ruhu arındıran, göğe yükselten müzik. sevdiğiniz birini kaybettiğinde oluşan koskoca boşluğu dolduran ancak anlam verilemeyen huzur.
çok sevdiğiniz yok artık ancak hayat devam ediyor diyen iyimser bir yanı da var. hayat devam ediyor ama sen yine de adgio dinleme süresince kargaşayı, anlamsızlıkları unut. unut ki, kendi yarattığın ve anlam veremediğin boşluk kalsın sadece.
hiç hatası olmayan, daha döğrusu hiç hatası olmadığını iddia eden bir kahramanın açmazlarını ve başarısızlığını anlatan wagner operasının yazgısıdır.
kardeş katili olmakla suçlanan aşığı elsa' yı koruma işiyle görev sorumluluğu arasında açmaza düşen şövalye, gerçeklerin acıtı yüzüyle karşı karşıya kalacak duygu dünyası alabora olacak ve mükemmel olduğu iddiasından adım adım uzaklaşacaktır.
ünlü tenor janoas kaufman, kahramanın yazgısını şöyle açıklamaktadır: bu kişinin başarısızlığı ve zor bir karaktere sahip oluşu hoşuma gidiyor. hiçbir hatası olmayan süper bir kahraman rolünde olmak ise çok sıkıcı bir şey. duygusal ve farklı yönleri olan bir kişiliği canlandırmak bana hep ilginç gelmiştir.
operadaki şövalye, ilerleyen sahnelerde bir şekilde yazgısını ve mükemmel olmadığını fark ediyor ama bizim kahramanımız her ne olursa olsun hala mükemmel olduğunu, hiç hata yapmadığını, iç ve dış mihrakların komplosunu gerekçe gösterip durmaktadır.
kelime anlamına yakışan şekilde chopin'in şaka yaptığı, alışıldık çizgisinin dışına çıktığı eseridir.
romantik hislere garkeden doku, yerini ardılı rahmaninov gibi sert dokunuşlara bırakmış 'dışavurumcu bir müzik' ortaya çıkmıştır. chopin' in çizgi dışına çıktığı bu nadide eser onun aynı zamanda karanlık ama neşeli yönünü de gösterir.
geleneksel chopin romantizmine alışanların bu eseri sindirerek dinlemeleri, dinleme esnasında esere odaklanmaları önerilir. yoksa chopin in dışavurumcu, şakacı kaosunda kaybolmak olasıdır. ya da hasstir oradan chopin in romatizmine n' olmuş böyle... diyerek yakınmanız da mümkündür.
çıkması muhtemel yasaya göre seçilme yaşı onsekize indirileceğinden hazırlıklı olmayı betimleyen durumdur.
yaşadınız ülen. çiş eğitimi de ilköğretimde veriliyor demek ki korelasyon doğru çalışıyor. yani ilköğretimde çiş eğitimi tamamlanırken, orta öğretimde de size mebusçuluk öğretecekler. lisede yok o kız benim, yok önce bana gülümsedi, yok ilk teke zortlatmasını ona ben yaptırdım kargaşasına son. aday adayları toplanır ve önce asil adayları oylama ile tespit ederler. sonra tüm okul olarak oylama yapar kime kime denek düşüyor belirlersiniz.
lise bitince haliyle hoop! ver elini parlamento. memleketin anasını bellersiniz lan. vallahi. sözlükteki dallama muhabetlerinizi de propaganda çalışmalarınızda referans olarak kullanırsınız.
ha... bu arada mebusçuluk faalliyetiniz sürerken üniversite eğitiminizi aynı anda tamamlayacak, mezuniyeti kolaylaştırıcı yasalarıda şıppadanak çıkarıverirsiniz, elinizi tutan mı var oğlum?
dış politikanın oyuncuları kağıt üstünde eşit görünmesine rağmen oyuncuların gücü - mali, askeri, kültürel - birinci derece önem taşır. ikinci dünya savaşı sonrası kurulmuş uluslararası kurumlar o zamanın güçlü oyuncularının hakimiyeti altında olup bugün dahi güçlerini korumaktadır. özellikle bm güvenlik konseyi kararlarını veto etme hakkı bulunan güçlüler işlerine gelmeyen her tür kararı veto ederek konseyin çalışmalarını bloke etmektedir.
güçlü oyuncuları ikna etmeden uluslararası arenada oyun kurmak isteyen devletler çocukların oynadığı 'orta sıçanı' oyununda olduğu gibi ortada kalıverirler.
türkiye' nin suriye politikasında içine düştüğü durum tam orta sıçanı konumudur. bize gaz verip hak, hukuk adalet, zulme son diyenler bir andan ortadan yok olmuş ve türkiye basit bir kurgu sandığı oyununda yapayalnız kalmıştır.
iç politikada geçerli olan mahalle ağzıyla sağa sola saldırmak durumu kurtarmaya yetmeyeceğinden varsa acilen b planı yürürlüğe konmalı, yoksa gecikmeli de olsa hazırlanmalıdır.
aksi takdirde stratejik derinlik politikasının stratejik çukur politikasına dönüşmesi çok yakın görünmektedir.
şehrin ve şehirleşmenin kolektif olarak a. mına koyduktan sonra boş kalan arsaların da inşaat ile doldurulmasıdır. yeni binalar inşa edilirken plansız, dayanıksız binalar yıkılsa ve oturanlar yenilere nakledilebilse canıma minnet. ancak yeniler yapıldığında dahi gecekondular tüm heybetiyle yaşamaya devam etmekte, yeni yapılmış toplu konutlar gecekonduların arasında dalyarağı gibi durmaktadır. bu koşullarda büyük şehirlerdeki yeni binalar kentlerin nüfusunu daha da arttıran bir işlev görmektedir.
otoritelerin gecekonduları temizlemeye gücünün yetmediğini görmek için toki nin son kentsel dönüşüm projesine bakmak yeterlidir. son projede sadece msb, sağlık bakanlığı gibi kamu kurum ve kuruluşlarının lojmanları yıkım kapsamındadır.
babalar daha önce ölür genellemesine ilişkin ağıttır. sanatçı tüm kibrine rağmen kalbini avucuna alıp gezen, herkese açık eden insandır. klasik baba - oğul küslüklerinden birini yaşayan ikilinin nefslerine yenik düşerek - ya da tam tersi düşmeden - hislerini müziğe aktarmaları bunun delilidir.
muharrem ertaş ın yergi dolu ağıdı bile oğlu neşet e küslük içermediği gibi, aksine tüm babaların yaptığı gibi açıktan nasihat vermeye bozlak söylerken dahi devam ediyor.
neşet ertaş ise oğullara düşen babayı yad etme hissiyatını tüm benliğini ortaya döken bir ağıt ile yerine getiriyor.
muharrem ertaş - küsmedim neşedim.
neşet ertaş. muharrem ertaş a ağıt.
ruhlar ölümsüzdür. sonuçta bozlak blues a denk düşer ve herkes bir gün ışığa dönüşür. ritim ve tını farklarına rağmen yakarış, yakarıştır.
haşa! allah sanki tüm dilleri bilmiyormuş gibi sadece arapça duaya zorlanan millettir. bu moral baskıyı ukalaca yapanlar, ardından utanmadan dinde ırkçılık olmaz demiyorlar mı, ifrit olmamak mümkün değil.
sayın başbakan ın jargonundan hediye edilmiş sözcüktür. enteresan olan, tüm yetkililerin ve yazar - çizer takımının da konuşmalarının bir yerine ... noktasında ... kelimesini eklemeden konuşamamalarıdır. yağcılık diz boyu kardeşim.
john f. nash in oyun teorisi kapsamında yer alan, oyuncuların tümünün az veya çok kazanacağı noktaya kadar oyunu sürdürme stratejisidir. bu stratejide büyük oyuncular malın ve faydanın büyüğünü götürürken, küçük oyuncular az da olsa kar edeceksem kazancın sıfır olduğu noktaya kadar oyunu götürebilirim demektedirler.
ancak kazın ayağı her zaman öyle değildir. çevre faktörlerinde değişimler olduğunda 'kazan kazan', 'kazı kazan' a dönüşmekte, kumar riski ortaya çıkmakta, az da olsa kar bekleyen küçük oyuncular yüksek zararlara da maruz kalabilmektedir. durumun daha net anlaşılması için büyük oyuncularla kazan kazan oynadığını sananların akıbetine bakmak yeterli olacaktır.
- referandumla kıbrıs ın ab üyeliğini sağlama stratejisi,
- bop stratejisi,
- arap baharı stratejisi,
özgür gümüşsoy un bol küfürlü, '' oğlum bak git '' kültürüne aşina şiiri. yaralanmış bir arkadaş belli. şiir kalitesi yazı konusu dışında bırakıldı ama samimi olduğu gayet açık.
.... lan bi gidin siktirin gidin ...........
iyiyim ben, bir şeyim yok
kimsenin anlamayacağı o yaram dışında
öyle toplanmayın başıma, sızı bu nasılsa diner
bi' gidin aslınız kirden görünmüyor!
tabii ya doğru, hep beni düşünerek hareket etmişsiniz
üzerime titremişsiniz asırlardır
olur mu, aksine hiç incitmek istememişsiniz
lan bi' gidin, yalanlarınız boyunuzu aşmış sizin!
hak etmiyorsunuz kötü kelamları bile
ananız avrat da olur size, menfaatiniz işlerse
yeter ki cukka dolsun, neyinize alın teri
ulan bi' gidin, s.ktirin gidin
öyle çok sevmişim ki yeminlerinize aldanmayı
ne deseniz kanıyorum!
olduğu gibi kan, önüm ardım...
lan.. bi gidin.
tek fark ayinlerindeki müzikal yapı olarak görünüyor. katolikler çok sesli koro ve mutlaka org ile ilahilerini okurken protestanların ayinlerinde müzik serbest atış yapma hakkı gibi doğaçlama.
senin inekler bizim bostana girip zarar verdi diyen köylülerin taşlı sopalı kavgalarının nedeni ile aynıdır. gün olur, komşunun tavuğuna kışt! denmiştir, gün olur karısına, kızına yan gözle bakılmıştır. öyle veya böyle,esas nedenler hegemonya kurma nedenleridir ama diplomatik dilde kimse ağzına almaz gerçeği.
çocuk yaşlarda çözümü daha kolay görünen matematik problemi gibidir. ne de olsa mal meydandadır, zahmetsizce salınarak, sallandırarak gezersiniz. ailenin ilk erkek çocuğuysanız işiniz daha kolaydır. cümle eşe dosta karşı şov yapmak için her daim hazır olmanız gerekir. '' oğlum bak, naciye teyzenler uzaktan gelmiş hadi bi gösteriver '' ilk başlarda neyi göstermenizi istediklerini tam anlayamamış olabilirsiniz ama naciye teyze gibileri işi şansa bırakmaz. '' ayy! ne şeker! gel bakalım tatlı şey '' diye hamle yapılarak kucaklanırsınız. bu hamle hayatınızda ki ilk tecavüze döner, don veya şortunuz çekiştirilerek kabuksuz salyangozunuz aleme faş edilir. '' ayy ! yerim ben seni de salyangozunu da '' denilerek onore edilip kıskaçtan kurtulursunuz. bu arada gelen hediyeler takdim edilir, giysi ise zorla giydilir, oyuncaklar kutularından çıkarılır. anlarsınız ki korkutucu bir şey değildir göstermek. göstererek erkek olduğunuz ispat edilmiş, alınan hediyelerle yaptığınız gösteri de nemalandırılmıştır. artık beklentiniz birileri daha gelse de göstersek ve hediyeleri kapsak gibisinden profesyonel evreye geçmiştir.
çocukların hayal dünyasından gerçek dünyaya evrilen olaylar sizin de kafanıza dank etmeye başlar. arkadaşınız olan komşu kızı ebru' dan kimse göster diye bir şey istememekte, hediye alamamış olmasına hayıflanmaktasınızdır artık. abinize yahut ablanıza '' ebru niye gelenlere göstermiyor? '' diye sorduğunuzda aldığınız cevap, '' onun gösterecek bir şeyi yok yavrum yahut höst! ayıptır! kızlar öyle şeyler yapmaz '' dır.
hikayenin ileri yaşlarında göstermeye meraklı biri olarak kalmanız halinde '' ayy! bu çocuk çok fırlama ve piç oldu, terbiyesiz '' gibi yaftalanmaya başlanırsınız. daha ileri yaşlarda kazandığınız özgüvenle mal meydanda gezerseniz, '' ay! kirli deli! hadi kız kaçalım '' buradan feryadını duyarsınız.
yemezler! sanki farketmedim. hem kaçıyormuş gibi yapıp hem gözleri hala benim aleti süzüyordu.
girişilen bir işte, insanlararası münasebetlerde umulan sonucun elde edilememesi, güvenilen kişilerin sözünü tutmaması sonucu zarara uğranılması, bir tezgaha maruz kalınmasıdır.
ayrıca, karpuz ve kavunu kestirmeden alanların başına gelen kelek çıkma durumudur.
piramitlerden geçtik ama akustik için en azından mozolenin şart olduğu müzik şekli. eğer oda müziği formu kullanılmadan cümle kurulmuş olsa mezarlık müziği denilesidir.
başlığı illuminati' nin örovizyonu ele geçirmesi diye atacaktım ama vazgeçtim. niye vazgeçtim? zira her iki konununda sözlüklerde ve kamuoyunda çoktan suyu çıkarılmış durumda. burada vurgulamak istediğim şey özellikle örovizyonda ülkelerin çoğunun şarkı sözü olarak ingilizceyi seçmesidir. ülkeleri bu seçimi yapmaya götüren şey aslında ingilizcenin son iki yüzyıla damgasını vurmasıdır. ingilizce şarkı sözü olarak seçilirse yarışmaya katılan tüm ülkelerin vatandaşlarına mesajın daha iyi verileceği, puanların kapılacağı yanılgısıdır. halbuki her dil kendi yapısı içinde özgündür ve bulunulan sosyolojik yapı özgün diliyle daha iyi kendini anlatır. şaşırtıcı olan günlük yaşamdan tutun hukuk ve siyasal sistemine kadar tamamen farklı olan kara avrupası sistemi ülkelerinin baş temsicilerinin bile - almanya, fransa - şarkı sözü olarak ada geleneği üzerine kurulu ingilizceyi seçmeleridir.
dünya üzerindeki dil ve medeniyet renkliliğini yok eden bu anlayışa karşıyım.
cebinde çay, kahve içecek parası yokken tüm kankalarına favori bir lokantada bendensiniz demektir.
edit: dikkat et yemek sonrası eve götürmek istediğin kız başka biriyle oradan ayrılabilir. gecenin bu saatinde yatırımın iç verimini hesaplayıp orta vadeli finansman sağlama yöntemlerini anlatmamı kimse beklemesin !
şark çıbanı da denen şirpençe. türkçe de ses düşmesi ile şiire de şir denmesine rağmen şiir çıbanı demek çok komik ve absürd kaçar. çünki şirpençe, özellikle temizlenme zafiyeti olanların götünde husule gelmektedir. özellikle sefere çıkan ordu mensuplarında yani askelerde daha çok rastalanan hastalık olarak bilinmektedir.
tamam anlaşıldı kardeşim zikri de odur. froyd' a verip veriştirip yanıldı keriz diyenlere şaşırmamak elde değil. froyd fili tarif ederken filin çükünü tutuyormuş o da tamam. ancak froyd yattığı yerden gülüyordur. ne yanılması kendini uyanık sanan kerizler, indirin donlarınızı.. pardon maskelerinizi diyordur sanırsam. ( bazıları - sanarsam yazıyor ama fonetiği biraz garip )
demem o dur ki, sözlükte açılan her giri, bir şekilde dönüp dolaşıp oral, anal, vajinal, penis (i) lin muhabbetine demir atıyor tamam insanız bu da normal. ancak froyd haksız demeyin kardeşler. sol frame ve içeriğine bir bakın. her şey insana dair insan olmanın sınırları içinde. ancak her şeyi deyin bana froyd yanıldı demeyin.
neyse konuyu bir fıkra ile bağlayalım bari. zamanın ilkokullarından birinde çok fırlama bir öğrenci varmış, ergen öncesi dönem yahut ergenliğe geçiş dönemini yaşayan bir fırlama. öğretmenin sorduğu sorular dahil, normal bir konuşmada da ne yapar eder sözü sik, yarak, amcık, sikişme v.s noktasına taşırmış. ilköğretim müfettişinin teftişi esnasında müfettiş, hocam demiş ben bir harf seçeceğim sense cevap vercek öğrenciyi seçeceksin. seçtiğin öğrenci verdiğim harf ile başlayan en az bir sözcük söyleyecek. öğretmen içinden eyvah yandık ki ne yandık bu fırlama sınıfta iken bu yoklama şekli inşallah başımıza iş açmaz diye içten içe kederlenmiş. müfettiş hocam ilk harf ( a ), öğrenciyi belirle demiş. tüm sınıfa şöyle bir bakan öğretmen lan bunu kim cevaplasın diye düşünürken bizim fırlama parmak kaldırıp örtmenim ben, ben.. diye yırtınıyormuş. fırlamanın huyunu ve harfin tehlikesini bilen öğretmen hiç oralı olmamış ve başka bir öğrenciyi seçmiş, o da cevaben - ayna demiş. ohh kurtulduk diyen öğretmen müfettişin verdiği ikinci harfle bir kez daha irkilmiş. zira müfettiş ikinci harfimiz ( s ) deyince bizim fırlama yine parmak kaldırıp '' örtmenim ben! ben '' demesine rağmen başka bir öğrenciyi seçmiş ve o da - su - demiş. tekrar derin bir ohh çeken öğretmen müfettişin verdiği üçüncü harf ( c ) oduğunda daha da rahatlamış. bizim fırlama yine örtmenim ben! ben! ben! diye feryat figan ederken c den nasıl olsa fırlamalık yapacak bir kelime türetemez diye düşünmüş ve tamam sen cevapla demiş bizim fırlamaya. fırlama zevkten dört köşe örtmenim cüce, cüce ama siki nah kolum kadar.
bu mevzu çok su götürür, daha başlık açarken ilgili ne çok başlık varmış a.q. anlaşılan o ki can sıkıntısı çeken yazarlar çok kötü şeyler yapmışlar. sabriye sarmışlar, sözlüğe sıçmışlar. hatta; cennette canı sıkılan, uyurken canı sıkılan diye başlık açmışlar. nasıl beceriyorsunuz kardeşler bu kadar çok can sıkıntısı çekmeyi? misal ben beceremedim ama uyumaya gidiyorum diye hemencecik uyuyan bence en başarılımızdır.
insan yatağına uzanır, yorganı kafaya çeker ve vücut ısısı dengelendiğnde gelen mahmurluğun etkisiyle hülyalara dalar. burada yatağın boş olduğu varsayılmıştır.
eğer sizi yatakta bekleyen partneriniz varsa bu saatlere kadar sözlüklerde sürünme şansınız zaten yoktur. ancak azgın bir partnerinde size uyuma şansı vermeyeceği aşikardır.
netice itibariyle, yazar kendi iç dinginliğini sağlayamayan kişi demekse, partnerli yahut partnersiz size uykusuz geceler dilerim.
sözcüklerin anlam kaymasına uğraması, dilin anlamı sınırlandıran yapısı nedeniyle yaşanan sorunsaldır. pekala öyledirde, sözcükler olmadan anlam için geriye ne kalıyorki.. jest ve mimikleri kullandığımızda doğru anlamlandırma yüzdesinin yüksek olacağını nereden bilebiliriz. semantik in en baba sorunsalı olup şu ana kadar sözcükler ( dil ) yerine başka bir şey ne yazık ki ikame edilemedi. bazı otoriteler itiraz etsede filoloji açısından geriye kalan sadece yuhanna da geçen şu ifadedir:
müstehcen kelimesi arapça lisanında yer alan '' hücnet '' ; kelimesinden türeyerek türkçeye geçmiş olup hücnet kelimesi sözlüklerde; soysuzluk, karışıklık, bayağılık, aşağılık, kötü davranış olarak tarif edilmektedir. bu tarife bağlı olarak aynı sözlüklerde müstehcen kelimesi; ayıp, terbiyesizce, iğrenç, açık saçık, edepsizcesine, edebe aykırı, yakışıksız olarak açıklanmaktadır.
gazetenin birinde yayınlanan bir fotoğrafın müstehcenlikle suçlanması ve dava konusu olması müstehcenliğin ne kadar muğlak, göreceli bir kavram olduğu yargıtay kararı ile de belirlenmiştir:
'' fotoğrafda bir kadın tül geceliği ile yarı açık ve seksapelini gösteren bir şekilde yatakta uzanmaktadır. yorgan kadının sadece dizlerine kadar örtmekte, yorgan ve kadının şifon giysisinin kesiştiği yer harika bir görüntü sunarken, geri kalan kısım daha mı harika acaba duygusu uyandırmaktadır. bu esnada kapı aralığından bir erkek sanki işten yeni dönmüş gibi - elinde çantası olduğu halde - kadına hınzırca bir bakış fırlatmaktadır. ''
yerel mahkeme ilgili resmi sunan fotoğrafın ve kadının yarı çıplak yatakta uzanmasının müstehcen olmadığına karar vermiş ancak dava yargıtay da temyize götürülmüştür.
yargıtay kararı aynen şöyledir : '' yerel mahkemenin kararında belirtildiği gibi kadının yarı çıplak yatakta uzanması müstehcen değildir. ancak kapı aralığında bulunan erkeğin kadına doğru hınzırca bakışı müstehcen olduğundan davanın yerel mahkeme tarafından yeniden görülmesine.... ''
müzik kelimesinin kökeni, eski Yunan söylencelerindeki dokuz esin perisine dayanıyor. Bu esin perilerine '' mousai '' , '' Müzler '' ya da '' Musalar '' adı verilmiştir. söylenceye göre kırlarda, ağaçlık alanlarda şarkı söyleyip çalgılar çalarak çevrelerine mutluluk ve esenlik veren bu ilham perilerinin yaptığına ilişkin anlamında '' müzik '' sözcüğü türetilmiştir. müzlere ait olan demektir.
trafiğin tıkanık olduğu noktalarda görülen satış faaliyetidir. bariyerleri aşıp otoyala nasıl çıktın diye şaşılacak kişidir. kazancı nasıldır bilmiyorum ama hayatı riske eden bir ticari faaliyet olduğu kesindir.