bir umume hizmeti değil, yıllar sonra dönüp baktığımda, 2007 yılında hangi entry'leri beğenmişim, oylamaya veya tebrik etmeye değer bulmuşum diye kendime bir hatırlatma olarak, bir sıradan bağımsız, karışık şekilde...
'buraya "balık" ile ilgili entry gir'iyorum. peki.
yani, yine de kıyamıyor, yine de aklını başına devşiremiyor insan, bir şekilde deneyiveriyor. arabesk bir ruh hali içinde, mutlu ol yeter'cilik oynuyor. balığın göz yaşı denizde belli olmaz diye avutuyor kendini ama, yalan söylüyor.
"but it's ok to eat fish
cause they haven't any feelings"
kurt cobain. *
"sevmiyordur, ama zamanla sevecektir."
"kızlar ve balıklar arasındaki 24 benzerlikten birisi: ikisi de parlak objelerin cazibesine kapılırlar."
barney stinson. *
yaşamak bazen böyle bir şey. çok büyük balık var, çok olta yemi var, hafızan kısıtlı, unutuyorsun. yapamam deyip, en kralını yapıyorsun. zaman geliyor, en iyi balığın oltanın ucundaki olduğunu sanıyorsun. zaman geliyor okyanustan çekiniyor, korkuyorsun, güvenli bir liman arıyorsun. bilmiyorsun ama, gerçekten bilmiyorsun, sen o akvaryuma girdiğinde, yine okyanusun içine konulacak ve eskiden gezdiğin sulara bakacaksın akvaryum camının arkasından.
ve yaşıyoruz güzelce, güya "oh ne rahat". başka türlü bir şey'i her arayan bulacaktır sonunda, bunu da biliyoruz. yine de ki, ben o yine de'nin ağzına sıçayım, gitmek değil, kalmaktan ziyade problemler var, yol uzun, yol meşakatli ama gerçekten yolu seviyorum. gidiyorum da bir yandan, daha doğrusu kalmıyorum.
"why should i stay here?
why should i stay?"
jonny greenwood. *
kıyamıyor ama ulan bir yandan da kızıyorum işte bazı şeylerin böyle adice olmasına. gelmişler, görmüşler, avlanıp, gitmişler. büyük balık, küçük balığı yer demişler, afedersin ama bence bok yemişler.
susmayı beceremiyorum, allah belamı versin. senin için söylüyorum desem yemezsin ama küçük balığı afiyetle yemişsin maşallah. akvaryumunda başarılar, kirli suyunda parıltılar. hadi eyvallah.
bir yanımda ukrayna'lı hanımlar, bir yanımda dünyanın en güzel biralarını içen almanlar. istanbul'da hava muhteşem, sahada futbol inanılmaz. şampanyalar ikram ediyorlar bana tribünde, ortam kopuyor. dans dans disko disko. kafalar bi' milyon olmuş. tribündeki herkes beni çok seviyor. hayatımda hiçbir yerde, hiç eğlenmediğim kadar, hiç eğlenemeyeceğim kadar çok eğleniyorum. lena, sveslana ve elena beni akşam kaldıkları otele davet ediyorlar. meşhur alman birası tucher'ın bremen'li sahibi yanımda, "oğlum" diyor "seni çok sevdim, bütün servetimi ve malvarlığımı sana bırakıyorum". hemen bir yanımda ozan çolakoğlu var, "sizin albümün aranjesini ben almak istiyorum, muhteşem insanlarsınız" diyor. aman allahım, keyiften, mutluluktan ve eğlenceden öleceğim. bu gece hiç bitmesin istiyorum.
yani özetle; verdiğim her kuruş para ve ilk başlarda galatasaray'ımın muhteşem performansı üzerine, "bir umut" diyerek gaza gelerek aldığım dört bilet için "feda olsun" diyorum. muhteşem bir gece oluyor. paramın yüzde kırkının fenerbahçe kasasına girdiğini öğrenmek bile inanılmaz bir mutluluk kaynağı oluyor benim için.
sonra bir "goool" sesiyle uyanıyorum. üstüme dört sarhoş hans atlıyor. boynumda bursaspor atkısı, üzerimde donetsk sahaya çıktığında derin bir "hastir" çektiren ve korkutan turuncu galatasaray formam var. etrafta sarışın görmekten kusacağım. bremen'in golünü kutluyoruz, "das"lar "ayne"ler arasında. bir taraftan fenerbahçe, bir taraftan da galatasaray tezahüratları yükselirken, bir ara gençlik marşını bile söylüyoruz. shakhtar donetsk kupayı alıyor, ben de 55.000 sarhoş sarışının arasında uyuyarak çok büyük bir bok yemiş oluyorum. içeride su 10, kola 20 tl. lucescu kupayı eline aldığında "bunu neyden yapmışlar lan, dökme demirden mi acaba" dermiş gibi inceliyor bi' ara, maziyi hatırlıyorum ve hayat devam ediyor b'olum. ağzımıza sıçayım.
ne şehrin her yanındaki güvercinler, ne vapur güvertesinden simit attığım martılar, ne sesine uyandığım bülbüller, ne de kendi küllerinden doğan anka kuşu. gönlümün favorisi hüzün kovan kuşu'dur. sadece masalda değil, aslında herkesin hayatında mutlaka bir tane vardır. ben ona genelde anne* demeyi tercih ederim.
intihar etmememe sebebiyet verecek düşünceler bütünü.
yok hayır, muhteşem şeyler aklıma gelecek ve "hayat yaşamaya değer be abi" diyeceğimden değil, o kadar uzun sürer ki, bu kafamdan geçireceğim şeyler ve daha önemlisi vedalar, muhtemelen intihar etmeden önce ecelimle ölürüm.
çıktım cama, yahut elimde bir siyanür hapı, ne bileyim bi' revolver falan, başlarım sayıklamaya:
"hoşçakalın sevdiklerim;
dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...
bütün doğa hoşçakalın...
hoşçakalın sevdalılar,
çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,
sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,
hoşçakalın...
hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,
sevda türküleri ve şiirler.
bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.
dağlarında yürüdüğümüz toprak,
yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...
hoşçakalın ağız tatlarım;
sıcak çorbam, çayım, sigaram...
kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,
ve kalemimi, ve saatimi,
ve şarkılarımı bıraktığım sevgili dostlar
hoşçakalın, hoşçakalın.
hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar,
mutluluğu için dövüştüğüm insanlar,
yedi bölge, dört deniz,
yedi iklim, seksenbir şehir,
okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları...
deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar,
asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar,
ve işçiler ve köylüler...
hoşçakal ülkem
hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim,
hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya,
hoşçakalın dünyanın bütün halkları, "
... sürer gider bu böyle, intihar nefs-i müdafaa olduğu kadar, hatırlatma sürecidir en nafilesinden.
atmosferin arkasında ne var? uzay boşluğu, gaz bulutları, spiraller, kara delikler, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, meteorlar. nereden biliyorum? gördüm. ne zaman? beş yıl oluyordur, teleskopla bakalı. ya değiştiyse?
olabilir bence.
...
küba diye bir memleket varmış komünizmle yürütülen. vay be!
e ben liberal kapitalist sistemde, sigortasız bir vatandaşım. hiç komünist ülke görmedim henüz. küba'ya da gitmedim. bence mümkün de değil. o yüzden küba'da yok.
neden olmasın.
...
brian molko geymiş. e biz sevişmedik ki? nereden bileceğim. görmek gerek tabi. tabi tabi. bir parça bok da yemedim ama tadının iyi-kötü nasıl bir şeye benzeyeceğini biliyorum mu dedin? sen de haklısın. ben de haklıyım. bence biz hepimiz haklıyız. haktan gelen, haklıdır. zaten hak nedir ki, kim belirler. adalet mi? adalet kim? ben miyim? değilim. ben miyim.
...
ey okuyucu, belki de burada böyle satırlar yok, tamam satırlar var diyelim, belki kabloların diğer ucunda ben yokum. tesadüfen dizilmiş harfler dizisi, bilemeyiz değil mi? yazarken gördün mü beni? yok. peki beni böyle sevebilecek misin? sebepsiz ve sonuçsuz.
sevgili mümin kardeşim, umarım ki beni böyle sevebilirsin. umalım ki anlıyorsundur.
inanmak için görmek mi gerekir sence peki görmek için inanmak mı?
nefis bir insan olacaktım ben. her şey istediğimiz gibi olacak, büyüdükçe dünya daha da muazzam bir yer haline gelecekti. hayat hani yazın öğle uykusuna yatırıldıktan sonra güneşle uyanmanın mahmurluğu gibi bir şey olmalıydı. bizi çok seven insanlar hep yanımızda olacaktı. hayat esrarlı bir bilinmezlikti...
bilinmezlik büyümemiş suratlarımız, ellerimiz, kollarımız, bacaklarımızdı. tohumduk, ne biçim açacaktık.
her sey kolay ve olması gerektiği gibi olacaktı.
mutlaka acayip maceralar yasayacaktik, dünya bizi bekliyordu, biz büyüdükten sonra çok şaşıracaktı. pişmanlık diye bir sey var mıydı? ünlü bir şarkıcı, astronot, iyi bir dövüşcü olacaktık. filmlerdeki kahramanlar gibi olacaktık. hep arkadaş kalacaktık. bir kisiye aşık olacaktık, o da bize olacaktı, çok mutlu olacaktık. iyi bir futbolcu, uzun boylu bir basketçi, yerlere kadar uzanan süslü elbiseler giyen insanüstü kadınlardan olacaktık.
bence bunların en muhteşemi revolutionary road'du. hatta sadece finali değil, girişi ve gelişmesi de muhteşemdi.
filmin kitabını daha önce okumuştum, daha önce bir kez izlemiştim de, ama yine de gittim tekrar. geç bir seanstı, sinamada bizle beraber toplamda yedi çift vardı sadece. bu çiftlerin en önünde biz oturuyorduk, arkadan öpücük seslerine karışan "aşkımm" sesleri geliyordu girişte, bense "içimden neye atıldıklarını bilmiyorlar diyordum", gelişme kısmında kate winslet kocasını aldatırken arkadan "ck ck'lar, inanmıyorum, iğrençç"ler yükseldi.
ve filmin muhteşem finalinde cast ekrandan kayarken, kaçar gibi sinemayı terkedenler, "rezalet" diye bağıranlar, sinema sanatından soğuyanlar, büyük pişmanlık yaşayan erkekler, kafası karışmış kadınlar salondan çıkarken, biz koltuğumuzda oturmuş gevrek gevrek gülüyorduk.
"bütün lobi faaliyetlerimi kullandım, rüşvet verdim, kulis yaptım, tekme tokat öne geçtim bıkmadım ben, beni çok dövdüler keje ama duman'ın çıkartacağı son albümü çıkış tarihinden daha önce elime geçirebildim.
yüzlerce kez dinledim sonra ben bunu. yemek yedim dinledim, ders çalıştım dinledim, sabah uyandım dinledim, sarhoş oldum dinledim. kimselere de bakmadım, aklımdan geçen. yazdım, çizdim, sazla sözden ibarettim. arkamı döndüm emanet ettim. aklım fikrim kaynayınca, söz müzikle kaynayınca, kalbimi açtım, ibadet ettim. dört yıldır süren bu uzun hasretten sonra duman sadece kuş cıvıltılarını kaydedip albüm çıkartsa milyonlar yine de beğenecekti bunu ama, yapmışken en iyisini yapmışlar, senelerdir duman'dan beklediğimiz gibi en sonunda "of" diye bir şarkı da yapmışlar. eğer müzikten birazcık anlıyorsam, bu albüm bizim memleketin gençliğine verilmiş en açık armağandır, birazcık anlıyorsam, ilk defa değişime bu kadar açığız, ilk defa şansımız bu kadar yüksek..."
...diyebilirdim uzun uzun, duman'ın iki cd'den oluşan ve piyasaya sürülmek üzere olan bu albümü hakkında ama, ben kısaca "helal olsun" demeyi tercih ediyorum.
hem en sonunda "helal olsun" diye bir şarkı da yapmışlar.
o zaman sen de; şarkını seç gel benimle, beraber bağıralım!
--spoiler--
"it was the best of times, it was the worst of times, it was the age of wisdom, it was the age of foolishness, it was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity, it was the season of light, it was the season of darkness, it was the spring of hope, it was the winter of despair, we had everything before us, we had nothing before us, we were all going direct to heaven, we were all going direct the other way."
--spoiler--