kendisi pek enerjik pek üretkendir. ilker Kızmaz'ın eşidir. ( aşkı memnu nihat karakteri) kendisi şu sıralar ''benden ne olur? '' isimli kitabı çıkarmıştır. muhtemelen kitabın devamı gelecek görünüyor. kitaptaki karakter günümüz insanının dünyasından renkler, kesitler sunmuş. hayırlı olsun bakalım sayın aslı hanım!
3 yıldır bitmeyen projedir. her ay yeni bir taşınma tarihi verip oyalıyorlar.. bakalım 2019 da teslim edebilecek misiniz* reklamın kötüsü olmaz üzülmeyin!
sonbahar zamanı yazılması elzem olmayan ama yazılsa da hiç fena olmayandır..
Bir sonbahar akşamı telaşsız bir yağmurla, bir yokuş tuttuk yürüdük..Asfalta yansıyan sokak lambasının sarı ışığı yere savrulmuş yaprakları ışığı ile aydınlatırken tablo gibi duruyordu hayat önümüzde.. Ellerim hep üşür en iyi sen bilirsin, en iyi sen ısıtırsın. O gece de öyle ellerim ellerinde, gecenin sessizliğine arada melodi gibi dalarak konuşup duruyoruz.. Sonra susuyoruz.. Susunca daha güzel sanki. Yanında yürürken hani bazen önüne geçip sana bakıyorum ya, işte öyle anlarda yüzüne bakamadığım zaman endişe kaplıyor içimi, görmek istiyorum yüzünü, çehreni, bin yıl görmüş de aslında dün doğmuş gibi bakan gözlerine bakmak istiyorum.. O akşamda durup durup önüne geçip sana bakıyorum, bu sevgili benim.. O benim de, ben onun muyum acaba diyor vesvesem.. Kovuyorum hemen onu! Aslında bir şarkı açmak istemiştim yürürken, açma iyi böyle demiştin. Halbuki o bomboş sokakta o şarkıda seninle birkaç adım dans etmek istiyordu canım.. Diyemedim. onun yerine sessizliği seçtim sen istedin diye. Zamanın güzelliğine şükrettim o gece huzurumuz için. Yıllar bazen seninle, bazen sensiz geçmiş olsa da, zaman zaman sabahattin ali'nin şu söylemini hatırlarım. "Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir"
dördüncü nesil yazar ama başlığı yok * bu nick değişme olayını sevmedim ama neyse, başlığı olsun madem. iyi bayramlar dilediğim yazar, dış hatlarda görüşmek üzere ya da * kitaplar için ayrıca teşekkürler.. sevelim bu yazarı, koruyup kollayalım. altın kalpli bence.
tanım: kocalanan kadının kocasını sevimli ifade etme şeklidir.
allahım lütfen bu türeme son bulsun.. bıktım vallahi bıktım, kocayı bulan ilk kadın gibi davranan tüm kadınlara uyuz oluyorum. kociş nedir ya 1. ayımızı kutluyoruz kocişle.. hay ebeni yaaaa.
alaçatı sokaklarının en sakin köşelerinden birine gizlenmiş şahane mekan. sıcak ve genç insanların işletmesindeki mekanda harika kalamar ve karides var. ayrıca mükkemmel mezeleri ile rakıya nasıl eşlik ediyor anlatamam. renkli ampüllerle süslenmiş bahçe renk renk çiçeklere bezenmiş. mavi sandalyeleri ve kırmızı kareli masa örtüleri ile mekan sıcacık ve şirin. ayrıca çok misafirperverler, yiyp içiyorsunuz hala size meyve kahve ikram etmenin derdindeler. alaçatı pahalılığı buraya uğramamış ama, dünya kadar yiyip içiyorsunuz komik rakamlar geliyor önünüze. refiğ'in meyhanesi nerde diye kime sorsanız gösterir göstermezlerse de refik zaten sokaklara kendi çizdiği karikatürler ile yolu tarif ediyor size. biz öyle bulmuştuk oraya. sağda solda bu karikatürleri okuyunca kim bu komik deli diye merak edip gitmiştik. iyi ki de gitmişim.*
beyoğlu'nda kahramanmaraşlı bir ailenin işlettiği işletme. içli köfte ve mantı üzerine kurulu menüsü ile harika bir ziyafet veriyorlar insana cidden. istiklal caddesindeki bir tarihi binanın en üst katında hizmet veriyorlar. hatta bina girişinde de içli köfte satışı var. mantı yine o kadar değil ama içli köftesi mükemmel. hayatımda yediğim en güzel içli köfteyi orda yedim gerçekten.
hazzın, keyfin ve mutluluğun olduğu beyin dalgasıdır. düşünce gücünün ortaya çıktığı, ruhani yeteneklerin ifade bulduğu ve bedensel hislerin baskı altında olmadığı beyin dalgasıdır. saniyede 9 hz ile 14 hz devir yapar. betada, yaşamda kalma korkusu varken, ağır ve kronik stres varken burada alfadayken keyif alır, eğlenir, mult olur, güvende hisseder ve yaptığın şeylerin anlamını algılarsın. sevgilinin yanındayken dünya umrunda olmaz ve mutluluktan uçtuğunda, bebeğini kucağına aldığında, anneni kucakladığında, doğum günü partinde gibi anlarda ve zamanlarda alfadasındır. ama önemli olan bu anların dışında da bu dalgada olabilmek. hayatın boyunca her şeyden söylenip, kafanda büyütüp çözümsüzlüğe odaklandığın sürece asla bu dalgaya geçiş yapamazsın. nefes egzersizleri, meditasyon, yoga, spor, uzun yürüyüşler, renkli boyalarla nesneleri boyamak, insanı alfaya çeken faliyetlerdir. gülmen gerekmediği zamanlarda bile kendine arada gülümsemelisin. başlangıçta bu çok aptalca gelebilir ama yalnız kaldığında ve kimsen olmadığında beynin seni eğlendirebiliyorsa olmuşsundur artık. alfayı keşfet, hayatın değişecek.
beta beyin dalgası, korkuyla tetiklenen bir dalgadır. başka bir deyişle stres beyin dalgasıdır.saniyede 15 hz ile 40 hz devir yapar. tehlike olduğunda devreye girer ve tek amacı kişinin o an için işe yaramayan fiziksel ve zihinsel bazı sistemlerini kapatarak, onun sadece tehlikeye konsantre olup geliştireceği ani hamlelerle riski bertaraf ederek yaşamda kalmasın sağlamaktır. şöyle de düşünebilirsin; bir arkadaşın sana verdiği sözü tutmamış ve zamanında buluşmanız gereken saatte buluşamadınız. sen onu beklerken kafanda üretmeye başlarsın,gelince ona sıralayacağın şeylerin tekrarını edersin. o geldiğinde sana açıklama yapmaya çalışır ama sen betada olduğun için asla kabul etmezsin onun açıklamasını. çünkü o an betasın, beta beyin dalgaları senin normal ve sakin davranmana izin vermiyor ve savunma mekanizman çalışıyor. alfa * beyin dalgasına geçemiyorsun. (dört beyin dalgası var. beta,alfa, teta ve delta beyin dalgalarıdır.)beyin dalgalarına göre strese girer ve mutlu olma haline yine beyin dalgalarımıza göre gireriz. metropol kentlerde artık birçok insan farkında olmadan kronik beta beyin dalgasıyla yaşıyor. ve herkes huysuz, aksi, savunmacı, kavgacı oluyor. karşınızda bağıran çağıran bir insan varsa anlayın ki o kişi o an betadır.
bunu en son söyleyen insan, lafını yediği iÇin Çiğ patlıcan yedirmiştik. vallahi öyle olmuyor o işler. Kimse büyük konuşmasın. Aşk gibi lanet bi durum söz konusu olunca bırak hormonları kalp sektiriyor adamı.
hastalık sürecini çalışamaz durumda geçirdikten sonra paşa paşa işinizin başına dönme durumudur.
on günlük bir rapor aldıysanız çok da problem olmayandır. hatta son dört beş gün daha iyileşmiş vaziyette olduğunuzda gelsin diziler, gitsin filmler modumuz olur. ancak sıkıntılı bir hastalık evresini aylara yayarak yaşadıysanız, işiniz o kadar kolay değildir. bir yandan hastalığın getirdiği güçlüklerle uğraşırken diğer yandan işinize dönebilme umudunuzu ayakta tutmaya çalışırsınız. tabi raporluyken kazanç kaybı ve giderlerinizin önünüze dökülen faturası hiç de iç açıcı olmaz. ek hastane ve ilaç giderleri, aylık rutin tüketim faturalarınız, kredi kartları, benzin masrafı, gıda vs derken öleyim amk ya bu ne diye düşünmeden edemiyor insan. yalnızlık zor azizim. aile önemli, anam olaydı böyle olmazdı. neyse, insan yine de hayatta kalıyor. ayakta durmaya çalışıyor işte. iyi kötü atlatıyorsun o günleri ve işe dönüyorsun. sabahtan kalkıyorsun cin gibi, bir telaş bir panik. ellerinin içi terliyor. makyaj durmuyor yüzünde akıyor stresten. büyük şirketlerde çalışıyor olmanın en kötü yanlarından biri çabuk unutulmaktır. dostlarınız dışındaki herkes sizi döndüğünüzde bırak hal hatır sormayı, hatırlamaz bile. işe gidilir. ekip odasına heyecanla adım atılır.. aylardır gelmediğim alana adım atmanın mutluluğu ve ilk defa uçacakmış hissiyle etrafa kocaman gülümsüyorum. beni tanıyan arkadaşlarım yanıma koşarak geliyor. sarılıp öpüşüyoruz. mutlu oluyorum. tamam diyorum sorun yok kimse beni unutmamış. nereye uçacağımı öğreniyor ve ekibimi bulmaya çalışıyorum. amirimi buluyorum. kocaman gülümseyerek selam veriyorum. ''sen şu hasta olan kız mısın ? niye uçuyorsun ki hala'' diye pat diye lafı yapıştırıyor bana. omuzlarım düşüyor, gözlerim doluyor. sanki bu hastalığı ben tercih etmişim de o kadar ay keyfime bakmışım gibi bakıyor bana. tüm hard küfürlerimi içimden sıralasam da gülümseyerek uçmayı sizden daha çok seviyorum galiba diyerek konuyu geçiştirmeye çalışıyorum. susuyoruz. uçuş boyunca bu tavrı devam ediyor. kötü davranıyor, acemi bir personel gibi muamele görüyorum. sabrımı koruyorum. aylar sonra ilk defa uçmanın ve çalışıyor olmanın hazzını yaşamaya çalışıyor ve şükrediyorum. içimden ettiğim küfürler için sol meleğime de sıkı sıkı tembih ediyorum söylediğim her küfrü yazma diye. yazma kız. kötü ve acımasız insanlar hep var. bu insan zannediyor ki; o hiç hastalanmayacak. kimsesiz ve parasız kalmayacak. yüzü hep porselen gibi kalacak. insan başına gelmeden anlayamıyor bu zorlukları ama illa ki başına da gelmesi gerekmiyor. biraz insan olmak, biraz normal düşünebilmek yeterli oluyor. işe dönmek her ne kadar güzel olsa da bir o kadar da zor. çünkü insanlar tüm acımasızlıklarını tüm öfkelerini dökecek insan arıyor. tıpkı burası gibi. kendi hayatında patlatamadığı öfkelerini gelip burda döküyor insanlar. burası bi ayrı komik zaten. kimse kimseyi üzmesin ya, kimseye kötü davranmasın kimse. mobbing dünyasında boğmayın insanları. bu arada tüm zorluklara rağmen işe dönmek, para kazanabilmek için tüm bu kötü insanlara rağmen işinizi sevin. çalışabilecek kadar sağlıklı olmak bu hayatta kaliteli yaşayabilmek için güzel bir nimet.
hastanede uyuyor, kahvaltı ediyor ve televizyondan tüm gündemi yattığınız odadan takip ediyorsanız olmuşsunuzdur. artık hastanede yaşıyorsunuzdur.
1.aşama
ahanda yatak; standart garç gurç.(evden getirilen nevresime kimse laf söyleyemez çünkü yatarken şartlarım vardı.) neyse mini buzdolabı var. televizyon var. duşum var. daha ne olsun hocu. evet hastane ortamına hiç uyum sağlamayan fosforlu pijamalarımla yatağa kuruluyorum. televizyon var lan ne de olsa. acayip neşeliyim. ama dur daha öyle hemen alışamıyorsun.
Odadaki televizyonu açacaksın da kumandayı keşfedeceksin. sonra çekmeyen kanalların en çok seyrettiğiniz kanallar olduğunu farkedince hasta bakıcıya ''sigaranız var mı'' diye soracaksınız. olmaz itirazlarına karşın; ''yok sadece içindeki kağıdı alacağım'' diye ikna edersiniz. kağıdı alırsınız külah şeklinde kıvırıp ucunu televizyonun anten girişine sıkıtırıverirsiniz. artık nur topu gibi bir mini anteniniz bile var. kanallar su gibi berraktır. anlıyorum lan bu işlerden havalarında içinizden kendinizi seversiniz.
2.aşama
akşam yemeği;tenezzül etmeyeceğiniz bir çorba. vay anasını yayla çorbası dediler. naneli bulamaç gibi bişey çıktı. bir elma ! sen ye elmayı. hiç de sevsem. :/ ve haşlama tavuk (allah'ım but mu bu nefret ederim) bu harika ziyafete mırın kırın etsem de yiyorum. çok afersiniz ama ben sırf böyle yemekler çıkmaz diye özele geldim lan. yoksa devlöt bize bağğhhhmirmiiii, neyse 3. günden sonra aç köpek gibi o yalaşık yemekleri bekler oldum. resmen aç bırakıyorlar adiler. arada sinek ilaçlar gibi gelip ilaçlanıyorsanız maalesef yemek yiyemiyorsunuz. grissini dostum oldu. saygıyla eğiliyorum üreticilerinin önünde. hele o kahvaltıdaki buruşuk iki zeytin yok mu ah ahh.. nefis nefis..
3.aşama
tuvaletler; şişeye işesen daha iyi. tabi tek kişilik odada kalıyorsan rahatsın. en hassas konu. yoksa kimse tutamaz lan beni o hastanede. gerçi hastaneler eskisi gibi değil özeli devleti farketmiyor. hijyen için gereken yapılıyor da bizim değişmeyen öküz milletimiz tuvalet kullanmasını bilmiyor. bence görsel filan asılsın böyle.
''paçalarınıza dikkat edin. şimdi sıvayın. musluğu kontrol edin sular akmıyor olabilir. akmıyorsa sıçma allasen. elini yıkamadan çıkma öküz. o tuvalet kağıtlarını boynunuza dolayın bence. yere atınca bir işimize yaramıyor.''
4.aşama
refakatçi; bir insan var ailede bellidir hani. herkese o gider filan. allah'tan bende böyle bişey olmadı. huysuzluğumu bilen ailem istemiyorum cevabı üzerine ısrar etmedi. ama böyle oda oda dolaşıp diyalog kurmaya çalışan tipler var. kendi hastasını uyutmuş belli sıkılmış dolaşıyor koridorda ablam.
-geçmiş olsun..
-teşekkürler.
-siz neden yatıyorsunuz ?
-...... yüzünden.
-heaaaa ay geçmiş olsun canım. eeee doktorlar ne diyor ?
-geçmiş olsun diyorlar. *
kadın bozulur. bunun gibi günde kırk tanesi gelir geçer kapıdan selam verir. yüz verirsen gelir yanaşır yanına. lakin ben hiç oralı olmuyorum. zamanla onlarda hangi odada nasıl biri var öğreniyorlar zaten.
5.aşama
hemşireler; beyaza bürünmüş kimisi yaşlı kimisi genç ablalarım ruh hallerine göre her gün bize ayrı bir ruh haliyle gelirler. lakin benim gibi nemrut amirleri bile kahkahalara boğan biri için onlarla diyalog kurmak hiç zor olmadı. şimdi onlar bana kahveye geliyor bazen ben onlara gidiyorum. ama cehalete hiçbirinin tahamülü yok onu anladım. anlamsız refakatçi sorularından pek bunalmış vaziyetteler. iyi sabrediyorlar, saygı duyuyorum.
6.aşama
doktorlar; bulunduğunuz hastaneye göre farklılık gösterir. benim tek doktorum yok mesela, yanında şirinler gibi dolaştırdığı üç asistan doktor daha var. hepsinin bende bir lakabı var. asistan doktorlar titrek ama çapkınlığından da geri durmuyor. lan hastayım ben olum napıyosun diyeceğim gelse de demiyorum. öğrenmeye gelmiş bozmayayım havayı diyorum. hergün gelip benimle yarım saat takılıyorlar. ''evet ceylo açıyoruz şimdi kolları taaaaamam şimdi arkdaşlar...'' vay amk beni kullanıyorlar. niyeyse bozuluyorum bu duruma biraz. yine de doktor nimet lan. sevin onu.
7.aşama
kitap okumak; hastanede yapılabilecek en mantıklı şey. akşama kadar müge anlı sesi odalardan yankılanıyor zaten en temizi kulakları tıkayıp kitap okumak. sekiz tane kitap bitirdim bir haftada. kendime bir kave ısmarlıcam bu akşam.
8.aşama
ipad; çağın buluşu benim için. yoksa gündemi gelen gazetelerle sınırlı tutacak, sözlükte oto boka gülemeyecektim. internet bağımlısı oldum bir haftada. ayrıca yaşasın internet !
9.aşama
hastaneye alışmak; işte bu çok tehlikeli. hemşirelerle kanka olduysanız, doktorlarla nöbette geyik yapıyorsanız, serum şişesiyle bahçeye inip intagram için fotoğraflar çekiyorsanız oranın bir parçası olmuşsunuz demektir. fosforlu yeşil pijamalarınızı kimse yadırgamıyorsa, odanızdan metal müzik nidaları yükselmesine kimse aldırış etmiyorsa, hasta bakıcı öğlenleri size pastaneden gidip tiramusu almayı kendine görev edinmişse korkmayın onlarda size alışmıştır. enerji önemli hocu, ne verirsen onu alırsın. ama kesinlikle sağlık sektöründeki çalışan insanlar çok yıranıyor. çünkü öküz gibi sürekli soru soran bir milletiz. ben şahsen dayanamam. basarım şırıngayı alırırım canını orda. doktorlar ve hemşireler şu duruma bayılıyor; kibar konuşuyorsanız, pijamalarınız yepyeniyse, kitap okuyorsanız, tırnaklarınız bakımlı ise, kaşlarınız nizamlı ise size artı puan veriyorlar. yoksa bizim sözlüğün kezban diye tabir ettikleri yazarlara gösterdikleri ilgi kadar bile ilgi göstermiyorlar valla.
uzun süredir birlikteliklerine rağmen işin içine evlilik çoluk çocuk fikri karışınca sevgilisine ''benim için mesleğini bırak'' diyerek aynı zamanda bunu kendisine hak gören erkek talebidir. koçum, bi siktir git allasen. ulan pezevenk ben bu mesleği yıllardır icra ediyorum. sen beni yıllardır tanıyorsun. şimdi mi rahatsız oldun yavşak. hayır yani, napıyoruz biz işe gidince ? paso sevişiyor muyuz napıyoruz yani. nedir bu kokmuş zihniyet. zannedersin para basıyor. geçindir bakalım tek maaşla aynı standartlarda evi. bok geçindirirsin. aşk mı ? aşk fedakarlık mı ister ? çok afedersiniz ama sokayım öyle aşkın ızdırabına ben. aşık olan adam huyunu suyunu bildiği üstelik evlenmeyi düşündüğü kadına fedakarlık olarak işini gücünü bırak evimin kadını ol demez. diyorsa da öküzdür. güvenmiyordur.. yavşak kim bilir kendisi çalışırken ne haltlar yiyor da işi gücü bırak diyor. *
sizi cicili bicili giyinir, yeni umutlarla ve enerjinizle ilk güne hazırlarsınız kendinizi ve egosuna soktuğum, kendine güveni olmayan azıcık beyni ile de işe yeni başlayan insana kötü davranmayı tecrübe ve hak sayan, bak sen yokken ben buralardaydım mesajı vermeye çalışan kişilerin yediği boktur.
dostum,
böylesine öküzler her sektörde vardır. kadını erkeği aynı boku yer. neticede insan, egosunu hırsını senden çıkarması lazım. niye ? çünkü patronuna, müdürüne kapris yapmayı götü yemiyor. ''yeni bir salak geldi. bari biraz onunla oyalanıp, gülüp, eğlenip havamızı bulalım'' diye düşünürler. tavsiyem; yiyormuş gibi yapın. gülümseyin lan sınırsızca. sonra sikersiniz ebesini nasılsa. işte dostum böyle orospu çocukları yüzünden ekmeğinden olan dürüst insanlar var ya işte onlar daha çok sürterler götlerini çekip giderlerse. gitmeyin lan, gidin üstüne. vermeyin ekmeğinizi. mobbing dolu şu ülkede kazandığınız iki kuruşu hak saymayın bu köpeklere. yine de şöyle bir gerçek var; bu durumdan en çok zevk alanlar kadınlar.
moskova'nın köylerinde yapılan öğle yemeği niyetine yenilen bir yemektir. lahana haşlanarak içerisine tuz ve kırmızı şarap ve sirke ilave edilir. yanında yoğurt yenir.
misafirlikte annesi tarafından kaş, göz işareti ile tehdit edilen çocuktur. bu çocuk canının istediği gibi vitrin karıştıramaz, koşturamaz. annesi çaktırmadan yanına çağırır, ''ben sana evde gününü gösteririm'' der. akabinde ise çocuk, ikram edilen keki bile keyifle yiyemez. ev sahibinin ''çay ?'' sorusu karşısında annenin gözünün içine bakılır. anne kibarca ''yok o çay içmez, sevmez.'' der. daha da dertlenirsiniz. evde oturup çizgi film izlemediğiniz için çocuk aklınızla hayıflanırsınız.