son dönemde özellikle istanbul ve Ankara'da artan Açık Mikrofon konseptine yeni bir soluk getirecek ve şu ana kadar bu kapsamda yapılmış en büyük organizasyon.
8 komedyenin 10'ar dakikadan sahneye çıkacağı Stand Up Gecesi'nde ayrıca Vine Fenomenliğinden başarısını Beyaz Perdeye de taşıyan Cem Gelinoğlu da sahne alacak.
24 Nisan Cuma Akşamı Profilo Kültür Merkezi'ndeki 250 kişilik salonda yapılacak olan bu gösterinin biletleri tükenmeden orada olmakta fayda var.
bu açıdan hiç düşünmemiştim fakat düşününce insan kendini bir garip hissediyor arkadaş. sen bir konsept geliştiriyorsun, bunu öyküleştiriyorsun. akabinde senaryolaştırıyorsun. oyuncu seçimi yapıyorsun, binbir zorlukla oyuncularla düşük bütçelerle anlaşmak, anlaşsan bile oyuncuların hali hazırda sahneledikleri oyun tarihlerinin kendi projendeki oyun tarihleri ile çakışmaması amaçlı kafa patlatıyorsun, bekliyorsun vesaire. Sahne buluyorsun, sponsor arayışına giriyorsun, sponsor bulamazsan cebinden karşılıyorsun cebinde para yoksa bankadan kredi çekiyorsun.
prodüksiyon ayarlıyorsun, ses, ışık, görsellik, afiş, satış, tanıtım işleri ile bizzat ilgileniyorsun.
oyunu prova ediyorsun, defalarca çalışıyorsun nasıl daha iyi olur diye kafa patlatıyorsun.
gün geliyor stresli, sıkıntılı, heyecaNlı (hele ki maliyetini karşılayamadıysan bak sen şu işe) sahne alıyorsun oyunu oynuyorsun/yönetiyorsun vs.
seyirci geliyor, sadece izliyor, gülüyor beğeniyor veya beğenmiyor. sonra evine gidiyor.
buradaki en önemli şahıs, seyirci oluyor. haha. ulan garip değil mi?
seyirci olmasın demiyorum evet en önemi şahıs seyirci, ama yineliyorum, garip değil mi?
kaldı ki o kadar götünden ter akıtıp sahnelediğin şeyden çoğu insanın haberi bile olmuyor.
ödüm patlıyor, ödüm patlıyor babamı aradığımda açmayacak diye. hani Allah'a şükür hasta da kötü bir haber alacağım diye değil, açmadığında haftalarca beni arıyor "oğlum beni aramışsın" diye.
- oğlum beni aramışsın
- baba dün aradım sonra konuştuk ya
- he tamam cevapsız çağrı vardı da
* 5 dakka sonra
- efendim oğlum?
- baba sen aradın?
- yok beni aramışsın da
- baba konuştuk ya az evvel.
sıkıldığımda beni sıkıntımdan kurtaran, hatta böyle ara ara daldıran çok eğlenceli bir iş. 2006 yılından beri aktif olan bir mail adresim var ve bu adresteki bazı maillere yanıt vermeyi çok seviyorum. hatta geçen gün maillerde dolaşırken 2007 yılında bir müşterim tarafından yazılmış bir maile denk geldim, şunu yazmış;
"please inform me when you have received the mail"
Geçen hafta cevap yazdım
"yes, i have received"
amk aradan 7 sene geçmiş sanki güvercinle gönderdi adam postayı. iki gün sonra yanıt geldi.
şu anda üzerinde çalıştığım sistemdir. 2015'in sonbaharına doğru yetişeceğini düşünüyorum. metni alt satıra geçirme kodunu bulamadım yoksa hazır, neyse.
bu sistemde de arkadaşlar üyelik esnasında sözlük tarafından alınmış olan güncel kredi kartı bilgileri ile beğenilen entryler satın alınabilecek ve bu sayede o entry'i sizden başkası okuyamayacaktır. satın alınmış entrylerinizi ise okuduktan sonra satışa çıkarıp başkalarının para karşılığı okumasını sağlayabileceksiniz.
edit : gelen sorular üzerine "aynı anda satın al butonuna tıklarsak ne olacak?"
cevap : o zaman da müzayede yapılacak ve en çok limit yükselten yazar entrynin asıl sahibi olacak
soru : entry sahibine ücret ödenecek mi
cevap : hayır
harika bir sistem. şimdi buldum. bu sistem sayesinde ortalık birbirine girecek diye düşünüyorum.
misal şimdi bir entry okuyacağınız zaman tak diye açıp okuyorsunuz ya. o işte öyle olmayacak. eğer başka bir yazar o entryi okuyorsa siz o entrye giremeyeceksiniz ve sağdaki "entry okuma sırası'nda sıraya girmiş olacaksınız. okuyan çıktıkça bir arkadaki yazarın ekranında entry otomatik açılacak ve o da okuyup da çıktıkça öteki falan.
aynı anda birden fazla yazarın bir entry'i okuyabilmesi için bekleme sırasındaki yazarlara talep gönderilecek o da kabul ederse aynı anda okuyabilecekler ama okuma sırasındaki en üstteki yazar entryi kapattığında diğer okuyanın da ekranında kapanmış olacak.
sistemi geliştirmek adına fikirlerinizi istemiyorum çünkü bu sistemin daha fazla gelişme imkanı yok, en üst düzey sistem bu. 7 yıldır bu sistem üzerinde çalışma yapıyorum.
büyük alışveriş merkezlerinin kasalarında kasiyer tarafından sorulan soru cümlesidir ki bazı zamanlar aylık alışveriş yaptığınızda tutar sizin maaşınızı da geçince "hehe, hapis yoluyla ödeyebiliyo muyuz?" diye espri yapıp nutellaları falan geri yerine koyduğumu da hatırlıyorum.
- cem bey ödemeyi ne şekilde alıyoruz?
- ne kadar tuttu?
- 764 tl
- karımı bi öpeyim.
+ noldu aşkım
- sen makarnaları al ben bi iki ay yatıp gelcem
cupping tester kardeşimin de bir entrysinde bahsettiği gibi (numarayı almayı unuttum amk asdakjda) yıllardır bitmeyen, dünyanın en sikimsonik kampanyalarıdır. sadece markalarının akılda kalması kapsamında yapıldığını aşikardır fakat arkadaş farklı 5 zamanda 50'şer liralık alışveriş yapıp, 6. alışverişte 10 tl kazanmak için kazan yazıp bilmemkaça sms gönderen kaç tane insan var allah aşkına bir taneniz bana çıkın deyin ki "biradar ben gönderdim, benzinim de geldi, arabam yok ama olsun benzin alınca arabayı da aldım sonra.." deyin ben de rahatlayayım.
bazen fişlerinde yazan "364 tl'lik daha alışveriş yaparsanız 5 lira migros puan kazanacaksınız" tarzında kampanyalardır. Bu sayede milyarlarca para harcayıp 7 tane çokoprens kazanabilirsiniz.
kasaplıktan oğlunun hukuk fakültesi'nden mezun olmasının sonrasında hukuk bürosu ofisi haline gelmiş dükkanın adıdır. yani en azından öyle olmasa bilem ben avukatlık ofisi açsam adını böyle yapardım.
hemen önünde ellerinde cumhuriyetlerle, salkım salkım dolarlarla bekleyen insanların arkasında "ee benim çok yakın arkadaşım değil, yoksa var param" bakışları atarak beklediğiniz süreç insanın ömründen ömür yer.
hele ki benim gibi damada 50 takıp gelinden 20 para üstü alan dublefakir birisi iseniz, büyük rezillik.
bence 90'lara has idi. Kral top10 takip ederdik deli gibi, bir önceki haftanın sıralamasını ezbere bilirdik. Sinan Özen Vay bana bir numaraydı, allah'ım ne sikimsonik şarkıları takip edermişiz. Tarkan bir anda bi albüm çıkarır ortalığın anasını bellerdi. kardeşimle önümüzdeki haftanın top10 liste tahminlerini yapardık. Mustafa Sandal Araba ile patladığında şaşkın otoriteler gibi birbirimize bakardık.
bazen düşünüyorum, ciddi ciddi düşünüyorum. Özellikle de çok iyi anımsadığım nokia telefonumda sakladığım 10 sms'den sonra bir sms daha aldığımda yukarıda yanıp sönen mesaJ imlecine gözucuyla bakarken hangi mesajı silsem acaba diye hepsini tek tek okurdum.
birisi sevgilimden gelmiş çok hoş mesaj, ötekisi annem demiş ki oğlum çok özledim. Kıyamazdım hiçbirisi silmeye, bir yandan da yeni gelen mesajı merak ederdin. ne kadar güzel zamanlardı.
şimdi yok 10 gb hafıza, yok limitsiz rehber. kısıtlı olmak güzeldi.
ben şahsen genelde alışverişlerimde öyle yapmaktayımdır. Misal bir ayakkabı 890 TL'den 350'ye mi düştü. Beni ilgilendirmez, ben 890 TL'den alırım. Bu şekilde mağaza müdürleri ile çok kavga etmişliğim de olmuştur
- beyefendi yalnız o ayakkabımız indirimde
- ben normal fiyatından almak istiyorum
- efendim bugün indirime girdi üzgünüm indirimli fiyattan verebiliriz
- dün geldiğimi varsayın beyefendi.
- efendim üzgünüm
- tamam o halde 3 tane alıyorum, ikisi sizde kalsın
- öyle olur.
ne yapayım arkadaşlar, indirime giren ürünü alamıyorum. alamıyorum! a-la-mı-yo-rum (çaktırmayın olm, sürünüyoruz zaten iki diyalog yazıp hayaller kurayım istedim, çok mu?)
96'larda falan irc sohbet odalarında vardı böyle bi adam. hiç cesaretimi toplayıp bir şey yazamamıştım ama hep görüyordum. nicki tam olarak şöyleydi "Eve_gelir_M"
belki de sempatik bir biçimde "eve gelirem" demek istiyordu ama ben tırsıyordum. buralarda mıdır acaba, insan merak ediyo eve gittiği oldu mu hiç, yıllardır unutamıyorum anasını satiyim
ben de hayretler içerisindeyim fakat tecrübe ettiğim hadise.
Nişantaşı'nda bir gösteri öncesi tıraş olmam gerekiyordu fakat bizim mahallenin aksine etrafta hiç erkek kuaförü kasap hayri'lerden yoktu ve ben de mecburen bir bayan kuaförüne kafamı uzatıp "ee pardon, sakal kessek?" dedim. Gülerek, "olur ama ustura yoki makinayla alırız" diyip beni içeri aldılar. zaten sakal dediğim de 7 tane kıl, neyse.
Sağolsun efendi düzgün bir arkadaş aldı beni salonun tam ortasında bir koltuğa oturttdu ve favorilerden başlayıp almaya başladı. Normal erkek kuaförlerinden alışkanlık ellerimi götüme kadar sokmuştum berber değdirmesin diye ama kardeş sağolsun hiç değdirmeyerek hayatımda ilk defa bir kuaförde ellerimi sağıma soluma koymama sebebiyet vermişti.
ben huzurlu huzurlu tıraş olurken etrafta pos makinası ile bir bayan dolaşıyordu ve müşterilerle aralarında şöyle diyaloglar geçiyordu "Arzu hanım 450, %20" "Sevgi hanım'ın 375'ti sanırım" diye. Ulan ben başladım titremeye. Hayır bakıyorum Arzu hanım da sadece fön çektirmiş gibiydi sanki. Dedim sıçtık, burada donumuzu bırakıp çıkmazsak iyi. Sonra pos makinasıyla bana doğru geldi hanım kızımız, ve kuaförüme doğru "ne vardı buranın?" dedi. Bizim mal da "kesim, yıkama" deyimce hanımefendi kesimi saç kesim anladı ve bana 105 demesiyle benim öteki taraftaki sakallar kendiliğinden döküldü zaten. Herkes bana bakıyordu. Ulan zaten bayan kuaföründe rica minnet sakal kestirmeye girmişsin ne bu hareketler? Neyse baktılar ben havale geçiyorum hemen ayaklarımı uzattılar... şaka lan o kadar da değil. bi şekilde karttan 25 taksit + boş senet imzalama falan derken çıktık.
ayrıca öyle veya böyle saç yıkama esnasında kafayı arkaya yatırmak da ne güzel bir deneyimmiş arkadaş.bizim kasap abilerde öyle değil. Enseden tutup lavaboya bi sokuyolar, zaten o ivmeyle burnun lavabonun dibine çarpıp kanıyo falan bir ton aksiyon. hay gözünü sevdiğiminin parası be...
Arkadaşlar bizim evde devlet istatistik enstitüsü ile yarışacak kadar çok belge var. bunların neredeyse tamamı son 30 yıldır ödenmiş elektrik faturalarının kopyaları, efendim su faturalarının asılları ve fotokopileri, evi tapusunun 500 tane fotokopisi (yatağın altından bile çıkıyor bir kopya nüshası, her yerde var anasını satiyim)
yahu arkadaş, babama da anlatamıyorsun. eğer bir evde sular kesik değilse demek ki su borcun yok. hiç iski'den bir adam gelip de "ismail bey 19 sene evvele ait ödenmemiş bir faturanız görünüyor, ödendi makbuzunu görebilir miyim" mi diyecek allah aşkına sevgili arkadaşlar. ikna kabiliyeti yüksek bir arkadaş gelsin bize de babama anlatsın. yemin ediyorum ayakkabılarımı bile koyacak yer kalmadı evdeki kopya nüshalar yüzünden. her kapıyı açtığımda uçuşan fotokopi topluyorum yerlerden vallahi.
özel mesajdan her yazılana yanıt verdiğiniz anlamına gelir. benim gibi sıradan yazarlarda durum böyledir. hani böyle 220 mesaj gelmiş sadece 5'ini yanıtlamışım karizmasını yapmak bize çok.
yanıt verdiğim mesajlara da cevap gelmiyor. artık ne sikim bi yanıt verdiysem asdjaasd
şu elektronik kart doldurma makinalarından bahsediyorum. büyük rezillik, bakın ne yaşadım..
iki hafta kadar önce nişanlımla metroya doğru ilerliyoruz. kendisine eve kadar eşlik ediyorum (eve bırakıyorum diyemiyorum çünkü eve bırakmak öyle toplu taşımayla olmaz) neyse,istanbul kartımı doldurmak için makinaya para attım (10 tl) sonra gargurgargur derken parayı yuttu pezevenk cihaz. suratım oldu bembeyaz (nası kafiye)
neyse kızcağız güvenliğe gitti durumu bildirmek için ben de o esnada ayağımı alttan makinaya sokmaya, garip garip hareketler yapmaya çalışıyodum parayı çıkarmak için. her neyse, nişanlım geldi "cem napıyosun" dedi. dedim aşkım parayı çıkarmaya çalışıyorum. bana dedi ki "aman uğraşma 10 lira için".
ve işte o an tarih boyunca asla unutulamayacak şu lafı ettim...
"önemli olan kaybettiğin meblağın ne kadar büyük olduğu değil, varlığının yüzde kaçını temsil ettiğidir."
not : o gün yanımda 12 tl vardı bu kapsamda %90 kadarını kaybetmiş oluyordum.
ayrıca babamın bir lafı vardı bana; "cemciğim, kendini ezdirmek zorunda kalırsan, en azından küçük paralar için ezdirme"