Bu başlığı açan ve ak partili troll olduğu belli siyasi tecrübesi de bilgisi de AKP reklam filimlerinden ve "Reis"inin konuşmalarından ibaret arkadaş şimdi ne yapıyorsun dinliyorsun ve becerebiliyorsan öğreniyorsun:
Öncelikle senin "ergenler bilmez" dediğin, milletin Aczimendiler tarafından oyalandığı süreç 28 Şubat sürecidir(1996). Bu süreçte iktidarda Refah Partisi-Doğru Yol Partisi dönemidir ve söyleyelim Süleyman Demirel Başbakan değil, Cumhurbaşkanıdır o dönemde.
Senin dediğin gecelik faizlerin tavan yapması ise bir başka DYP iktidarı döneminde olan bir hadisedir ki biz buna "5 Nisan Kararları" diyoruz (5 Nisan 1994)ve dönemin iktidarı da Doğru Yol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Parti koalisyonu,başbakanı Tansu Çillerdir. Bu arada atladım falan sanma senin tabirinle 5 Nisan kararlarında dolarda ve gecelik faizlerde artış yaşanmıştır ancak Euro'ya zerre birşey olmamıştır zira Euro 5 Nisan kararlarından tam 8 yıl sonra 1 Ocak 2001'de dolaşıma girmiştir.
"Suların akmadığı..." dediğin Türkiye'den kastın Reis'inin istanbul Belediyesi'ne başkan olmadığı dönem öncesi ise doğru ancak eksik bir tespittir zira Erdoğan da su kesintilerinin önünü başkanlığı sonrası tamamiyle alamamıştır.Öte yandan Melih Gökçek isimli Ankara Büyükşehir Belediyesi "Parselizasyon" uzmanı zt-ı muhterem Ankara'yı hem de senin muhteşem AKP iktidarının döneminde,hem de AKP'nin belediye başkanıyken 21. yüzyılda 2008 yılında tam 1 yıla yakın susuz bırakmış,21. yüzyılda bir memleketin başkenti zihniyetinizin muhteşem yönetim anlayışı sayesinde susuzluk rezaleti çekmiştir...
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti'nin en kötü döneminde bile memur maaşlarının ödenemediği bir dönem yaşanmamıştır, bu sallamasyondan da artık vazgeçiniz...
Gelelim batan bankalara...
Arkadaş isim vermeden "laikçi" diye açık açık salladığınız partinin adı CUMHURiYET HALK PARTiSi'dir ve ne kadar zorunuza gitse de bu ülkenin kurucu partisi,kurucu ruhudur...
Peki CHP çok partili dönemde ne zaman iktidardadır?
1974 yılında 10 aylık CHP-MSP koalisyonu, ardından 1978'de dışardan destekli azınlık hükümeti.... 1980 sonrası ise kapatılan CHP yerine açılan SHP 1991'de DYP'ile 1995'e kadar sürecek ve sonra CHP ile birleşeceğinden DYP-CHP koalisyonu halini alacak bir koalisyon hükümeti...
Eee ben bu dönemde batan,hortumlanan banka falan göremiyorum çünkü yok... DSP döneminde 10 tane çakalın önce kredilerle banka alıp sonra içini boşaltmasının faturasını da CHP'ye hele hele tüm laikçi (O da ne demek oluyorsa artık!) kesime kesme edebiyatından da vazgeçin...
Hani sen soruyorsun ya "Neredeydi o laikçiler?" diye ben o na da cevap vereyim aklında kalmasın...
O laikçiler; bu memleket kurulurken tekkelerinde halkı uyutup,kurtuluş mücadelesi yapanlar hakkında idam fetvası veren birileri gibi kenarda değil,savaş meydanlarının tam ortasındaydı
O laikçiler; Amerika'nın 6. Filo'su kızlarımıza tacizde bulunurken, "birileri gibi" "komünizme haddini bildirmek için" Amerikalıları savunmak yerine, 6. Filo'yu protesto eden anti-emperyalistler olarak "Ne ABD Ne Rusya, Tam Bağımsız Türkiye" sloganı ile ölümü göze alarak 6.Filo askerini denize dökmekle meşguldü
O laikçiler, tam bağımsızlık uğruna gencecik fidanlarını gözleri kapalı idam sehpasına gönderirken, birileri idam kararların alkış tutuyordu,
O laikçiler,"Birilerine" nedense 80 darbesi hiç dokunmayıp güçlenmesi için yol açıp,zemin hazırlarken, Mamaklar'da,Metris'lerde,Diyarbakır Cezaevlerinde işkencelerin en eğırları altında bedel ödüyorlardı,
O laikçiler, sizler her zamanki sinsi sünepeliğiniz ile kenarda etliye sütlüye karışmazken, mücadele yerine "Biz buğz ediyoruz" edebiyatı yaparken, 1 Mayıs 1977'de Taksim'de kanları ile bedel ödüyordu
Ve o laikçiler bugün sizin satmakla övündüğünüz her bir Cumhuriyet kazanımını alınlarının terleri ile bu ülkeye kazandırırken, "birileri "bu ülkeyi pazarlamayı en çok övünülecek argüman olarak görüyor...
Şimdi git daha fazla ayar yemeden tepemin tasını attırma yarım yamalak, yarısı doğru,yarısı yanlış AKP ilçe Başkanlığı seçim broşürü kıvamındaki siyasi kapasitenle...
O laikçiler olmasa nerede kime takla atardın önce onu düşün, becerebiliyorsan da kitap oku öğren...
BÜYÜK BULUŞMA
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Dikmen’deki binasının ilk katındaki Ayhan Çelen, kendisini boğuluyormuş gibi hissediyordu. Koskoca Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş, kendisini niçin çağırtmıştı acaba ?
3 ay önce kendi başına giriştiği son operasyonda yaşananlar sonrasında, Ali Çetin ile Zahit Ağa yurt dışına kaçmış, 9 aydır hazırlık yapılan bir operasyon berbat olmuş, içişleri Bakanı küplere binmiş ve tabii Emniyet Teşkilatı karışmıştı.
Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Bundan önce giriştiği operasyonları başarı ile tamamladığı için kendisinden nefret etseler de ellerinden bir şey gelmeyen pek çok kişi artık kellesini istiyordu. Zaten çatışmanın olduğu gece daha hastanede yatarken, kendisine açığa alındığını ve hakkında idari soruşturma başlatıldığını tebliğ eden evrakları imzalamıştı. Polis kimliği ve silahına da el konulmuştu.
Ama en çok üzüldüğü ve hemen her gün düşünmekten kendisini alamadığı şey, kim olduğunu bilmeden vurduğu Komiser Şahin Çakır’ın durumuydu. Ayhan’ın silahından çıkan kurşun Şahin Çakır’ın başına isabet etmiş, beyne zarar vermişti. 7 saatlik bir ameliyatla kurşun beyinden çıkarılmıştı ancak Şahin komiser komadan uyanamamıştı. Komiser Şahin o geceden bu yana yoğun bakımdaydı. Doktorlar 3 ay sonra artık umutlarını yitirmek üzereydiler. Ancak beyin ölümü gerçekleşmediği için hala çok küçük de olsa bir şansının olduğunu söylüyorlardı.
Kafasında 3 ay önce yaşanan o talihsiz olaylar gelip geçen Ayhan Çelen, asansörün kata geldiğini belirten sinyal sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı. Asansöre bindi ve 4.katın düğmesine bastı.
Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş’in Özel Kaleminde kendisini ikisi erkek ikisi bayan dört sivil polis karşıladı.
Ayhan pek çok kez Genel Müdür’ün makamına gelmiş ancak özel kalemde bu sivil polisleri daha önce hiç görmemişti. “Ben yokken göreve başlamış olmalılar” diye düşündü.
Bayan polis memurlarından bir tanesi “Ayhan Çelen değil mi ?” diye sordu. Ayhan gergin bir ses tonu ile “Evet” diye yanıtladı. Bayan polis memuru “Namı diğer ŞiFRE KIRICI. Ününüzü Emniyet Teşkilatında bilmeyen yoktur her halde. Başınıza gelen talihsizlikten ötürü çok üzgünüm” dedi. Ayhan konuyu kestirip atmak için kısa ve net bir cevap verdi “Ben de”
Bayan polis memuru Ayhan’ın konuşmak istemediğini ve gergin olduğunu anlayarak “Bir dakikanızı rica edeceğim Ayhan Bey. Genel Müdürüm müsaitse sizi hemen içeri alacağım” dedi.
“Ayhan Bey ha” diye içerisinden hüzünle geçirdi Ayhan Çelen. Yıllardır polis teşkilatında ilk kez bir meslektaşı O’na, polis olduğunu bilmesine rağmen rütbesi ile değil “Bey” sıfatı hitap ediyordu. Yadırgamış ve içini garip bir burukluk kaplamıştı. “EE, ne de olsa açıktasın oğlum. Büyük ihtimalle meslekten ihraç edileceksin. Ne bekliyordun ki” diye geçirdi içerisinden. Oysa 3 ay öncesine kadar bir efsaneydi o…
Genel Müdür’ün odasına giren bayan polis memuru iki dakika geçmeden dışarıya çıktı, kapının bir adım önünde durdu. Ayhan Çelen’e eliyle odayı gösterdi. “Buyurun Ayhan Bey”
Ayhan Çelen önünü ilikleyerek odaya girdiğinde bayan polis memuru da kapıyı kapatmıştı.
Son derece şık döşenmiş makam odası geniş ve ferahtı. Yerde yeni cilalanmış parke zeminin bazı bölümlerini açıkta bırakan çok şık bir halı seriliydi. Hava sıcak olduğu için klima çalışıyor ve odaya tatlı bir serinlik yayılıyordu. Siyah deri döşeme koltuklar ise makamın asaletini yansıtacak en iyi tercih olarak odaya yerleştirilmişti.
Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş’in çalışma masasının sağ tarafında yer alan camlı bölme, şiltler- plaketler, başarı sertifikaları ve ödüller ile doluydu.
Büyük ve düzenli çalışma masasını siyah deri bir makam koltuğu tamamlıyor, masanın üzerinde pirinç bir isimlik ile altın bir dolma kalem parıldıyordu. Koltuğun arkasındaki duvarda ise büyük boy bir Atatürk portresi vardı. Duvarın hemen önünde ise solda Türk bayrağı, sağda ise Emniyet Teşkilatı’nın armasının bulunduğu bir bayrak bulunuyordu. Odada çeşitli türden çiçekler de unutulmamıştı.
Ayhan Çelen, odaya girdiğinde içini garip bir ürperti kaplamıştı. Hayatında hiç olmadığı kadar gergindi ve bu O’nu rahatsız ediyordu.
Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş sırtı kapıya dönük durumda ayaktaydı. Atatürk portresine doğru bakıyordu.
Ayhan Çelen, içeri girdikten sonra oluşan birkaç saniyelik sinir bozucu sessizliği “Buyrun efendim beni emretmişsiniz” diyerek bozdu.
Fuat Güneş, elinde sarı bir zarf ve düşünceli bir yüz ifadesi ile kendisine doğru döndü. “Gel bakalım Ayhan” dedi. Ayhan, Fuat Güneş’in masasına doğru yavaş adımlarla ilerledi. içinde garip bir duygu vardı. Bunu tanımlayamıyordu. Ama tuhaf bir şeyler olacağını sezinliyordu ve içgüdüleri O’nu pek yanıltmazdı.
Fuat Güneş’in çalışma masasına doğru ilerleyen Ayhan Çelen, masanın hemen önündeki deri koltukların önünde durdu.
Fuat Güneş, “Otur Ayhan, ceketinin düğmelerini çöz, kravatını da biraz gevşet.” dedi babacan bir ses tonu ile.
Ayhan Çelen bu odaya girerken çok daha farklı, sert bir tepki ile karşılaşmayı beklediği için şaşırmıştı. Ceketinin düğmelerini çözdü, kravatına ise dokunmadı. Deri koltuğa oturduğunda kendisini, yakınının ölümcül bir hastalığa yakalandığı gerçeğinin açıklanacağı bir hasta yakını, Fuat Güneş’i ise o zor haberi verecek doktor gibi hissediyordu.
Gözü Fuat Güneş’in elindeki sarı zarfa takıldı. Hakkındaki soruşturma tamamlanmış olmalıydı. “Oğlum Ayhan buraya kadarmış. Biraz sonra Emniyet Genel Müdürü tarafından meslekten ihraç edildiğin, ayrıca dosyanın mahkemeye sevk edildiği sana tebliğ edilecek. Yolun sonuna geldin” diye düşündü. Bir yandan ise “iyi de böylesi basit bir tebligat işini niye koca Emniyet Müdürü bizzat yapıyor ?” sorusu kafasında dolaşıyordu.
Ayhan Çelen, hayatında ilk kez bu kadar mahcuptu. Bir meslektaşını yaralamış, çok önemli bir operasyonun resmen içine etmiş, koca polis teşkilatının prestijini tek başına zedelemişti. Son yaptıklarından dolayı, Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş de çok zor durumda kalmıştı.
“Efendim” diye söze başlama gereğini hissetti Ayhan. “Son yaptıklarımdan dolayı gerek şahsınızı gerek teşkilatı çok zor bir durumda bıraktım. Bir meslektaşım benim tabancamdan çıkan kurşun nedeni ile hala komada. Hakkımda ne karar verilirse, ne kadar ağır cezaya çarptırılsam çarptırılayım razıyım. En ufak bir itirazım olmayacak. Hukuki olarak da hiçbir itirazın içerisinde olmayacağım. Bu devlet beni bursu ile okuttu ama ben buna layık olamadım…”
Ayhan’ı sessizlik içerisinde dinleyen Fuat Güneş bir el işareti ile O’nu susturdu.
“Bak Ayhan. Senin yıllar öncesinden tanırım. Senin kadar yetenekli bir elemanı bu teşkilat son 40 yılda görmedi…”
Ayhan “Estağfurullah Efendim” diyecek oldu ama Fuat Güneş O’nu bir kez daha susturarak konuşmasına devam etti.
“Öyle…Öyle. Ama gel gelelim kural tanımaz tavırların ve bundaki ısrarın teşkilatta hep sorun oldu. Bugüne kadar kendi inisiyatifinle yaptığın operasyonları dikkatle takip ettim. Planlarındaki keskin zekâya hep hayran kaldım. Aslına bakarsan o planların bu güne kadar senin teşkilatta kalmanı sağladı”
“Anlayamadım efendim” dedi Ayhan şaşkınlığı giderek artan bir şekilde.
“Şöyle ki… Senin kendi planın ile başarılı olduğun şahsi operasyonlarından sonra olay bir kez daha masaya yatırıldığına hep bağlı bulunduğun birimin yaptığı planların eksik ya da stratejik olarak hatalı olduğu ortaya çıktı. Sen ise her zaman doğru planı kurmayı ve kurduktan sonra başarı ile uygulamayı bildin. işte bu nedenle hem senin operasyonlarını başarı ile sonuçlandırman hem de kendi planlarındaki eksikliklerin ortaya çıkması dolayısı ile senin ayağını kaydırmaya çalışan bazı çevreler bunu başaramadılar ”
“Son olaya gelince…” diyerek derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı Fuat Güneş “Evet talihsiz bir olaydı. Evet yine başına buyruk hareket etmiştin. Evet, yine operasyonu riske atmıştın. Ama senin planın doğru plandı” dedi. Ve “iyi ki doğru plandı…” diye ekledi.
“Nasıl efendim ?” dedi şaşkın bir ses tonuyla Ayhan.
“Operasyon planlanırken ekibe detayların çoğunun verilmediğini biliyorsun. Planlamada ikiye bölündük. Ben fabrikaya ön taraftan düzenlenecek bir operasyonun çatışmayı kaçınılmaz kılacağını, içeride kaç silahlı adamın olduğunu bilmediğimizden dolayı çok sayıda zayiat verebileceğimizi, bu nedenle, arka taraftaki pencerelerden bir keskin nişancının içeriye sızdırılarak, önce keskin nişancı sayesinde Ali Çetin ve Zahit Ağa’nın yaralı biçimde etkisiz hale getirilmesini, sonrasında da göz yaşartıcı bomba atılarak, arka taraftan giren operasyon ekiplerinin hem adamları hem de Ali Çetin ile Zahit Ağa’yı teslim almalarını önermiştim. Bu sırada fabrika da çembere alınacak ve olası bir kaçış da önlenecekti.”diye anlatmaya başladı Fuat Güneş.
“Yani..” dedi Ayhan.
“Evet Ayhan, hemen hemen aynı şeyleri düşünmüştük. Senin ve benim planlarımız küçük detaylar dışında aynıydı. Böylece çok daha risksiz bir operasyon gerçekleştirebilecek, başarı şansımızı artıracaktık. Ama ayağımı kaydırmak için her türlü dalavereyi çeviren Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar, bu operasyonun başarısından nemalanmak isteyen istanbul Emniyet Müdürü Hasan Kurban ile işbirliği yaptı. içeriye -maalesef senin vurduğun- istanbul Emniyeti’nden bir adamın sızdırılacağı, bilinen planda direttiler.”
Fuat Güneş dirseklerini masaya yaslayıp, ellerini kenetleyerek öne doğru eğildi ve anlatmaya devam etti “Onlara göre Ali Çetin bizim olası bir operasyonu ana kapıdan yapmayacağımızı, pencerelerden fabrikaya girilen bir operasyon yapacağımızı zaten hesaplayacak, bu nedenle de asıl tedbiri ön taraftaki asıl giriş kapısında değil fabrikanın arkasındaki pencereler yönünde alacaktı. Bizse O’nun düşündüğünün aksine fabrikaya ana giriş kapısından operasyon düzenleyerek Ali Çetin’i gafil avlamış olacaktık. Ayrıca onların tezlerine göre içeride çok zaiyat vermemiz mümkün değildi, çünkü Şahin Komiser çatışma anında Ali Çetin’i rehin almış olacağı için adamları çatışmayı bırakacaklardı. Onlar özellikle bunun üzerinde durdular. Velhasıl çeşitli siyasi bağlantılarını da kullanarak içişleri Bakanı’nı bu plandan yana tavır koyma noktasında ikna ettiler. içişleri Bakanı onlardan yana tavır koyunca elim kolum bağlandı”
“Ama gördük ki yaptıkları plan yanlış çıktı. Çünkü tüm önlemler ana giriş kapısı için alınmıştı” dedi Ayhan. ilk defa haklı çıkmaktan zevk alamıyordu.
“Evet. Planları yine yanlıştı ve bu ortaya çıktı. Ama onlar için durum değişmiyordu. Çünkü hesaplarına göre her halükarda kazanan onlar olacaktı.”
“Tabii” dedi Ayhan. Kafası yine bir biri adına şifre çözen bir makine gibi çalışmaya başlamıştı. Hızla konuşmaya başladı:
“ Plan başarılı olursa bu kadar riskli bir planı başarı ile uygulamış, büyük bir eroin çetesini çökertmiş ve önemli bir eroin baronunu ele geçirmiş polis şefi olarak Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Demir ön plana çıkacak, istanbul Emniyet Müdürü Hasan Kurban da mafyaya sızdırılan ve tüm operasyonun neredeyse üzerine kurulduğu kilit adamın istanbul Emniyet’inden olması dolayısı ile bu başarıdaki 2. Aslan payını alacaktı…
Operasyon başarısız olursa da siz Emniyet Genel Müdürü olarak çıkıp da “Ben bu planı onaylamamıştım” diyemeyeceğiniz için, -ki bildiğim kadarı ile diyemediniz- ihale size kalacak, içeride gerçekler bilinse de kamuoyu nezdinde yıpranmış bir Emniyet Genel Müdürü konumuna düşürülecektiniz. Gazetelere servisler yapılacak, basında aleyhinize haberler çıkartılacak, üzerinizde baskı kurulacak ve görevden alınmanız sağlanacak yahut kibar bir dille istifanız istenecekti. Siz görevden alındığınızda da güçlü siyasi bağlantıları sayesinde Salim Kibar Emniyet Genel Müdürü, Hasan Kurban da Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olarak atanacaktı. Yani her iki durum da, bir ekip olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı makamını ele geçirmek için hesap içerisindeki Salim Kibar ve Hasan Kurban’a yarayacaktı.”
Bir anda Fuat Güneş’in sözünü kestiğini ve belki de haddini aştığını düşünerek sustu. “Özür dilerim efendim” dedi.
Fuat Güneş “ Aynen öyle. Ama istediklerini yapamadılar. Hesaba katmadıkları bazı şeyler vardı.” diyerek doğruladı Ayhan’ı.
O ana dek duyduklarını inanamadan Fuat Güneş’in sözlerini dinleyen Ayhan Çelen’in kafası allak bullak olmuştu.
“Özür dilerim efendim” dedi “Ama halen bunları bana niçin anlattığınızı anlayabilmiş değilim”
“Sabırlı ol” diye devam etti Fuat Güneş…
“O gün çatışma sonrasında canlı olarak 11 tane adam yakalandı. Ama bunlardan hiç biri Zahit Ağa’nın adamı değildi…”
“Hepsi nasıl kaçar ?” diye sordu şaşkınlık içerisindeki Ayhan
“Kaçmamışlar zaten. Ali Çetin’in adamlarınca fabrikanın kapısında kendilerine ikram edilen çaylara konulan siyanürle hepsi ölmüş.” dedi Fuat Güneş.
Olay giderek garipleşiyordu.
Fuat Güneş devam etti. “Olay sonrası yaptığımız araştırmalara göre sebebini henüz bizim de anlamadığımız bir nedenden ötürü Ali Çetin uzun bir süre yurt dışına çıkmaya, bir süre eroin işine ara vermeye karar vermiş. Dediğim gibi nedenini şu an biz de bilmiyoruz. Ama o gece yüklü bir para alış-verişi olacaktı ve Ali Çetin yurt dışına son volisini de vurup öyle çıkmak istiyordu. Ancak ortada bir pürüz vardı. Karşısındaki adamlarla uzun süredir büyük işler çevirmiş, onların girdisini çıktısını öğrenmişti. ikincisi Zahit Ağa, uzun yıllardır çalıştığı Ali Çetin yerine güvenebileceği, büyük işler çevirebileceği bir mal sağlayıcısını kısa sürede bulamazdı. Hatta orta vadede bile bulması zordu. Yani Ali Çetin’in gitmesi Zahit Ağa’nın felç olması anlamına gelirdi. Bu nedenle hem sırlarını bilen hem de giderse çok büyük darbe alacağı Ali Çetin’in elini kolunu sallaya sallaya piyasadan çıkmasına Zahit Ağa izin vermezdi. Zahit Ağa, yurtdışında çok etkili. Eli ve dolayısı ile silahının namlusu her yere uzanıyor. Ali Çetin şunu çok iyi biliyordu ki Zahit Ağa’dan habersiz yurt dışına çıksa bile, Zahit Ağa kendisine atılan bu kazığı unutmaz ve O’nu yurtdışında mutlaka infaz ettirirdi. Geriye tek bir yol kalıyordu…”
“Zahit Ağa’dan kurtulmak…” dedi Ayhan.
“Evet.” diye onayladı Fuat Güneş
“Yine yaptığımız araştırmalarda esrarengiz bir sonuca daha ulaştık. Ali Çetin’in, daha önce mal sevkiyatı yatığını belirlediğimiz 3’ü istanbul’da, diğerleri, Hakkari, Kilis, Malatya ve Kars’taki 7 deposu da bu görüşme öncesinde tuhaf şekillerde ortadan kalkmış. Kimisinde yangın çıkmış, kimisine belediyeden hiç alakası olmamasına rağmen yıkım kararı gitmiş yıkılmış. Ayrıca olay sonrasında baskın yaptığımız Ali Çetin’e ait çiftliğin çatı katındaki gizli bir bölmede Ali Çetin’in kendi adına düzenlenen gerçek pasaportu ve nüfus cüzdanını bulduk. Ali Çetin o gece başka bir isimle yurt dışına kaçmayı planlamıştı ve anlaşılan öyle de yaptı. Daha da garip olanı Ali Çetin 2 gün önce evi Ankaralı bir iş adamına satmış, tapu işlemlerini de tamamlamıştı. Adamı sorguladık ama bir şey çıkmadı. Tabii anlayamadığımız, kesin kanaate varamadığımız pek çok nokta var ama şurası kesin. Anlaşılan o ki Ali Çetin yurt dışına çıkmadan önce bütün izleri temizlemek istemiş. Bu izlerden sonuncusu da Gaziosmanpaşa’daki depo. Ve bil bakalım çatışmanın ardından seni hastaneye kaldırdıktan sonra neler oldu ?”
“Ne oldu ?” diye sordu meraklı bakışlarla Ayhan Çelen.
“Arkadaşlar setin arkasındaki bölmede orada resimlerde daha önce hiç görmediğimiz bir masa fark ettiler. Masa o gece konmuş olmalı.Masaya dikkatlice bakıldığında, üzerine bir düğmenin monte edildiği görülebiliyordu. Arkadaşlar durumdan şüphelenip fabrikada kısa bir araştırma yapınca, tam ön kapının sol tarafındaki çöp konteynırının arkasına gizlenmiş bir saatli bomba düzeneği buldular. Büyük ihtimalle arkadaki bölmeye geçildiğinde, Zahit Ağa’nın adamlarının öldüğünden emin olduğu anda, Ali Çetin, Zahit Ağa’yı temizleyecekti. Daha sonra düğmeye basacak ve fabrikadan ayrılacak, 15 dakika sonra da fabrika havaya uçacaktı. Yani 21.35 civarında. Ama senin orada olman hesapları karıştırdı. Daha bölmeye gidemeden fabrikadan kaçmak zorunda kaldılar. Dolayısı ile Ali Çetin de bombayı harekete geçiremedi. Biz fabrikaya 21.30’da operasyon düzenlerken sevkiyat falan olmayacaktı, 21.20 civarında Ali Çetin, Zahit Ağa’yı temizlemiş fabrikadan kaçıyor olacaktı. Ve eğer bomba harekete geçmiş olsaydı, biz fabrikaya operasyon düzenlerken geride kalan Ali Çetin’in adamları ile yaşanan çatışma en az 15 dakika süreceği için fabrika ile birlikte tüm operasyon ekibi havaya uçacaktı. Anlayacağın teşkilattan bir kişiyi komaya soktun ama bu teşkilatın en yetenekli 21 adamının hayatını kurtardın. Bilerek veya bilmeyerek… Orası önemli değil”
“Bu buluşma saatinde neden ortada kimsenin olmadığını da açıklıyor” diye düşündü Ayhan. “Çünkü o sırada Ali Çetin’in adamları, Zahit Ağa’nın adamlarını önce oyalamak sonra da öldürmekle meşguldüler,Zahit Ağa’nın adamları da hayatlarının son çayını içiyorlardı…”
Abandone olmuş durumdaki Ayhan bir an için düşüncelerinden sıyrılıp “ Peki Ali Çetin’in adamlarının oradan kaçabileceklerini niye düşünmüyorsunuz, orası havaya uçacaksa niye durup bizimkilerle çatışsınlar ki ?” dedi.
Fuat Güneş hafif bir tebessümle “Haklısın. Haberleri olsa durmazlar zaten. Ama yapılan sorgulamalarda anlaşıldı ki Ali Çetin’in adamlarının bomba düzeneğinden hiç haberleri yok. Yani adam onları da feda etmiş, onlar da orada öleceklerdi. Hatta belki bilerek kendisi uzaklaşırken “siz burada biraz daha bekleyin” diyecek ölüm fermanlarını imzalayacaktı. Belli ki bomba düzeneği dışarıdan profesyonel bir kişi tarafından hazırlanmış ve yerleştirilmiş.”
“Ya Şahin Komiser ? Bu bomba gelişmesini neden haber vermedi , Ali Çetin’in en yakınında olan o değil miydi?” diye sordu Ayhan.
“Onun da bombadan haberdar olmadığı anlaşılıyor. Ali Çetin büyük ihtimalle fabrikadan tek başına uzaklaşmayı, Şahin’i de adamların başında durmakla görevlendirmeyi düşünmüştü. Şahin’in bu planda haberi olduğunu düşündüğümüz tek şey Zahit Ağa’nın temizleneceği noktası. Büyük ihtimalle onu da fabrikaya gidildiğinde son dakikada öğrenmişti. Bu nedenle haber vermesi de mümkün olmamıştı. Yani Ali Çetin, Şahin’i de ortadan kaldıracaktı”
Şahin Komiser ile Ali Çetin’in hararetli konuşmalarını hatırladı Ayhan. O esnada, Ali Çetin, Zahit Ağa’nın nasıl ortadan kaldırılacağının talimatını veriyor olmalıydı. Şahin Komiser ise operasyonun tehlikeye gireceğini anlamış, bir neden bularak buna karşı çıkmıştı anlaşılan. Hararetli konuşma bu yüzdendi.
“Son 3 ayda oldukça fazla şey kaçırmışım Genel Müdürüm” dedi Ayhan.
“Hayır Ayhan.” dedi Fuat Güneş “Daha öğreneceğin çok şey var” diye devam etti.
Ayhan’ın şaşkınlığı Fuat Güneş’in her cümlesi ile daha da artıyordu. Bir kez daha “Anlamadım efendim” dedi Ayhan. Kafası durmuştu artık. Kendisini gidişata bırakmaya, olanları anlamaya çalışmamaya karar verdi.
Fuat Güneş elindeki büyükçe sarı zarfı Ayhan’a doğru masada sürükleyerek uzattı. “Aç” dedi buyurgan bir ses tonu ile.
Ayhan o zarfın içinden tahmin ettiği şeyin çıkmaması için dua ederek çekingen hareketlerle zarfı açtı, zarfa elini soktu, zarfta bazı evraklar vardı, evrakları çıkardı. Evrakları eline ilk aldığında yüzünün rengi değişti, gözleri fal taşı gibi açıldı çünkü en üstte kendisinden 3 ay önce alınan polis kimliği duruyordu… Ama bir farkla . Hızlı hızlı evrakları üstten alta doğru geçirirken ne söyleyeceğini bilemez haldeydi. Son evrak ,büyük zarfın içerisine ayrıca yerleştirilmiş, sağ üst köşesinde içişleri Bakanlığı arması, sol üst köşesinde ise “ÇOK GiZLi” ibaresine yer verilmiş mühür bulunan kırmızı küçük bir zarftı.
Ayhan heyecanla zarfı açtı. içişleri Bakanlığı’nın antetli kağıdı üzerinde şu satırlar yer alıyordu:
TÜRKiYE CUMHURiYETi DEVLETi EMNiYET GENEL MÜDÜRLÜ
MAKAMINA
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösterecek ve direkt olarak Emniyet Genel Müdürü’ne bağlı olarak çalışma yürütecek olan bir birim kurulmasına karar verilmiştir.
“ÖZEL ve STRATEJiK OPERASYONLAR MASASI” olarak anılacak birimin görev alanı üst düzey devlet hassasiyeti taşıyan çeşitli operasyonları gerçekleştirmek ve stratejik analizler doğrultusunda istihbarat birimleri ile eşgüdüm içerisinde, devletin üst düzey yönetim kademelerini brife etmek olarak belirlenmiştir. Bu özel birim ve başındaki amir 7896 sayılı yasa ile belirlenen yetkileri kullanacaktır.
Anılan birimin çalışma merkezi Ankara’da bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü olacaktır.
Bu özel birimin başına Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş’in önerisi ve içişleri Bakanı Salih Bozkurt’un onayı ile Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi’ne bağlı olarak Ankara il Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’nde görev yapan Komiser Ayhan Çelen’in atanması uygun görülmüştür.
Öte yandan bu göreve atanan Komiser Ayhan Çelen, MASKE operasyonunda gösterdiği yararlılık ve Emniyet Teşkilatı’nın 21 değerli mensubunun hayatını kurtarması nedeni ile “özel terfi” uygulaması ile Emniyet Amirliği’ne terfi ettirilmiştir.
“ÖZEL ve STRATEJiK OPERASYONLAR MASASI” iş bu metnin, muhatabı olan ve brimin başına atanan Emniyet Amiri Ayhan Çelen tarafından okunarak paraf edilmesinin ardından fiilen çalışmalarına başlamış sayılacak, Emniyet Amiri Ayhan Çelen’e ayrıca bir mazbata verilmeyecek, metin mazbata yerine geçerli olacaktır.
BiLGiLERiNiZE
Metnin altında içişleri Bakanı Salih Bozkurt ve içişleri Bakanlığı Müsteşarı ismet Kalemsiz’in imzaları vardı...
Ayhan’ın adeta nutku tutulmuştu. Farkında bile olmadan kravatını gevşetti. Dilinin damağına yapıştığını hissediyordu. Oturduğu koltukta arkasına doğru yaslandı. “Genel Müdürüm neler oluyor ?” diyebildi zorlukla.
“Bak oğlum” diye söze başladı Fuat Güneş. “MASKE operasyonu sonrasında, bu planın hatalı olduğunu, yapılan plan neticesinde en değerli 21 elemanımızı kaybetmekten son anda kurtulduğumuzu, bunda da aslan payının sana ait olduğunu içişleri Bakanı’na anlattım. Ayrıca halen her şeyi kaybetmediğimizi, Ali Çetin’in yurt dışına kaçmış olsa da izini bulup, O’nu bulup enseleyebileceğimizi, operasyonu tamamlayabileceğimizi belirttim. içişleri Bakanı’na söylediğim bir başka şey ise bunu ancak senin yapabileceğin oldu. Salim Kibar ortalığı birbirine kattı ama direndim. Öte yandan tartışmalarda bir yere kadar gidiyor, tam Bakanı ikna edecek gibi oluyordum ki, ertesi toplantıda karşımda direnen bambaşka bir adam buluyordum. Belli ki kulağına Salim Kibar’ın arkasındaki güçlerce bir şeyler fısıldanıyordu. Bu böylece tam 3 ay sürdü. Ama bundan 3 gün önceki son toplantıda ipler kopma noktasına geldi. Ben de son kozumu oynadım. Senin meslekten ihracın halinde istifa edeceğimi ve Emniyet içerisinde dönen bütün dolapları açıklayacağımı Salim Kibar’ın gözlerinin içerisine bakarak söyledim. işte ondan sonra geri adım attılar ve bir orta yol bulundu. Formülü ben geliştirdim; bu şekilde bir birim kurulmasını, başına senin atanmanı, MASKE operasyonunu gizli biçimde ve 7986 sayılı yasa ile belirlenen yetkiler ile senin sürdürmeni önerdim. Tabii Birim Amiri olabilmen için en azından Emniyet Amiri olman gerekiyordu. Bu nedenle terfi ettirilmeni de talep ettim. Onlar da senin başına buyruk hareketlerinin tehlikeli sonuçlar doğurabildiğini, kritik operasyonlarda bunun sorumluluğunu almak istemediklerini belirttiler, meslekte kalırsan tamamen bana bağlı çalışman ve altına ekip verilmemesi noktasında direttiler. Tabii olası bir aksaklıkta bütün sorumluluğu benim üzerime atabilmek için. Aslında bu karşılıklı bir ödünler oyunuydu. Anlıyormusun ?”
“Anlamaya çalışıyorum” dedi Ayhan, kendi anladığının doğru olup olmadığını merak ederek…
Bu kez Fuat Güneş daha açık konuşmaya başladı. “Yani açıkçası şu: Resmi olarak bu isimde bir birim olacak, bunun elemanları da olacak ama bunlar sadece kâğıt üstünde. Yani sen sadece bana bağlı olarak çok hassas operasyonları tek başına yürüteceksin. Ama gördüğün gibi ilk başarısızlığında ikimiz de gidiciyiz. Çünkü yürüteceğin operasyonlar önemli operasyonlar olacak ve burada yaşayacağımız bir başarısızlıkta sorumluluk önce senin bu göreve getirilmen için direnen bana, tabii sonrada sana fatura edilecek ve biletimiz kesilecek. işte bu nedenle 7896 sayılı yasa ile belirlenen yetkileri kullanabilmen için çok direttim. Onlar da kullanamaman için. Onların istediği, bu yetkiyi vermeyip seni ve tabii böylece beni yetkisiz, tek başına, eli kolu bağlı bir hale düşürerek daha ilk icraatta başarısız olmanı sağlamaktı.”
Ayhan sessizce ve şaşkınlıkla dinliyordu. Fuat Güneş konuşmaya devam etti:
“En sonunda pes ettiler.7896 sayılı yasayı kullanabilmen için kerhen ikna oldular. Onlar da ben de kısmi tavizler vermiştik. Son 3 gün ise çeşitli prosedürlerin tamamlanması ile geçti. Şimdi pusuya yatıp bizim başarısız olmamızı bekleyecekler. Ve tabii başarısız olmamız için el altından pek çok şey de yapacaklardır” dedi Fuat Güneş.
Fuat Güneş’in sözünü ettiği 7986 sayılı yasa sadece, bu yasadaki yetkileri kullanan dar bir çevre tarafından biliyordu. Meclis’ten geçişi bile gizli olmuş, bir gece yarısı operasyonu ile içişleri Bakanlığı’na ait bir konu hakında çıkarılan bir yasa maddesinin paragrafları arasına gizlenerek çıkartılmıştı. Milletvekillerinin %90’ı bile bu yasayı onayladıklarının farkında bile değillerdi. içeriği; istihbarat ve Emniyet Teşkilatları’nın içişleri Bakanı’nın imzası ile kurulmuş yahut kurulacak bazı özel bölümlerinin ve bu birimlerin başında bulunan yetkililerin, istihbari koordinasyon ve bilgi paylaşımı noktasında birbirlerine geniş ölçüde yardımının zorunlu kılınmasına, ikinci ve daha önemlisi ise yurt içi ve yurt dışında yapacakları “Özel” operasyonlarda legal ve gerektiğinde illegal sınırsız yetkinin bu birimlere verilmesinin kabul edilmesine dayanıyordu. Ama belki daha da önemlisi bu birime ve başındaki kişilere verilen yetki ile brim yetkililerinin Cumhuriyet Savcılarından yahut Cumhuriyet Başsavcıları’ndan gözaltı, arama, sorgulama gibi taleplerde bulunması halinde bu taleplerin kabulü zorunlu hale getirilmişti. Acil durumlarda bu tip birimlerin başında görev yapan yetkililer Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Savcısı’nın suç duyurusu yapmasını beklemeden sorgulama, arama, gözaltına alma yetkilerini “re’sen” kullanma yetkisine de sahip kılınmışlardı.
Yani bu yasanın verdiği yetkileri kullanan görevliler “süper yetkili” haline geliyordu.
Yasayı ve içeriğini fark eden bazı milletvekilleri bunun antidemokratik bir yasa olduğunu, suistimal edilmesi halinde olumsuz, faşizan bir takım sonuçlar doğurabileceğini belirtseler de istihbarat birimleri bu milletvekillerini “çeşitli” yollarla “ikna etmiş”, yasanın içeriğinin basına sızması önlenmişti.
Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi Başkanı Salim Kibar, Fuat Güneş bu yasa ile belirlenen yetkilerin Ayhan Çelen tarafından kullanılmasını talep ettiğinde adeta yerinden havaya sıçramış “Hayır efendim, olamaz. Ayhan gibi bir deli bu yetkiler ile donatılırsa bir canavara dönüşür !” demişti.
Fuat Güneş ise karşısındakilerin ne yapmak istediklerinin farkında olduğunu belirtmek için sakin ama kararlı bir ses tonu ile “Bu yetkinin verilmemesi halinde ise Ayhan elleri ve ayakları prangalı bir mahkûma dönüşür” cevabını vermişti.
Odada kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği Ayhan bozdu.
“Efendim bu kadar riski neden göze alıyorsunuz ?”
Fuat Güneş arkasına yaslandı, ellerini göğsünde kavuşturdu. Derin bir nefes aldıktan sonra kısa ama net bir yanıt verdi.
“Bazı riskleri almamak gibi bir lüksün yoktur”
Fuat Güneş ayağa kalktı. Anlaşılan konuşma sona ermişti. Aynı anda Ayhan da ayağa kalktı. Fuat Güneş “Son olarak senden bundan sonra çok daha dikkatli olmanı istiyorum, yeni görevin hayırlı olsun” dedi ve ekledi “ Odan bir alt katta hazırlandı. Çalışmaya hemen başla”
Elini masasının sağ kısmındaki çekmeceye uzatan Fuat Güneş çekmeceden, Ayhan’ın el konulan gümüş rengi Baretta’sını çıkardı. “Al bakalım. Yeterince ayrı kaldınız sanırım”
Ayhan’ın gözleri parıldamıştı.
Garipti ama şu ana dek duyduklarından daha çok Baretta’sına kavuşmak sevindirmişti O’nu.
“ilk işimiz MASKE operasyonunu tamamlamak. Operasyonu çok gizli sürdüreceksin. Konu ile ilgili diğer birimler geniş ve detaylı bir bilgiye sahip olmayacaklar, başka birimlerle paylaşımın sadece istediğin bilgileri almak ile sınırlı olacak.Kimseye açıklama yapma mecburiyetin yok. Bu operasyonla ilgili tüm inisiyatif senin elinde, gelişmelerle ilgili olarak beni bile gerek görmediğin sürece bilgilendirme. Beni gelişmeler değil sonuç ilgilendiriyor. Hadi bakalım artık top sende. Konu ile ilgili dosya özel kalemde verilecek, odana gidince okumaya başlarsın” dedi Fuat Güneş ve ekledi: “Haydi artık çalışmaya başlayalım”
Ayhan “Başüstüne Genel Müdürüm. Her şey için çok teşekkür ederim” diyerek, Fuat Güneş’in tokalaşmak için uzattığı elini sıktı. Yeniden kavuştuğu Baretta’sını beline yerleştirdikten sonra arkasını dönerek kapıya doğru yürüdü.
Ayhan kapıdan çıktığında karşısında odaya girerken konuştuğu bayan polis memurunu buldu. Özel kalemde oturmakta olduğu masasının altında 1-2 dakika önce yeşil bir ışık yanan bayan polis memuru başı ile selam vererek “iyi günler Amirim” dedi ve sarı, kalınca bir dosyayı Ayhan’a uzattı. “Dosyanız”. Ayhan dalgın bir biçimde teşekkür ederek, kendisi için Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 3. Katında hazırlanan odaya gitmek için asansöre binmek için koridorda yürümeye başladı.
Bir yandan da aklına bayan polis memurunun kapıdan çıkışta kendisine yeni unvanı ile hitap etmesi takılmıştı. içinden“Vay be amma gizli tebligat ha. Benden başka herkes nereye atandığımı biliyor anlaşılan” diye geçirdi.
Arkadaş Kılıçdaroğlu da CHP'ye oy vermedi zamanında - düşün adam seçmen kağıdı dahi almadı,sandığa gidemedi- ama adam genel başkanlık yaptı,yapıyor hala...
BiR OPERASYON HiKAYESi
Ayhan Çelen’in Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş tarafından makama çağırıldığı o günden 3 ay önce, bağlı olduğu Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi, istanbul Emniyeti Narkotik Şube Büro Amirliği ile ortaklaşa bir operasyon planlamıştı. Plan başarılı olursa büyük bir uyuşturucu şebekesi çökertilecek ve en büyük eroin baronlarından birisi ele geçirilecekti.
“MASKE” kod adlı operasyon için tam 9 aydır çok gizli bir çalışma yürütülüyordu. Operasyondan, 22 kişilik özel operasyon ekibi, Emniyet Genel Müdürü, istanbul il Emniyet Müdürü ve içişleri Bakanı haricinde kimsenin haberi yoktu. Çökertilecek çetenin içerisinde bazı milletvekillerinin olduğu istihbaratı alınmıştı ve bu nedenle içişleri Bakanı da operasyona özel önem veriyordu.
Operasyondaki olası bir sızmanın önlenmesi için bazı bilgiler operasyon ekibinden bile saklanmıştı. Bu bilgileri yalnızca içişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi Başkanı , istanbul Emniyet Müdürü ve istanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Büro Amiri biliyordu. Öyle ki yapılacak operasyonun hangi uyuşturucu baronuna yapılacağı dahi emniyette adamı olabileceği kaygısı ile operasyon ekibine açıklanmamıştı. Operasyon ünlü uyuşturucu baronu Ali Çetin’e karşı yapılacaktı. Ama yapılan değerlendirme toplantılarında ondan MASKE 1 kod adı ile söz ediliyordu.
Aslında operasyon, Ali Çetin’in yakalanmasından ziyade O’na emir veren üst düzey siyasiler ve iş adamlarından oluşan bir dizi önemli ismin Ali Çetin üzerinden gidilerek ortaya çıkarılması açısından önemliydi.
Operasyon ekibinden saklanan gizli bilgilerden birisi de operasyonun en başından beri uyuşturucu baronunun yanına istanbul Emniyeti Narkotik Büro Amirliği’nin göz bebeği, Komiser Şahin Çakır’ın sızdırıldığı, Şahin’in bu 9 ayda uyuşturucu baronu Ali Çetin’in güvenini kazanarak yanından ayırmadığı bir adamı haline geldiği ve Şahin Çakır’ın operasyonun kilit adamı olduğuydu.
Komiser Şahin Çakır, istanbul Emniyeti’nin en gözde Komiserlerinden birisiydi ve kendisine geleceğin Narkotik Büro Amiri gözü ile bakılıyordu.
9 aylık hazırlık sürecinde dinlemeler ve planlamalar hep Şahin Çakır’ın aktardığı bilgilere göre yapılmıştı.
Operasyonun hangi gün hangi saatte yapılacağı bile operasyon ekibinden saklanmıştı. Operasyon günü ekipte bulunan herkes, normal mesaisini bitirip Emniyetten ayrıldıktan 1 saat sonra teker teker aranarak istanbul Emniyeti’ne çağırılmış kendilerine “acil bir toplantı” yapılacağı söylenmişti.
Ekibin bilgisi dahilinde olan kısım son geceye kadar sadece operasyonun nerede yapılacağıydı. Operasyonun günü ve saati bile operasyondan hemen önce yapılacak son toplantıda açıklanacaktı ekibe.
Yapılacak son toplantıda hem ekibe operasyon planı açıklanacak, hem ekipteki görev bölümü yapılacak, hem de şimdiye kadar haberdar olmadıkları, mafyaya sızdırılan meslektaşlarından Ankara ekibi haberdar edilecek, resmi gösterilerek Şahin Çakır’ın tanınması sağlanacaktı.
Aslında plan basitti, ancak silahlı çatışma kaçınılmazdı…
Eroin sevkiyatı ve para değiş-tokuşu istanbul Gaziosmanpaşa’da terk edilmiş bir fabrika binasında yapılacaktı. Buluşma iki taraf için de önemliydi. Çünkü eroini alan taraf eroinin Türkiye’ye giriş güzergâhını son zamanlarda uzak bulmaya başlamıştı, yeni ve malı daha kısa sürede temin edebilecekleri bir güzergah belirlenmesini istiyordu. Eroini temin eden taraf ise alternatif bir güzergah belirlemişti. Ancak bu güzergah daha yakın olmasına karşın daha riskliydi ve bu da maliyetin artması demekti.
Bu nedenle her zaman aracılar ile yapılan sevkiyatta bu sefer işin başındaki zehir tacirleri, uyuşturucu baronları bulunacaklar, yeni güzergâhın ve yeni tarifenin pazarlığını yapacaklardı.
Buluşmadan bir gün önce Komiser Şahin Çakır bir bahane ile uyuşturucu baronu Ali Çetin’in yanından ayrılarak, sevkiyatın gerçekleşeceği terk edilmiş fabrika binasına gidecek, fabrika binasının yakınına düzeneği cep telefonuna bağlanmış bir ses bombası yerleştirecekti. Şahin Çakır fabrikanın içine de 3 küçük mikro kamera yerleştirerek pazarlığın ve sevkiyatın kaydedilmesini sağlayacaktı.
Baronların pazarlığa başladıkları an, kendilerini en güvende hissettikleri doğal olarak da en tedbirsiz oldukları an olacaktı. Ayrıca bir yandan da malların sevkiyatı ve para değiş tokuşu baronların adamlarınca yapılacaktı. işte onlar bu rahatlık içerisinde pazarlık yaparken Komiser Şahin Çakır fark ettirmeden telefonun tuşuna basarak ses bombasını patlatacak, çıkan kargaşada çevreyi sarmış olan ekipler büyük bir ihtimalle çatışarak içeriye gireceklerdi.
Ekipler içeri girene kadar Komiser Şahin Çakır, uyuşturucu baronu Ali Çetin’e bir şey yapmayacak, hatta sesin geldiği yöne rast gele bir-iki el ateş edecekti, yani son ana kadar sadık adam rolünü oynayacaktı. Ekibin içeri girmesi ile birlikte ise silahını yanında olacağı Ali Çetin’in kafasına dayayacak ve operasyon tamamlanacaktı.
Operasyon ekibi tek tek geldikleri istanbul Emniyeti’nin yeni binasında kendilerine 4. kattaki toplantı odasına gitmeleri söylendiğinde bir şeyler olacağını anlamışlardı…
içeriye az sonra planı anlatacak olan Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar ve istanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Büro Amiri Şeref Tekin girdi.
Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş ve istanbul il Emniyet Müdürü Hasan Kurban bir üst katta, Hasan Kurban’ın makamında operasyonu takip edecekler, operasyon ekibine sağlanacak mikro-mobil verici sayesinde operasyon görüntülerini gerçek zamanlı olarak an ben an izleyeceklerdi.
içişleri Bakanı Salih Bozkurt da Ankara’daki makamına kurulacak sistemle, Fuat Güneş ve Hasan Kurban’a görüntülü ve eşzamanlı olarak katılarak, makamından operasyonu dakikası dakikasına takip edecekti.
Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar, solana şöyle bir göz attı ve tedirgin biçimde “Ayhan nerede ?” diye sordu.
Toplantı salonuna bir sessizlik hakim oldu. Herkes bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu fark etmişti.
Uzun boylu, saçları bembeyaz, siyah gözlü polis şefi bağırarak sorusunu tekrarladı. Yüzü öfkeden kızarmıştı. Aslında alacağı cevabı tahmin ediyordu ama bu kez bu cevabı almamayı umarak bağırdı:
-“Ayhan nerede ? dedim size !”
Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Başkomiserlerinden Gürhan Dağlı ayağa kalktı ve utana sıkıla:
-“Kendisinden yaklaşık 2 saattir haber alamıyoruz efendim, cep telefonu da telsizi de kapalı” diyebildi.
Salim Kibar öfkeden deliye dönmüştü, masayı tekmeliyor, boştaki sandalyeleri deviriyordu.
-“Ne yapmaya çalışıyor bu adam. Her operasyon öncesi bir Ayhan sıkıntısı… Bu operasyonun önemini bilmiyor mu bu herif. Nasıl kendi kafasına göre hareket eder, nasıl bunca emeği riske atar, bu adamı operasyon yapılmadan önce kafese mi koymamız lazım. Allah belasını versin!”
Sonra kısa bir süre durdu, kendince alaycı bir gülümsemenin ardından kafasını sallayarak konuşmaya devam etti:
-“Bendeki de lafa bak. Adam tabii kafasına göre hareket eder. Hakkında açılan soruşturmalarda bırak ceza almayı, kınama bile verilmezse bu başına buyruk herife, olacağı budur. Ama ben bu operasyondan sonra yapacağımı bilirim. Hele şu operasyonu yüzümüzün akıyla bir atlatalım…”
Sinirden elleri titriyordu Salim Kibar’ın. Bir sigara yaktı ve operasyon ekibine planı anlatmaya başladı. içinden bir yandan Ayhan Çelen’e en galiz küfürleri ediyor, bir yandan da Allah’a Ayhan’ın yanlış bir şeyler yaparak operasyonu berbat etmemesi için yalvarıyordu...
Salim Kibar, içinden Ayhan Çelen’e küfürler savurduğu sırada, Ayhan Çelen çoktan Gaziosmanpaşa’daki fabrikaya doğru yola çıkmıştı bile.
Bundan bir hafta kadar önce yapılan kısa değerlendirme toplantılarından birisinde MASKE 1’in 3 yıl önce Ankara’da bir cinayet olayına karıştığına da bir cümle ile kısaca değinilmişti.
Sonraki günlerde kendi planını kurmak için düşüncelerine yoğunlaştığında bu toplantıda MASKE 1’in Ankara’da bir cinayete de karıştığını belirten o cümle kafasında bir şimşek gibi çakmıştı.
Her zamanki gibi bu operasyonu da kendisine terfi vermeyen amirlerinden bir intikam alma aracı olarak gören Ayhan Çelen için belki arkadaşlarının dikkatini bile çekmeyen bu kısacık bilgi kırıntısı yeterli ipucuydu. Önce Ankara Emniyeti Cinayet Masası’nda 7 yıl birlikte çalıştığı en yakın arkadaşı Komiser Cihan ile irtibata geçti.
Komiser Cihan cep telefonunda KANKA yazısını görüp de telefonu açar açmaz “Oğlum Ayhan hiç uslanmayacak mısın sen ya ? Geçen gün yine rahat durmamışsın ?” dedi.
Ayhan Çelen’in ise acelesi vardı. “Cihan senden bir yardım istiyorum” dedi. Komiser Cihan bezgin bir ses tonu ile “Söyle bakalım yine neyin peşindesin ?” diye cevapladı çok iyi tanıdığı arkadaşını.
Ayhan telefondaki arkadaşına 3 yıl önce uyuşturucu çetelerinin Ankara’da bir hesaplaşması olup olmadığını, ya da işlenen her hangi bir cinayette uyuşturucu çetelerine mensup adamların adlarının geçip geçmediğini kendisi için öğrenip öğrenemeyeceğini sordu. Komiser Cihan “Ben seni 10 dakikaya kadar ararım” diyerek telefonu kapattı.
Konuşmalarının ardından daha 5 dakika geçmemişti ki Ayhan Çelen’in cep telefonu çaldı. Komiser Cihan anlatmaya başladı “Ünlü uyuşturucu baronu Ali Çetin’in adamları 3 yıl önce, Ankara Küçükesat semtinde kumar oynatılan bir lokali basmış, Ankara yer altı dünyasında yeni yeni palazlanmaya başlayan Güven Şenol isimli mafya babasını kurşun yağmuruna tutmuş, adam oracıkta ölmüş. Ali Çetin’in adamları kısa bir çatışmanın ardından yara almadan olay yerinden çıkmayı ve izlerini kaybettirmeyi başarmışlar.
Daha sonra Ali Çetin’in baskını gerçekleştiren 4 adamı 5 ay sonra Antalya’da ele geçirilmiş, olayın kumar borcu nedeni ile çıktığını söylemişler, Ali Çetin ile ilgili tek kelime etmemişler. Bizimkiler ise çatışmanın Güven Şenol isimli mafya babasının Ali Çetin’e ait bölgelerde eroin satışı işine girmesinden dolayı çıktığından neredeyse emin. Neyse, lokal baskınında ölen Güven Şenol’un oğlu ismail Şenol da, her halde yer altı dünyasının raconuna uygun olarak intikamını kendi almak istediğinden Ali Çetin’in adamlarının bu ifadelerini doğrulayınca olayın ardında Ali Çetin’in olduğundan emin olmalarına rağmen bizimkilerin elinden de bir şey gelmemiş. Ayrıca Ali Çetin kredi kartı ekstresi ile o gece Bodrum’da olduğunu da kanıtlamış.. Ama sonra Ali Çetin’in 4 adamı…”
Aldığı yanıt O’na gereken bilgiyi vermişti… .Ayhan Çelen, acele ile “Teşekkürler Cihan çok yardımcı oldun” dedi ve Komiser Cihan’ın lafını tamamlamasına izin vermeden telefonu kapattı…
Kendi kendine “Klasik son… Daha sonra 4 adam içeriye atılmış, içeride de öldürülmüş…” dedi. Gülüyordu, “büyük balığın” kim olduğu ortaya çıkmıştı…. “Balık avı sezonu açıldı” diye geçirdi içerisinden…
Operasyonun Ali Çetin’e yapılacağını anlayan Ayhan Çelen kendi planını yapmaya başlamıştı. Gerçi elindeki bilgi yetersizdi ama bu O’nun bir plan yapmasına engel olamazdı.
Operasyonun Gaziosmanpaşa’da terk edilmiş bir fabrikada yapılacağı söylenmişti ekibe. Fabrikanın nerede olduğunu da biliyordu. Uyuşturucu sevkiyatı gündüz olamazdı. Çünkü gece farlarını söndüren tırların girerken fark edilmeyecekleri fabrika, gündüz giren araçların dikkati çekebileceği bir konumdaydı.
Bu yüzden sevkiyat gece yapılacak olmalıydı. Ama hangi gün, saat kaçta ? Bu soru kafasını birkaç gün kurcalamıştı Ayhan Çelen’in. Ama sorunun cevabını televizyonda spor haberlerini seyrederken bulmuştu.
O hafta Çarşamba günü saat 21.30’da Türkiye ile Yunanistan A Milli Futbol takımlarının inönü Stadı’nda maçı vardı. Maç Dünya Kupası’na katılabilmek için 2 takımın da son şansıydı ve iki takıma da mutlak galibiyet gerekiyordu. Ama asıl önemli olan Yunanistan’da oynanan bir önceki karşılaşmada çıkan olaylar nedeni ile üç Türk’ün ölmesinden dolayı ortamın daha da gergin oluşuydu. Çünkü bazı radikal milliyetçi grupların maç öncesinde, esnasında yahut sonrasında Yunanlılara karşı bir takım eylemlerde bulunabileceği istihbaratı alınmıştı.
Yunanistan Futbol Federasyonu da FIFA’ya başvurarak kendilerinin ve maça gelecek 2000 civarındaki Yunanlı izleyicinin stattaki can güvenliğinin korunması için ek polisiye önlemler istemişti. Bu isteği değerlendiren FIFA talebi haklı bulmuş, Türkiye Futbol Federasyonu’na bu yönde bir talimat göndermişti.
Bu nedenle maç günü istanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı 5000 polisin statta görev yapması ve inönü Stadı çevresinde de geniş güvenlik önlemleri alınması kararlaştırılmıştı. Yani istanbul Emniyeti o gün maç sebebi ile özellikle Avrupa yakasında alarmda olacaktı. Bu maçta talihsiz bir olay yaşanmaması Türkiye adına son derece önemliydi.
Bu da şu anlama geliyordu: Ali Çetin sevkiyat için bütün polis teşkilatının gözü Avrupa yakasındaki maçta olacağından, tam maç saatinde sevkiyatı yapacaktı. Böylece polisler tüm dikkatlerini maçta bir olay çıkmaması için Avrupa yakasındaki inönü Stadı ve çevresine yoğunlaştırdıklarından, kendisi Asya yakasındaki Gaziosmanpaşa’da bulunan fabrikada rahatlıkla sevkiyatı gerçekleştirebilecekti. Haliyle polis de operasyonu maç saatinde düzenleyeceklerdi.
“Zekice” diye aklından geçirmişti Ayhan Çelen ve hınzır bir gülümseme ile kendi kendisine “Ama bende az değilim hani…” demişti.
Sevkiyat gününün ve saatinin ne zaman olduğu sorusuna da kafasında yanıt bulan Ayhan Çelen planının detaylarını hazırlamaya başladı. Değerlendirme toplantılarının birkaçında fabrikanın içeriden ve dışarıdan çeşitli açılardan çekilmiş fotoğraflarını uzun uzun, detaylıca incelemişler ve bu fotoğraflar üzerinden beyin fırtınası yapmışlardı.
2 katlı bu virane fabrikanın alt katında bulunan ve fabrikayı enlemesine 10 eşit bölgeye ayıran duvarlar yıkılmış, pek çok aracın aynı anda bir arada durabileceği geniş bir otopark alanı yaratılmıştı. Belli ki burası daha önce de çeşitli kereler sevkiyat için kullanılmıştı.
Fabrikanın ana girişinden başka bir de arka tarafta bulunan ve 2. Kattaki pencerelere giden 5 ayrı yangın merdiveni vardı. Pencereler bir insanın rahatlıkla içerisinden geçebileceği ebattaydılar.
Bu merdivenlerden 2. Kata girildiği takdirde alt kat rahatlıkla izlenilebilir oluyordu. Atış için de uygundu.
Fabrikanın fotoğraflarını incelerken bir şey daha dikkatini çekmişti. Araçların park etmesi için oldukça müsait olan geniş alan, fabrikanın giriş yönüne göre batıda kalan bir duvar setiyle bölünüyordu. Bu duvar seti fabrikanın en arka tarafında bulunan duvarın yaklaşık 5 metre ilerisinde başlıyor, ana giriş kapısı yönünde enlemesine uzanıyor, karşı duvara varmadan iki kişinin aynı anda geçebileceği bir kapı boşluğu meydana getirinceye dek uzuyordu. Böylece duvar seti, fabrika duvarları ile birlikte arkasında kalan bölgeyi bir bölme haline sokuyordu. Setin yüksekliği yaklaşık iki metre civarındaydı, üzeri ise açıktı.
“Ali Çetin ve ağır misafirleri para alışverişini küçük Çin Seddi’nin arkasındaki bu bölmede yapacaklardır” diye geçirdi içerisinden Ayhan… “Haliyle pazarlığı fabrikanın ortasında, araçların başında ve herkesin yanında yapmak istemeyeceklerdir. Burası da uygun bir mekanı onlar için sağlamış görünüyor. O bölmede de yanlarında olsa olsa en güvendikleri birer adamları olur. Yani toplasan o bölme gibi olan kısımda 4 kişi olurlar. Eh, bana uyar”
Ayhan fotoğrafları daha detaylıca hatırlamaya çalışınca çok önemli bir ayrıntıyı hatırladı. Fabrikanın üst katında sağdan 4. Pencere bu bölme benzeri alanı çapraz ama iyi bir biçimde görüyordu. Yani içeridekilere sezdirmeden dördüncü pencereden içeri sızabilirse onları tepelerinden manzara izler gibi izleyebilecekti.
Üst katta üzerinde ayakta durulduğunda alt katın açık seçik görüldüğü, yaklaşık 2 metre genişliğinde,35-40 metre uzunluğunda kalın sacdan yapılmış bir platform vardı. Farika çalışır durumdayken büyük ihtimalle patronlar veya müdürler buradan aşağıya bakarak işçileri denetim altında tutuyorlardı.
Bu platformun hem sağ hem sol tarafından aşağıya iki taraftan da inen merdivenler vardı. Bu merdivenlerden bölme tarafındakinden aşağıya inildiğinde bölmeye ulaşabilmek için az bir mesafe kalıyordu. Ayhan sessizce pencereden içeriye girebilirse işte bu platformun üzerinde olacaktı.
Üst katta para alış-verişi yapılana dek bekleyecekti.
Ayhan sağ taraftan aşağıya inen merdivenlerden alt kata inmeyi planlıyordu. Zaten merdivenlerden alta indiğinde hedefi olan set bölmeye çok az bir mesafe kalmış olacaktı.
Sessizce bölmeyi oluşturan duvara yanaşacak, daha sonra solunda kalan ve sevkiyatın devam ettiği bölgeye çantasında getirdiği 3-4 sis bombası atacaktı.
Böylece hedef olma riskini de en aza indirecekti. En kritik nokta duvara kadar sessizce ve fark edilmeden ilerleyebilmesiydi. “E artık fark edilirsek de bir iki kişi fazla vuracağız. Su testisi, su yolunda kırılır” dedi. Kendisini çok ciddi bir riske atıyordu ama O hala bununla alay ediyordu.
Son olarak bölmeden içeri girecek, Ali Çetin’in “misafirlerini” yaralayacak, daha sonra silahı Ali Çetin’e doğrultacaktı. Ali Çetin’in adamı da patronunu namlunun ucundayken ateş edemeyecek, böylece Ali Çetin ağına düşmüş olacaktı.
Ali Çetin’in adamından silahını alacak ve Ali Çetin ile adamını kelepçeleyecekti
.
Ali Çetin O’nun sigortası olacaktı ayrıca. Hani tahmini yanlış çıkarda operasyon saatini bilememiş olursa, içeri girecek başka polis olmayacağından, sis bombasının etkisi geçtiğinde kendisine saldırmaya hazır olan çetenin sevkiyatla ilgilenen diğer elemanlarından Ali Çetin’in kafasına silah dayayarak kurtulacaktı.
Ali Çetin adamlarına silahlarını bırakmaların söyleyecek, O’da Ali Çetin ve adamı ile oradaki araçların birisi ile fabrikadan uzaklaşacaktı. Orada araçtan bol bir şey de olmayacaktı nasıl olsa.
Kendi operasyon planını hazırlamıştı. Operasyonuna ise saat 21.15’te başlamaya karar verdi. 15 dakika, her şey yolunda giderse kendisinin Ali Çetin’e kelepçeleri takması için yeterliydi. Tahminlerinde yanılmıyorsa, saat 21.30’da ise ekip arkadaşları operasyona başlayacaklardı.
“Ve içeri girdiklerinde ben sigaramı yakmış, yine dalgamı geçiyor olacağım” dedi.
Böyle kafasına göre o kadar operasyon yapmıştı ki artık bunları çocuk oyuncağı olarak görüyordu. Kendi başına girdiği her operasyonu başarı ile bitirmesi kendisine çok fazla güvenmesini sağlıyor, hakkında açılan soruşturmalardan bir sonuç çıkmaması ise O’nu kabul etmek istemese de şımartıyordu.
işte operasyon günü toplantıdan yaklaşık iki saat önce arkadaşlarına “Sandviç almaya çıkıyorum” diyerek ekibin yanından ayrılırken kafasında hazırladığı planı uygulamak üzere kendisine olan yüksek özgüveni ile birlikte, borçlanarak aldığı ve hayatında silahından sonra en çok değer verdiği şey olan siyah Fiat Alfa Romeo’suna atlayarak Gaziosmanpaşa’ya doğru yola çıkmıştı.
Her zaman çok hızlı araba kullanmasına rağmen bu kez arabayı normal bir süratle kullanıyor, kafasına kazıdığı fabrikanın fotoğrafları üzerinde, aklında planını son bir kez daha gözden geçiriyordu. Yeşil küçük sırt çantası yan koltuktaydı. içerisinde 5 şarjör, susturucu, küçük bir dürbün ve 4 sis bombası vardı.
Daha önce kendi başına kalkıştığı hiçbir operasyonda sis bombası kullanmamıştı. Emniyet envanterine kayıtlı dört sis bombasını dışarıya çıkartması da mümkün değildi. Ama Ayhan bunun da bir yolunu bulmuştu.
Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi’nde çalışmanın verdiği avantajla muhbir ve bağlantı elemanı olarak kullandığı Jilet Kemal lakaplı sicili kabarık bir suçlu ile temas kurmuştu. Jilet Kemal silah kaçakçıları ile içli dışlıydı. Ayhan kendine has “ikna” yöntemlerini kullanarak 4 sis bombası istediğinde, 1 gün içerisinde bombalar eline geçmişti bile.
Silah kaçakçılarından sis bombası alarak, bu sis bombalarını operasyonda kullanması bile aslında başlı başına bir skandal yaratabilirdi. Ama O bunu da düşünmüştü. Daha sis bombalarını teslim alırken bu sorunu düşündüğü için bombalar ile hiç temas etmemiş, onlara elini sürmemişti.Teslimat sırasında eldiven kullanmıştı. Onları kullanırken de eldiven takacak ve böylece parmak izi bırakmayacaktı. Operasyon sonrasında bombalar dikkat çekecek ve hakkında kendisine bir şey sorulacak olursa da sis bombalarının kaçmaya çalışan eroin çetesi elemanlarına ait olduğunu, çete elemanlarının polisten kaçarken görüş mesafesini kapatmak için bu sis bombalarından yararlandıklarını söyleyecekti.
Ayhan Çelen kafasında planını son kez gözden geçirdikten sonra, siyah Alfa Romeo’nun gaz pedalına yüklendi. Araba adeta kanatlanmıştı, hızlı araba kullanmak ise Ayhan’da ayrı bir heyecan yaratıyordu. Usta elleri ile kavradığı direksiyon ile Alfa’ya hükmediyor, karışık istanbul trafiği içerisinde adeta bir yılan gibi kıvrılarak ilerliyordu.
Saat 20.30 civarında fabrikaya doğru giden sapağa kırdı direksiyonu. Artık hedefe yaklaşmıştı. Az sonra seyrek ağaçlıkların kestiği açıklık bir alanın kenarında arabasının motorunu durdurdu. Buradan fabrikanın ışıkları belli belirsiz fark ediliyordu.
“Arkadaşlarımız gelmeye başlamışlar” dedi kendi kendine. Swatch saatine göz attığında saatin 20.35’i gösterdiğini gördü. Kendi tahminine göre sevkiyatın yapılmasın henüz 1 saat daha vardı. Şu anda fabrikaya kim gelmiş olabilirdi ki ? içine belki de ilk kez “Acaba ?” kelimesinin yarattığı kuşku düştü. Ama Ayhan kısa süre sonra kendisini toparladı.
Fabrikaya giden bundan sonraki yolu yürüyerek aşacaktı. Araba ile yaklaşmak riskli olabilirdi. Saatine bir kez daha baktı. Swatch bu kez 20.40’ı gösteriyordu. Hızlı adımlarla fabrikaya doğru yöneldi. Tam 20 dakika sonra saatler 21.00’i gösterirken fabrikanın arka tarafına ulaşmıştı.
“Bütün önlemler fabrikanın ana girişinde alınmış olmalı” diye düşündü. Çünkü arka tarafta kimse yoktu. Ya da bu tarafa doğru devriye atan çete elemanları arka tarafa henüz gelmemiş yahut yeni gitmişlerdi. “Her neyse önemli olan kimsenin olmaması. Biz işimize bakalım” diye söylenerek yangın merdivenlerine doğru yöneldi hızla.
Hemen sağdan 4. Pencereye çıkan yangın merdivenine tırmanmaya başladı. Yavaş yavaş ses çıkarmamaya gayret ederek merdivenleri çıktı. Pencerenin önüne geldiğinde fısıltı şeklinde “Bingo!” dedi. Kendisi pencerede cam olacağını hesaplayarak yanında cam elması getirmişti. Camı kesecek ve içeri girecekti. Bu da hem ses yapma riskini doğuruyordu hem de kendisine en az 5 dakikaya mal olacaktı. Oysa kafasındaki planı uygulamak için 15 dakikası vardı. O nedenle her dakika Ayhan için önemliydi.
Ama şimdi karşısında camları kırılmış, keskin uçlu bazı parçalar hala yerinde kalmış olsa da rahatlıkla içeri süzülebileceği bir pencere duruyordu. Ayhan atletik ve ince vücudunu yavaş hareketlerle içeri soktu.
Artık fabrikanın içinde 2. Kattaydı. Tıpkı tahmin ettiği gibi üstten bakılınca alt kat tüm açıklığı ile görünüyordu. Ancak fabrikanın tüm ışıkları yakılmamıştı. Bu kendisinin bulunduğu ikinci katta karanlık bir ortam olmasını ve daha kolay kamufle olmasını sağlarken, alt katta bazı noktaları ise net görememesi dezavantajını ortaya çıkarmıştı. Ama kendisi için önemli olan set tarafını rahatlıkla seçebiliyordu. Hemen tam siper vaziyetinde yere uzandı. Küçük yeşil sırt çantasını çenesinin altına yerleştirdi, dirseklerini çantaya dayadı ve çantadan çıkarttığı siyah küçük dürbünü ile aşağıyı izlemeye koyuldu.
“Kahretsin” dedi “Bu adamlar nerden çıktı ?” O’nun tahminlerine göre 21.30’da gerçekleşmesi gereken sevkiyatta kullanılacak hemen hemen tüm araçlar fabrikanın içerisine giriş yapmıştı.
Ama tuhaf olan bir şey vardı. Araçlar fabrikaya gelmişti ama ortada tek bir kişi bile gözükmüyordu. Dürbün ile fabrikadaki setin oluşturduğu bölmeye doğru baktığında, setin yakınında Ali Çetin ile yanında tek bir adamını gördü.
Ali Çetin’in adamı 30-35 yaşlarında, 1.90-1.95 cm boylarında, vücut çalıştığı her halinden belli, esmer düz saçlı, keskin yüz hatlarına sahip birisiydi.
Üzerinde siyah, işleme arması olan çok şık bir blazer ceket, beyaz hakim yaka bir gömlek, parlak son derece kaliteli bir kumaşı olduğu her halinden belli gri bir pantolon ve siyah rugan ayakkabılar vardı.
Ali Çetin’in hemen hemen bütün yakın adamlarını tanıyordu ama bu adamı daha önce hiç görmemişti. “Yeni gözde bu demek ki” diye geçirdi içinden Ayhan.
“Herifçioğlu mal sevkiyatına değil defileye gelmiş sanki” diye söylendi Ayhan fısıltıyla. “Allah bilir elleri de manikürlüdür şimdi bunun”. Sonra gözü şık blazer ceketin kenarındaki parıltıya takıldı. Adamın belinin sağından silahının kabzası görünüyordu. Silahın kabzası ceketin dışarısına dönüktü. “ilginç” diye düşündü Ayhan. “Arkadaş sol eli ile silah kullanıyor”. Sol elle silah kullananları tanırdı. Hemen hepsi keskin nişancı olurlardı. Şimdi biraz daha dikkatli olması gerekiyordu anlaşılan.
Ali Çetin ile adamı hararetli biçimde konuşuyorlar, Ali Çetin ara ara telefon görüşmeleri yapıyordu. “Son hazırlıkların talimatlarını veriyor olmalı” diye düşündü Ayhan.
Ali Çetin kendisinin katılacağı önemli ikili buluşmalara her zaman 1 saat önceden gider, her hangi bir pusu karşısında tedbirini alırdı. Tabii Ayhan bunu bilmediği için hesaba katmamıştı. O gün de öyle olmuş, Ali Çetin sevkiyattan 1 saat önce malların olduğu arabalar ve adamları ile fabrikaya gelmiş, tertibatını almıştı.
Saat ilerliyordu. 21.10’da henüz Ali Çetin’in buluşacağı kişi fabrikaya girmemişti. Ayhan “Ulan gelsenize, bu herif pazarlığı kendi kendisine mi yapacak “ diye söylenirken, fabrikanın önündeki ana kapı açıldı.
içeriye orta boylu, tıknaz, kafasını kazıtmış pis sırıtışlı bir adam ile onun arkasından gelen insan azmanı koruması girdi.
Ali Çetin’in misafiri nihayet gelmişti. Güneydoğu aksanı ile konuşan adam Ali Çetin’e yaklaşırken “Ayıp etmişsen Ali Aga. Biz sana bundan önce ters bir hareket mi yaptık ki, bugün erken gelip tertibat almışsan ?”dedi ve ekledi “Bir de adamlarına terbiye ver de bir daha büyüklerinin üstünü aramaya kalkmasınlar”
Ayhan az önce kapı tarafından gelen seslerin nedenini şimdi anlamıştı. Anlaşılan kapıda Ali Çetin’in adamları, gelen misafiri aramak isteyince misafirin adamları ile kısa süre bir gerginlik yaşanmıştı.
Ali Çetin yüzünde hiçbir ifadeye yer vermeden “Tertibat benim prensibimdir Zahit Ağa. Görüşmeye kendim gidiyorsam bu tertibat alınır. Sana özel değil, yanlış anlama, yılların alışkanlığı. Ha, terbiyeye gelince adamlarıma gereken terbiyeyi de veririm, yeri geldiğinde en ağır cezayı da. Bir şey yapmışlarsa benim talimatımdır. Sakın ola bana terbiye öğretmeye kalkmayasın” dedi.
Böylece misafirini aratma talimatı verdiğini açığa vuruyor ve raconunu kesiyordu. Psikolojik olarak Ali Çetin 1-0 öne geçmişti. Zahit Ağa denilen adam karşılık vermedi. Sadece sinirlice başını iki yana sallamakla yetindi. Belli ki en azından şu anda Ali Çetin’e eli mahkumdu.
Gece gerilimli başlamıştı.
“Neyse” dedi Ali Çetin “Biz işimize bakalım.” Ve arkasını dönerek adamının yanından geçti, hızlı adımlarla setin oluşturduğu bölmeye doğru ilerlemeye başladı. Arkasından da Zahit Ağa dediği misafiri ve koruması sete doğru yürümeye başladılar. Az sonra hepsi içeri girmiş olacaklar ve Ayhan da planladığı gibi operasyonuna tam saat 21.15’te başlayacaktı.
“Evet başlıyoruz” dedi Ayhan saatine göz attıktan sonra. Saati tam 21.13’ü gösteriyordu. “iki dakika kıyak geçtiler bana” dedi içinden. Daha sonra çenesinin altına yerleştirdiği küçük yeşil sırt çantasını açarak eldivenlerini almak için, başını yukarı doğru kaldırıp çantayı kendisine doğru çekti. Ama çanta gelmiyordu. Çantanın sol tarafı sol kolunun altına sıkışmıştı. Ayhan bunu fark etmeden çantaya fazla asılmıştı. Sol kolu bir an için kaydı ve çanta kurtuldu. işte o anda fark etmeden fazlaca asılmış olduğu çanta Ayhan’ın sağ elinde hızla savruldu ve hemen yan tarafta Ayhan’ın karanlıkta fark edemediği büyük sert plastikten yapılma çöp bidonlarından birisini büyük bir gürültü ile aşağı devirdi.
Gürültü sessiz fabrikanın içerisinde yankılanırken, Ali Çetin’in en yakın adamı olarak içeriye sızdırılmış olan Şahin Çakır “Lanet olsun. Zamanından önce girdiler içeriye” diye düşündü, yapacak bir şey yoktu. Birkaç saniyelik tereddütten sonra telefonunun düğmesine bastı. Şahin Çakır’ın düğmeye basması ile birlikte, telefona bağlı ses bombası patlamış, Şahin Çakır aynı anda plan gereği sesin geldiği yöne doğru,1-2 el ateş etmiş ve kendisini siper ediyormuş gibi Ali Çetin’e yaklaşmıştı.
Ali Çetin “Ne oluyor burada !” diye bağırdı. Ve Şahin Çakır’a “Ateş etsene lan!” diye talimat verdi. Polis ekiplerinin niçin hala içeri girmediğini anlamamış olan Şahin Çakır çaresiz, sesin geldiği yöne bir el daha ateş etmek için silahını doğrulttu.
Tüm bu olan bitenler yaklaşık bir-iki dakika içerisinde olmuştu ve aşağısı karışmıştı. Şahin Çakır’ın yeni bir atış yapmak için hazırlandığını gören Ayhan çoktan eline aldığı tabancasını ateşledi. Şahin Çakır kanlar içerisinde yerde kalmıştı.
Öte yandan fabrikanın giriş kapısı önünde bulunan diğer çete elemanları da içeriye dalmışlar, bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar, bir yandan da Zahit Ağa’nın adamının ateş ettiği yöne, yani Ayhan’a doğru ateş ediyorlardı.
Ayhan ilk ateş ettiği yerden sola doğru yuvarlanmış, moloz yığınlarının ardında sol kolunun üzerinde cenin halini almıştı. Ancak kafasını tam olarak dışarıya uzatamıyordu. Hemen fabrikaya girmeden önce çantasından çıkararak montunun iki cebine yerleştirdiği sis bombalarını buldu ve aşağıya doğru fırlattı. Ortalık gri bir sis bulutuna bürünmüştü. Ateş sesleri kesilmişti.
Ayhan o an sol bacağında bir sızı hissetti. Gelen kurşunlardan birisi bacağını sıyırmış olmalıydı. Ama yine de oldukça kan vardı. Hareket edecek durumda değildi. Merdivenden yukarıya doğru sis bulutunu yararak ilerlemeye çalışan bir adam gördü. Gördüğü anda silahını ateşledi. Adam yaralanmıştı.
Bu arada fabrikayı çevrelemekte olan polis ekipleri de silah seslerini duyarak hızlanmış ve ekip arabaları sirenlerini çalarak fabrikaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Ekip otolarından “Polis. Sarıldınız. Teslim olun” çağrısı yapılıyordu. Ortada plan filan kalmamıştı artık. Ne Ayhan’ın, ne Emniyet’in planı…
Bütün bu kargaşa arasında Ali Çetin, Zahit Ağa ve Zahit Ağa’nın koruması çoktan ortalıktan kaybolmuşlardı.
Polis ekipleri az sonra içeriye girdiklerinde kısa bir çatışmadan sonra yeni yeni dağılmakta olan sis bulutunun içerisinde yaklaşık 10 kişiyi yakalamışlardı.
Ayhan’ın son vurduğu adam merdivenlere yığılmıştı. Onun yanına gelen polisler yukarıdan ateş edildiğini anlamış, üst kata doğru koşmuşlardı.
Ayhan’ın yanına ilk gelen Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi dedektiflerinden Erhan Çevik olmuştu.
Erhan Çevik, molozların arkasında yaralı biçimde yatan Ayhan Çelen’i görür görmez aşağıdaki arkadaşlarına seslendi.
Ayhan ise hala ilk defa bir planında başarısız olmanın sinirini taşıyordu. Bir de tüm polis arkadaşlarının kendisinin vurduğu Ali Çetin’in adamı etrafına toplanmış olması dikkatini çekmişti o yaralı haliyle.
Acıdan yüzünü buruşturarak “Ulan adam için neredeyse merasim düzenleyip gözyaşı dökeceksiniz. Kim lan bu herif ?” dedi
Erhan Çevik “Zorlama abi kendini şimdi, öğrenirsin nasıl olsa” dedi.
Ayhan biraz daha zorlanarak
“Neyi ?” diye sordu.
Gerisi bir karanlıktı O’nun için. Gözlerini açtığında başında Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar’ın sinirli bir biçimde volta attığı bir hastane odasında, koluna serum takılı vaziyette buldu kendisini.
Organize Suçlar Dairesi Komiserlerinden Ayhan Çelen giymeyi hiç sevmediği takım elbisesinin kravatını zorla sıkılaştırdı. Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş kendisini bekliyordu. Lacivert takım elbisenin içerisinde kendisini boğuluyormuş gibi hissediyordu.
Komiser Ayhan Çelen Polis Akademisi’nden başlayan göz kamaştırıcı bir sicile sahipti. Bu başarıları karşılığında bir Devlet Üstün Hizmet Madalyası, üç de Üstün Cesaret ödülü kazanmıştı. Ayhan Çelen’in silahlara karşı ise inanılmaz bir tutkusu vardı . Atış konusundaki yetenekleri polis teşkilatında adeta bir efsane olmuştu. Operasyonlardaki atılganlığı, gözü pekliği ve cesareti, silah kullanma konusundaki ustalığı ile birleşince Ayhan Çelen’in namı tüm teşkilata yayılmış, genç yaşında teşkilat içerisinde haklı bir üne kavuşmuştu.
Organize Suçlar Dairesi O’nun son adresiydi. Buradan önce uzun sayılabilecek bir süre ;7 yıl boyunca Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası’nda görev yapmıştı. Yıllardır çözülemeyen ve Emniyet teşkilatında “Şifrelenmiş” olarak tanımlanan cinayetleri birer birer ve kısa süre içerisinde aydınlatması “Şifre Kırıcı” lakabını almasına yol açmıştı.
Ancak Ayhan komiserin kötü bir huyu vardı. Belki hayatına mal olabilecek bir huydu bu. Ama o bu huyunu her zaman alaya almıştı.
Ayhan Çelen’in kötü huyu; kurallara uymayı sevmemesi, onları hatta onların uygulanmasını emreden amirlerini yok saymasıydı. Tam anlamı ile başına buyruk hareket ediyor, operasyonlarda çoğu kez planların dışına çıkıyor, çelik yelek takmıyor, operasyon başlamadan aniden ortadan kayboluyor ve kendi kafasına göre hazırladığı planı uygulamaya koyuyordu.
Bu huyları nedeniyle Ayhan Çelen’den Emniyet Teşkilatı içerisinde “Tek kişilik cumhuriyet” diye bahsediliyordu.
Çoğu zaman silahlı çatışmaya, bağlı olduğu ekipten önce giriyor ve yine çoğu zaman kendisinin ayrıldığı ekip arkadaşları olaya müdahil oluncaya dek geçen zamanda kendi tabirince“büyük balığı” avlamış oluyordu.
Bu O’nun intikamıydı aslında. Yıllardır terfi etmeyi bekliyor ancak göz kamaştırıcı siciline rağmen, başına buyruk hareketleri, amirlerini dinlememesi ve zaman zaman amirleri ile yaşadığı sorunlardan dolayı kendisine terfi verilmiyordu.
Kendisi suçlularla daha önce çatışıp, kendi deyimi ile “büyük balıkları” ağına tüm ekip gelene kadar düşürdüğü zamanlarda, hele de çatışma tamamen bitmişse bir köşeye çekilir, keyiflice sigarasını yakar, arkadaşlarını beklerdi. Ekip olay yerine geldiğinde çoğu kez yerde birkaç ölü yahut yaralı ve kelepçesi takılmış “büyük balığı” görür, O ise her zamanki pis sırıtışıyla “Hoş geldiniz arkadaşlar vallahi biraz daha gelmeseniz gidecektim. Kısır gününüz uzadı her halde” der ve dalgasını geçerdi.
Bu sözleri ile aslında “Bana terfi vermeseniz de ben sizden hep bir adım öndeyim. Siz benim ardımda kalmaya mahkûmsunuz” diyor, amirlerini aşağılıyor, kendi egosunu tatmin ediyor, hırsını ancak bu şekilde dizginleyebiliyordu.
Ayhan Çelen’in bu kural tanımaz tavrı defalarca Emniyet Teşkilatı’nı karıştırmış, durumu masaya yatırılmış, defalarca soruşturma geçirmiş ancak her seferinde operasyonları başarı ile sonuçlandırması, cesareti ve teşkilatta O’nun kadar iyi yetişmiş bir elmanın sayısının çok az olması nedeni ile işlediği kusurlar görmezden gelinmiş, yapılan soruşturmaların üzeri kapatılmıştı.
Tabii bunda Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş’in de rolü büyüktü.
Ayhan Çelen, Polis Akademisi’nin en parlak öğrencisi olarak öğrenim hayatını sürdürdüğü yıllarda, Ankara il Emniyet Müdürü olan Fuat Güneş aynı zamanda haftada 2 gün Polis Akademisi’nde ders vermekteydi.
O zamanlar tanıdığı ve keskin zekâsına hayran kaldığı Ayhan Çelen’in dosyasını isteyen Fuat Güneş, bu parlak öğrencinin de kendisi gibi babasız büyüdüğünü ve yaşlı annesi ile birlikte çok zor şartlar altında okumaya çalıştığını öğrenmiş, bir gün kendisini evine davet etmişti.
Evine misafir ettiği genç polis adayının gerek Dünya gerek Türkiye siyasal hayatı hakkındaki görüşleri, gerekse mesleki konularda Dünya’da yaşanan gelişmeler konusundaki donanımından etkilenen Fuat Güneş, bu başarılı öğrenci ile müsait olduğu her hafta sonu yemek yiyip sohbet etmeye başlamıştı.
Bu görüşmeler Fuat Güneş’in istanbul Emniyet Müdürü olarak tayininin çıkmasına dek sürmüştü. Bu arada Fuat Güneş çok gururlu olduğunu gözlemlediği Ayhan Çelen’e maddi yardımda bulunmayı da kafasına koymuştu. Ancak bunu O’na bir kez teklif ettiğinde Ayhan Çelen’in kesin bir tavırla bu yardımı kabul edemeyeceğini belirtmesi ve bir daha bunu kendisine teklif etmemesini istemesi kendisini büsbütün etkilemişti. O andan sonra aralarında bir daha paranın lafı geçmemişti.
Zaten Ayhan Çelen bir süre sonra Polis Akademisi idaresinden çağırıldığında kendisine” Emniyet Teşkilatı Başarı Bursu” adı ile bir burs bağlandığını öğrenmişti. Bu bursu nasıl geri ödeyeceğini sormuştu hemen, çünkü verilen miktar O’na göre çok yüksek bir rakamdı. Kendisine “Bu sana mezuniyetinden sonra yazılı olarak bildirilecek” cevabı verilmişti. Akademi’yi bitirinceye dek de böylece para sorunu olmamıştı.
Fuat Güneş, istanbul’a tayin olduktan sonra da, Emniyet Genel müdürü olunca da hissettirmeden Ayhan Çelen’i gözlem altında tutmuş, irtibatını kesmemiş ara sıra Ankara’yı arayıp, arkadaşlarına O’nun ve annesinin durumunu sordurmuş, bilgi almıştı.
Ayhan Çelen’in yaşlı annesi vefat ettiği zaman istanbul’dan kalkıp cenaze için Ankara’ya geldiğinde pek çok kişi buna şaşırmış, oysa Ayhan Çelen ile Fuat Güneş ancak bir baba-oğulun anlaşabileceği şekilde gözleri ile anlaşmış, Ayhan’ın büyük acısını paylaşmışlardı.
Fuat Güneş çocuğu olmadığı için Ayhan Çelen’e karşı farklı bir duygu besliyor, O’nu evladı gibi görüyordu.
Fuat Güneş bir yandan da Ayhan Çelen’in hakkında kendisine gelen tüm şikayetlere göğüs germişti.
Bendeniz tarafından kaleme alınan "Tarihi Kurgu/Polisiye" kategorisindeki Hanedan Büyük Sır isimli romanımı sözlükte bölümler halinde yayınlamaya karar vermiş bulunmaktayım...
işte ilk bölüm... Yorumlarınızla şenlendirmek size kalmış...
Not:Kitabın her türlü telif hakkının alınmış olduğunu belirtmeden geçmeyeyim...
HANEDAN/BÜYÜK SIR
GiZLi KÖŞK’TE BiR GECE…
Sofra yavaş yavaş toplanıyordu… Eğlenceli geçen gecenin sonuna yaklaşılmıştı. Yalçın kayalıkların tepesine kurulmuş etrafı ağaçlıklarla çevrili Gizli Köşk’te sohbet, yerini konuşmaların gittikçe azaldığı, sadece aralıksız çalan gramofondan gelen musiki eserlerin melodisinin hakim olduğu bir atmosfere bırakıyordu.
General’in çok yakını olan birkaç kişinin dışında kimse bu Köşk’ün varlığından haberdar değildi. General, sadece önemli konuklarını bu Köşk’e davet eder, diğer misafirlerini ise şehirdeki konağında yahut bağ evinde verdiği akşam yemeklerinde ağırlardı.
Köşk’e gelinirken arabalar belli bir yerde duruyordu. Sonrasında yürüyerek patika bir yol takip ediliyordu. Dik bir rampa çıkılıyor, daha sonra labirent benzeri köşelerden dönülüyor, Köşk’ün tam altında ise yol birden bire sona eriyor, açıklığın sağında sarmajıklarla kamufle edilmiş, çok zor fark edilen yaklaşık 2 metre uzunluğundaki bir duvarın içerisine gömülmüş, dar, demir parmaklıklı bir kapının içerisinden bir dehlize giriliyordu. Dehliz ancak 1 kişinin içerisinde yürüyebileceği şekilde tasarlanmıştı. Birden fazla kişinin dehlizde yürüyebilmesi için ard arda sıralanması gerekmekteydi. Aydınlatma ise kapıdan başlayarak birkaç metre aralıklarla duvarlara sağlı sollu monte edilmiş küçük meşaleler ile sağlanmaktaydı.
Dehlizin sonunda ise Köşk’ün dış bahçesine çıkılıyor, Köşk’e ise ancak dış bahçeden merdivenle yukarıya çıkıp, geniş duvarları birleştiren demir parmaklıklı kapıdan geçilerek uzun bahçeyi aştıktan sonra varılıyordu.
Köşk’ün iç bahçesinden aşağıya doğru bakıldığında dış bahçe kare biçiminde gözler önüne seriliyordu.
Köşk’e gelen konukların daha araba durmadan bir süre önce gözleri bağlanır, Köşk’ün bahçesine gelene kadar da açılmazdı. Konuk veya konuklar Köşk’e giden yolu bilmezler, Köşk’ü ise ancak bahçede gözleri açıldığında görebilirlerdi.
O güne dek pek çok önemli ve gizemli misafiri ağırlamış olan Köşk’ün o akşamki konukları bir grup öğretmendi.
Ancak onlar sıradan öğretmenler değildi… Genç Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişmeleri için General’in kurduğu Nihayet Vakfı tarafından ingiltere’ye gönderilmiş, burada hem Batı’nın eğitim sistemini yakından tanımış, hem yabancı dil öğrenmiş, hem de eğitimlerini bu ülkede tamamlamışlar şimdi ise vatana hizmet etmek için yurda dönmüşlerdi.
Yurda döndüklerinde vakfın kurucusu olan General’in kendilerini akşam yemeğine davet ettiğini öğrenmeleri onları hem çok şaşırtmış, hem de çok heyecanlandırmıştı.
Ahşap bir merdiven ile çıkılan, Köşkün 2. katındaki yemek salonu oldukça genişti. Son derece zevkli döşenmiş salondaki yemek masasının üzerindeki yemek takımı Fransa’dan getirtilmişti. Salonun altın yaldızlı duvar kâğıtları ile bezenmiş duvarları ise pek çok ünlü ressamın yağlıboya tabloları ile süslenmişti. Salonun ortasında yemeğin yendiği büyük, dikdörtgen, işlemeli bir masa ve bu masanın çevresinde sütlü kahverenginin hâkim olduğu son derece zarif, oymalı bir oturma grubu vardı. Odaya girişte hemen sağ ve sol duvarlarda karşılıklı yerleştirilmiş olan büyük boy aynaları daha odaya girer girmez insanın büyülü bir dünyaya adım attığı hissine kapılmasını sağlıyordu. Tavan yerden oldukça yüksekteydi ve insana bir kubbenin altındaymış hissini veriyordu. Tavandan sarkan 3 büyük kristal avize ise bu muhteşem atmosferi daha da etkileyici bir hale getiriyordu. Yerde ise General’in özel isteği üzerine dokunmuş göz alıcı bir Isparta halısı seriliydi. Geniş salonun en sağ köşesindeki gramofon ise odanın zarif dekorunu tamamlıyordu.
Salonun Kuzeye bakan yönünde, iki büyük camlı kapının ters yönlere açılarak ortaya çıkardığı oldukça geniş bir balkon vardı. Yemekler salondaki büyük dikdörtgen masada yenildikten sonra içki ve sohbet faslının başladığı, büyük yuvarlak bir masa geniş balkonun tam ortasına yerleştirilmişti...
Beyaz örtüsünün kenarı dantellerle işlenmiş masanın üzeri, masaya getirilen meyve tabakları, rakı, viski, votka, kanyak şişeleri ve bardaklarla doluydu. Meze olarak ise beyaz peynir, kavun,ezme ve Arnavut ciğeri vardı.
içki olarak genelde Kulüp Rakısı tercih edilmişti o gece. Ancak General’in votkayı tercih etmişti her zamanki gibi.
Saatler 03.45’i gösterdiğinde gece boyu hiç durmadan birbirinden güzel musiki eserlerini çalan gramofonun sesi aniden kesildi.
Sofradaki öğretmenler, salona hakim olan sessizlik ile birlikte gecenin sonuna gelindiğini anlamışlardı. Ancak General’in huzurunda olmaktan ötürü o denli heyecanlıydılar ki, müsaade istemek için bile tereddüt gösteriyor, konuşmaktan çekiniyorlardı. Gerçi haksız da sayılmazlardı. Gücü ve nüfuzu efsane haline gelmiş bir adamın karşısında oturuyorlardı.
Kısa bir an için ortama tam bir sessizlik hakim oldu. General, gözlerini ileriye doğru dikmiş elinde votka bardağını bir sağa bir sola çeviriyordu. Sanki bir şeyler düşünüyor, ufukta bir şeyleri tasarlıyordu.
Sessizliği 5 kişilik öğretmen grubundan Ali ihsan Türkkan’ın tok sesi bozdu:
-“Efendim, bizi kabul etmenizden dolayı çok büyük şeref duyduk. Gece boyunca izlenimlerimizi ve gelecek için fikirlerimizi zat-ı âlilerinize sunma fırsatını bize verdiğiniz için müteşekkiriz. Bu gece ömr-ü hayatımız boyunca benim ve arkadaşlarımın hatıralarının en müstesna yerinde korunacaktır. Gece boyunca çoğunlukla biz konuştuk, siz ise bizi dinlemekle yetindiniz. Umarız sizi sükûtu hayale uğratmamışız, sizi üzmemişizdir. Bize bir emriniz yoksa biz müsaadenizi isteyelim Paşam… “
General, gerçekten de Ali ihsan Bey’in söylediği gibi gece boyunca yurt dışından yeni dönmüş olan öğretmenlerin izlenimlerini, fikirlerini ve önerilerini dinlemiş çok fazla da konuşmamıştı. Sanki bir şeyleri ölçüyor, biçiyordu. Aklı, öğretmenlerin vatana hizmet için coşku ile dile getirdikleri önerilerden başka bir şeylere takılmıştı sanki…
General uzaklara diktiği bakışlarını yeniden masaya, öğretmenlere doğru yöneltti. Sofradakilere o geceki son sözlerini söyledi.
-“Asıl ben sizlerle yakından tanışmaktan büyük bir memnuniyet duymaktayım. Unutmayınız; bir ülke bilime ne ölçüde sahip çıkar, memleket sınırları içerisinde ne kadar yaygınlaştırabilirse gönenci ve refahı o derece artar. Ayrıca bu memleketin geleceği siz değerli muallimlerin yetiştireceği nesillerin ellerinde şekillenecektir.Onun için sizden ricam yarından tezi yok gidiniz ve Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) ülkemizin eğitim sistemi ile ilgili görüş ve önerilerinizi belirten birer rapor hazırlayınız. Ayrıca tatbik etmek isteğiniz mevzular ile ilgili olarak da Maarif Vekâleti Müsteşarı ile görüşünüz. Sizlere gerekli kolaylık sağlanacaktır.”
Sonrasında italyan bir terziye diktirilmiş beyaz takım elbisesi içerisindeki General ayağa kalktı, bir elinde yarısı halen yanmakta olan sigarası olduğu halde, tek tek kendisinin ayağa kalkması ile birlikte yerlerinden ok gibi fırlayan genç öğretmenlerin elerini sıktı “Selametle gidiniz” dedi. “Aşağıda size eşlik edecek muhterem bir zevat var. Gidişiniz gelişinizden biraz farklı olacak” diye de ekledi.
Öğretmenler birbirlerine baktılar, anlayamamışlardı ancak General ne diyorsa öyle olacaktı.
Odada bulunan bir görevli öğretmenlere eşlik ederek odadan çıkardı.
Şimdi odada yalnız General ve yaveri Arslan Bey kalmıştı…
General bir eli cebinde, balkonda Arslan Bey’e sırtı dönük biçimde durarak, rüzgarın siyah, düz saçlarını savurmasına aldırmaksızın bitmek üzere olan sigarasından derin bir nefes çekti.
Arslan Bey, balkona doğru birkaç adım atarak sessizliği bozdu:
-“ Efendim bir karara varabildiniz mi ?”
General bir an bile tereddüt etmedi:
-“Unutma Arslan. Bu çocuklar 2 senedir takibimizde. Her attıkları adımdan, bütün ilişkilerinden haberimiz var. Ayrıca karakter analizleri ile ilgili raporlar çok zaman önce elimizdeydi. Ben kararımı bundan 1 sene evvel verdim. Bu gece yapılan mülakatlar sadece bu kararımın pekişmesini sağladı”
Arslan Bey bu kez daha açık sordu:
-“Hangisi efendim ?”
General’in ağzından “Ali ihsan Türkkan” ismi döküldü.
Arslan Bey kesin bir ses tonu ile “Emredersiniz Paşam” dedi.
Sonra hızla arkasını dönerek alt kata indi. Tek tek kendileri için hazırlanan hediye paketlerini alan öğretmenler Köşk’ün hemen bahçeye açılan kapısının önündeydiler.
Arslan Bey öğretmenlerin yanına yaklaştığında bakışların kendisine çevrildiğini fark etti.
-“Komutanımın söylediği gibi dönüşünüz gelişinizden biraz farklı olacak. Köşkün farklı noktalarından teker teker sizlere eşlik edecek görevliler tarafından çıkarılacak, dış bahçedeki dehlizin kapısı önüne getirileceksiniz. Sonrasında geldiğiniz yoldan geri döneceksiniz. Bu esnada hemen belirteyim; az sonra gözleriniz yeniden bağlanacak. Gelirken arabadan indiğiniz noktada ise sizi 5 ayrı araba bekliyor olacak. Evlerinize dek sizleri bırakacağız” dedi.
Öğretmenlerden Rahmi Bey:
-“Bunun nedeni nedir ? “ diyecek oldu ancak Arslan Bey’in “Sormanız değil uymanız gerekli” şeklindeki cevabı ile birlikte görevliler, öğretmenlerin yanına gelerek teker teker gözlerini bağlamaya bağladılar.
Bu esnada Arslan Bey gözleri bağlanan Ali ihsan Türkkan’ın yanına gitti ve kulağına eğilerek “Siz bir müddet daha misafirimiz olacaksınız Ali ihsan Bey” diye fısıldadı.
Ali ihsan Bey’in içini garip bir ürperti kapladı. Acaba kendisi neden arkadaşlarından ayrı tutulmaktaydı? Farkında olmadan bir hata mı yapmıştı? Aklından birbiri ardına sorular gelip geçerken rüzgarın verdiği ürpertiyi ve arkadaşlarının uzaklaşırken yerdeki kurumuş, sararmış yapraklara basarak çıkardığı sesleri duydu.
Sesler iyice uzaklaştığında gözlerindeki siyah bant çözüldü. Ali ihsan Bey arkasını döndü, “ Arslan Bey…” diyecek oldu ama Arslan Bey yoktu ortalıkta, genç bir görevli “Buyrun Ali ihsan Bey” dedi ve birlikte yeniden konağın içerisine girdiler.
Yemek salonuna çıkan ahşap merdivenin gecenin sessizliğinde çıkardığı gıcırtılar Ali ihsan Türkkan’ın kafasının içerisinde yankılanıyor, gittikçe esrarlı bir hal alan bu durum genç öğretmeni her geçen saniye biraz daha endişelendiriyordu.
Yemek salonunun kapısına gelindiğinde genç görevli “Benim görevim buraya kadar” diyerek arkasını döndü ve aşağı kata doğru hızla inerek gözden kayboldu.Her yer karanlığa bürünmüştü.
Kapalı kapının önünde tek başına kalakalmış olan Ali ihsan Bey’in o an tek düşüncesi, 15 dakika öncesine kadar içerisinde bulunduğu için kendisini Dünya’nın en şanslı kişisi saydığı o Konak’tan kaçabilmekti.
Ali ihsan Bey’in bu düşüncelerini dağıtan ise yemek salonunun kapılarının gıcırdayarak ağır ağır açılması oldu.
Ali ihsan Bey açılan kapıdan baktığında salonun içerisini ve kapıyı açanı tam olarak seçemedi, çünkü 15 dakika önce ışıl ışıl olan salonun içi de şimdi Köşk’ün diğer tüm bölümleri gibi karanlığa gömülmüştü. Ali ihsan Bey, kapıda yüzü tam olarak seçilemeyen ama elinde gümüş bir şamdan içerisinde mum tutan bir erkek silueti görebiliyordu.
Siluet mumu biraz daha yaklaştırdığında ise Ali ihsan Bey, Arslan Bey’i seçebildi. Arslan Bey genç öğretmene eli ile içeriye gelmesini işaret etti. Ali ihsan Bey kapıdan içeri girdi, artık hiçbir şey düşünemiyordu. Birkaç adım attıktan sonra önündeki Arslan Bey’in durması ile O’da durdu.
Arslan Bey, tam kapının sol yanındaki büyük boy aynasının önünde durmuştu. Aynada, mum ışığındaki yansıma Ali ihsan Bey’in daha da gerilmesine neden oldu. Artık ellerinin titrediğini hissediyordu.
Sol eli ile gümüş şamdanlıktaki mumu tutan Arslan Bey, sağ eli ile boy aynasının kenarındaki işlemeli kabartma kısmı itekledi. Ayna içeriye doğru döndü. Şimdi koca ayna duvardan içeriye doğru açılan bir kapı meydana getirmişti.
Şaşkınlıktan bakakalmış olan Ali ihsan Bey “Bu da ne ?” diyebildi zorlukla. “Sakin olun. Birazdan anlayacaksınız” dedi Arslan Bey. Ali ihsan Bey ürkek adımlarla aynanın kamufle ettiği gizli yola doğru ilerledi. Arslan Bey, Ali ihsan Bey’in ardından gizli geçide girdi ve aynayı içeriden iterek eski haline getirdi.
Ayna kapandığında odada çalar saatin sesi duyuldu. Saatler 04.00’ü gösteriyordu.
Yaklaşık 2 saat sonra ayna bu kez içeriden açıldı.
Kapıdan ilk olarak Arslan Bey çıktı, ardından da Ali ihsan Bey.
Ali ihsan Bey’in yüzünde şaşkınlık ve tuhaf bir heyecan ifadesi vardı. Arslan Bey, genç öğretmenin gözlerinin içerisine bakarak tek bir kelime söyledi. “Sessizlik”, Ali ihsan Bey’in yanıtı da tek kelime oldu “ÇATI”
Sonra Arslan Bey, Ali ihsan Bey’e sarıldı, kucaklaştılar. “Köşk’ün kapısında bir görevli sizi bekliyor. Artık gidebilirsiniz” dedi Arslan Bey. Başıyla onayladı Ali ihsan Bey. Kapıyı açan Arslan Bey, elindeki şamdanı Ali ihsan Bey’e verdi. Ali ihsan Bey yolunu mumla aydınlatarak Köşk’ün kapısına geldi. Şamdanı köşedeki komodine bıraktı, mumu söndürdü.
Ali ihsan Bey’in ayak sesleri merdivenlerde uzaklaşırken, Arslan Bey yemek salonunun kapısını içeriden kapattı. Tam o esnada bu kez sağ duvardaki boy aynası içeriden açıldı.
Uzun boyu ve yapılı vücudunun oluşturduğu ürpertici silueti ile aynanın kapısını içeriden açarak dışarıya çıkan General’di. Yüzünde, tasarladığı bir işi sonuca ulaştırdığı zamanki rahatlığın ifadesi vardı.
Az önce Arslan Bey ile Ali ihsan Türkkan’ın yaptığı görüşmeyi onların tam karşısından ama onların göremeyeceği bir açıdan izlemişti.
Balkona açılan camlı kapılara doğru ilerledi. Hemen bir sigara yakmıştı. Gipür dantelli tül perdeyi hafif araladı. Ali ihsan Bey’i ve yanındaki görevliyi gördü. Ali ihsan Bey, Köşk’ten ayrılıyordu. Ancak bu kez gözleri bağlanmamıştı.
“Arslan” dedi General, “7.Grubu da tamamladık. Köşkü mühürleyin. Tahliye de derhal başlasın”
“Emredersiniz Paşam” dedi Arslan Bey.
Köşkün tam arkasında sadece General’in kullandığı bir araba yolu vardı ve General’in arabası çoktan hazırlanmıştı. Arslan Bey ile yaptığı son konuşmadan 15 dakika sonra General arabasına binmiş, şehir merkezine doğru yola çıkmıştı bile. Bugün O’nun için çok yoğun geçecekti…
Arslan Bey ise tahliye işlemlerini başlatmış, Köşk’teki görevlileri toplamış, köşkü mühürletmişti.
Saatler 06.30’da tan ağarırken Gizli Köşk’ün kapısı mühürlenmiş, personeli tahliye edilmişti. Gizli Köşk’ten son ayrılan Arslan Bey oldu. O dehlizden gidecek ve dehlizin kapılarını da kilitleyecekti.
Ayrılmadan önce Gizli Köşk’e doğru bakan Arslan Bey “SESSiZLiK” dedi ve arkasını dönerek uzaklaştı…
Tarih yaprakları 29 Ekim 1940’ı göstermekteydi…
Az önce başıma gelmiş hadisedir.Özel numara aradı,açtım.5-6 saniye konuşmadı, tabi ben 2-3 kez "alo,alo" dedim bu arada, sonrasında kapandı.Enteresan olmaktadır bu saatte, başkası ne düşünür bilmem tabii...
Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1980 askeri darbesi ile kapatılmasının ardından yeniden açıldığı 1992 yılında yazılmış olan ve o dönem için Türkiye şartlarının çok ötesinde ve yeterli bulunan,yanılmıyorsam 2006 yahut 2007 yılında revize edilen parti programının gelinen dünya ve Türkiye siyasal şartları gereği, Türkiye ve Dünya siyasal konjonktürünün radikal biçimde değişmesinden ötürü CHP'nin yeni bir programa sahip olması gerekliliğinin gün yüzüne çıkmış halidir.
Bunun için en önemli sebep, 1992'de yazılan ve daha sonra revize edilen CHP programının emek-sermaye çelişkisi üzerinden kurgulanmış olmasına rağmen, bugün gelinen noktada artık sadece kağıt üzerinde bağımsız olan ve fiili olarak "yarı sömürge" haline getirilen Türkiye'de gerçek anlamda sol bir partinin mücadele perspektifini emperyalizmin "ezen ülke-sömürülen ülke" çelişkisi üzerinden belirlemesi zorunluluğudur.
Bu nedenle programını bu perspektif üzerinden radikal biçimde baştan aşağıya yenilemeyen ve bu yeni programın ana sac ayakları olarak emek iktidarı,tam bağımsızlık ve antiemperyalizmi belirlemeyen bir CHP, Türk solu ve siyaseti açısından yeni bir umut ve alternatif olmak yerine "Müesses nizamın" koruyucusu,statükocu ve Türk solunun önünü kesen bir siyasal organizasyon olarak kalmaya ve Türk milletini sermaye işbirlikçisi burjuva merkez sağ partiler ile "Allah ile kandırma üstadı" siyasal islamcı partilere mahkum etmeye devam edecektir.
Geçtiğimiz günlerde büyük bir coşkuyla ve tabii her yıl olduğu gibi büyük bir debdebe ile 562. yılını kutladığımız istanbul'un fethi konusunda toplumun ancak tarih ile ilgili çok az bir kesiminin haberdar olduğu gerçektir.
istanbul ,1453 yılında 2.Mehmet (Fetihten sonra "FATiH" unvanını alacaktır kendisi) tarafından Osmanlı Devleti (Fetih'ten sonra tam anlamı ile imparatorluk statüsüne girmiştir) tarafından fethedilmeden tamı tamına 249 yıl önce yani 1204 yılında, 4. Haçlı Seferi esnasında seferin asli amacı olan Kudüs'ün kurtarılması hedefi Venedik Dükü Enrico Dandolo tarafından değiştirilerek kuşatılmış ve şehir işgal edilerek istanbul Latin imparatorluğu kurulmuştur.
Şehir 12 Nisan 1204 günü Haçlı Ordusu tarafından işgal edilirken tarihin en büyük maddi-manevi ve kültürel yağma hareketlerinden birisi yaşanmış,istanbul'da pek çok mahalle ateşe verilmiş,halk katledilmiş, pek çok kadın,kız ve özellikle Ortodoks rahibenin ırzına geçilmiştir.
istanbul'da bulunan pek çok kültür varlığı imha edilirken,taşınabilecek değerli tarihi eserler ise Haçlı Ordusu askerleri tarafından talan edilmiştir. Çok sayıda yazma eserin bulunduğu istanbul Kütüphanesi tamamen yok edilmiş içindeki yazmalar kaybolmuştur.
Şehir kuşatma öncesinde Venedikliler ile Haçlılar'ın yaptığı anlaşma gereği 2'ye bölünürken Bizans imparatorluğu yıkılmış, yerine ise istanbul'da "Imperium Romanıae ismi verilen Latin imparatorluğu kurulmuştur. imparatorluk tahtına ise Flandra'lu Bouduin, Konstantinapolis'li Bouduin ismi ile geçmiştir. (Diğer unvanı ile söylersek I.Bouduin)
Kurulan Latin imparatorluğu fazla uzun ömürlü olmamış ve 1261 yılında yıkılmıştır...
Ancak bu Latin işgali esnasında Haçlı Ordusu'na mensup Latin askerlerin yaptıkları katliam Bizans halkında öylesine bir etki oluşturdu ki 249 yıl sonra Osmanlılar'ın şehri kuşatması esnasında şehrin düşmesi konusunda ciddi bir alt yapı oluşturdu.
Nitekim Fatih'in istanbul'u fethettiği günlerde Papa tarafından ağırlıklı gücü Latinlerden oluşacak bir ordunun yardıma gelmesi konusu senatoda tartışıldığında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşme çalışmalarına karşı çıkan Rum Patriği Gennadius'un en önemli müttefiki olan Grandük Notaras "istanbul'da Latin külahı görmektense, Türklelerin sarığını görmeyi yeğlerim" şeklindeki tarihi sözü söylemiştir.
Burada tartışılması gereken bir konu daha kendiliğinden ortaya çıkmaktadır...
Hz.Muhammed'in ""Konstantiniyye elbet birgün feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O'nun askeri ne güzel askerdir."sözleri pek çok kaynakta bulunan ve sahih hadis olarak kabul edilen sözlerdir...
Gelelim yıllardır yaptığımız kutlamalara ve kendimizi "Peygamberin müjdelediği millet" olarak tanımlamamıza...
Şimdi yıllardır Fatih Sultan Mehmet'i "Peygamber'in müjdelediği komutan", Türk ordusunu da "Peygamberin müjdelediği ordu" olarak niteleyenler bu tarihi gerçeklik ortada durmakta iken yani istanbul Fatih Sultan Mehmet ve Türkler tarafından fethedilmeden tam 249 yıl önce Haçlılar tarafından fethedilip burada bir Latin imparatorluğu kurulduğu kesin bir gerçeklikken Peygamber efendimizin (S.A.V) sözleri hakkında nasıl görüş beyan edeceklerdir?
Peygamber efendimizin (S.A.V) "istanbul'u fethedecek güzel kumandandan" kastı bu şehri fethedecek ilk Müslüman kumandan mıdır?
Bu aralar gerçekleşmesi için özel bir çaba sarf edilmesine gerek olmayan eylemdir.Çünkü eriyen oylar anketler ile AKP Genel Merkezi'ndeki masalara serildikçe kendiliğinden kuduran bir kaç üst düzey kukla ve en tepede bu kuklaları oynatmakla görevli bir adet kuklacı zaten kudurup durmaktadır kendilinden erime kaynaklı olarak...
Türkiye'nin en büyük dijital dergi platformu olan Dijimecmua.com üzerinden yayın yapan ve her sayısında dosya haberler, çeşitli özel röportajlar ile "SAKLI TARiH", "KOMPLO TEORiLERi" gibi fixlenmiş bölümleri bulunan, kısa sürede ilgimi çekmeyi başarmış ve her sayısı tarafımca merakla beklenir hale gelmiş olan e-dergi. Okunması bilgisyarı olan herkes için kolay ve ücretsiz. Google'a girin ve News Times e-dergi şeklinde aratın, adamlar zaten ilk sıradan çıkıyorlar. Şiddetle tavsiye edilir. Ayrıca linki için http://www.dijimecmua.com/news-times/ adresine de tıklayabilirsiniz. Dergi magazin içerikli dergilerden sıkılanlarv için birebir benden söylemesi...