Artık beni aramadığın, sormadığın, yazmadığın her vakit çok çalışabilirsin, bana bir nasılsın diyemeyecek kadar işin başından aşkın ya hani.
Artık beni aklına getirmeden, zaten getirmiyordun da, eski sevgililerini özleyebilirsin, sevebilirsin, yad edebilirsin, halen onları seviyorsun ya.
Artık benim doğum günümü ve diğer tüm özel günleri rahatça unutabilirsin, zaten kutlamıyordun, gelip eskilerin doğum günleri için yazıyordun, yine yazarsın işte.
Unutmadan evine gelenlere evde eşya bırakmamalarını tembihle, sonra telefonda ağzımdan kaçırıyorum de.
Bana vermediğin, benden esirgediğin tüm ilgi ve sevgiyi şimdi ne yaparsan yap. Hesaplaşma gününe inanıyorum orada vallahi billahi hesaplaşacağız seninle. O güne kadar sen de kendine iyi bak.
Başlarda umursamadığım, önemsemediğim, zamanla düzelir, artar, azalır dediğim, söylemeyip içime attığım her şeyi umursadım, düzelmediğini, azaldığını, arttığını ve içimde daha çok biriktiğini gördüm.
Başlarda da bu değersizlik duygusu uyandırıyordu ama basitti. Bir iki susuyordum, unutuyordum. Zamanla bu his de elbette artmaya başladı. Öyle bir raddeye geldi ki kendi özsevimi yitirmeye başladım. Kafamda kendime son verme planları kurmaya başladığımı farkettim. O noktada kendimden daha çok verirsem bu döngü kırılır sandım ama ben kendimden harcadıkça daha çok değersizleştim ve daha fazla kıyım düşünmeye başladım.
Size gerçekten sormak istediğim şey şu; aşık olduğunuz kişilerin yanında rahat mıydınız? içtiğiniz çayın bile tadı farklı geliyor muydu o kişilerleyken ( arkadaşımın aşk tanımı bu). Öyleyse ben hiç aşık olmadım, çok üzücü bu.
Delaura nın gözlerinin içine baktı: " Kendinizi mahkum ettirmekten korkmuyor musunuz?"
" Zaten mahkum olduğumu sanıyorum, ama Ruhülkudüs tarafından değil" dedi Delaura, telaşlanmadan. " onun aşka inançtan daha fazla değer verdiğine inanmışımdır hep"
Bu şekilde çok iyi bir talip geldi geçenlerde ancak aracıya güvenemediğimden reddettim. Kendilerine öyle bir aracı bulmuşlar ki akasya durağı sinan tadında biri.
" şimdi bulutsuz gökyüzünde gururla parlayan nisan güneşi doğurmaya hazırlanan toprağı ısıtıyordu. Toprak ananın besleyici sinesinden yaşam fışkırıyor, tomurcuklar patlayarak yeşil yapraklara dönüşüyor, tarlalar boy veren otlarla ürperiyordu. Her yandan tohumlar şişiyor, yukarı doğru uzanıyor, sıcağa ve ışığa ulaşma ihtiyacıyla toprağı çatlatıyordu. Taşan öz sular fısıltılar çıkararak akıyor, çatlayan tohumlardan Öpücük sesleri yayılıyordu. Arkadaşlarının kazma sesleri sanki yüzeye yaklaşmışlar gibi giderek daha da belirginleşiyordu. Bu taptaze sabah vaktinde, güneşin yakıcı ışıkları altında, toprak işte bu uğultuya gebeydi. insanlar bitiyor topraktan; kırıkların arasında ağır ağır filizlenen, gelecek yüzyılın hasadı için boyatan ve yakında toprağı çatlatacak olan, intikamcı, kapkara bir ordu yetişiyordu..."
--spoiler--
erkeğin kadını aldatmasının işve cilve eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. eski heyecanlı sevişmelerin olmamasına bağlıyorum. eğer bunların hepsi iyiyse ve hâlâ aldatılıyorsanız bu tamamen erkeğin nankörlüğüdür.
--spoiler--
Aldatmak tamamen karakter meselesidir. Bu gerçekten doğru olsa cinsel yaşantısı iyi olan hiç kimse aldatılmazdı.