ilkinde 20 yılımı aldı alışmak
zor geliyor yeniden başlamak
şiire sempatim arttı
son günlerde
bir kalem bir kağıt
başkaldırıyorum evrene
haykırıyorum, kusuyorum, saldırıyorum dünyaya
sadağımda ucu tüylü kelimelerle
yayım hep gerili
duyan olmaz, işitilmez incinmişliğim
yıllar sonra yeniden denedim
uçurtma yapmayı,
rüzgar aldı götürdü.
nefesim yetmiyor üflemeye
kıyameti dindirmeye
haram diyenlere inat
düşelim meye
sabaha hatırlamayız belki
önceki gecelerimizi
saysam ne defter yeter
ne alışveriş listesi
olmayanları, yoklarıi eksikleri
gözlerini gözlerime kapatabilrsin
yüreğin açık olsun kafi
geçmişim ağır bir yük oldu sırtıma
tanıdık yerlerde, yabancı kimseler dolu
unutmam lazım, unutmalıyım ama
azrail orağıyla kapatmış yolu
vakit daraldı
bir tabela bile koymadan
mutfağın ışığı yanmıyor
gül kokuyordur şimdi odan
haybeye uğraşıyorum değil mi?
affet boşa çektiğim kürekleri
ne balık tutabildim
ne muz topladım
bir daha düşündüm de
ıssız adada bile bakamam sana
hakkıyla
sen ol çok isterdim
bu yağmur boşa yağmazdı
bu şarkı boşa çalmaz
bu sözler unutulmazdı
sen olsaydın
uyuyor olurdum.
koynunun sıcağında
kalemim ikiye kırık
defterim tozlanmış olurdu
ne gerek vardı değil mi
seni anmaya madonna
hatırlamak gerekti
nakil kalp, suni teneffüsle
bağışlanmış kan, serum torbasıyla
seni hayatta tutmaya çalışıyorum
biliyorum
ilk ben denerdim
ötenazi serbest olsaydı
doktor keyifsizdi
seve seve alırdı canımı
oturdum, gelmedi aklıma
varolmadığını unuttum, yeniden
bir ustamın kart sesi kulağımda
vazgeçmek geliyor içimden
allahın belası bir ağacın
hiç gereği olmayan meyvesinin içinde
bir ufak manasız çekirdeğin
öğütülüp değirmende
konuyor fincana
kapkara, apacı bir su
hatrı var
hem de 40 yıl
nefrete ne gerek vardı
hiç sevmiyor olman
hiç sevmemiş gibi olmanı mı lazım kıldı
1 gün bile mi kalmadı hatrım, nazım
vazgeçme ustam
beni yalnız koma
halen varsa avuç açmaya değer bir şeyler
sen vardın zamanında
yeni baştan alamam zamanı
kendi dünyamın bile olamam hükümdarı
amerikan bezi alındı
3 metre
toprak yüzlerce yıldır yaptığını yaptı
örtündü izar, lifafe
toprak hep kuru burada,
ne ilk öldürülenim ne son
kanım yetmedi sulamaya
çacuklar şadırvandan su getirdi
2 bidon
soytarı olsaydım, kellem vurulurdu
mühendis olabilseydim, kendi gemimle
boylardım suyun dibini
romantizmin okları gerçekmiş
bu akan kızıllık benden gelmiyor mu?
mahur bakma
sonun geleceğini bilirdik
yahut senin karşılaşmanmış yazılan
tren istasyonunda
benim uzaktan bir akrabamla
bir elinde seninle aynı
mahur bakışlı, yavrum.
artık aynı bebek bezine uzanmamız
kabil değil.
iyi şarap güzel şişe ilişkisi
ardında yalnız başdönmesi bırandır
iyi şarap
senin gibi
bir ufak titremiyorsa bile ellerin
yazıklar olsun benim gibi adama
utan benim adıma
başkasının yerine utanabilme erdemine
erdiremediysem, yuh ki ne yuh
rezilmiş, boşunaymış yaşamam
bitiyor dediydim kaç sene evvel
uzadı da uzadı
şimdi bırakıyorum kalemi kağıda
bir daha gelebilir miyim bilmiyorum bu dünyaya.
beklemeye gelmiyor artık şiir
hemen bozuluyor
demek ki katkısız hala bir şeyler içimde
karanlık gece yükselir
ankara, adımlar soyadımın arasından daha büyük
göç etme isteği var içimde
ama ne deve var ne at
arabada mazot yok
ayağımda takat
tembellikten kıçım yosun bağladı
yazmalıydım, yazmasam delirirdim
kimi gözler benim için çok ağladı
yazmadım yine de
demek ki taburcu olmama çok var
var olalım bu gece
birlik, beraberlik, kenetlenme zamanı
kimsenin çözemediği bir bilmece
yağalım, ıslatalım kurumuş dünyayı
kendiminkiydi katıldığım son cenaze
son görevimi yerine getirdim kendime karşı
tüm parmaklarım tamdı gömülünce
yeniden doğsam yine yaşayamam gönlümce
sevdalandık iyi kötü
vardık yaşadık üstün körü
her 3 mühendisten biri şairmiş
öldük altı üstü
yazmam lazım
birini daha kaybettim
nüfus politikası
mukadderat
bol toprak
cennet mekan
baş sağlığı
boş ayran kutuları...
hükümete kinleniyorum
hiçbir şey yapılmıyor
kurtarılmamız için
intihar günah
cinayet yasak
katliam etik değil
yardım eli boş
kurtarma ekibi geç
destek hatti meşgul çalıyor
bizi ölüme terketmişler
çare sizdiniz
çaresiziz
edilmiş laflar bunlar
siz yeni şeyler duymak istersiniz
çıkıp bir bidon benzinle
kendimi yaksam meclisin önünde
2 gün konuşulmaz.
şairin eli bağlı
muhalifin aklı kıt
bugün bir masum
mahkum, enfeksiyona
gitti, kurban
tıp ilermeyi bıraktı
şifa, duaların arasına sıkıştı
babannem ölmeyi unuttu
ben 20 lerimde taktım
kafayı azraile
bırak ulan yakamı
ensemde nefesi, hırıltılı
teslimiyetim reddedildi
suçum kabullenildi.
savunma yapmaya gerek görmedim
jüri idama karar kıldı
hakim kuyruğunu yaladı
siyah cüppesinin altında
varolmamız neyse de
yaşamamız müstehak mıydı?
ilk olan hep en zorudur. bebek gözleri ile göz bebekleri aynı şey değildir. ilk kez oluyormuş gibi şaşırıyorum, çünkü alışmak insanı öldürendir. yokluğa, kısıtlamalara alışamadım. bir dünya yaratılmıştı benden evvel bir türlü ayak uyduramadım. bir numara büyüktü her şey. yine de dar geldi bana ankara. bir küçüğüyle değişemezdim, yokmuş, böyle yaşanırmış burada. standart üretilmiş buralar hep. tek bedenmiş, ama herkese "o başkadır" denmiş. kanuna veyahut daha acımasızı, ahlaka aykırı sayılan hor görülmüş, örselenmiş.
ormancı kurt sanıp büyük anneyi deşmiş. içinden hiçbir şey çıkmamış. insanlığını bile sindirmiş yaşlı kadın, ormandki evinde yalnızlıktan. çok mu şey istemiş kurt. sepetten bir kurabiye de kurda çıkmamış. kaptanlar korkarmış isyandan, fırtınadan bile fazla. iki çay biri açık. biri kapalı, biri terli, biri pasaklı, biri uykucu, biri bilge, biri öfkeli. yedi cüceler pamuk prensesi. aç kalanı hani bana hani bana dedi. o da yenildi. mutlu mesut yaşadılar. onlar erdi muradına, biz yavaştan kalkalım. son bir çay, son otobüsü kaçırmadan.
karacadoğan derki;
"kahpe feleğin çemberine
atladım da geçemedim
gonca güldün elimde
suladım da ekemedim
güneş açtı gülüşünle
gölgelerden kaçamadım
sen bahardın bense güz
yeşerdim de açamadım."
yeni kalemler, yeni defterler aldım kendime
dün bir uyandım uyanış o uyanış daha uyuyamadım
bir ses çalındı kulağıma mutfaktan
aradım aradım da seni bulamadım
bulaşık yığılmış iyice dağ gibi
çamaşırları içeri almalıyım yağmur başladı
yanaklarım kurusun da gülelim diye serdiydim
kokuştu içimiz, çürüdü karardı
beni yıkarsa bu şiirler yıkar
sana son bir kez okuyamamaktan
muzdaribim şu aralar
"cehennem dertleri var cennetimde
ben yaşarken ruhum ölmüş içimde"
sarıp sarmalayın beni
kefenle değil kundakta gömün beni
tok ölmek istemiyorum
çıkarın serumları sınav yapalım
yıkamayın beni ölünce
temiz yaşamayan adamı, kirli koyun çukura
mezar istemem, kimse kabrimi bilmesin
mermer israfına son.
kurda kuşa yem, toprağa gübre olayım
yeniden doğayım ağaçtan çiçekten
pek farkım yoktu zaten tezekten
mezar taşı isterim
üstünde adaım değil
"zendagi migzara" yazsın
raif efendi gibi
görmek isteyence görüneyim.
ruhuma elfatihalar değil
zeki müren şarkıları okunsun
cenaze namazı da kalsın
vebali benim boynuma
miras kavgasın filan olmasın ardımda
zaten yoktu malım mülküm
boşuna dememiş yunus
"mal da yalan mülk te yalan
gel biraz da sen oyalan"
ben o yalandım işte
birinizi bile kandıramadım
ömür hızlı geldi, çabuk geçti
bir türlü yakalayamadım
sen yoksun ve hala akıyor. yüzsüzlüğümün ben de farkındayım, bu yüzden yazıyorum bunları. sana bunları söyleyecek yüzüm yok ne yazık ki.
"inan..." gibi cümleler kurmayacağım artık, anlamışsındır inanmaman gerektiğini. mumum ikindiye kadar bile yanmadı. saf ve temiz olamadım çok üzgünüm. aşkı basitleştirmeyi kimden öğrendim bilmiyorum. bunun için de kızmazsın umarım. gerçi sen bu cümleleri anlamayacaksın zira anlayabilecek olan da okuyamacak. yalnızlık bana mahsus sanardım, allah'ta öyle düşünürmüş.
son 4 liram kaldı. eğer zaman makinem olsaydı geçmişe, yani bir paket uzun anadolunun 3,75 olduğu zamana gider, ablama sigara alırken kendimi vururdum.
senin bu satırları okuyacağın yok, benim de sana gösteresim. işte bunun gibi bir sürü şey birleşince ben de yazmaktan vazgeçiyorum...
sofradan aç kalkmaktan bıktım
hep tuvaletim geliyor
gelince kaldırmış oluyorlar sofrayı
bilirsin ben seni sonbahar-kış gibi
sevmiştim
yazı göremedik
güneşi,cemreyi,karneyi.
otobüs camları buğulu kalmadı belki
ama cami de silinmedi
sen gelirsin aklıma, yeniden sevemem derim
ne dersen de
ben at gözlüklü bir yobazım
bencil düşünür, boş konuşurum
susarım dinlemem, konuşurum anlatmam
beni tanı diye değil
kendimi tanıyayım diye yazarım
tutamazsam daha fazla
altıma yaparım
gocunmam,gücenmem, alınmam
alın dersin yine alınmam
ayna tutarsın tanımam
seni gördüm ben
aklımı bulamıyorum halen
aşkın urganı boynumda
çıkarıp ta atamıyorum
nerede bu hayvan hakları
kızılay, selanik, bestekar
kuğular hep seni sorar.
kusuruma bakma nolur, ben de duygusal bir girizgahım olsun isterdim ama kedi kuyruğuyla deftere mumumu devirdi. gönül isterdi ki bu da bir teşbih olsun ama nerede bende o edebi hayat. kalın çorap giymesem ayağım üşür benim. ucuz kurşun kalem almışım ikide bir ucu kırılıyor mesela. gel de sen yaz şimdi bu şekilde daha iyisini. akşam yemekte tavuk pilav vardı...
açık olalım istiyorum. benim hayatım üzerindeki ilahi gücünü ve etkini inkar edeme artık. her şey gün gibi ortada. mum devrilince ışık farkedilir derecede azaldı. yazım çirkinse de affola, göremiyorum yazdıklarımı. allah kalbimizi kör etmesin de göz görmese de olur ama değil mi?.
bugün ilk konserime çıktım. kalabalık sayılırdı. seni göremedim. bakınmadım değil, göremedim ama. kuliste masama bir not yahut nohut tanesi bırakılmamıştı. esasında masama ne bırakılırsa bırakılsın ben senden geldiğini düşünürdüm, ama masam yoktu. ne var ki kulis bile yoktu. erkek soyunma odasına da kıllı, terli, atletli adamlar dolmuştu. gücenmedim sana yani, hani şartlar elvermiyor sana da biliyorum. üzgünüm biraz.
tesadüf mahiyetinde dayatılan zorba mesajlar hayatı yorucu kılıyor.
hastanenin bayık ve hastalık kokan virane bir odasında ölümün pençesinden bana mısın demeden uyanmış ta, o esnada serumumu kontrol eden eşiyle boşanmanın eşiğinde ki gece vardiyasında gizli gizli görevli harici girilmez odasında sigaraya başlamış hemşireyle gözgöze gelip, derdini unuturcasına şaşırarak koştura koştura nöbetçi doktoru çağırmaya gittiğinde, çevreme anlamsız anlamsız bakarken geçirdiğim feci kazada tenekeye dönmüş arabanın görüntüsü gözümde canlanıp ambulansta duyduğum tek sağ çıkanın ben olduğumu söyleyen ilk yardım ekibinin sesleri ile sirenin acı çığlığılayla başımın ağrısınıdan bayıldığımı ve allahtan ümit kesimez cümlesinin ardımda kalanlarda bıraktığı kesif gerçekliğin tesiriyle damarlarımdan geçen azraili mağlup etmiş olmanın verdiği haklı yorgunluktan muzdarip kanı ve yokolmayı dahi becerememenin dayanlmaz ağırlığıyla ezilen ruhumun boy hizasını geçmeyen derinliğinden gelen inlemeleri arasında kolumdaki iğneyi ve şakaklarımdaki elektrotları çekip atmış, iç çamaşırlarıma kadar geçmişime ait ne varsa arındırıldığım hasta önlüğümden giren soğuğa aldırış etmeden, acil çıkış merdivenlerinden çatıya çıkmış ve aşağıya sanki ana rahmine düştüğüm ilk andaki samimiyet, sıcaklık ve güven duygusuyla kendimi aşağı bırakmak üzere gibi hissediyorum bu aralar. sen iyisindir inşallah.
bana bir masal anlat. sonu herkese mutlu olsun. hiçbir cadı kraliçe ölmesin. hiçbir kurdun karnı deşilmesin. hiçbir domuzcuğun evi yıkılmasın. bana bir masal anlat. ben inanayım, sen mutlu ol. içinde şeker ve balıklar olmasa da olur, yeterki sen anlat. uyumak zor oluyor bu aralar yine. gerçek tokat gibi iniyor yüzüme, sıçrayarak uyanıyorum. düşe dalıyorum, gerçek oluyorsun, 3 el tavla oynuyoruz, mars üstüne mars oluyorum. her attığım hep yek, her pulum kırılıyor tek tek. bana bir masal anlat, rüyalarımdan güzel olsun. ezan okundumu gerçeğe dönüyorum. artık aşina olduğum bir ses "namaz uykudan hayırlıdır. kalk ulan eşeoğlu eşek." diye bağırıyor. aklım karışıyor. sen bir el atsan, hani bu kavmi adam etmesen de, bir masal anlatsan. daha çekilir kılarsın burayı. ben gerçek ederim onu düşümde. sen yeter ki bir şeyler anlat, ben maceradan maceraya koşarım, yanımda senin hayalin. karanlığı yırtarım, aydınlığa çıkarız. ejderi yenerim, medeniyetler kurar, cehaleti alt ederim. yeter ki bir kıvılcım ateşle meşaleme. kafama bir odun at, ben tutuşurum. bana bir damla yağ, ben taşarım nasılsa. kanadından bir tüy yol ver, bulutlara karışayım. bitsin bu lanet, kahrolsun sefalet ve melamet. sen bir masal anlat, biraz merhamet, gerisi kerevet...
oynak bir şeyler koy da
neşemizi bulalım
yahut bir metal dedektörü
yardım et, neşemi kaybettim
katı tadım, bir not bile bırakmadan.
tuz ekiyorum ne bulursam
belki biraz tatlanır.
buralarhep böyle bu aralar.
mahşeri kalabalık, si bemol karar.
hengame, cümbüş, tantana.
hep aynı bu aralar buralar.
hani şair diyor ya
herkes var, sen yoksun diye.
herkes yok, sen de yoksun işte.
artık tadı da kalmadı bu acının.
kelimeler seferberlik ilan etmez oldular.
ben onlara ölmeyi emrediyorum,
onlar vuruluyor ben şehit oluyorum.
kalemimin artık tekbire yok takati.
kendimi kınaladım, uğruna kurban edildim.
masada kazandığım zaferi,
gözlerinde kaybettim.
Nereden başlanır, ne denir bilmiyorum. Ne düşünüyorsun, ne haldesin, iyi misin bilmiyorum. Bilmediğim çok şey var ama bildiklerim de var. Senin yüzüne bakmaya yüzüm olmadığını biliyorum mesela. Sana bir şeyleri izah etmek için yazdığım onca yazıyı ikinci kez bile okumaya cesaret edemediğimi biliyorum. Domates olsam utancımdan kızarırdım ama ne var ki kaderde hıyarlık varmış.
Sana yazmıyor değilim sana okutamamak gibi bir hastalığa tutuldum bu kez. Artık okumak bile istemezsin gibi geliyor ama anlatmalı bazı şeyleri.
Neden insan olmayalım ki dedim ben kendi kendime. Yapabilirmiyiz bilmem ama sevmeyi bir kenara bırakalım bu seferlik. Senden yegane isteğim gerçek olsun, iyi ol istedim. Sen hastalanma, üzülme, dert çekme, üşüme, aç kalma... Ben gerekirse senin sobanda yanarım. Nasılsa odunum, nasılsa kurudum, nasılsa yanıyorum. Elimden gelse canımdan verirdim sana, al yeter ki sen iyi ol. Yeter ki insan olabilelim. Sonunda oldum da insan. Ama bu hayal kırıklığı neden? Meğer insan olmak üzmekmiş, kırmakmış, yalan söylemek, saklamakmış acziyetini.
Hani komik olmadı desem yalan söylemiş olurum. Seni çok aradım sende o akşam. Ne kadar değişmişsin öyle. Olur mu hiç, değişir mi Madonna dedim; ellerine baktım, parmakların beni haksız çıkarmak için, bile isteye kalınlaşmış gibi. Sen kasten yemişsin de (affedersin ama) yağ tulumu gibi olmuşsun. Gözlerin bile renk değiştirmiş. Hani "ne olacaksa gözlerin gözlerime değince olacak" cümlemi yalanlamak adına sanki. Duruşun farklı, kokun bile başka. Bir gülüşün aynı. En azından bana olan gülüşün, bana olan ki gibi. Ve bu yetiyormuş benim Madonna' mı görebilmem için. (Ne dersen de ben sana inanırım demiştin, hadi bakalım buna da inan.)
Ben böyle olsun istemedim. Seni üzmek istemedim. Hiç kimseyi üzmek istemedim. Hala bazen sarılırken sıktığın kemiklerim sızlıyor. Sanırsın mengeneye almışlar vücudumu. Hala ayakta duramaz oluyormuşum, dizlerimin bağı çözülüyormuş, onu gördüm. Sağ yanağımla, boynum da su topladı senden sonra. Köz basmışlar gibi acıdı aylarca. Ben bunları yaşadıysam kim bilir sen nasıldın? Senin göğüs kafesinde neler oldu?
Sana yaptığım son kötülüğüm özetiydi bunlar benim için ve senden tümü için özür dilerim. Benim yüzümden döktüğün her damla gözyaşı için özür dilerim. Hani bu bir veda mıdır bilmem. Bunu okur musun yahut nereye kadarını okursun, nereden sonrasına tahammül edemezsin bilemem ama ben özür dilerim hepsi için.
Ha bu arada akıllılık etmişsin mektupları getirmemekle ama bir daha böyle bir şansımız olur mu onu da bilmiyorum. Hani demiştim ya "Ankara büyük ama olur da bir gün bir yerde karşılaşırsak düşmanlıkla değil pişmanlıkla bakalım birbirimize" diye; artık yüzüne bakacak yüzüm olmadığı için pişmanlıkla bakmanı gerektirecek bir şey kalmadı.
Yanlış anlama beni. Bu bir veda değil, hem öyle hem değil. Ben sana yazarım yine, okumazsan alınmam, okursan sevinmem. Ama ben sana yazarım, buraya da koyarım üşenmezsem. Sen hala benim için yazılmaya değer, anlatılmaya layık ve... Hala körelmeyen, sönmeyen, dinmeyen azalmayan en güzel hatıramsın. Sırf bu saygımdan bırakamam sana yazmayı. Demin aynı yerde oturdum çay içtim, şimdi aynı kapıdan metroya bindim. Olur da karşılaşırız, yüzüme tükürecek fırsatın olur.
Hikaye konusunda da artık söz veremeyeceğim. Yazarsam bile gönderir miyim bilmem. Gelecek karanlık görünüyor burada ama senin yarının hep aydınlık olsun.
Hani, zaman geçiyor, anladım onu nihayet.
Sen gidersen zaman durur sanıyordum.
Mesafeler değişiyor.
Yıldızlar, gezegenler, galaksiler uzaklaşıyor birbirinden de,
Seninle ne ara uzaklaştık biz.
Ben duruyorum yerimde.
Elimden gelse 1 tam turumu,
365 günde tamamlarım, senin çevrende.
Ben duruyorum ama,
Sen nasıl bu kadar hızlı gidebildin.
Ne çabuk unuttun, neyin acelesi bu.
Duruyorum ben.
Bir adım atmayı düşündüm senden uzağa,
Bayılıyordum az kalsın.
Ne ara yabancı olduk birbirimize.
Ne ara bu kadar değiştik.
Sil baştan başlamak, bu kadar kolay olamaz,
Daha hafızamızı silecek makine yapılmadı ki.
Ben buna dayanamıyorum.
Sen bana dayanamıyorsun.
Bitiyor yine.
Alışamıyorum.
Hadi bakalım. Bir bilinmeyenli birinci dereceden bir denkleme dönüştü sorun iyice. Cevap yakında, hissedebiliyorum. Cevap burnumun ucunda bile değil, içinde. Çocukken üstüne yazıp cevabı, burnumdan beynime kadar soktuğum peçete parçasında. Ve çözülüyor nihayet, kafamda dünyaca ünlü bir ekip kazıp çıkardı peçete topağını ve çirkin yazımı deşifre etmeye çalışıyorlar. Fısıltıyla anlamaya çalışıyorlar yazanı. Sümkürsem, yılların emeği heba olacak. Bir nezleye bakıyor, bir çuval incir. Sabırdan da öte artık bu bekleyiş, alıştık hepsine. Ne kadar deli saçması fikrin varsa alıştık. Ve anlamsızlığın kavuştuk.
Cevap içerde, terslik bu ya bu seferde ben dışardayım. Omuz atarak kırıp, kendi içime gireceğim bir kapı yok önümde. Kilitler beynime vurulmuş yıllar önce, kendi ellerimle. Ama son yakındır, gelişinden anlaşılır. Görünen köyün kılavuzuna bakmaktan bir türlü görememişim. Genişleyen bir spiral şeklinde daireler çizmişimde bunca zaman, başım bile dönmemiş. Uzaklaşmışım durmadan, zaten kendimde olandan. Vakit nakitse, son kuruşuma kadar harcamışım, bir an olsun anlamadan.
Madem hırsızlık haramdı, niye bir kişi olsun ellerime vurmadı. ”Sahtekar ben değilim.” le “Sahtekar değilim ben.” arasında ne kadar büyük bir fark var. Dinleyen olursa dinlerim, dinlenen olursa dinlenirim, dinen olursa dinerim. Son bir nefes, sonra kendim sönerim zaten. Dönen olursa bir plak gibi, dönerim. Dönen olursa bir plak gibi, dönerim. Dönen olursa bir plak gibi, dönerim.
Fırtına sonrası kuzuların sessizliği. Denizlerim çarşaf gibi. Gökyüzü pürüzsüz. En ufak bir hareket yok dünden geriye kalan tek eser; ağaç kütüklerinden yapılma salımda ellerim ensemde sırtüstü yatmış parlak yıldızları seyreden ben gibi. Düşünüyor gibiyim ama aklım bomboş. En ufak bir ifade yok yüzümde, bir şarkı çalıyor ama mırıldanmak bile geçmiyor içimden. Rüzgar esiyor, uğul uğul. Birkaç kuş daireler çiziyor üzerimde. Karaya yaklaşmış olmam gerek. Kafamı kaldırıp bakasım bile yok ama. Kimsenin olmadığı bir adaya düşsem, ne değişir ki. Suyun içindeki ayağımı köpekbalıkları kapsa, bir balina takla atsa yanımda, alabora olsam kuşlar aç kalır. Ben geceye doyamadan boğulsam yazık olur verdiğim bunca savaşa.
Parça parça anılar şeklinde hatırlıyorum dünü; devasa bir dalga geliyordu üzerime, nefes nefese salımın iplerini doluyordum kendime. Şimşekler ıskalıyordu, bulutlar analarına küfretmişim gibi sinirliydi (ki ettim). Yağmur değildi yağan, deniz önce göğe yükseliyor, ölüm emrini aldıktan sonra bulutların ardındaki komutanından, hızla devriliyor gibiydi.
Üstüme bir sakinlik, bir rehavet çöktü yine. Uyumaya çalışsam uyuyamam da. Su uyumaz, düşman nasıl uyusun. Güneş doğacak birazdan, kavgamız kaldığı yerden devam edecek, yıllardır olduğu gibi. Kuşlar yarın gece yine gelecek, köpekbalıkları bulur beni belki bu kez. Belki senin karalarına vurur salım. Beraber çıkarız yola sonra, birlikte savaşırız kalan her şeyle. Beraber kayıplar veririz, beraber yatarız geceleri. Hem ben o zaman gökyüzünü, yıldızları değil de senin gözlerini izlerim. Umutla bekleriz yarını, kuşların benim ölümümü beklediği gibi.
Cehennem dertleri var cennetimde
Ben yaşarken ruhum öldü içimde.
Sarıp sarmalayın beni.
Kefenle değil, kundakta gömün beni
Tok ölmek istemiyorum.
Çıkarın serumları, sınav yapalım.
Yıkamayın beni ölünce.
Temiz yaşamayan adamı, kirli gömün.
Mezar istemiyorum, kimse kabrimi ziyaret etmesin.
Mermer israfına da gerek yok.
Kurda, kuşa yem olayım,
Çiçeğe, ağaca gübre olayım.
Pek farkım yoktu zaten tezekten.
Mezar taşı isterim.
Ama üstünde adım yazmasın.
Boş bir resme bakan Raif Efendi gibi.
Görmek isteyen görsün beni.
Ruhuma el-fatihalar değil,
Zeki Müren şarkıları okunsun.
Cenaze namazı istemiyorum.
Vebali benim boynuma.
Zaten ölmüşüm artık, günah yazılsa da fark etmez.
Miras kavgası filan olmasın ardımda,
Zaten yoktu benim malım, mülküm.
Boşuna dememiş Yunus,
Mal da yalan, mülk te yalan.
Gel biraz da sen oyalan.
Ben o yalandım işte.
Birinizi bile kandıramadım.
Ömür hızlı geldi, çabuk geçti.
Bir türlü yakalayamadım.
Sarhoş olasım var bugün. Ayık kafayla çekilmiyor, harabelerde harap olmuş bunca şarapla sarhoş. Bitik gecelerde yenik köfteler, ezik ruhları beslemeye yetmiyor. Sabahakarşı kafayı çekip çekip, yakasım var sokakları. Bağıra bağıra içsem şarkıları, söylesem sigaraları. Bir bir yansa ışıklar, el ele tutuşsa, itfaiyelerde mahsur kalanları, ağaca çıkan kediler kurtarsa. Bir şeyler düzelir mi acaba bu şehirde. “Açılın ben hastayım” diye bağırsam okulda, suni de olsa bir teneffüs zili çalar mı kulaklarımda?
3 kul hürse, 1 el hemen vurur enselerine. Yasak kardeşim işte anlayın sizde halden. Allah’ın ve devletin yasakladığı işlerden kaçınırken kendimi böceğe dönüşmüş buldum. Sonra ilaçladılar zaten. Çocukken bir aşı yaptılardı, kızamık. Kızamıyorum bile artık. Ruhuma zayıflatılmış bir virüs olarak verdiler seni. Hepimizin ortak bağı, şıklığı güçlendirmek için moda diye bir şey icat ettiler. Bir türlü ayak uyduramadım. Kaldıramadı vücudum bak, yuvarladım lafları yine.
Ne diyoruz biz, ne yiyoruz, ne saçmalıyoruz Müzeyyen. Cevaplar sorulara hamile, ultrasonda gördüm. Nurtopu gibi bir anlamsızlığımız olacak.
Çalıntı araçlardan çıkma parçalarla yaptım kendimi. Furkankeştayn’lığa oynuyorum. Aynı yere iki kez çaktı şimşek, can buldum. Pasta-cila-kaportacı Metin abiyle konuştum, elinde çok iş varmış ama beni de araya sıkıştırabilirmiş. Tak etti canıma araya sıkışmak, rahat rahat oturup kalkamaz oldum. Kalabalığa düşmüş hindi çaresizliğindeyim. Canım sıkılıyor. Sensiz uyumaktan bitap düştüm, gel de kaldır beni hadi. Sensin sendeki kastım, alın artık şu lafı üstüne. Görmezdeysen gel, gelemiyorsan ben görmeze geleyim, beraber görmezden gelelim.
Bağışlanmam gerek. Belki bir iki kişinin derdine dert olurum ama bu organları ben hiç hak etmedim. Hepsini bağışla lütfen. Özellikle de kalbimi. Alan olmazsa eğer seyiple gitsin. Seninle barınamadıktan sonra uyutsanız da fark etmez.
Beklemem gerek diyor benden içerdeki bir ben. Başka da tek laf etmiyor. Bir başka ben de vakit geldi diyor. Bas uçlu kaleme veya çek tetiği diyor. Diğeri tatsız bir yolculuk telaşında, valiz hazırlıyor. Başköşede oturmuş sessizce zikir çekiyor biri, elinde uzay taşlı tesbih. Her kafadan bir ses geliyor, kendi içimde azınlık durumunda hissediyorum.
Elimde urgan ipi, bir sehpanın üzerinde duruyorum. Düğümü atayım derken kör oluyorum, düğüm zaten kör. Sehpa dengesini kaybedip düşse adalet yerini bulacak. Ağlayasım vardı, o da kaçtı korkudan. Seyretmek için en ön sıradan bir yer buldu kendine. Elinde patlamış mısır, 3 boyut gözlüğünü takıyor. Hayata son bir el ve daha düşmeden sehpa: Gülüyorum sonunda. Keyifle ve hüzünle, mutlulukla ve acıyla, huzurla ve kederle, kahkahayla ve sessizce, içten ve sahte, ilk ve son defa; gülüyorum, elveda.
Fısır fısır fısır fısır…. Ne dediğini anlamadığım bir ses çınlıyor kafamda. Tanımadığım biriydi, tanıştık ama adını da anlamadım. Bir şey anlatmaya da çalışmıyor sanırsam. Derdi delirmediği mi kanıtlamak gibi. Eğer ne dediğimi anlamış sayılırım. Ama anlaşılmayan şeyler duyuyorsan, östaki boruna bir şey kaçmıştır. Ya da çekiç-örs-üzengi’nin üzerinde bir salyangoz örselenir, çekiçle ilgili çekici bir şey bulamamaktan. Yarım, anlamsız, eksik bir şey mi var ki hayatımda?
Bir şey söylüyor ama çok rüzgarlı hava, ne dediği anlaşılmıyor. Mikail uyukluyor yine görev başında. Bir demli çay rica etsem, gelene kadar soğur mu bu dünya?
Bir şey diyor bir saniye. iyice yaklaştırsam kulağımı sanki öpüp kaçacak gibi şerefsiz. Uyumam lazım benim. Dünkü bu vakit geldi. Haydi rastgele. He eğer duyarsan onu sen de benim gibi, ona benim için şu cümleyi söyle:
Her şey atomik bir kalp makinesiyle hayata bağlanmış hamile bir kadının gazete manşetlerine çıkmasıyla başladı. Dünyanın annesini ya da dünyanın kalbini düşünmek istiyorsan ineklerle başlık arasındaki bağlantıyı da görürsün.
Sen bana bakma, ben iyi değilim. Sen iyi olmaya bak, iyi birilerine bak, mutlu ol, mutlu olsun. Hayat böyle yaşanmıyormuş, haklıymışsın. insan ölemiyormuş bile böyleyken. Biraz ağır bir yük bir başkası olmak. Belim ağrıyor demem boşuna değildi yani. Sen kendin olacağın bir yerde dur.
Bazen gölgem önüme düşüyor. Göz göze geliyorum kendimle, bir ağrı saplanıyor alnımdan. Ben yolumu yolsuzlar kesmiş gibi hissediyorum, ruhum kararıyor. Gölgem utancı yüzüne vurulmuş gibi kızarıyor bir anda beni görünce.
Bir bok olduğu yok buralarda bu aralar. Sessizlik hâkim vicdan mahkememde, her suçum idama sebebiyet veriyor. “KARAR” diye bağırıyor sessiz hâkim, kararıyorum. Yüzüme tükürse veyahut alay etse halimle, hak veririm hâkime. Sustum ama neyleyim, yalan söylüyorum sandınız.
Çobanlığa puanım yetse, koyun psikolojisinde doktora yapardım. Her an kurt kapabilir diye, bir an ayrılamadım sürüden. Sen nereye ben oraya dedim. Sonra yürümedi ilişkimiz, sürü benden ayrıldı. Ha kaptı ha kapacak diye beklerken, kurda olan inancımı yitirdim. Kimsenin kimseyi kaptığı yokmuş meğer. Bu neyin aldatmacası çözmüş değilim. Korkmadan yaşamanın neresi suç, biri anlatır umarım bir gün.
Neyse sen bana bakma. Ben yıkılıyorum giderek, temelimi sağlam atmamışlar benim ki, erken çöküyorum. 30’lu yaşlarımdayken 80’leri hissediyordum. Kaç yaşındasın diyenlere, kaçma yaşındayım diyordum. Şimdi ölme yaşına bastım, gözünün yaşına bakmadan. Bir hayaldir bu kapıldığın dediler, geçermiş. ilaçlar, doktorlar, kocakarı muskaları fayda etmedi. Bir kurşun döktüler bana, çıkarmak çok tehlikeli diye içimde bırakıldı sonra.
Biraz sabırmış meğerse peygamberin sırrı. Beklemeyi bilen değil de; beklemeyi becerebilen, tahammül edebilen, boyun eğebilen erenmiş, ermiş denmiş. Bizimkiler yasak denilen meyveyi yerken, ötekiler yerin çektiğine tanık olmuş. Birileri kızdırmış doğa anayı, 7 yıllık kuraklık başlamış. Ruhuna yağmur yağmayanların bardağında buzlu viskisi hazırmış. Çalmış sazlar, oynamış kızlar. Gününü dün edenler mutlu yaşamın sırrına ortak olmuş. Sinirli değilim ki. içimi dökmeye çalışıyorum ama tek damla olmayan plastik ruhuma ne fayda.
Sen bana bakma. Ben bir yangın sonucu neslini kaybeden bir ateş böceğiyim. Adım bile yalandan. Benim Kuran-ı Kerim’im, incil’im, Tevrat’ım, Zebur’um…
Neyse sen bana bakma. Günlerin bedenime geçişini hayretle seyrediyorum. Çözecek problemlerim var. Havuzlar, işçiler, yollar, karlı zararlı problemlere sahibim. Bildiğim bir parmak hesabı var, onda da işlem hatası yapıyorum. 3 kuruşluk aklımla milyonların işine karışıyorum. Bir dümen dönüyor gibi geliyor, bir tezgâh kurmuş birileri bana. Yoksa böyle bozuk bir sistemi kimse kuramaz.
Bildiğini biliyorum. Bilmediğin yerden vuruyorsam söyle, bileyim. Bileyim ki sivril, keskinleş, tek seferde öleyim. Yoksa mundar olacağım bak. Sırat köprüsünde taşıyamam hiç kimseyi o zaman. Kendimi sana kurban etsem, sadakatimi ve teslimiyetimi temsilen, kabul olur muyum ki? Dilekçeyle başvursam, çok canın acır mı acaba? Bir şarkı çıkar mı acaba ruhumdan, hani içimdeki pisliği boşaltsan, sirkeli suda bekletsen sonra temizce yıkasan, sarımsaklı sarımsaklı yesek bir güzel. Ben de hiç anlamam işkembeden ama paça benim işim bak. Yanına bir de beyin salatası, sadrazamın arkadaş ağı.
Sen bakma bana. Ben de hiç anlamıyorum ne olduğunu. Şalterler atmış, elektrik yetmiş, sen seksen, ben toksam, herkes yüzer, yan komşudan bir yüzlük istesek onda da yoktur. Sayı tekerlemem tekledi, tekerleğim dönmedi. Gülmek ile solmak benzer şeylermiş Gülüm. Madonna’nın Duyguları karışık Müzeyyen.
Ben de hiç anlamıyorum ne dediğimi. Sıvamak yıllarımı aldı ömrümden. Şimdi birilerinin tuttuğu, birinin pişireceği, birinin yiyip birinin de “Hani lan bana!” diyeceği tavuğu yoluyorum. Dikecek tüy arıyor gibi gibiyim. Bilinmeyen numaralara sorsam, sen ne ayaksın der. 45 demeye utanıyorum, Van Gölü canavarı gibi bir şey oldum hepten.
Sen bana bakma, bende baktığın yerden çekileyim artık. Pes edesim var ama işte içimde bir şey seni bekliyor. Eksiklikler var işte nasıl diyeyim, çapraz bağlarım kopmuş gibi. Ne alakası var yine diyebilirsin, ya da merak yine nasıl bağlayacağımı merak edebilirsin. Merak et sen kaç yazar? Hani pazarlık ederim ama hiç param yok onu baştan söyleyeyim.
Çocukken aşık olduğum kızla el kızartmaca oynardık. Ne cesaret ama düşünsene. Ellerini tutmak için ellerim patlayana kadar vurmasına izin verirdim. Tek fiske atamazdım ama sonra sanki onun elleri kızarmış gibi alay ederdim. Sonra tekrar, tekrar, tekrar. Bir de acımasızdı ki gavurun kızı. O gün sevilmemenin ne demek olduğuna tanık oldum. Ama işte çocuk aklım ermemişti ne anlama geldiğine. Sevilmemenin ne demek olduğunu, sağ olasın en iyi sen anlattın bana. Herkesi kendin gibi sanmanın insanı nasıl bir gaflete düşürdüğünü o gün fark ettim. Sonra uyandırıp beni, herkes gibi hissetmem gerektiğini söyledin. Ben uykulu uykulu yine hiçbir şey anlamadım. Sonra kendimi herkes gibi sandım. Piçin biri oldum, çıkamadım. Mazur gör istedim, bakma kusuruma işte. Gerçi sen bana hiç bakma.
Hayrola inşallah, bu sığ halin. Anlatsan dinlerim, ortak olurum sıkıntına ama işte aynı anda aynı yerde bulunamamak gibi bir sorunumuz var. Kader çizgilerimizin bu denli farklı düzlemlerde olması, hayra alamet şey değil bence doğrusu. Paralel evrenler kadar uzağız ama o denli aynı. Bir gün insan klonlamama izin verilirse, o gün kendimi klonlayıp çeker vururdum kendimi. Ama hangi kendim hangi kendimi vururdu orasını bilemem. Kendi kafama sıkarken hangi kendimin canı acır, ya da ne hissederim bilmiyorum. Çaresizlik te burada başlıyor sanırım. Hani bilmemekte filan değil. Burada, defterin arasında yani. Çarem olsaydı çaresiz olmazdım. Kelin ilacı olsaymış kendi başına sürermiş ama o zamanda kıllı bir kel olmaz mıydı? Kafamı kurcalayan sorular var.
Öylece duruyorum sen önümden geçip giderken. Ne elimi kaldırıp selam verebiliyorum, ne gözlerimi kısıp hoşça kal diyebiliyorum. içimden merhaba ile elvedayı aynı anda söylemek geçiyor, içimden ikisini birlikte söylüyorum ama işte sen içinden selamımı da almıyorsun vedamı da görmüyorsun.
Beklemek huy oldu iyice. işi gücü bırakıp bekler oldum sağda solda. Geçen arabaları, otobüsleri, trenleri sayarken uyuyakalırım, belki seni beklediğimi görürsün de uyandırıp kaldığım sayıyı söylersin kulağıma. Çok uçuk hayaller değil be müzeyyen. Biraz imkansız, biraz na-mümkün ama elimden başka ne gelir ki? Yok ciddi soruyorum bunu. Elimden başka ne gelir. Bir kalem tutuyor işte. Ah bir de senin elini tutsa. “Hoşt ulan” diyor içimden bir ses. Yavaş gel diyor. Çok mu ileri gidiyorum. E sana yetişemiyorum ki nasıl ileri gideyim. Duy be artık şu satırları müzeyyen. Duy içimdeki kuş çığlıklarını, orman yangınlarını. Kurtlar uluyor içimde çizgi filmlerde ki gibi seni düşündükçe. Hintçe bir ilahi çalıyor kulaklarımda. Huzura ereceğim bu sabaha karşı, -35 derecede.
Hiç oluyorum giderek, durarak, oturarak ve yaşayarak. Sonu pek hoş olmadı yine ama olsun. içim fesat benim evet ama seninki de pek temiz değil anlaşılan. Hava 41 derece, dondurucu bir sıcak. Çifte donmuş biri, epey alçak. Uymuyor kelimeler sıkıştırdığım satırlara, ya biraz dar geliyor, ya çok bol. Satır araları gözüme batıyor, eksikliğini hissettiriyor. Bir duman salınarak kayboluyor göz hizamda. Kör kütük çatırdıyor Müzeyyen, duymuyor musun gerçekten? Azıcık yaklaşsan neler duyarsın bir bilsen. Boşuna delirmedim ben, defterlerde. Mırıldanarak eşlik ediyorum çöküşümden gelen gürültüye. Bu bencillik midir bilmem ama sana okutma niyetinde değilim artık pek. Okuduğundan da şüphe duymaya başladım zaten. Yani ben olsam okumazdım, sen olsam da okumazdım, marangoz olsam okurdum belki ama muhtemelen anlamazdım o zaman da. Ben insan olsam okumazdım galiba bu saçmalıkları.
Hepiniz haklısınız. Hepiniz yenilen hakkınız yüzünden mağdursunuz, her biriniz yalnız, herkes birinden kazık yemiş anlıyorum. Bu kadar ama, siz de beni anlayın filan demeyeceğim, ne gerek var şimdi bir de olmayan birinin dertlerini bindiresiniz sırtınıza. Bu işi bitirmeye karar verdim. Hatta ne kadar yarım işim varsa bitirmeye kararlıyım. Bir son olacaksa, hiçbir yol çıkmaz olarak kalmamalı. Senden haber bekliyorum. Mektuplarımı istiyorum. Fazla bir şey değil kurban olduğum, Raif olduğum. Yıllarca bekletme beni durduk yere, çoluk çocuğa rezil olmayayım daha fazla.
Dur bakalım ne olacak. Belirsiz bir arayış, sonsuz bir bekleyiş ve yuvarlanıp gidiş hali söz konusu. Bir boka bastım ve içine çekiyor gibi giderek. Bir şey bulmam gerek, bir dal tutunacak. Filmlerde ki gibi olsun istemiyorum. Son saniyede biri tutsun elimden istemiyorum. Kurtulacaksam eğer biri tarafından, bu boğazıma kadar gelmeden önce olmalı. Kimse gebermemi beklememeli. Ben umudun bittiği yerde hayata dönmek istemiyorum. Umut fakirin ekmeğidir. Ben fakir, umut ekmekse; sen beni açlıkla sınama yarabbi. Bir bok yapamıyorsan da, izleme benim yok oluşumu. Arkanı da dönme, ben de seni izlemeyeyim. Bunun adı avanaklıktır heralde. Başka bir şey bulamadım.
Binlerce şarkının nakaratı aynı anda çalıyor kafamda. Gürültü kirliliği değil bu beynimdeki, biri almış eline enstrümanını kıyameti haber veriyor. Ne ciğer varmış mübarekte de, bir nefesle dünyayı tersine dönmeye ikna ediyor. O kadar belden aşağı felçliyi ayaklanmaya davet ediyor kafamda. Eğer hakikaten varsa bir ruhum, sigara yanıklarından delik deşik olsa gerek. Tek tabanca, yalnız kurt, tövbe estağfirullah ama yalnız ona mahsus olana benzer bir yalnızlık.
Ben aklıma düşen her kelime kırıntısını katıp dilime cümle aşuresi yaparken araya girdi. Olur öyle. Ne olur öyle lan. Ne olur. Kafayı yiyememek olur mu hiç. Delirmeme bile müsade etmediniz. Olur mu lan böyle iş. Bir çekin de elinizi bizde kendi kendimizi tüketelim. içine atıyorsun atma dediniz. Üstünüze kussam sanki daha iyi olacak aramız. Boktan şeylere takılmayakmışım, değmezmiş, kendi kendime zindan ediyormuşum. Evet kardeşim millet kendine saraylar yapar, ben bir mahpus inşa ettim ama gardiyanları ben atamadım kendi başıma. Hayatın iyi yanlarını görmeye çalışayım tamam eyvallahta bu hayat denen nane iki boyutlu ve şeffat bir şey yokki yanları. Bildiğin yok yani yandan bakınca bir çizgi görüyorum ben. Çizgiye alttan bakayım belki iç çamaşırı giymemiştir diyorum bu seferde bir tane nokta görüyorum. Lan bari noktanın içine gireyim diye adım atıyorum. Lanet kara lekeye yaklaşamıyorum ki içine sığayım. Hayır tamam kafayı yemiyorumda, sinir minir bırakmadınız ki. Olur öyle ne lan. Çivili bir yatak verdiniz al burada yat diye, çarşaf marşaf vermediniz. Nevresim diye diyeNevrim döndü. Bir bir gittiniz, biriniz dönmediniz. Hayır halimi hatrımı merak etmiyorsunuz anladımda bari bırakında halimin hatrımın nasıl olacağına ben karar vereyim.
Gitme fikrimi söylemeye çekiniyorum. Gitsem nereye gideceğim diyorum susturup oturtuyorum kendimi. içime üç harfli bir şey kaçmış benim SiZ. Beni bir salında rahat rahat rahat edeyim. Olur öyle ne lan. Allahınız yok mu be. Hani inananlarınıza değil lafım. inkar edenlerinize diyorum. Hakikaten yok mu? Hiç mi yok veya da?
Benim yolum dağdan geçer, ben açarım duble yollar. Benim yolum senden geçer, sen kapatırsın onlar açar. Pipetim kayıp, kulbum kırık. Tek dalım düşer, dudaklarıma kayıp. Nefes boğazımdan akıp, ciğerlerimi sıkar. Sen şarjörü doldurursun, onlar sıkar. Tek tabanca gezerken, kesersin önümü sen. Sen bu beni istemez, gerine gerine yerime yenimi bulursun. Hayat şarkısı son nağmelerini fısıldarken, bir ezan patlak verir, çeker sağa camiler. Ne kriko beklediğin gibidir, ne isletme istediğin. Diploma töreninde okulu bıraktığını, bir ben bilirim. Nedenli sorular aklımı kurcalar? içini açar, kablolara bakar, üfler püfler kapatır yine çalışmaz. 20lik dişlilere bir şey kaçar, sonra uğraş dur. Gamzemde bir tabela, çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileyen. Görmediğin gibi, olmuyor hala Sen beni hatrında tut ben seni, ben seni cüzdanımda. Ne şiir oldu, ne şen yerine geldi. Abuk sabuk mu yoksa tek saçma bir sapan mı beni yaralayan. Sen beni unut, bir dilim kıranboğazlı pasta ye.
Bir sorun var hocam bunu görmezden gelemeyiz. Ya bu sistemde bir sorun var ya bende bizde bir sorun var. Benim sindirim sistemim bunca çer çöpü sindiremiyor. Bağışıklık sistemim bunca mikroba karşı koyamıyor. Sinir sistemim kaldıramıyor artık bu aceleci dünyayı. Kendimi sistemin dişlerinin arasına kaçmış maydonoz gibi hissediyorum. Sanki ölmüşümde karşıdan karşıya geçerken, mezarıma trafik lambası dikmişler gibi hissediyorum. Hissediyorum allahım, her allahın günümde yükselen altını hissediyorum. Koluma bir damla bebek maması damlasa, kemiklerim eriyecek gibi hissediyorum. Öyle aç ki bu insanlar, tokun halinden anlamıyorlar. Hava öyle kavurucu ki, iki dakika karışmasak dibimiz tutacak gibi hissediyorum. Bir sorun var. Sende farkındasın belli her halinden.Bir kibrit çöpüymüş dünya. Bir kirli kirpirciğin sırtında. Soru işaretindeki nokta kaybolmuş, ikircikli biriciğin aklında.
Kaybolmuşuz. Hiç gitmediğimiz bir yerde hemde. Hiç bulamamışız yolu oraya gidecek ve kaçacak. Yumurtanın kabuğunu içindeyken kırmak çok zor sanırım. kendine bir mezar kazmak kendi mezarından kaçmaktan daha kolaymış. Öyle dedi üstat. Arabanın latiğini içerden değiştirmek gibi bir şey bu yaptığım farkındayım. Ama derdim lastiği değiştirmek filan değil. Patlak bir lastikle gittiğimizi anlatmaya çalışlıyorum. Bir tekerimiz çukurda...
Gün doğmasına yakın bir çığlık yankılanıyor. iyileşmeye çalışan bir şizofren gibi hissediyorum son zamanlarda. Duyduğum sesin gerçek mi yoksa bir yanılsama mı olduğunu ayırt etmeye çalışıyorum. Çığlık çok yakından geliyor, giderek yükseliyor ve yaklaşıyor gibi. Kendim bile bağırıyor olabilirim, uyanık biri olsa ona soracağım sen de duyuyor musun bunu diye. ama onun gerçek olup olmadığını nereden anlayabilirim ki. Sesi kaydetmek istiyorum ama ya kayıt cihazım sağırsa. Gerçeklik birbirine kenetli zincir halkaları gibi. Biri kırılırsa, tek bir doğru çökerse, tüm gerçeklik ayrılıyor birbirinden. Yaşadıklarımdan hangisinin hayal, hangisinin hayat olduğunu söyleyecek, gerçekten gerçek bir süzgece ihtiyacım var. Gerçek süzgecinden sadece gerçekler geçebilir. Uydurma anılar, kafadan atılma acılar ya da sevinçlerle doluyum. Senin de dediğin gibi, körebe oynarken gözlerini açamazsın, çünkü göreceklerin kimseyi memnun etmeyecektir. Ama gözlerimi sıkıca bağlamadan oyunu başlatmışlar. Oynamak için benim bilerek gözlerimi yummam gerek. Belki bu da oyunun bir parçasıdır bilmiyorum. Ne saçmalıyorum onu da bilmiyorum. Kim bu kuralları, normalleri, sorumluluk gereklilikleri üreten. Bir bozukluk var. Eksik bir parça var. Allah kahretsin, kim bu çığlığı atan. Allah korusun, ya sen bile yoksan. Ya ben bile yoksam. Kim yazardı bu satırları.
“Bu saatte rüyanda mı gördün beni de
Oturdun şiir yazıyorsun mübarek?”
Demediğini duymaz gibiyim
Güzel laflarım yok, her zamanki gibi.
iki kelimeyi bir araya getiremem
Ben getirsem bile, bu seni bana getirmez
Aslında çok hisliyim bu aralar
Ama dökemiyorum içimi bir türlü
Bir süredir hep böyle bu durum
Ne yazsam çürük, ne yazsam ölü
Dokunmak istiyorum aslında kalemimle
Eğer olmasaydı hiç, bu amansız hastalık
Çoktan başarabilirdim belki
Fakat kalemimin ucu kör artık
Mum sönük, çay bardağım karanlık ve kırık.
Hamurumda yokmuş demek ki şairlik.
Zaten bir bok becerebildiğim de yoktu
Artık şiir de yazamıyorum.
Ne kafiye tutuyor, ne hece uyumu.
Benzetmelerim de bir boka benzemiyor
Kime ne rahatsızlık veriyorsa onu söylüyorlar.
Kimseye dokunmayan bir yılan olmak istiyorum.
Derdim uzun ömür filan değil.
Kimse kuyruğuma basmasın, vallahi çok canım acıyor.
Soğuk diyorum, üstünü kalın giy diyorlar.
Kimse sarılmıyor ama, senin gibi.
Yoruldum ben iyiden iyiye.
Kimseden bir yardım beklediğim yokta.
En azından uykuya söyleseniz de, birazcık gözüme girse.
Neyse, yine çenem düştü, özür dilerim, senin de uykundan çaldığım için.