susmanın iç kanaması olduğunu bile bile susmaya, öylesine yaşamaya o kadar alışmışım ki hayatın hengamesinde unutmuşum bir ruhum olduğunu...
çok eskiden küçük bir çocukken, yeni yetme sevgilere kucak açarken ve sevmenin ne demek olduğunu bildiğimi sanırken dünyanın hep çiçekli yollardan ibaret olduğunu düşünürdüm. benim için yazmak insan denilen yaratıklardan en güzel kaçıştı. içimin gökyüzünde özgür kuşlar vardı. şimdi kelimelerimin beni terk ettiği ,onların bile gittiği gerçeğini avuç içlerimde tutuyorum...meğer beklentiyi fazla tutmuşum hayat tam da bundan ibaretmiş.
“televizyon olmadığı için pencereden bulut seyretmeye başladım. oradaki yayın çok iyi, haberleri daha güvenilir, gelip geçen bir iki uçak dışında pek reklam almıyorlar, ve asıl önemlisi akşamları gök gürültülü sürpriz programlar var. filmler genellikle kırlangıçların hayatı üzerine ve belki biraz monoton, ancak oldukça realist.”
Hayatta en cok istediğim şeye kavuştuğumu sanmıştım. Oysa sevincim bir gün bile sürmedi. Bu saatten sonra sabir mi etmeli tevekkül mü bilmem ama bildiğim tek şey güçlü görünmekten yoruldum.
Bugün beni yıkan hayal kırıklığım oldu yada hayat benimle dalga geçti.
bana kendimi en iyi hissettiren eylem. bu yaşadığım ruhsuz hayattan beni biraz uzaklaştırıp kendi dünyasına çekiyor kitaplar. bir boş zaman değerlendirme yönteminden çok bir yaşam tarzı haline getirilmeli diye düşünüyorum.
Bazı günler vardır ölsen unutamazsın. Hani ciğerin sökülünceye gözyaşların kuruyuncaya kadar ağlarsın yine acısı geçmez. 23 şubat benim için öyle bir gün...
Tam 7 sene önce bugün. Arkamdaki dağın, sığındığım limanin yıkıldığı gün...Ayaklarımın üstünde durmam gerektiğini anladığım gün. Insan tutunamam sanıyor ayaga kalkamam sanıyor başta, ama alismak olmasa ölürdü insanoğlu. Ben de alıştım. Bir tek özlemleri deviremedim. Babalar öldüğünde büyürmüş kiz çocukları. Ben de acıyla güçlendim, emeğimi acıyla yoğurdum büyüdüm bu günlere geldim...Mekanin cennet olsun benim ilk öğretmenim, sevgili babam...
"Istıraptan belin büküldüğünde,dünyanın üzerine ebedi bir gece çöksün istediğinde ,yağmurun ardından ışıldayan yeşilliği düşün,düşün bir çocuğun uykudan uyanışını..."
"Yazdan kalma günler getirirsin kara kış içinde
Bir serçe dala konar gibi güzel her söylediğin
Don vurur kırağı çalar evrenimi
Yüz güvercin pırr demiş uçmuş gibi ürkerim her gidişinde...
Kulağımı çınlatan, aşımı kotaran, söküğümü diken
Od düşer su serpersin içime
Şaşırsam seni duyarım
Deniz kıyılarısın ağustos güneşinde"
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu,ölsen bile açamazsın...
Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor:Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök,ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...
Ram ol bana,ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin:Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla,şuurunla,hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...
"insan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. insan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. insan yalnız kalır. Yalnız, Yalnız..."
"Bu dünya bir penceredir. Her gelen baktı geçti." diye tekrarlıyorum durmadan. Felsefe bundan başka nedir ki diyorum; raf çökerten onca kitap, onca üniversite, anlı şanlı felsefe profesörleri, sözümona varlığı sorgulayanlar bundan başka bir şey söyleyebilirler mi?