özel ders verecek öğretmeni birikimden, kabiliyetten çok bu özgüven çekici kılıyor dostlarım. head and shoulders kullanmış mehmet günsur kadar kendinden emin olucak adam. bir o kadar da, erkekliğin kitabını yazdım diyen aynalı tahir kadar iddialı konuşacak ve konuya hakim olduğunu bize ispatlayan tavırlar sergileyecek.
parasal açıdan da bir özgüven gözlemliyorum söz konusu kişilerde. (yok anam mehmetle tahir değil) şöyle ki;
össye hazırlanıyormuş gibi davrandığım yıllarda tanınmış öğretmenlerden biri "kırk milyondan aşşağı ağzımı açmam" demişti. lan rekabet yapsana, ortalıkta izmir final dersanesinden transfer olmuş başarılı öğretmenler kaynıyor. yok ama, kendine güvenmekte haklıymış herif. kırk olsun veya yüz kırk olsun, insanlar delirmiş gibi özel ders aldılar kendisinden.
şu özgüvenin binde biri bende olsa dünyayı kurtarırdım. bitmişim ben. bilişim teknolojileri dersinde sergilediğim performansı baz alırsak şöyle bir sonuç çıkıyor karşımıza: excelde beş satırlı bir tablo oluşturma mevzusunu hemi de göstermek suretiyle izah ettiğim derste üç öğrenci windowsu göçertti, beş tanesi sigortaları attırdı, sekiz-on kadarı da bahçedeki salıncakta sallanıyorlardı. ben kendimi paralarken tüymüş ibneler..
-hemşire geldi "napıyon? neediyon?" diyor, lafa tutuyor sözde beni. benim kolda serum var, baktım oradan bi zımbırtı soktu. ulan noluyor demeye kalmadan, küt!.. kafa gitti benim aga. gözümü bi açtım, bi bok göremiyorum.
ameliyat olup da şu tarz bir muhabbet yapmayan insana ben insan demem arkadaş.
alırsın meşrubatını, kapısını çalarsın, vefa önemli tabi.. "e abi nası geçti ameliyat?" diye sorduğunda sana hemen anestezi serüvenini anlatır.
ya ne anlatacağıdı? ameliyata dair bi onu hatırlıyor adam. ama hep aynı cümleler olması sizce de biraz tuhaf değil mi? eminim değildir, çünkü anestezi işleminin daha farklı nasıl yapılabileceği konusunda benim de bi fiktim yok. konuya çok da hakim değilim açıkçası.
evrensel dedik, bence başka yerlerde de baştan geçen anestezi hatırası aynı tip cümlelerle anlatılıyor. şimdi gidelim ve ingiltere'nin sandırlend şehrindeki bir ailenin evine konuk olalım. çay içer kalkarız.
-the nurse came and she said: "how are you? ne var you?". there is a cerum on my arm, she insert a zimbirti. i couldn't say "ulan what is this?" küt!.. my head gone, brother.. open my eyes, i couldn't see a shit.
evet, bu da hakim olmadığım başka bir konu idi. sağda solda "orta seviyede ingilizcem var" dedim. çaktırmayın..
-domattan 1 kilo verir misin?
+1 kilo yetmez abla. ben sana 2 kilo vereyim.
-yok 1 kilo ver.
+al abla 2 kilo tarttım. afiyet olsun.
çok çaresizim ben bu adamların karşısında. olmaz diyemiyorum, desem bile o tarttıktan sonra geri dönüş olmuyor benim için. ulan zaten hepsi çok hızlı. ben cüzdandan para çıkarana kadar çat çut bişiler yapıp tartıyor, poşete koyuyor, bir kaç defa sattığı ürünlerle alakalı bağırmalı duyuruda buluyor, çayını yudumluyor, hatta poşeti düğüm yapıp uzatıyor. katakulliye geliyorum.
yetmeyeceğini nerden çıkarttığı konusunda fikirlerim var: kıçından uyduruyor. daha fazla satmak için yapıyor. beni düşündüğünden, değer verdiğinden değil. evet.
hadi şişman bir teyze olsam, "bu kadın çoluk çocuğa karışmış, hay maşallah boğazı da yerinde, tipinden belli.. yetmez o zaman" şeklinde akıl yürütse, anlıcam. (ben neden bu şekilde akıl yürüttüm bilmiyorum. üf, geleceğe dair korkularımla yüzleşmek ağır geldi)
küçücük insanım lan. hem yalnız yaşıyorum. zaten memurum, dargeliriyim.(kaç entrydir vurguluyorum bunu, bi kişi de 'kardeşim benim holdingim var, gel genel müdür ol' demedi. cimrisiniz alayınız) alıyorum fazla fazla, çürüyor dolapta. yazık, israf bunlar hep.
ya böyle anlatınca çok bi tırt hissettim kendimi. utandım.. kararlıyım, bir dahaki pazar alışverişimde diyeceğim:
"yetiyor abi.."
başlığı insanda romantizm hissi komayan sevgili tipi olarak açacaktım ama, 'sen farklı bok musun sanki?' dedim kendime. yapıyoruz bunu hepimiz. demek istiyorum ki bazen birimizin duygusal anıyla ötekinin duygusal anı çok farlı anlar oluyor. denkgelmiyor abi.
bi bok yiyip aşık olmuşsun. şaka şaka, aşık olmak güzel bir şeydir. ulan kendimle bile tutturamadım romantizmi. neyse, ayağın yere basmıyor kimi zaman, içinde fırtınalar kopuyor, sen de kendini bırakıveriyorsun ruhunu sarsa sarsa huzura kavuşturan o tatlı rüzgara.
an oluyor bokunda boncuk bulmuşcasına gülümsüyorsun sevdiğinin yüzüne tek kelime etmeden. bir topkek'i yarıp büyük olan tarafını kendi ellerinle ona yediriyorsun. romantizmden anladığın neyse canım kardeşim, o an onu doyasıya yaşamak istiyorsun içinin dingildeyişlerindeki ritme uyarak..
ama sevdicek o anda farklı ruh halleri içersinde olabiliyor. gülme krizine giren mi ararsın, o an gözüne ilişen bir ayrıntıya takılıp tespit yapan mı ararsın, ekim ayındaki rem konseri, efenime söylim galatasarayın yeni teknik direktörü, pederle yaşanmış ufak bir takışma vs. pek çok şey geçebiliyor insanın aklından, ötekisi romantizmin zirvesinde salınıp dururken.
iftar daveti olsun, yılbaşı olsun, 'dünürleri yemeğe alma' olsun özenle sofra hazırlanan bilumum durumlarda, kadınların sofranın o muhteşem görüntüsünün bozulmaması için geliştirdikleri savunma teknikleri halen tüm yurtta ve yurt dışında, yedi kıta ve 195 ülkede yaygın şekilde kullanılmaktadır.
kibar bir dille başlayan uyarılar, arsızlığın ve hayvanlığın yüzünden aşama aşama şu hale gelir:
1. elleme annem
2. hadi annecim bi git şurdan
3. yardım etmiyorsun bari yaptığımı bozma (aha asabı bozuldu)
4. çek elini! (tam burada ellere vuruyor, şiddet uygulaması başladı)
bizim evde şöyle bir madde daha var:
son çare babaya havale:
5. heeöyt! yürü git lan, yürü git.
peki.. elin insanları bozsun, biricik evladınız değil. (hay tribimi seveyim)
ha gün olur hikayedeki 'dünürler'den kasıt benim izdivacımla alakalı insanlar olur, o gün evde nefes aldırtmam, sinek uçurtmam, o ayrı..
öğretmenim, canım benim canım benim
seni ben pek çok, pek çok severim
teşekkürler efenim. öğretmenin, ilkokul çocuğundaki yeri ve önemini daha iyi belirtmek maksadıyla böyle bir giriş yaptım. alkışlayan sağ elleriniz nasır görmesin.
çoğumuz zamanında bu sevdaya tutulduk. bu sevda bitmez dedik, yaban gülüm sevdalıyım dedik. kızsa da, dövse de bağlıydık gönülden.
ben ilkokul öğretmeniyim. dar gelirliyim, ay sonunu zor getiriyorum. bu sıkıntımı heryerde olduğu gibi burda da belirtmek istedim. neyse.
ilkokul öğrencisi çok pis yalakalık yapar. fakat bunun sebebi de sevgidendir. öğretmene duyduğu hayranlığın sonucunda ona daha yakın olmak, ayrı bir yere konmak ister. sabahları okul kapısından girer girmez başlar öğretmene hizmet hevesi:
-tebeşir alıverem mi?
+oğlum daha derse girmedik, ne tebeşiri?
-bulunsun örtmenim. biter miter..
öyle ki kendi işini yapmaktan acizdir, öğretmene gelince canavar kesilir:
-örtmenim çantanızı götüriyim mi?
+sağol canım, gerek yok.
-lan sercan! al benim şu çantayı sınıfa götürüver.
ha bir de dersten kaytarma isteği var. bunun sevgiyle alakası yok, sırf ibneliğine:
+biri fotokopileri alıp gelsin
%öğraaagghittaa! (birbirine karışmış "nolur ben gidem" nidaları)
+melike, hadi koş.
-ama hep melik.. (yarım kaldı tabi. pis baktım çünkü)
başlık sığdı.. ve girişte başlığın aslını izah etme durumuna alışmış bünye şuanda bir türlü giriş yapamıyor, göt gibi kaldı. neyse ki öncelikle belirtmem gereken bir kaç şey var, hadi öyle gireyim mevzuya:
kadın-erkek hepimiz kakamızı yapıyoruz, yaradılışımız böyle. önce bu konuda bi mütabakata varalım. şimdi boşaltım sistemimizle barışık, birbirimizden tiskinmeden entrymizi okuyalım ve artı oylarımızı verelim.
şehir önemli aga. havası, suyu etken. alışık olduğu yaşam ortamından uzaklaşınca birtakım boşaltım problemleri ile karşılaşıyor insan. nasıl mı böyle kesin konuşabiliyorum? çünkü dört sene öğrenci yurdunda kaldım. ne müzmin kabızlar, ne müzmin ishaller gördüm. hepsi de sıklıkla şu tip cümleler kurarlardı:
-ulan eve gidince bişi kalmıyor, kütür kütür sıçıyorum.
-buraya geldik, gene motoru bozduk
-iki aydır büyüğümü yapamıyorum ve eve gitmeme daha bir ay var.
-param yok.
-öğrenim yatmış mı?
evden uzaklığın 'aile bireylerinin dışındaki insanlarla ortak tuvalet' veya 'umumi tuvalet' kullanma zorunluluğu doğurması da bir kabızlık sebebi bence. özellikle kızlar bu konuda çok hassas. erkekler umumi tuvalet tedirginliği veya şehire bağlı bağırsak problemi yaşarlar mı bilemiyorum. onlarla bu konuda bir fikir alışverişim olmadı. sevgilim bacaklarımı kırar.
diyeceğim o ki bağırsak sorunlarının bir numaralı ilacı hava değişimi arkadaşım. evine git, habitatına dön.. activia falan hikaye. iki lokma şey dünyanın parası hem. otobüs bileti ondan daha ucuz, oturdum hesapladım. devlet memuru olduğumu söylemiş miydim?
mevzuyu izah etmeye başlamadan önce, yaz aylarında en çok kullanılan cümlelerden derlediğim 7 maddelik listeyi sunmak isterim:
(projeksiyon devrede)
1.kalk lan kalk, sivrisinek var
2.yanıyor ortalık, yanıyor!
3.karpuz bizi şişirdi
4.yemek yapma, karpuz-peynir yiyelim hafif olsun
5.adamın karpuzu iyi çıktı, yarın gene ondan alalım
6.al o yerdeki karpuz çekirdeğini
7.hatundaki karpuza bak, rus mu lan bu? (aha, araya karışmış! kapat ulan projeksiyonu, rezil olduk)
efenim misal kışın elmadan, portakaldan bu kadar sözetmiyoruz. oysa yaz aylarında çok tüketildiğinden mi, hemen hemen herkesin seviyor olmasından mı, yoksa konuşacak şey bulamamızdan mı bilinmez, çok bahsediyoruz karpuzdan. serinletici etkisine duyulan bir minnet sanki, karpuzu önemli bir yere koyuyoruz hayatımızda. büyüklüğü çok ilgimizi çekiyor mesela:
-abi o ne öyle? hay maşallah..
+tam 12 kilo
veya rengi:
-kes bakam bi
+vay vay vay.. kan kırmızısı, kan.
veya içerdiği çekirdek miktarı:
-sırf çekirdekmiş.
+çekirdeksizler kabak tohumuymuş. esas karpuz bu.
karpuzu seviyoruz. akşam yemeğindeki karpuzu yorumluyoruz balkon sefası yaparken. her gelen misafire ikram ediyoruz. pikniğe giderken yanımızdan eksik etmiyoruz. uyuyamayınca kalkıp karpuz yiyoruz.
karpuzun diğer meyvelerden farkı işte bu. çok sözediyoruz.
taso oynama ihtiyacını beleşe getirmiş veyahut küçük bir maliyetle gidermiş çocuktur.
yaratıcılığını ve tutumluluğunu, bir zamanlar trt 1'de yayınlanan, eski bulaşık eldivenlerini paket lastiği haline getiren teyzeye ve cips parası istediğinde yeni içeri terliğini 'allah cezanı vermesin isimli güdümlü silah' haline getiren anneye borçludur.
elinde sert bir cisimle gazoz kapağını adeta bir taso kadar düz hale getirmek isterken, 'maden devrinde' tenekeyi işlemeyi öğrenmiş ilkel adamlar gibi ter döker bu çocuk :
-gücüttü fücüttü sikosso alper (hey yavrum be dümdüz oldu. bununla alper'in ebesini öpücem)
+bışşın bışşın! (kafasına kafasına abi)
-huburuk (çok pis ütücem yavşağı)
+lıkkır lıkkır efesso (ondaki gıcır efes tasosunu da bana ütüversene abi)
hah yeri gelmişken belirteyim; başlıkta gazoz kapağı dedim ama bilirsiniz ki aslında bütün metal kapakları kastediyorum.
bunların arasında bira kapaklarının değeri paha biçilemezdi. şimdi kemiriyoruz, parmakla sıkıştırıp ikiye katlıyoruz, hatta ev temizliği yaparken onlardan tiskiniyoruz. heryerden çıkıyorlar. ben bu kadar birayı ne ara içtim birader diyor insan kendine. doğuruyor sanki bu kapaklar. neyse.
bir zamanların vazgeçilmez oyuncaklarından gazoz kapağı tasoları, 1996 yılında, çocuk ölümlerine sebep olduğu gerekçesi ile yasaklandı. tasoyu amacından saptırıp 'zeyna'nının fırlattığı zımbırtı' olarak kullanan bazı çocuklar, tutuksuz yarılanmak üzere salıverildi.
peki nerde kalan sağlar? nerede yaratıcılık?
hepsi derya baykal oldular.
ben şimdi başlığı "sürdükten bir müddet sonra sürülen yer pespembe olmasına rağmen, kendi rengini yemyeşil muhafa eden ruj" diye açamadım. öncelikle onu belirtir, keyifli okumalar dilerim.
o ruju unutmak isteyenler olabilir, hayatında görmemiş olanlar olabilir, daha yakından tanımak isteyenler olabilir. efenim bahsettiğim cisim, eski yıllarda annelerimizin makyaj takımlarının arasında bulunurdu. rujun rengi yeşil. yok la kabı mabı değil, rujun kendisi yeşil. ama sürüyorsun pembe oluyor.. bak ya, hala tüylerim diken diken oluyor.. akıl erdiremiyorum dostum.
şimdi elime geçse hayatta sürmem. alır, bi poşete koyar, tubitak'a falan götürürüm. ne idüğü belirsiz, tuhaf kokulu.. ya her şeyden önce yeşil diyorum, anlıyorsun değil mi bendeki şu şaşkınlığı? hadi ilk 4 yaşımı sayma, zira ben de hatırlamıyorum. 4 yaşımda fallik döneme girsem, cinsiyet ayrımına varsam, anneye özensem, kendimi topuklu ayakkabıya, ruja kaptırsam tamam işte, nerden baksan 18 senedir şaşırıyorum ben bu hadiseye.
yeşil ruju sürüyorsun, pembe oluyor. eneee..
-hoop, nar gibi. hadi hadi soğutmayın
+abi gel otur sen de
-hadi hadi yiyin siz.(kovalayan var çünkü)
+olmadı ama böyle şimdi
-biber atıverem mı? közlensin.
+şurda biyerde olucak biberler
-nerde hani nerde?(çükünü kaybetmiş sanki)
alnında boncuk boncuk ter, ensesinde kağıt mendil, tozun dumanın içinde mangalı kartonla yelleyen adamlarımız vardır hani..
mangal yapan adam, anne oluverir. ya hemen yoklama kendini, duruyor çükün yerinde. bahsettiğim mangalın ateşlenmesinden söndürülmesine kadar geçen süreçteki bir davranış değişikliği sadece.
mangal yapan adam, 'ben size bakar bakar doyarım' diyen adamdır. ama şu da var ki, yenge bir kaç kez ekmekarası mangal eti- domat yapıp götürür kocasına. sıcağın alnında bayılıp düşecek yoksa salak.
mangal yapan adam, biz gark gurk geğirip, karnımızı sıvazlayıp 'şiştik beeh' demekteyken, pişirdiği son parti etle doyurur karnını. sabrı sebebiyle kendiyle gurur duyuyor mudur bilmem, çok da umrumda değil, gelip yeseydi.
ben mangal yapan adam olmam. o enerji, o açlığa dayanma gücü yok bende. olur da birgün toplaşırız, atarız mangalı bagaja, koparız uludağ eteklerine..
baştan dedim bak, ben olmam..
bütün annelerde gözlemlenebildiğine göre içgüdüseldir. ikinci çocuğun doğumuyla beraber ortaya çıkar.
hatta ne ikinci çocuğu lan? teyzenizin, dayınızın olması da yeterlidir annenin kafasının karışması için. bazen o kadar çok isim sıralar ki bizim ismi söyleyene kadar, her ne için sesleniyorsa, o işi çoktan halletmiş oluruz. ben kıskanç bir yapıya sahibim. bunu paragrafın sonunu bağlayamadığım için söylemiyorum, konumuzla alakası var.
-mehmeet! (uzaktan yüzüme baka baka hem de)
+anne abime bağırarak ulaşabileceğini sanmıyorum zira kendisi şuan birkaç yüz kilometre uzağımızda. birtakım iletişim araçları kullanarak ulaşabili...
-zevzek! uzun cümle kurma bana, yürü babana yardım et. ketılı tamir edeyim derken mutfak ampülünü patlattı gene.
tabi o ilk göz ağrısı ya. erkek çocuğu o bi de.
eneee, annem geldi:
-bi daha duymayım yersin şepeşilleyi. ikinizi eşit seviyorum ben! hadi abini arayalım mı mehmet? amaan, gene karıştırmışım.
aslında başlık türk filmlerinde duvardaki perdenin arkasındaki resim olacaktı. camdaki perdeden değil kastım. ama yazamadım, altı karakter uzun muymuş, neymiş..
duvarda perde olur mu? bu ayrı bir konu. onu da sen araştır, gel burda başlık aç, aydınlat bizi.
efenim bu resim, bir takım hazin olaylardan sonra kişiyi galyana getirmesi için vardır. hırslanmak, sahnelerin aranan ismi olmak, geceliği 3000 liradan gazinolara çıkmak için. nitekim karakterimiz bir şarkılık bir süreçte (bkz: türk filmlerinde olayların şarkı ile gelişmesi) stüdyoya girer, sözleşmeler imzalar, pahalı viskiye alışır.
heh, en güzel yerine geldik. nihayet öc alma zamanı gelir, perde açılır:
-işte, her gün bu resme bakarak intikam yemini ettim ben.
+fekat? farrah fawcett değil mi o? ya bu atmıklar? bu kesif döl kokusu?
-bi dakka, şu dişlek olan mı? amerikada bi partide karşılaştık, yüz vermedim karıya.
yönetmen: keees! oğlum sen şener şen misin? neşeli günler mi çekiyoruz? nerden buluyorsunuz bu kazmaları.. baştan al şimdi.
-işte, her gün bu resme bakarak intikam yemini ettim ben.
+ya ben? ben kahrolmadım mı?
-eeeh..şimdi çok zenginim. güçlüyüm. istanbulun muhtelif semtlerinde 4 dairem, edremitte yazlığım, faizde yüklü miktar param, önünde sevişmelik şöminem var.
+görüyorum ki çok zenginsin.
-seni paramla satın alıcam. çünkü sen satılık bi kadınsın.
+sus, yalvarırım sus. dayanamıycem.
-cazibeme mi?
+evet lanet olası, tahrik oluyorum.. şömine?
-bu taraftan.
benim edepsizliğim değil. mutlaka sekse bağlanır mevzu. kirleterek intikam alıyor adamlar. izle bak. off, müjde ar'lısı vardı geçende, güzel oluyor..
heyecan denen kontrolsüz duygunun etkisiyle ağızdan çıkan gereksiz giriş cümlesidir. başına bir de "anaaa" eklenirse son derece şaşırtıcı, eksantrik, fantastik* bir olay dinlemek üzere olduğunuzun delaletidir. bir de "cık, bilmiyom" şeklinde bir cevabı vardır ki soru kadar gereksizdir, deliyle deli olmanın lüzumu yok.
trafik lambalarının altındaki tabelada yazan, insanın yüzüne yüzüne çemkirircesine duran, tutarsız, dengesiz cümle.
bu nasıl ayarsızlık? "sayın diyip yüz vericem gidip yaya yolunda duracak bu ibneler, en iyisi biraz da sert yapayım" düşüncesi ile yazılmış olduğunu tahmin ediyorum, kibarlığını seveyim senin diyorum, bazen de "ulan artizliğin kime" diyorum. hayır deli değilim, sadece trafikte stres oluyorum.
birbirleriyle sabah kahvesi, beş çayı, altın günü derken iyicene içli dışlı olmuş teyzelerin futboldan bahsettikleri nadir zamanlarda mutlaka yaptıklarını ve akabinde katıla katıla güldüklerini gözlemlediğim, erkeğin cinsel organlarını ifade eden, buram buram erotizm kokan espridir.
-ay bizimki şeyi izliyodu kalktım geldim bende..neydi kız o kuru bi adam var, ntv de?
-rıdvan kız rıdvan
-heh onu izliyodu,sıkıldım vallahi..ya melahat sen hangi takımı tutuyodun cidden?
-ben kocamın takımlarını tutuyorum ayol.
-kıhahehha. allah seni napmasın.
küçücük bir ani harekette meydana gelebilir. ishalken daha çok görülür. bokun kulak memesi kıvamında olması da bu olay için yeterlidir. sakin olunmalıdır, zira telaş yapmak aynı hadisenin tekrarı için tetikleyici olabilir.
edit: hatta feci şekilde osurunca "ya ben parça attım sanırım, bi donuma bakayım" dersiniz. demez misiniz yahu? vardır böyle bir şey...
çocukken kullanılan, yere düşen yiyeceği alıp ta yemenin böcek yemekle eşdeğer olduğunu iddia eden cümle. aldıysan bile üfleyip de yiyeceksin, yoksa geceleri ağzında yaralar, götünde çıbanlar çıkar diye bir kural da mevcuttur.
her türlü haberi büyük bir ciddiyetle izlemekte olan babanın, bir saat boyunca ev halkına çektirdiği eziyettir.
ağzını açtığın an dayakla yüzyüze gelirsin, konuşamamak hiç o kadar acı vermemiştir bünyeye. öteye beriye dolanmak bile yasaktır, cayır cayır yanan sobayı bırakıp soğuk odana da kaçamazsın. gözler saatte, hava durumumun başlamasını bekler kimi zaman da uyuklarsın.
sonuna virgül konulmak suretiyle tanıdık olan şahsın gerek tipini, gerek huyunu suyunu, gerekse yaptığı bi işi veya yediği haltı betimleyecek olan, değişik şekillerde devam ettirilebilecek konuya giriş cümlesi. bir kaç örnekle izah edersek:
-bizim bi tanıdık var,götü kocaman
-bizim bi tanıdık var,sülaleyi dolandırdı şerefsiz
-bizim bi tanıdık var,üst düzey bürokrat