Sözlüğe bir iç döküş biçimidir. Durumun gerçekleşebilmesi için kişinin bir anlık da olsa; kendi kontrolünü kaybetmesi ve/veya bulunduğu konuma nasıl geldiğini anlayamamasıyla mümkündür. Kişi sebep sonuç ilişkisinden en az birini kuramayacak durumdadır.
Ekşi sözlüğün ikonu Nutella'nın varisi bisiklet kazasında hayatını kaybetmiştir. Başları sağ olsun.
nutella'nın varisi bisiklet kazasında öldü dünyaca ünlü nutella çikolatalarının üreticisi italyan ferrero ailesi yasta. ferrero grubu'nun ceo'su, 3'üncü kuşak pietro ferrero geçirdiği bir bisiklet kazası sonucu yaşamını yitirdi. başta nutella olmak üzere kinder ve ferrero çikolatalarının üreticisi olan ferrero grubu'nun varislerinden 48 yaşındaki pietro ferrero, bir iş gezisi için gittiği güney afrika'da taklalar atan bisikletinden yola savrularak yaşamını yitirdi
Feysbuk zımbırtısındaki kişilerin halka açık profil fotoğraflarından oluşan yüz listesidir. http://facelist.vs.tc
Beğenilen kişilerin feysbukuna erişebilmek için aynı resmin yanında feysbuk bilgiler de içermektedir.
tanım: 2011 yılında olduğumuzu belirtir 'o kadar oldu mu yaa' edasındasıki söz.
tanım2: gelişmelerde okuduktan sonra beni benden alan zamana dem vurma şekli
*inci sözlük 1 nisan 2011 cuma günü tib kararıyla kapatıldı.
iyi oldu diyenler var, kötü oldu diyenler var. kesinlikle iyi oldu bu... yalnız sebeplerimiz farklı.
inci sözlük; her ne kadar kavgacı, gürültücü bir yer olsa da; her ne kadar küfürün bini bir para niteliğinde olsa da içinde barındırdığı ve kültürel açıdan belirli konuma gelmiş insanların göz ardı ettiği bir niteliği vardı.
inci sözlük için yazının devamında inci diyeceğim. okuyana eziyet olmasın.
inci; ergen ve karakteri henüz oturmamış insanlar tarafından yanlış kullanılması, inci üyelerince de zaten hoş karşılanmıyordu. inci, bu gün gençlerin gündelik hayatta dışa vuramadıklarını bağıra çağıra söyleyebildikleri bir mekan. kimse zeki olmaya ya da öyle görünmeye çalışmıyor. kadınları etkilemeye de çalışmıyor.
inci'nin gerçekten de müstehcen bir dili var ama sabah akşam zikir çekip allah'a yalvaran kitle bir köşede dursun; türkçe konuşan insanların hemen hepsine yakını gündelik yaşamında küfürle tanışıyor ve bununla yaşıyor.
inci her ne kadar küfürlü bir yer olsa da; dürüsttü... rol yapmadı... aptallaşmak esastı onlar için. herkes o veya bu şekilde küçülebilirdi. bunu biliyorlardı ve herkes iletişim için aynı seviyeye indi. hatta seviyeyi yükseltmeye çalışanları aralarından dışladılar. cebinizde nakit birkaç bin liranız olmayabilirdi ama aklınızı kullanabilirdiniz...
öyle dönemler oldu ve halen oluyor ki; inci, aç kalan kişiye banka havalesi yaptı. evde canı sıkılana kendi psp'sini gönderdi. ey benim müslüman kardeşlerim; siz en son kime yardım ettiniz? kimin elinden tutup çorbacıya götürdünüz ya da kimin derdini dinlediniz? psikiyatristlere dahi derdini anlatamayan yüzlerce insan hayat hikayesini yazdı inci'de... kim bilir niceleri hayata tutunmak için bir ışık buldular...
nasıl ki; müslümanım diyerek binlerce insanı katledenler varsa; inci sözlük üyesiyim diyerek inci'yi de katletmek isteyenler oldu. yine de inci; o kendini bilmezleri aralarında barındırmadılar ve gerektiğinde cezayı kendileri verdiler. özürlerin en güzelini dilediler...
inci'ye mal edilerek katledilen bir civciv var. hemen herkesin aklına geldiğinde ciğerinin parçalanacağı bir şey bu. böyle insanlık dışı bir eyleme karşı inci elinden geleni yaptı ve civciv baskılı t-shirt'ler yaptı. civciv'i adeta ruhunu şad edercesine andılar. her yere adını kazıdılar...
cevahir alışveriş merkezinde yine kendine inci yazarları diyen aptalların eylemleri hemen her basın organında haber oldu. bu kesinlikle tarifi yapılamayacak adilikte bir davranıştı. yine de inci özür üstüne özür yayınladılar...
inci hemen her yere saldırmış ve saldırmaya da devam etmektedir. bu cemaatlerde büyüyen kör cahil zihniyetin anlayabileceği bir şey değildir. zira bu zihniyet sahibi insanlar üniversitenin ilk birkaç senesini geçmeden insanların nasıl varlıklar olduklarını bilemezler çünkü cemaat yurtları güvenlidir. sizi en saf döneminizde dışarıdan uzak tutmaktadır.
inci ise dışarıda olanların, hayatı genç yaşta tanıyanların sesi. pek çokları halen kim olduğunu bilmiyor ve yine inci yüzünden yanlış yönleniyor ancak inci'nin benimsediği felsefe -her ne kadar pek çok kendine inci üyesiyim diyen tarafından yanlış anlaşılsa da- pek çoklarının cesaret edemediği bir felsefedir.
inci; sistemin kölesi olmuş kişiler tarafından dile getirilmiş bir özgürlük arayışıdır.
kirasını gününde ödemesine rağmen rakı içiyor diye bir işçiyi dükkanından ediyorlar...
şunu hiç kimse düşünmedi mi? hiçbir site bu kadar kişiye, böyle bir kitleye ulaşmayı başaramadı. bunu kullanmaktansa dışlamayı seçiyoruz. neden?
bu insanlar oyunlarda bile ülkelerini başarıyla temsil ediyorlar. bilen bilir, online ve web tabanlı bir oyunda türkiye, yunanistan tarafından işgal edilmiş durumda... inci ne yaptı? siteyi hacklemedi.. türk'ün gücünü gösterebilmek için amerikan yönetim sistemine kadar girdi. amaçları parlemanto binasının girişine inci ... yazabilmek. işte budur! onları, onların silahlarıyla yenebilecek kadar kendilerine güveniyorlar... zira o kadar adam ddos yapsaydı site mite kalmazdı ortada...
gerçekçi olun.
kötüsü var diye iyisini göz ardı etmeyin.
en azından dürüst olun.
hiç mi küfür etmiyorsunuz?
inci sözlükteki ergen sayısı düşecek diye umuyorum.
edit: zall pm attı: (#11326658) kapatılmadı arkadaşım. server sorunu var 3 saat sonra açılacak.
---
Arkadaşlar DNS'i farklı olanlar girebiliyor. Yoksa TiB kararıyla erişilemiyor. Eğer yanılıyorsam edit 2 de bilgi vereceğim.
#########################
edit2: zall pm attı: o kapanan çakma org sözlük. inci sözlük değil. inci sözlük, server sorunu yaşıyor. 3-4 saate açılacak.
---
Yanlış alarm beyler.. Boşa yazdım o kadar...
Orjinali; "kurpağa mı prenses, prenses mi kurbağa"dır. Sıradışı bir insan söylemidir*
Sokağın başında adamın biri telefonla konuşuyordu, ben evime gitmek üzere yanından geçerken... Bu sözü söyledi. istemeden duydum onu... Hala düşünüyorum.
(bkz: Ne içtin abi sen)
(bkz: Sen mi çok dolusun yoksa ben mi çok boş adamım)
Bunalmış insan söylemi.*
Son günlerde word belgesini açıyorum, 10 puntoluk harflerle 4 sayfaya yakın yazı yazıyorum ve Ctrl+A tuş kombinasyonuyla işaretleyip DELETE tuşuna basıyorum. Sıkıntımın sebebini henüz ben de bilmiyorum. Dostlarım depresyonda olduğumu söylüyorlar. Yazdıklarımla sistemi ya da tamamen bencil düşüncelerimi eleştiriyor, kendimi yerden yere vuruyorum. Yani haklı olabilirler zira bir sebep bulduğumu söyleyemeyeceğim.
içimizde bazı kimseler var. Evet onlar var, buradalar... Hissediyorum onları*. Sessiz sedasız yaşıyorlar. Pek çoğunun fark edilmek bir yana fark edilmeye çalışacak kadar bile cesareti yok. Belki de yazdığım senaryo yüzünden böyleyimdir?
Komşu kavramının bedeni vardır ancak ruhu yoktur. Herkes kutu gibi evlerde dip dibe oturur ancak kimse kimsenin adını bilmemektedir. Kimse kimsenin sıkıntısını umursamamaktadır.
Misafirperverliğin bedeni vardır ancak ruhu yoktur. Herkes birilerine misafir olur ya da misafir ağırlar ancak saatler ilerledikçe misafirin gözlerine bakarak esnemeler başlar. "Kalk git! Yarın iş var" denilmek istenmektedir.
En acısı da; Kötünün bile bedeni vardır ancak ruhu yoktur. Kötülüğü özendiği için yapar...
az ve öz yazdığımda insanların yazdıklarımı okuyup üzerine düşünmeyeceklerini biliyorum. daha da fenası yazdıklarımı okuduktan sonra yanlıca yorumlayıp belki de üzerime yürüyecekler. yine aynı sebepten beni kale alanlar arasında bir gruplaşma olacak ve bu gruplaşma sonucunda baskın gelen taraf benim aslında ne demek istediğimi(!) vurgulayacak.
öyle bir ses çıkacak, öyle bir büyüyecek ki tüm bu kitle; adımı bile bilmeyen insanlar bu akıma uymaya başlayacaklar. bir-iki, on-yirmi, bin-milyon artık kaç kişiye ulaşırsa ulaşsın yazdıklarım, ya o gruba dahil olacaklar ya bu gruba... yeni yeni sesler çıkacak belki de ve onlar da kendine şu grup diyecekler...
kim bilir?
o kişi ya da kişiler bir halt ettiklerinde yine hep yaptıkları gibi benim yazdığım yazıyı referans gösterecekler... ben burada her şeyden habersiz çayımı yudumlarken birileri benim için bir yerlerde bir şeyler planlıyor olacak... benim yazdığım az ve öz bir yazıyı yorumlayan sapkın düşüncelere sahip beyinlerin faturası bana kesilecek. oysa ben sadece bir yazı yazmak istemiştim...
düşüncelerimiz mermilerden daha etkilidir.
yine de elimdekilere bakınca görüyorum ki; az ve öz yazmak sadece susmak demek günümüzde... öyle abi.. kimse okuyup üzerine düşünmeye tenezzül etmiyor ki... kim olursan ol! hangi felsefik akıma tabi olduğunun, nereden, neyden etkilendiğinin hiçbir önemi yok... aslında böyle bir durumda genellikle ne yazdığının bile bir önemi yok. fişinde, etiketinde ne var? önemli olan bu!
günümüzde ne yazdığından, ne söylediğinden daha önemli bir şey varsa... maalesef cümleyi devam ettiremiyorum. zira hepsinden önemli şeyler var. hangi gazeteyi okuduğun, ne yazdığından daha önemli artık. hangi yurtta kaldığın, hangi okula gittiğinden daha önemli.. hangi sözleri dinlediğin hangi sözleri söylediğinden daha önemli... bu sonuncuda haklılık payı var tabii ama mesele çok başka çok...
bana soruyorlar hangi cemaattensin diye... yahu güzel insan; ne yapacaksın cemaatimi, mezhebimi, dinimi? ateist olsam ya da putperest; doğruları söyleyemez miyim? yahudi olsam doğruları göremez miyim? insan olmam yetmez mi?!
yetmeeeez... faydacıyız!
aslında bana katkın ne diyor insanlar, bunları sorarlarken...
kendimi ifade edebiliyor muyum? anlatmak istediğimi görebiliyor musunuz? tanıdık geliyor mu anlattıklarım size? her neyse...
uzun cümleler bazen insanları sıkıyor.* bazen ben de sıkılıyorum. biri okusun, güzel bir şeyse zaten; yetmiş iki dile birden çevirirler... deyip kestirip atıyorum. sanki her güzel şeye değer veriliyormuş gibi... ne acaip insanlar olduk çıktık yahu... sanata ve sanatçıya verdiğimiz değer, kötü bir alışkanlıkla, çiğnedikten sonra yuttuğumuz sakız kadar bile değil şimdilerde...
taraf tutmam gerek bir an evvel...
bana yardım et anne!
dostoyevski haklıydı... yazdığı romanlardan birinde raskalnikov adını verdiği karakterin sadece merdiven çıkması on sayfadan fazla sürüyordu ama haklıydı... biliyordu! insanlar düşünmekten aciz... hayal gücümüz bitik... en azından okumaya cesareti olanları, düşüncelerine davet edebilmek için açtıkça açtı konuyu, uzattıkça uzattı betimlemeleri... okuyucusuna perdenin rengini seçme hakkı bile vermedi çünkü perde kırmızıydı... kedinin bıyıklarını bile tarif etmeye üşenmedi çünkü en içeriden gelen bir tepkiydi bu! siz düşünmeyin diye ben düşündüm... siz düşünemiyorsunuz diye ben yazdım dedi... düşünmek, yazmaya kıyasla çok daha zor bir eylemdi ve sayfalarca betim yazarken kim bilir belki de soluk soluğa kalmış düşüncelerini dinlendiriyor, aklını serinletiyordu. alın ey kokuşmuş insanlar; işte size ciltler dolusu küfür dedi ve önümüze sayfalarca betimleme içeren romanlarını bırakıp gitti...
içimdeki zehri mürekkep yaptım. o yüzden siyaha yakındır tonum...
usulca bir bardak daha çay koydum kendime ve bilgisayarın karşısına geçtim. bir şeylerin farklı olduğunu hissediyordum. sürekli karşılaştığım şeyleri, her gün tekrarlayan olayları, geçmişi ve aklım erdiğince geleceği düşünüyordum. istemsizce yaptığım bu eylemin zihnimi ele geçirmesinden korktuğum an çok geç olduğunu anladım.
evet... kendimi bulmuş ya da kaybetmiş olmalıydım.
ellerimi klavyeden çekip düşünmeye başladım. sorun neydi? yahu bir sorun olmalıydı değil mi? başarı olmak yetmiyor muydu? sorun para mıydı? neydi sorun! anlamsız düşünceler, gereksiz tekerlemeler, bir şizofrenin anıları arasına sıkışmışçasına çabalarken aklımın bir köşesinde, küçük bir çocuk, bir kibriti alevlendirdi... önce ışığı kapladı görünen her yeri ancak giderek sönüyordu ve silueti az da olsa seçiliyordu, durduğum uzaklardan...
bir şey söylemedi... ben de daha sonraları umursamamaya başladım onu. rahatsız değildim. başka zaman olsa onun kim olduğunu merak ederdim ama şu an mesele benim kim olduğum ile ilgiliydi ve düşünüyordum. kimim ben ?
çayımdan bir yudum daha alıp, düşünmeye başladım tekrar...
radyasyonluymuş bu çay... neyse...
istediğim şeyleri bir şekilde elde edebilecek yeteneği vermişti yaratıcım. zeka yönünden hamd olsun, ne varsa vermişti... bu durum megaloman yapsa da zaman zaman beni; bir yerlerde bir şeylerin eksikliğini çekiyordum. ister vicdan deyin isterseniz insanlık diyerek bana küfür edin ama gördüğüm o ki; megaloman olamayacak kadar kendimi eleştiriyordum. kimsenin beni kırmasına izin vermiyordum çünkü onların beni incitebileceğinden daha fazla ben, kendimi incitiyordum. iğne çuvaldız ilişkisinin dibine vurmak bu olsa gerek...
çaydan bir yudum daha...
programlama öğrensem her şey tamam olacak diye inanırdım. oysa her şeyin bir bedeli olduğunu ne çabuk da unutmuşum... hayal gücü; hayal ettiklerimizi gerçeke dönüştürebildiğimizi anladığımız an sönükleşiyor. burada bir şey söylemek istiyorum. yahu hadi benim hayalim belliydi; zordu yok efendim imkansızdı da; nasıl oldu da benim maaşımın yarısı kadar parayla ev geçindiren insanlar hayal güçlerini yitirdiler..? bu insanlar sadece evlenip çoluk çocuğa karışmayı mı diliyorlardı? yok canım... saçma... hayalleri öldüren tek şey bu değildir belki de... evlilik ? sanmıyorum ama ötesi için fikir sahibi de değilim henüz. neyse; konuya döneyim.
yazmak istedim. yazmayı seviyorum ve çayımdan bir yudum daha alıyorum...
para problemdi önceleri... yoktu ki..?! hala da olduğu söylenemez ama hayatlarının sonuna kadar çalışan insanları şimdi daha iyi anlıyorum. sanıyorlar ki; para mutluluk getirir. getirmiyor... daha fazla para için çabalarken buluyorlar kendilerini çünkü milyar dolarları olan insanlar daha fazla olmalı, yetmiyor mutlu olmaya, yoksa mutlu olurdum diyor ve daha çok çalışıyor... sonuç; para mutluluk getirmiyor...
para mutluluğu satın alabilir...
evet canım, sonuçta milyon dolarlık insanlarla sabah akşam karşılaşmıyorum ama onlara baktığımda bundan ötesini görmüyorum. yine de daha küçük insanlar için para; mutluluk getirir. evde mama bekleyen çocukları varken kimse gerçekten gülümseyemez...
aman canım ben nereden bilebilirim ki bunları?! konuya dönelim...
sayılı programcılardanım diye boru boru ötüyorum ama sıradan bir programcıdan farkım yok. çünkü onlarla aynı işleri yapıyorum. bu gün ha deyince facebooku kodlayabilecek olmamın maalesef bana bir etkisi yok. android işine de el attım. mobil uygulama sektörüne de girdik öyle böyle...
bu mudur?
phpnin dibine vurduk hocaaam...
sonuç? e-ticaret yazdın mı hiç?
hayır ama oyun yazdım?
iyi...
eskilerden bir şeyler umdum. sanıyorum beni tamamlayıcı bir şeyler vardı oralarda... -kendimi kandırıyorum, iyi izle bak- çünkü geçmişte daha mutluydum... tamam belki aç kalmıştım, istediklerimi elde edemiyordum ama daha mutluydum işte... -nasıl daha mutluydun diyorum kendime ama ses yok. yahu mübarek; geldiğin konumu kafan almazken konuştuğun şeye bak diyorum da kızıyorum kendime...-
geçmişte her ne hikmetse hepimiz çok mutlu oluyoruz. kimse kötü günlerini hatırlamıyor ya da geçmiş; kötüleri unutacak kadar geçmemiş oluyor... bu nedir kardeşim yahu?
çay da bitmiş yahu... bir tane daha mı doldursam? boşver yahu doldururum az sonra...
sahneye çıktığımda insanların bana güldüklerini gördüm. bu güzel bir şey mi bilmiyorum ama eğlendiğimi inkar edemem. özlemişim o duyguyu... bana tekrardan yazma isteği kazandırdı. ben nasıl okuyup ezberliyorsam onlar da benim yazdıklarımı ezberlersinler deyip cümle sonuna da birkaç argo kelime iliştirdim ki; deyme keyfime...
yok... para lazım olm.
düşündüm yine... ne yapmalıyım? tamam otorite olabilirim, bişileri çok iyi bilebilirim ama bu yapmak istediğim şey miydi? neydi yahu benim amacım..? konu neydi yahu? geçim derdi zor şey... insan para mı kazanmalı yoksa istediği şeyi mi yapmalı seçemiyor. konfiçyus demiş miş ki; sevdiği işi yapan ömründe bir kez bile çalışmış sayılmaz. iyi de kanka; en çok para doktorlukta mühendislikte... o nası olcak?
bir şey hakkında en iyi olmaktı istediğim. ya en iyi olmak için ya da en iyi olduğun için yap chelebiii... demiştim kendime bi kere.. al işte... en iyi olmak insanı mutlu etmeyebiliyor... konuşacak insan bulamıyorsun. herşey o kadar basit geliyor ki; tembelleşiyorsun... yapmaktansa yaptırmak mantıklı geliyor...
daha yaşın 21 be evladım...
doğru ya o vardı bi de... allah kimseyi; 21 yaşında, bir konu hakkında ununu eleyip eleğini asacak bilgilendirmesin... şüphesiz her ilim sahibinin üzerinde bir bilen vardır. kibir yapmıyorum buraları takmayın kafaya kastettiğim çok başka..! gözünüzde herşey basitleşiyor... o işten soğuyorsun yahu... o yaşı aşmış üstadların soğuk bakışlarını şimdi anlayabiliyorum. kim bilir kaç yüz kez cevapladı aynı soruyu... yine de beddua edecekseniz; allah seni bir konuda en iyi yapsın filan deyin. bakarsın geri size döner de; kâr edersiniz...
insan olarak çok tatminsiziz... doymuyoruz!
aman canım neyse ne...
yazmaya daha çok gönlüm var da; milletin arkamdan küfür etmesini istemiyorum. zaten kimse sonuna kadar sabredip okuyamaz. okusa da anlar mı, bilemem... basit cümleler kurdum ama oradan oraya atlayıp durdum... hem bunu okuma zorunluluğu olanlar var. onlara saygıdan sus be kardeşim