codoximoss
239 (ilaç gibi)
sekizinci nesil yazar 1 takipçi 9.10 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    radyonun içindekiler

    1.
  1. bu isimde bir tiyatro oyunu mevcuttur.
    0 ...
  2. radyonun bilimsel tanımı

    ?.
  3. elektromanyetik radyo dalgalarındaki ses modülasyonunu, önce elektronik ortama, sonra da sese çeviren elektronik alet.
    2 ...
  4. mirandolina

    ?.
  5. çek besteci Bohuslav Martinu'a ait olan 3 perdelik operadır. 1953-54 yıllarında yazılmış veilk olarak 17 mayıs 1959'da çekoslavakya'da ki prag ulusal tiyatrosunda sahnelenmiştir.
    0 ...
  6. fender american deluxe stratocaster

    1.
  7. amerikan fender şirketinin, ürettiği en yaygın gitar olan stratocaster'ın bir modelidir. geniş bir ton yelpazesine sahiptir. gövdesi kızıl ağaçtan, sap ve klavyesi akçaağaçtan üretilir.
    0 ...
  8. fay hattı oyunu

    ?.
  9. behiç ak tarafından yazılmış olan tiyatro oyunudur.
    oyun deprem tehlikesinden yola çıkarak, insanların güvenliği için aldığı önlemlerin, yere ve zamana göre aslında onları hapseden ve tehlikeye sokan şeyler olduğunu mizahi yönden ele alır ve anlatır.
    oyun ilk defa genco erkal tarafından dostlar tiyatrosu'nda sahnelenmiştir.
    1 ...
  10. eşey kromozomları

    1.
  11. insan somatik hücrelerinde 46 adet kromozom bulunur. bu kromozomlardan 44 tanesi otozom ve geriye kalan 2 tanesi ise gonozomlardır. yani bu iki gonozom insanda cinsiyeti(eşey) belirleyen; x ve y ile sembolize edilen eşey kromozomlarıdır. döllenmeyle birlikte oluşacak olan bireye gelen gonozomların ikisininde x olması bireyin dişi olacağını ve birinin x, diğerinin y olması ise bireyin erkek olacağını gösterir.
    1 ...
  12. deniz suyuyla ayran yapmak

    1.
  13. büyük bir ihtimalle bağısak enfeksiyonuna yakalanacak olan kişidir.
    2 ...
  14. behzat ç yi efsane yapan detaylar

    1.
  15. gerçek yaşamdan alınmış karelerdir bu detaylar.
    - evlere girerken ayakkabı çıkarmak.
    - konuşma yapısı.
    - her bir karakterin izleyiciler içerisinde, kendini bağlayıcı bir yönünün bulunması.
    kiminin hayatı muammadır, akbaba gibi...kimi evladını kaybetmiştir, behzat gibi...kimi mesleği dışında bir iş yapıyor ve çalışma arkadaşları tarafından eziliyordur, cevdet gibi...kimisi aşkını içine gömmek zorundadır ve bir o kadar da yemeyi seviyordur, harun gibi.
    - dizinin ankara'da çekiliyor oluşu. ankara, istanbul'a göre daha bir samimi gelmiştir.
    10 ...
  16. evrim teorisi hakkında yanlış bilinenler

    1.
  17. evrim teorisi hakkında yeterli bilgiye hatta hiç bir bilgiye sahip olmayan insanların atıp tutarak ortaya çıkardıkları yanlışlardır. nette gezinirken bir makaleye denk geldim ve bu yazı evrim hakkında yanlış bilinenlere karşı çok güzel bir cevap niteliği taşımakta bana göre. (bkz: http://www.paganx.org/evrim-teori-ve-gercek.html)

    --spoiler--
    Dünyadaki tüm bilim adamları tarafından gerçek kabul edilen, hem laboratuarda hem doğal hayatta defalarca gözlemlenmiş, tüm tıp ve biyoloji dünyasının rehber edindiği teorinin, ülkemizde bir sürü insan tarafından yalan ve yanlış sanılması son derece endişe verici ve üzücü bir durum.
    Görünen o ki dinciler insanların sadece hayat tarzlarına, yaşamlarına ve zevklerine müdahale etmekle kalmıyor, onların entellektüel dünyasını da fethetmeye çalışıyorlar. En aşırı yobazlardan bir umudum yok ama biliyorum ki bilgi eksikliği yüzünden evrimi yanlış zanneden ama açık görüşlü bir sürü insanın bu yazıyı okuyunca kafasının içinde bir ışık yanabilir.

    Yanlış 1: evrim teorisi allah'ı inkar eder. Ateist bir teoridir.
    Aslına bakarsanız evrim teorisi, en fazla "Avrupa şampiyonlar ligi" kadar ateisttir. Bu benzetme size komik gelebilir ama öyle değil. Şampiyonlar liginde oynayan futbolcular ve hakemler ateist, Budist, hristiyan, Musevi, bob takipçisi, mormon, Müslüman, pagan, putperest olabilirken oyunun kuralları herhangi bir tanrının varlığı ya da yokluğu hakkında herhangi bir şey söylemez. Basitçe bu konuyla ilgilenmez.
    Evrim teorisi için de aynısı geçerli. Evrim teorisi, evrimi açıklamak için tanrıya, tanrılara, ruhlara, cinlere, perilere, goblinlere vb. ihtiyaç duymaz. Herhangi bir tanrının varlığı ya da yokluğu hakkında hiçbir şey söylemez. Çünkü evrim bilimdir ve bilim, kelime anlamıyla, tamamen naturalisttir.
    Evrimin arkasında bir tanrının olduğuna inanmamak için hiçbir sebep yok. Günümüzde önemli sayıda islam ve hristiyan alimi kutsal kitaplarda evrimden açıkça bahsedildiğini yazıyor. Dünyada Müslüman ve hristiyan olup evrim teorisinin gerçekliğini kabul eden milyonlarca insan var.

    Yanlış 2: evrim sadece bir teori; gerçek olsa yasa olurdu.
    Bilimde ortaya attığınız herhangi bir iddiayı desteklemek için delil sunmanız gerekir. Ne kadar çok delil sunarsanız, iddianızın gerçek olma olasılığı o kadar artar. Fakat her dürüst bilim adamı size şunu söyler: bilimde hiçbir şey %100 gerçek olamaz. %99,99 olabilir ama %100 olamaz. Herhangi bir şey gerçek derken, onun lehine o kadar çok delil var ki onu gerçek kabul etmemek aptallık olur demektedir.
    Bir teori çürütülebilir ya da değişebilir. Gerçekler dünyanın verileridir. Teoriler ise, bu verileri açıklamaya çalışan düşünceler ve savlar zinciridir. Örneğin; yerçekimi bir gerçek. Yerçekimini ilk açıklayan newton'un yerçekimi teorisiydi. Ama 20. yüzyılın başlarında newton'un yerçekimi teorisinin yerini einstein'ın yerçekimi teorisi aldı. Ama yerçekimi hala gerçekti.
    Teoriler ve evrim teorisi de bir sürü teoriden oluşur. Kimileri zamanla aksi deliller bulunduğu için çürütülür. Ama kimilerini destekleyecek onlarca delil vardır.
    Evrim gerçek olsa teori değil yasa olurdu lafı son derece cahilce bir argüman. Yasalar basit bir mekanizmayı ifade eder. "bunu yaparsan, şu olur". Eğer elmayı bırakırsan düşer. Oysa teori nedenini araştırır. Elmayı bırakırsan neden düşer? Teoriler yasalara göre çok daha kompleks olur.

    Yanlış 3: evrim gerçek değil ve asla gözlemlenmedi.
    Evrim kısaca;
    1- canlıların genlerinde zaman içinde yaşanan değişimi( bunun olduğu bugünde bilinen ve gözlenen bir gerçek)
    2- tüm canlıların ortak bir atadan gelmesini( bunu destekleyecek ( genetik, antropolojik, fosil) deliller o kadar çok ki bu da bir gerçek sayılıyor.)
    ifade eder. Bütün bunların sabit olduğu delillerle sabittir.
    Fosilleri inceleyen bilim adamları görüyorlar ki en eski organizmalar aynı zamanda en basit organizmalar. Zaman geçtikçe daha karmaşık organizmalar çıkıyor. Zamanla bazı canlılar yok oluyor ve yeni türler çıkıyor.
    insan merak ediyor, neden bütün canlılar aynı anda yaratılmamış? Neden yaratılan bazı canlılar bugün yok? Neden önce basit canlılar ortaya çıkmış ve karmaşık canlılar daha sonra ortaya çıkmış?
    Evrim teorisi bugün bütün bilim adamları tarafından gerçek kabul ediliyor. Hem laboratuarda hem doğal hayatta, canlıların evrimleşmesi ve yeni türlerin ortaya çıkışı gözlemlendi. Ve yalanların aksine bulunmuş sayısız "ara fosil" var. Bilim adamları arasında tartışma konusu olan evrimin nasıl, hangi tempoda ve hangi şartlarda gerçekleştiğidir.

    Yanlış 4: evrim insanın maymundan geldiğini söyler.
    Karşınızda ki insanın kara cehaletini anlayabilmek için bir başka fırsat. Eğer bu lafı size söylüyorsa bilin ki evrim teorisi hakkında zerre kadar bilgisi yoktur.
    Dünyanın hiçbir yerinde ne darwin ne de bir evrim teorisyeni, "insanların maymundan geldiğini" söylememiştir. Söylenen insanların ve maymunların aynı ortak atadan geldiğidir.

    Yanlış 5: evrim fikrini ilk defa darwin ortaya attı.
    Darwin'den önceleri de hayatın kökeni ve canlıların çeşitliliğini, insanların ortaya çıkışını darwin'e çok benzer şekilde açıklamaya çalışan bilim adamları ve filozoflar vardı.
    Miletli anaximander( mö 610- 546) diyordu ki: "insan ilk doğduğunda o kadar muhtaç bir varlık ki eğer birkaç bebeği yalnız başlarına doğaya bıraksanız anında ölürler". Buna dayanarak anaximander, insanların daha kendine yeter bebeklere sahip hayvanlardan ortaya çıktığı fikrine, daha detaylıca, yaşamın ilk defa çamurdan ortaya çıktığını, ilk canlıların omurgalı balıklar olduğunu ve bu balıkların torunlarının suyu terk ederek karada yaşamaya başlayarak diğer hayvanlara evrimleştiği sonucuna vardı.
    Doğada geçmişte çok daha fazla canlının var olduğunu ama birçok türün hayata devam edecek kapasitede olmadığı için yok olduğunu ve varlığını sürdürebilen türlerin ilk ortaya çıkışlarından beri cesaret, hüner ya da hız gibi vasıflar sayesinde hayatta kalabildiğini, darwin'in doğal seçilim ilkesine çok benzer bir şekilde aynen kendisinden sonra gelen democritus ve empedocles gibi düşünüyordu.
    Doğal seçilimi ve türlerin ortak bir atadan gelmesini ilk ortaya atan darwin değildi. Darwin, bu fikri bilimsel metodla ışığa kavuşturan kişiydi.

    Yanlış 6: darwin ırkçıydı.
    Bu komik iddiayı ortaya atan aynı aşırı dinciler bundan 150 yıl önce köleliği savunmak için incil'den ayetleri bahane ediyorlardı ve daha sonra zenci haklarına, kadın haklarına, eşcinsel haklarına, düşünce özgürlüğüne ve bu saydıklarım gibi her türlü ahlaki ilerlemeye en büyük nefreti ve muhalefeti sergiledikleri gibi köleliğin kaldırılmasına karşı da en şiddetli muhalefeti onlar sergilediler. Bugün bile amerika'nın en ırkçı eyaletleri en dindar eyaletleridir.
    Dünyada kölelik ilk defa hangi ülkede yasaklandı? 1117'de izlanda'da... bugün evrim teorisine en çok inanılan ülke.
    En son hangi ülkelerde yasaklandı? Mauritania (1981), umman (1970), birleşik arap emirlikleri (1963), Suudi Arabistan (1962), katar (1952) ... hepsi islam şeraiti ülkeleri. Tarih boyunca islam ülkelerinde hep kölelik vardı. Ve amerika'ya zenci köleleri satan da hep arap tacirleriydi.
    Darwin ırkçı bile olsa bu evrim teorisini yanlış yapmaz. Darwin'in kötü bir insan olması ya da kötü düşüncelere sahip olması bilimsel bir teorinin doğruluğunu yok etmez.
    Bütün bunları söyledikten sonra da darwin, ırkçı falan değildi. Tam tersine köleliğe karşıydı. Galapagos adalarına yolculuk yaptığı beagle gemisinin kaptanı fitzroy ile her akşam yemeğinde sohbet ediyordu. Darwin her seferinde köleliğe ve ırkçılığa karşı çıkıyor, oysa fitzroy incil'den örnekler göstererek ırkçılığı ve köleliği haklı çıkarmaya çalışıyordu.
    Egemen güçler ırkçı düşünceyi yaymak için hep dini kullandılar. Nasıl olsa cahil insan kitlelerini etkilemenin en iyi yolu din. Evrim teorisi'ne karşı çıkanlar da yine aynı dincilerdi.

    Yanlış 7: evrim teorisi'ni komünistler destekler.
    Evrim teorisi biyologların işidir. Siyaset, sosyoloji ve ekonomi gibi bilimleri ilgilendirir.
    Evrim teorisinin yaratıcıyı inkar ettiğini( bir yalan) ve bu yüzden ateist olan( bir başka yalan ) komünistlerin bu teoriye sıkı sıkıya sarıldığı iddia edilir. Oysa evrim teorisi yaratıcı yok falan demez. Sadece ilgilenmez. Ortalıkta yaratıcıya inanan bir sürü komünist olduğu gibi evrimi saçma bulan bir sürü de ateist komünist vardır.
    Bütün bunları söyledikten sonra s.s.c.b'de evrim teorisinin yasak olduğunu söylemek şaşırtıcı olacaktır.

    Okuyun ve arkadaşlarınıza okutun. Atatürk'ün de dediği gibi "bilimden başka yol aramak gaflettir, delalettir".

    --spoiler--
    1 ...
  18. saçma gelen türkülerin hikayesi

    1.
  19. dinlenildiğinde çoğu kez anlam verilemeyen, hatta komik gelen türkülerin ardındaki öykülerdir. "hey onbeşli onbeşli" türküsü bana göre bunlardan biriydi. hikayesini öğrenene kadar. iz yaşam dergisinden Hulusi üstün'den alınmıştır.

    --spoiler--
    taş döşeli yollardan şakırtılı at arabalarının gelip geçtiği demlerde, tokat bir dağ içindeyken, gülü bardağı içindeyken, yüzü kaleye bakan ahşap evlerden birinin şenliğiydi hediye, üç eteği sırma işleme, başı tokat işi yazmalı, yazmasının ucu pembe oyalı. endamı fidandan narince, boyu gül ağacı misali küçücük, alımlı, edalı bir kızcağız.
    kınalı kazova üzümlerinin toplanıp, pekmez yapıldığı aylarda tahtaoba köyü'nün saygın ailelerinden birinin oğlu hüseyin görüverdi onu. tenhada buluştular iki gencin yüreği birbirine ısındı. çok geçmedi aradan, tahtaoba'dan dünürcüler geldi hediye kızın evine. köy ağasının oğlu hüseyin'e istediler onu. "yaşı küçücük" dedi anası, "baba ekmeği yemedi doyuncaya dek". ekleyeceklerini söyledi oğlan tarafı "bizim oğlumuzda yeni yetme... söz edelim, aht verelim, bekleyelim. gül yanaklı hediye bu yaz gelinimiz olur".
    tez büyür kuzu misali, kız kısmının da yuvadan kuş misali tez uçanı makbuldür. hele de talibi tahtaoba'nın efendilerindense, bol haneye gelen gidecekse, anasının babasının adını saydıracaksa fırsat kaçırılmaz. "oldu" dedi büyükleri. hediyenin ak ellerini bu bahar kınalayacaklardı. madem insan evladıydı isteyen, hayır işte acele etmek en güzeliydi. verdiler hediye'yi bıyıkları yeni terlemiş hüzeyin'e. şerbetini içtiler sözünü kestiler. tahtaoba'nın ağası koçlar kurban etti. hüseyin endazesi on yedi kuruşa mor kadifeden fistanlık kumaş aldı hediye'ye. ipek bürüğe bürüdüler genç kızı, boynuna gümüş hamaylılar, alnına hamidiye paralar taktılar. bakır tepsilerin arkasını tıkırdatarak oynadı kadınlar.
    Kış geçmeden yaprak küpleri basıldı. Erik ezmeleri, tarhanalar, sebze kuruları, bulgurlar, setikler, yarmalar hazırlandı. Bahar başında toplanıp yazıda kurutulmuş madımaklar çıkınlandı. Kasım yağmurları Yeşilırmak'ı coşturmadan tahtaları kararmış ahşap evlerin dış kapıları kapatıldı. Baba evinde artık misafir muamelesi gören Hediye çeyiz telaşına düştü. Kafesli pencerenin önündeki sedirde oturup yoldan geçen herkesi ''Belki Hüseyin'dir'' ümidiyle süzerek küçücük ellerinin ak parmaklarındaki iğne ile al yazmaları, kara yazmaları renk renk, çiçek çiçek oya ile çevirdi. Ayvalar toplanırken ayıldı haber. Ateş düşmedik ocak bırakmayan seferberlik memleketin her köşesinden yine delikanlıları istiyordu. Bu kez yaşı on sekize değmiş delikanlılarda... Şehirden şehire, köyden köye haber uçuruldu. Sırtını kayalara dayamış Tokat'ta titredi bu havadisle. Bin üç yüz on beş doğumlular kışlada toplanacaklar. Karayağız Türkmen delikanlıları kalktı geldi, zıpkalı Karadeniz uşakları beşer onar gruplar halinde akın etti çevre köylerden, kimini Çanakkale'ye yazdılar, kimini Filistin'e, kimini Yemen'e. Gözü yaşlı duacı analarla sabırlı yavuklular kaldı geride. Ardından bir maşrapa şu döktükleri delikanlıları için yanaklarından süzülen yaşlarını yazmalarının
    ucundaki gül oyalarına sildiler. Geride kalan kalbi kırık yavuklular içlerindeki yangını türkü yaptı. On sekizlik yiğitlerin ardından ağlayarak söylediler.

    Hey onbeşli onbeşli
    Tokat yolları taşlı
    Onbeşliler gidiyor
    Kızların gözü yaşlı.

    Tahtaoba Köyü'nden bölüğe çağırılan gençlerin arasında Bey Hüseyin'de vardı. Al atını topuklayıp ayrıldı köyünden yaşıtlarıyla birlikte. Tokat'ta Örtmeliönü'ndeki kararmış tahtalarla kaplı evciğinin kapısını çaldı önce. Sözlüsünün ana babsının elini öptü. Göz ucuyla baktı utançtan yüzü kızaran Hediye'ye. ''Vatan borcu ödeme zamanı, sağlıcakla kalın. Dua edin çocuklarınız için. Döner gelirsem ahtımdayım. Çift davullar çaldırıp toy yaparım.'' dedi onlara. Sonra helallik dileyip ayrıldı Hediye'nin evinden. Başını çevirip tekrar tekrar ardına bakarak sürdü atını.

    Gidiyom gidemiyom
    Seni terk edemiyom
    Sevdiğim pek küçücük
    Koyupta gidemiyom.

    Boynunu büküp asker yolu bekleyen bir sürü genç kızdan biriydi artık Hediye. Her gece dua ederek baş koyduğu yastığını sabaha kadar
    gözyaşlarıyla ıslattı. Günleri saya saya, aylar sonra yerine varabilen sarı zarfların içinden bir hayır haber alma ümidiyle bekleyerek geçirdi mevsimleri. Hasretini nakış nakış döktü iğne oyalarına, dantel perdelere, kilim tezgâhlarında dokunan cecimlere. Tokat'ın çıplak dağlarını bembeyaz karlar örttü önce, sonra karlar çağıl çağıl eridi, kuru ağaçlar canlandı, tomurcuklandı, yapraklandı. Asmalar gözyaşı gibi salkım üzümlendi. Kâh Batmantaş Köyü'ne bir ateş koru gibi kara haber düştü, kah Yatmış'a, kah Hampınar'a Salavatlarla uğurladıkları delikanlılarının toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar, kara çatkılı yavuklular, dul kalan tazeler maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla suladılar. Memlekette yangın
    düşmedik ocak kalmadı. Eli yüreğinde uyandı her sabah Hediye. Komşu kadınlara rüyalarını tabir ettirdi. Mahsun mahsun yollara bakıp bir haber bekledi karayağız Hüseyin'inden, uçup giden turnalardan haber umdu. Sabah esen serin rüzgâra selam asıp yolladı. Çok mu uzaktı Yemen dedikleri yer, şu çıplak dağların ardına gitse bulur muydu yârini? Buluverse al kanlı yarelerini sarar mıydı pembe çevirmeli ipek mendiliyle? Bekleyiş derde dönüştü. Gelen her şehadet haberiyle kavuşma ümidi biraz daha kırıldı. Analar, askere gitmiş babalarını soran bebelere ''Az kaldı, dönecek.'' derken ciğerleri sızım sızım sızlar oldu. Seneler geçiverdi yüzlerde çizgi bırakarak. Yiğitsiz kalmış evleri bekleyen köpekler yabancıya ürkmez olmuştu artık. Dağlarda eşkıyalar peydahlandı. Asker kaçakları, arsızlar, hırsızlar kol gezmeye başladı ortalıkta. Bir gün falanca köyden baskın haberi geldi, bir gün filancı köyden. Para eder her şeyi toplamışlar, yiğidinin yasını tutan taze gelinleri dağa kaldırmışlar, ıssıza çökertmişler. Hükümet baş edemiyormuş artık onlarla. Şehirlerde, kasabalarda kimse kimsenin selamını almaz olmuş. Güven diye bir şey kalmamış. Hediye'nin anasıyla babası yanlarına çağırdı. Utana sıkıla açtılar endişelerini ona. ''Kara yazgılı kızım, dört yaz bitti bir haber yok Tahtaobalı'lı Hüseyin'den. Böyle susup beklemekle olmaz. Haberini alıyoruz nice yiğitlerde şehit olduğu halde evine haber uçurulmazmış. Kim gitti de geri geldi ki bu Yemen denen ilden? Devletimiz her gün il il geri çekilirmiş. Biz artık kocadık. Namusundan endişeliyiz. Yama ustası Emin sana talip oluyor. Erkeğin yaşlısı olmaz, Emin Efendi zengin bir tüccardır. Oğlu uşağı yok, koca evde bir fidai başın olacak . Biz gitmenden yanayız. Git evini ocağını kur. Yuvanı bil sende. Dönüp dönmeyeceği bilinmeyen bir sözlüyü beklemekle olmaz.'' Bahtsız Hediye yaşın yaşın ağlayarak çıkardı parmağındaki söz yüzüğünü. Ana babasının isteğine olmaz diyebilecek bir kız yok o zamanlar, kötü yazgısını kabullenip oturdu. Birkaç hafta sonra sessiz bir törenle Dimorta Hanı'nda yazmacılık yapan altmışına gelmiş Emin Efendi'ye nikahladılar onu. Son güne kadar Hüseyin'in döndü, haberini alma

    Gidiyom işte bende
    Bir arzum kaldı sende
    Ayva olup sarardım
    Din iman yok mu sende

    Çifte davullu hayallerine yandı Hediye. Gelin kınası görmemiş küçücük elleriyle sildi göz yaşlarını. Bir kaç kez görüp yüreğine nakşettiği Hüseyin'in yasını tutmasına fırsat olmadan, kızıl işlemeli bindallı giymeden gelin olup Emin Efendi'nin evine girdi. Tokat bezlerine tahta kapılarla desen vuran yazma ustalarındandı Emin Efendi. Uzun beyaz sakallı, yün papaklı, vaktinden önce çökmüş bir koca esnaftı. Yamru yumru elleriyle yazma desenledikten sonra Meydan Cami'sinde namazını eda etmeden evine gelmeyen bir yalnız adam... Önceki evliliğinden olan çocuklarının her birinin şehitlik haberi gelmişti çeşitli cephelerden.
    Değil Hediye kızın tazeliğini, dünyayı hediye verseler içinde ölen yaşama sevinci dirilesi değildi. Hediye kız bu kocamış erin vakitsiz ayazlarla çiçekleri dökülmüş bir kiraz ağacı gibi mahzun kederli Hediye kadın olup çıkıverdi.

    ''Hayalde gör düşte gör, hele bir de düş de gör'' demiş ya eskiler, insanın işi bir kez ters gitmeye görsün nasıl da yağar başına belalar yağmur misali. Yüzünü güzel yaratmıştı Mevla ama talihi kötüydü Hediye kızın. Yaşlı olsa da kadrini kıymetini bilen, başına kapak olan, namusuna sahip çıkan erini Azrail alıp götürdü çok geçmeden. Daha evleneli bir yıl olmadan dul kaldı Hediyecik. Aniden uçuverdi Emin Efendi. Bir öğle üzeri kapıyı çalan çırağı ''Yenge, Emin emmi öldü'' diye haber getirdiği zaman felaketi ir çığlıkla karşıladı. Tokat'ın örfüydü ya cenazeyi hemen hazırlayıp bekletmeden defnettiler. Vakitsiz açılan güllere döndü Hediye. Tazecik yüzünü zamansız soldurdu kötü kaderi. Şad olup gülmeden yas bağladı, gelinlik giymeden dul kaldı, çiçek açmadan hazan olmuş dallar misali yeşillerden allardan soyunup karalara büründü. Tokat'ın orta yerinde Yeşilırmak çağıl çağıl akarken, Hediye kadın akıtıp oturdu köşesinde.

    Ölüm acısı geçip yasını unutmadan yalnızlıkla baş başa kaldı bahtsız kız. Emin Efendi'nin malının mülkünün idare edilmesi gerekliydi. Yaşlı adamın bıraktığı çarkı tek başına çevirmeliydi. Yuvasını bırakıp baba evine dönse evini ocağını ne yapacak? iyi kötü benimsemişti yeni hayatını, hem baba evine sığamadığı için evlendirmemişler miydi onu. Kocasından kalan malın mülkün icarıyla geçinip giderdi. ibadet edip ölümü beklemekti bundan sonra ona düşen.

    Ne Hak'tan, ne hükümetten korkusu kalmamıştı azgın çeteler komadı Hediye'yi yasıyla baş başa. Şehrin kıyısında koskoca konakta tek
    başına yaşayan bu taze dulda çokça para olmalıydı. Hem kimi kimsesi yok. Koruyanı sahip çıkanı bulunmayan bu kadıncağızın malına mülküne el koymak kolaydı. Ay karanlık bir gecede koca evin çift kanatlı kapısının önüne vardılar. Bakır tokmağını tıklattılar yavaşça. Masum kadın kapıyı açmaya korkunca omuzladılar hep beraber. içeri daldılar azgın kurt sürüsü misali, sepet sandık dağıttılar, feryadına çığlığına kulak vermeyip sırladılar Hediye'yi. Hoyrat eller dağdan dağa dolaştırdılar onu. Zorla sahip oldular, kirli elleriyle birbirine sundular, kalaylı siniler üzerine çıkartıp el çırparak oynattılar. Nice zaman sonra gönülleri geçti kızdan, bastıkları başka köylerden başka talihsiz tazeleri görünce bir sabah atın arkasına atıp Tokat'a getirdiler onu. Tan yeri kırmızı bir utanç içindeyken sabah namazında dönen yaşlılar kaldırıma düşmüş bir kız buldular. Üstü başı yırtılmış ağlayan biçarenin başına toplanıp konuştular da bir el uzatıp ''Kalk'' demediler.

    Tokat yolu kaldırım
    Düştüm beni kaldırın
    Sevdiğimin uğruna
    Vurun beni öldürün

    Hediye'nin adı kötü kadına çıktı gayri. Yemen'den Çanakkale'ye nice kez ciğer delici kurşunlara uğrayıp, ihaneti, zulmeti, açlığı, hastalığı yaşayıp da geri dönen olur mu?... Hak Teala kulun alnına ölümü yazmayınca olur işte. Gözü yaşlı Anadolu'nun ''Giden gelmiyor'' diye türküler yaktığı cephelerde kah vuruşarak, kah esir düşerek seneler geçiren Hüseyin dağın, taşın çiçeğe büründüğü bir bahar başında çıkıp geliverdi memleketine. Tahtaoba'dan savaşa yollanmış bin üç yüz on beş doğumlu yirmi delikanlıdan bir o sağ kalmıştı. Yüzü yaylaya bakan, içinden boz bulanık seller akan köyün girişinde madımak toplamaya koyulmuş tazeler tanıyamadı bu hırpani kılıklı adamı, köpekler seğirtti üzerine. ''Benim ben! Memleket aşırı diyarlara gönderdiğiniz Hüseyin'im ben. Hak alnıma yaşa yazmış, kaderde size kavuşmak varmış, döndüm... Emmi, dayı kızları, yad el değil bu gelen. Bey oğlu Hüseyin'im ben.'' Köyün
    genci yaşlısı kuşattı çevresini, boynuna boğazına sarıldılar. Ardına düşüp evine götürdüler onu. Yolun otu çiçeği sarıldı yorgun
    ayaklarına. Ağsıvayla sıvanmış bahçe duvarının önünde yabancı bir erkeği görünce yaşmaklanacak oldu... Hüseyin'in anası. Sonra sekiz yıldır ağlaya ağlaya ferifi tükettiği gözlerinden çok yüreğiyle tanıdı oğlunu. Kollarını açıp ''Oğlum'' diye inledi. Tahtaoba Köyü şenliği durdu o gün. Savaşa yolladıkları yirmi civanın yerine geriye dönen bu bitkin genç için toy vuruldu, düğün kuruldu, kurbanlar kesildi. Anası başındaki kahır kasnağını çıkardı. Seferberliğe giden de geri gelirmiş demek...

    Bekledi Hüseyin. Susup bekledi birilerinin Hediye'den bahsetmesini. Ne anası, ne bacısı adını anmadı gelinlerinin. ''Yoksa ahtını bozup kocaya mı verdiler sözlümü ? diye bir kuruntu zihnini yakıp geçti. Olamazdı ama aht vardı ortada. Hem ailesi verecek olsa da yavuklusu çiğnemezdi yar hatırını. Dayanamadı, töreyi bozup sordu sonunda.
    -Ana Hediye'm nasıl?
    Gözlerini oğlundan kaçırıp başını iki yana salladı anası. Birilerine ilenerek döğündü.
    -Hediye'yi sorma oğul, kız kısmı bunca sene duru mu? Uçurdular yuvadan, alıcı kuşlar kaptı onu.
    Anlayamadı Hüseyin. Söz vermişti ana babası, nasıl uçururlardı yuvadan. Anasının ağzından daha fazlaca gidemedi ama bin bir türlü
    kuruntuyla geçirdi geceyi. Sabah Tokat'a giden at arabasına binip Örtmeliönü'ndeki ahşap evin önüne geldi. Kalbi pıtır pıtır atarak
    sekiz yıldır kavuşmayı düşlediği yavuklusunun evini seğirtti uzaktan. işte çoğu şey bıraktığı gibi duruyor. Gözeler şırıldıyor yol
    ortasındaki arktan. Hediye'nin bahçesinde kirazlarda çiçek açmış. Evin kafesli penceresinden yavuklusu onu seğrediyor belki de. Siyah perçemleri lal yanağını gölgeliyordur. Öyleyse ne demek istemişti anası. Bakır kapı halkasını vurdu elleri titreyerek. içeride ses soluk yok, bir daha denedi, yine cevap veren olmadı. Geri çekilip pencerelere baktı, kimsecikler görünmüyordu. Karşı evin önünde kendisini seğreden bir adama sordu,
    - Evdekiler nerede?
    - O evdekiler buradan ayrılalı çok oluyor.
    - Nereye gittiler ki?
    - Geyras'ta bir çiftliğe.
    - Ya Hediye
    - Hediye'ye ne olduğunu bilmeyen mi var Tokat'ta. Kötü yola düştüydü yosma. El elinde eğlence olduydu. Laf söz ettiler çevreden. Gözümle görmedim ama birileri alıp, götürüyormuş bazen. Ana babası utancından terk etti buraları zaten. Hediye'de alıp başını gitti. Dedikoduya dayanamadı dediler. Hatta giderken söylediği mani kızların dilinde.

    Gidiyom elinizden
    Kurtulam dilinizden
    Yeşil baş ördek olsam
    Su içmem gölünüzden

    Can alıcı kurşunlara uğradığında bu kadar yıkılmamıştı Hüseyin. Er başına iş gelir demiş ya atalar, böylesi işte gelirmiş demek. Eli ayağı kesiliverirmiş insanın, yıldırım çarpmışçasına yanarmış demek. Karşısındaki adamın anlattıklarını duymuyordu artık. Sekiz yıldır yüreğinde muhabbetini sakladığı, uğrun uğrun hasret çektiği yavuklusunun sesi kulaklarında çınlıyordu. Vedalaşmaya geldiğinde pencerede beliren gölgeyle hatırlıyordu onu. Cephede üzerine top mermisi düşüp parçalanan dostları geldi gözlerinin önüne. O mahşerin içindeyken bile ölümü istemeyen delikanlı bir haberle ölüden beter
    hale gelirmiş demek. Ah dönmez olaydım sılaya. Başımın üzerinde vızıldayan kurşunlardan biri yüreğimi parçalasaydı keşke. Canlı canlı kumlara gömülen dostlarımın içinde bende olsaydım. Geri dönmeye sevinmek ne gafletmiş meğer diye inledi. Ardını döndü konuştuğu adama. Yedi düvel düşmanın yıkamadığı yiğit, omuzları düşmüş bir şekilde döndü köyüne.

    Aslan yarim kız senin adın Hediye
    Ben dolandım sende dolan gel beriye
    Fistan aldım endazesi on yediye
    Az mı geldi gönderdiğim hediye

    Bundan böyle Hüseyin'e bahtsız yiğit dediler. ''Sevdiceği hoyrat ellerde dolaşırmış, yarine haram olmuş.'' dediler. Örtmeliönü'nün
    nazlı güzeli, yüzü hiç gülmeyen bir kadın olmuş. Sekiz yıldır hasretini çeken yavuklusu kan kusar olmuş da yabanın destursuzu
    safasını sürermiş. Aldı başını gitti Hüseyin. Hediye gibi onun nereye gittiğini bilen çıkmadı.

    Bereketli elleriyle kızgın sac üzerinde çökelekli gözleme yapan reyhan kokulu Türkmen kadınları bir türkü mırıldanır ki nağmesini duyan, mutlu kızın türküsü sanır onu. Bilinmez ki dünyanın yedi köşesinde gök esin misali tutam tutam biçilen Anadolu evlatlarının yasıdır anlatılan. Çok değil, iki nesil önce al fistanlı bir yosma , çakır gözlerinden akan yaşı kına görmemiş elinin tersiyle silip söylerdi bu türküyü. Irmaklar gibi çağıl çağıl ağlardı söylerken. O da kayıplara karıştı Tokat'ın yitirdiği yağız yiğitlerle beraber. Hac Dağı'nda yatan kırk kızlar kadar meçhul artık.

    Üfleme ateşi sönmüş külleri oğul. Kabuk bağlamış yaraları kakşatma. Sus, bilen olmasın Hediye'nin hikayesini. içleri kıpır kıpır olarak ünlesin kızlar. Varsın onu bir cilveli yosmanın türküsü sansınlar. Hangi yarayı sarmadı zaman, hangi gözyaşı kurumadı toprağa düşünce? Yitirdiğimiz hangi canın yası bizle kaldı ki? Kapat bu bahsi balam, ört kimsenin bilmediği ayıbı. Hediye namuslu bir kadındı.

    Cepheden dönen Hüseyin bir daha yavuklusunun yüzünü gördü mü bilmiyoruz. Yahut bildiklerimizi söylememek belki en iyisi. Şuarası
    kesin ki onların kara bahtını Tokat'ın ipek bürüklere bürünmüş fidanlara benzeyen kızlar türkü yapıp söyledi. Tarihler yazmadı
    savaşa giden gençlerin geride bıraktığı yüreği yaralı kızların acısını. Onların hatırasını yaşatacak anıtlar dikilmedi hiçbir yere. kara sevdalı gençlerin her biri yaşadı, kocadı, dünyayı terk etti ama halkın hafızası o felaket günlerinde solup gitmiş gülleri canlı tuttu. O gün bu gündür Tokatlı bir güzele vurulana derler ki;

    Tokat bir dağ içinde
    Gülü bardağ içinde
    Tokat'tan yar sevenin
    Yüreği yağ içinde.

    --spoiler--
    0 ...
  20. © 2025 uludağ sözlük