de onu öldürecek kadar büyük bir nefret. Duvarları yumrukluyordum. Masaları dövüyordum. Bir gün karşımda görünce dayanamadım artık. Aniden bir yumruk indirdim gözünün biraz alt tarafına. Yalpalayınca karnına tekme attım. düştü. yerdeyken yüzüne iki tane tekme attım. Yüzü en son kıpkırmızıyken birileri beni arkaya doğru çekiştiriyordu. kurtuldum. bu sefer yere çömelip kırmızı yüzüne peş peşe yumruklar atmaya başladım. Diğer bir yandan da beni çekiştiren insanları itmeye çalışıyordum. En son birisi bana tekme attı. Çocuğun arkadaşlarından birisiydi herhalde. Üstüme gelmeye çalışırken tuttular. Ben de kalktım birbirimize karşı tutmayın beni tutmayın beni tavırları sergilerken araya çok fazla insan girdi beni bir tarafa onu bir tarafa götürdüler. yerde yatan çocuğu zar zor kaldırdılar. Çocuğun o halini görünce hayatımda belki de ilk kez kendimden tiksindim. Sonra bizzat çocuğun ağzından ne mi öğrendim? Dedi ki ben senin kızın yanında çevresinde dolaştığını hep görüyordum. Muhtemelen bu kıza bu çocuk aşık dedim. Ondan reddettim. Ben şuan 40 yaşındayım. Hayatımda o kadar utandığımı hatırlamıyorum. Ama buna rağmen çocuğa olan nefretim kinim hiçbir zaman geçmedi tabi. Onu he gördüğümde içim yandı, yüreğim sızladı, kustum. Sonra üniversite bitti ayrıldık unuttuk gitti. Bana o yıllardan hatıra sigara, alkol ve utanç kaldı.
Bir süredir inceleme alanıma girmiş bir hususa kısaca değinmek istedim. Meşhur aşk hikayelerini hepimiz biliriz. En bilindiklerinden birkaçını söyleyecek olursak: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Romeo ile Jüliet... Peki bu aşklar arasında ne fark vardır ve konumuzun başlığı olan Türk gibi sevmek bu durumla nasıl ilişkilendirilecek?
Birçok aşk hikayesinde etken rol erkektir ki bizim verdiğimiz örnekler de bu duruma tıpatıp uyar. işte burada türk gibi sevmek girer devreye. Mesela mecnun arap gibi sever. Sevdiği için hiçbir şey yapmaz. Çöllere düşer ağlar sadece. Bir Türk böyle sevmez, sevemez. Örneğin; Ferhat, Şirin için eli kolu bağlı durmaz. Oturup ağlamaz, bir şeyler yapması gerektiğini bilir. Dağları deler! Kerem öylece durmaz bir köşeye çekilip ağlamaz. Aşılamayacak yollar teper! işte Türk böyle sever. Mutlaka bir şey yapar sevdiğine ulaşmak için. Ulaşamasa bile uğraşır.
Uzun süreli incelemelerden sonra keşfettiğim durum. Aynı yazar bir etnrysinde kederli görünürken bir entrysinde mutlu diğer bir entrysinde sinirli oluyor. Mesela ben can sıkıntısı içerisindeyim ve gereksiz bir şey hakkında bir başlık açtım. işte böyle.
insanın en eğlenceli en neşeli olduğu yıllarda kâmil insan olma yolunda attığı ilk adımdır. Hele bir de aşık olduğunuz kızdan yüz bulursanız hayatınızın her döneminde aklınıza gelecek bir dönem olur. Lakin yüz bulamazsanız bile size çok şey kazandırır. Ben insanların mizacının bu dönem aşk ilişkileri ile daha net bir hale geldiğini düşünenlerdenim.
insanın aklına bazen takılır bu sual. Ve bu sualin akla takılması da unutulmadığını gösterir. O zaman kaşlarınızı çatar ve dikenli bir tel yutuyormuş gibi hissedersiniz. Sonra sefil bir tebessüm.
"Bahçemde açılmış yar gonca güller
Gülün figanından sefil bülbüller
Aşıktan maşuka sarılan kollar
Bin yıl yerde yatsa çürür mü yar yar "
Pek dikkat çekmeyen fakat günümüz adına en büyük problemlerimizden birisidir. Sadece şiir değil; tiyatro, roman, öykü, günce, deneme... Her alanda tükenmez noktasına geliyor dünyanın en büyük edebiyatı olan Türk edebiyatı. Ancak şuan durumu en vahim olan şiir olduğu için, şiire değinme hassasiyeti gösterdim. Acaba gerçekten yetenekli şairler yok mu artık? Yoksa kitap tüccarlarından(!) fırsat bulup kendilerini mi gösteremiyorlar? Bana kalırsa ikinci ihtimal daha makul. Bu kadar büyük şair yetiştirmiş bir milletin edebiyat damarları bir anda kesilmiş olamaz. Ben inanıyorum ki şuan yeni Nazım Hikmetler, yeni Necip Fazıllar, yeni Yahya Kemaller, yeni Cemal Süreyalar var. Ben artık haz almak için dönüp dolaşıp eski şairleri okumak istemiyorum. Yeni, genç, dinamik şairlerin edebiyat anlayışını incelemek istiyorum.
Sözlüğü topyekun seferberliğe davet ediyorum! iyi şiir yazdığını düşünen herkes şiirlerini bana ulaştırabilir. Elimden geleni yaparım. Belki uludağ sözlük bir şair çıkarır. Belli mi olur?
Ahmet Hamdi Tanpınar'dan sonra, Recaizade Mahmud Ekrem hakkında da böyle bir yazı yazmayı münasip gördüm. Arzu ediyorum ki ilgisini çekecek, merak edip okuyacak arkadaşlarımız sözlükte bulunuyordur. (Yazılanlar tamamen kendi araştırmalarımdan ve kalemimden özet teşkil eder.)
Ekrem Bey'i birçoğumuz, lise kitaplarında ki donmuş birkaç bilgiden (ki bunlar benim için birkaç palavradır.) öğrenmiş ve tanımışızdır. Lakin birçoğumuzun ismini bildiği, lakin hakkında birkaç kelam etmeyi asir gördüğü bu adam kimdir?
Ekrem bey 1847'de doğmuş 1914'de vefat etmiş, 64 yıllık yaşamına türlü zenginlikler katmış ve bunu nispeten edebiyat alanına da yansıtmaya çalışmış bir sanat adamıdır. Filhakika Ekrem Bey'i tamamı ile kendi hayatından izleri anlattığı Araba Sevdası romanındaki Bihruz Bey karakteri ile ilişkilendirilmesi gerektiğini söyleyerek galat etmiş olmayız. Aristokrat bir yazar ve aristokrat bir karakter. Hatta biraz daha ileri giderek Ekrem Bey'in, bu romanı bir iç hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkardığı da söylenebilir. Eserin yazıldığı tarih(1889), Ekrem Bey'in 47 yaşlarına denk gelir ki, bu vakitler artık gençlik heveslerinin bir kenara bırakıldığı, yaşlanmaya başlamış olmanın teessürünü taşıyan, nispeten daha akil düşünülebilen ve belki de geçmişte yapılmış yada yapılamamış şeylerin pişmanlığını barındıran bir dönemdir. Yine de bu teorimizi sağlam bir temele oturtmak için Ekrem Bey'in gençlik çağları hakkında fazlaca malumata ihtiyaç vardır ki bunları günümüzde edinebilmek imkansız denebilecek mertebeye gelmiştir. Romana teknik olarak bakmayı (özellikle Tanzimat döneminde) yanlış bulanlardanım. Tanzimat Dönemindeki romanlara teknik açıdan zayıf yaftasını vuranlar, Tanzimat'dan çok sonraki romanlarla Tanzimat romanlarını mukayese ederek bu kanıya varırlar ki bu benim açımdan kabul edilemezdir. Bizim romanı teknik açıdan zayıf kılacak delillerimiz Tanzimat sonrasındayken, romana tekniği zayıf demek ancak kestirip atmaktır ki bu bilgi de lise kitaplarından başka bir yerde bulunmaz. Gel gelelim Ekrem Bey'in en önemli eseri olarak gördüğüm Talim-i Edebiyata. Talim-i Edebiyat, Ekrem Bey'in Mekteb-i Mülkiye'de verdiği derslerin hülasasıdır ki Arab'ın belagatıyla ilk hesaplaşmamız da denebilir. Bunu yanında Talim-i Edebiyata bütünüyle batılı anlamda bir retorik kitap muamelesi yapmak da yanlış olacaktır. Eser edebiyatımızda eski-yeni tartışması olarak bildiğimiz, Naci-Ekrem tartışmasına da zemin hazırlar. Bunun sonucunda Zemzeme-Demdeme atışması meydana gelir ki bunlara girmek istemiyorum çünkü bu tartışmanın özü çok daha derindir. Ancak yine de şunu söylemeliyim, yeniyi temsil eden Ekrem Bey'in ve eskiyi temsil eden Naci Bey'in eserlerini mukayese edersek, aynı hat üzerinde olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ironik tespit bize gösterir ki fikirler kaleme yansımakta zorlanmış, ancak zihinlerde kalmıştır. Son olarak Ekrem Bey'in şiir anlayışına değinmek istiyorum. Ekrem Bey'in şiiri bütünüyle şahsiyet arz eder. Bunun en büyük sebebi de talihin ondan üç çocuğunu da almış olmasıdır. Bu yüzden Ekrem Bey şiirde tamamı ile acının,kederin ve yakınmanın şairidir. Lakin bu yakınma Hamid Bey'de ki gibi(Abdülhak Hamid Tarhan) imanın kaybolması noktasına gelmez. Ekrem Bey'in defalarca okunmaya değer bir çok şiiri vardır belki. Ancak Ekrem Bey'e büyük bir şair demek büyük şairlere haksızlık olacaktır. Unutulmamalıdır ki Ekrem Bey'in yazarlık gücü şairlik gücünden fazladır.
Ekrem Bey'i bazı eserleri üzerinden kısaca böyle özetledik ki tiyatro alanını bu özete dahil etmedim. Eğer Ekrem Bey'i her eseri üzerinden burada anlatacak olsaydım zaten okunma ihtimalini çok düşük gördüğüm bu yazının bu ihtimali de kaybetmesine sebebiyet verebilirdim.
Son zamanlarda iyice içimi kemiriyor bu durum. Eskiden beri üzülürdüm ülkenin geri kalmışlığına, halkın ezilişine. "Elimizden hiç mi bir şey gelmez be arkadaş" diye düşünür dururdum. lakin bu son günlerdeki gelişmelerle birlikte bu keder zirve yaptı. Hadi kendimizden geçtik artık geldik kaç yaşına. Ama bir şeyler yapalım da artık, bari çocuklarımız, torunlarımız; gelişmiş, refah seviyesi yüksek bir ülkede yaşasın. Böyle geldik böyle gitmeyelim be. Off ulan offf