Acıyı ve zevki bir arada hissediyorsun, çünkü ikisi de bir şekilde birbirine bağlı.
Haz, sadece hoş bir duygu değil; bazen derin bir hüsranın içinden doğar. Acı, yaşadığın en karanlık anlarda bile sana bir tür tatmin verebilir, çünkü onun içindeki anlamı ve güzelliği fark etmeye başlarsın. O acı, aslında seni dönüştüren bir sevgidir. Hem kırık, hem derin, hem de güçlü bir bağ kurarsın. Bu sevgi, hem seni hem de dünyayı farklı bir gözle görmeni sağlar. Yani, karanlıkla yüzleşmek, senin içindeki ışığı keşfetmeni sağlar; çünkü bazen yalnızca acı içinde sevgi doğar.
Bazı eski Şaman ritüelleri farkında olmadan hala hayatımızda.
Nazar boncuğu kullanmak, kötü enerjiden korunmak için tütsü yakmak ya da dilek ağaçlarına bez bağlamak veya Türk kültüründe baharın gelişini simgeleyen Nevruz, aslında Şamanizm'den kalma bir gelenektir.
Nazar ve Tılsım inancı
Türbeler ve Adak Geleneği
Kırmızı Kurdele ve Çaput Bağlama
Doğa ve Hayvanlara Saygı
Rüyalar ve Kehanetler
tahtaya vurmak
7'si ve 40'ı çıkması.
Hayat bazen küçük ayrıntılarda gizlenir.
Bir sahnenin arkasında görünen eski bir poster, şarkının arka planında duyulan bir fısıltı, ya da günlük konuşmada kaçan bir kelime. Hepsi görünmezdir, ama fark edildiğinde büyük bir anlam kazanır. Detaylar fark edilmek için değil, hissetmek içindir belki de.
Takip edilmediğini ya da tespit edilemeyeceğini sanan sivri zekalı personeldir.
Özellikle kurumsal firmalarda sistem takip programları kullanıldığını bildikleri halde hâlâ bu yola başvuruyorlar. Gizli sekme de açsan, VPN de kullansan, eninde sonunda ensene binerim.
gerçekten büyüleyici bir heykel. Görünüşte basit, ama her detayında mükemmellik var. Özellikle eksik elleri, ona gizemli bir hava katıyor ve insanı düşündürüyor. Yunan tanrıçası Afrodit’in zarif vücut hatları, dönemin güzellik anlayışını en iyi şekilde yansıtıyor. Bir yanda ne kadar kusursuzsa, diğer yanda eksik olan bir şey de var. Bu heykel, insanın mükemmeliyet arayışını ve kaybolan parçalarını hatırlatıyor. Gerçekten izlerken insanı derinden etkiliyor.
hiç beklemediğin bir şekilde seni zorlayan bir oyun gibi.
Aydınlıklar seni yanıltır, çünkü bir an her şey mükemmelmiş gibi görünürken, karanlık aniden gelir ve her şeyi siler. Karanlıklar içinde kaybolmuşken, bir umut ışığı ararsın ama o ışığın da seni daha fazla kaybetmene yol açtığını hissedersin.
Belki de hayatta hiç tam anlamıyla huzuru bulamayız. Aydınlıklar, karanlıklar, hepsi birer yanılsamadır. Geriye sadece bir boşluk kalır, içinde ne geçmişin ne de geleceğin olduğu. Sadece var olursun, ama gerçek anlamda hiç var olmamış gibi.
Aydınlık, karanlığın varlığını unutturur; ama karanlık, aydınlıkların gerçek yüzünü gösterir.
1976 yapımı bu film, John Cassavetes’in yönetmenliğinde çekilmiş ve bir gece kulübü sahibi olan Cosmo Vitelli’nin, mafyayla karışan hayatını konu alıyor. Suç ve dram öğelerinin iç içe geçtiği, derinlikli bir karakter hikayesi sunuyor.
izlerken filmden ziyade bir karakterin hayatına tanıklık ediyormuş gibi hissettim. Cassavetes’in tarzı tam olarak bu zaten: gerçekçi, ağır ama bir şekilde insanı içine çeken bir anlatım. Cosmo’nun çaresizliği ve yaptığı tercihler bir yandan sinir bozucu, bir yandan da inanılmaz etkileyiciydi. Görsellik ve atmosfer bakımından dönemine göre oldukça başarılı, ama herkese hitap etmeyebilir. Sıradan bir suç filmi değil; daha çok hayatın karanlık köşelerine yapılan bir yolculuk gibi.
Bazen sevgi, en beklemediğimiz yerlerde karşımıza çıkar. Gerçekten sevdiğimizi düşündüğümüz şey, aslında kendimize zarar veren, bizi yoran bir şey olabilir. Kötüye duyduğumuz bu aşk, belki de içimizdeki boşluğu, eksikliği ya da eski bir yarayı iyileştirme çabamızdan doğar. Bir şekilde ona bağlanmışızdır ve onun zarar verdiğini fark ettiğimizde bile, ondan vazgeçmek istemeyiz. Bu, çok karmaşık bir duygu; çünkü sevgi, bazen öyle güçlü olur ki, onun kötülüğüne bile kayıtsız kalmak zorlaşır.
Hepimiz, bir şekilde kendimizi zorlayarak bağlı olduğumuz, hatta zarar gördüğümüz ilişkilerde kalmışızdır. Bu, bilinçli bir seçim değil aslında. içsel bir çekim, belki de bir alışkanlık, bir tür acı tatminidir. O kötülüğe karşı duyduğumuz bu bağ, zamanla bir tür bağımlılığa dönüşebilir. Çünkü sevgi, her zaman sağlıklı ya da doğru olamayabiliyor. Ama yine de bu kötüye duyduğumuz sevgi, içsel bir huzursuzluğa, bir yanlışa doğru çekiliş gibi hissedilir.
Sonuçta, sevginin gücü, sadece iyiye değil, bazen kötüye de duyduğumuz bağlılıkla test edilir. Ama belki de gerçek sevgi, bunun farkına varabilmekte, zararı fark edebilmekte ve bu bağdan kurtulabilmekte. Sevgi, sadece bizi iyileştiren değil, aynı zamanda bizi daha güçlü ve doğru bir şekilde yönlendirebilen bir şey olmalı. Sevmenin de bir zamanı var; bazen, kötüye duyduğumuz aşkı bırakıp, kendimizi yeniden sevmenin vakti gelmiştir.
"Sevgi, bazen en büyük acıyı kucaklamak için bir maske olur."
Beşiktaş'ın taraftarlarına sunduğu yeni dijital platform. Maç biletinden özel içeriklere, ürün alışverişinden kulüp haberlerine kadar her şey tek bir uygulamada bulabileceksiniz.
"Özgürlük" ve "tarafsızlık" iddiasıyla yükselen seküler yaşam tarzı, bazen kendi ilkelerini dikte eden bir sisteme dönüşebiliyor. Dini inançlara veya farklı yaşam tarzlarına karşı tahammülsüzlük gösterildiğinde, bu durum bir tür faşizan tutum haline gelmez mi?
Herkese alan açmayı savunan bu yaklaşım, tam tersine, farklılıkları dışlayan bir otoriterliğe dönüşme riski taşıyor. Sekülerlik, bireylerin tercihlerine eşit mesafede durmayı hedeflerken, bazı durumlarda tek bir doğrultuyu zorunlu kılan bir sistem haline gelebiliyor. Peki, sekülerlik gerçekten tarafsız mı, yoksa bu da başka bir ideolojik dayatma mı?
sözün magmasına inersek solculara fena giydirmiş. bu sözü eden muhterem diyor ki, solcular ahlaksızdır solcular onursuzdur.
kim onurlu kim onursuz kim solsuz bilmem.
şahsımın bir yorumu olamaz ama böyle bir söz gördüm giigluda.