Sera... Tatlı, sevecen ve genellikle çilli olan (çilli kızlar çogzel olur bu arada) kısa saçlı kızların ismidir. Ama gelin görün ki bunların da gazı vardır.
-Tabii olom manyak mısın? Benim eski bir sevgilim vardı. Adı Sera ve baya baya pırtlıyordu. Gibi konuların konuşulmasına da malzeme olmuş bu sera lar bi de acayip kokarlar. Gaz bu sonuçta. Parfüm değil. Hıhh.
Kendini beğenmişliği aldığı nickten belli olan ve eğlenmesini hiçbir zaman bilmeyecek olan yazarımsıdır. Sanırsam ilgi çekmenin kendince yöntemini bulmuş. Tebrik ederim şampiyon bi tane ilgi manyağının ilgisini çektin. Oltanı iyi at belki başkaları da düşer.
Sanırsam töröröst.
Şaka şaka abd li romancıdır. "Çanlar kimin için çalıyor" kitabı da harikadır. Galiba bunu dememe gerek yoktu ama neyse dedim ben. Kitabı okuduğumda gözümde canlandırdım ve bunu yapabiliyorsam anlatım gerçekten iyidir. Sevişme bölümleri falan da vardı. Ay tamam oraları sansürlüyoruz.
Ben yokken alem ne kadar zeki olmuş böyle vay Anasını sayın okuyucular. içimden bir ses kıskançlık duygusu ileriki bölümlerde baş gösterecek diyor. Ama hayırlısı tabii.
Hayat güzeldir. Tatlı olabiliyor bazen, bazen de .. ne yazık ki acı. Biber acısı gibi değil, etin mıncıklandığı zaman ki gibi yaşanılan acı. lakin bu da geçiyor. Önce morarıyor et ve zamanla kapanıyor izi. Acıdan eser kalmıyor. Kalmadı da zaten…
Safa 23 yaşında bir genç. Evet 32 değil, 23. Daha gençliğinin başında denilebilecek bir yaş. O gün çok mutluydu. Hayat ona tatlıydı çünkü. Çünkü mezun olmuş ve ilk iş görüşmesine gidiyordu. hala kendine ait bir arabası yoktu ve bu onu otobüse koşarak götürüyordu. Saat 11:32 ydi. 28 dakikası vardı görüşmeye yetişmesi için. Otobüsü hareket halindeyken durdurup bindi. Biraz kalabalıktı. O saatte zaten yaşadığı yerde insanlar hep hareket halinde oluyordu. işine giden yetişkinler, okula yetişmeye çalışan genç kızlar, gezmek isteyen dayılar, teyzeler. Hastaneye uğrayıp muhtemelen kan verecek olanlar, evden kaçan Güzide’ler. Güzide beyaz tenli 22 yaşlarında sessiz bir kızdı. Etrafındaki insanları izlemekten sanki keyif alıyor gibi bir hali vardı.
“Yetersiz bakiye…”
Safa elini cebine attı. Cüzdanının yanında olmadığını fark etti. Belki bozuk vardır diyerek elini arka cebinde iyice dolaştırdı. Kafasını kaldırdı telaşla. Sanki kimse orada yokmuş gibi herkes ölü numarası yapıyordu. Güzide hariç. Safa’ yla göz göze geldiler. Tebessümün ardından Güzide tutuna tutuna en öne geldi ve otobüs biletini şoföre uzattı. Mahçuptu Safa. Çünkü ne inebilirdi ne de yapabileceği bir şeyi vardı. Oturacak yer olmadığından Güzide Safa'yı kolundan tutup arkaya doğru gitti. Birbirlerine tutundukları için bir düşme vakası geçirmediler. Güzide nin yanı boştu. Oturdular.
-sey aslında ben nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Yani…
-hayir hayır ne demek (tebessüm ederek) kim olsa aynı şeyi yapardı.
ikisi de etrafına bakıp güldüler. Çünkü kim olsa aynı şeyi yapmazdı.
-bu arada ben heyecandan cüzdanını evde unutan Safa. ilk iş görüşmesine gidiyordum. Günüm pek iyi gitti sayılmaz ama belli ki iyiye gidiyor şimdi. Seni yani…
-ben Güzide. Teşekkür ederim. Yardımcı olabilmişsem ne mutlu bana Havana. Ay bi dakika Havana değildi sanırım.
işte o an gülmek eylemi sonsuzluğa doğru bir yol almıştı. An.. bitmesini istemedikleri bir an. Safa şirkete yakın durağa geldiğinde ineceğini ama yine de Güzide'yle yeniden konuşmak ve böylece teşekkür etmek istediğini dile getirdi. Ama otobüs hareket etmek üzereydi. O an Güzide Safa'nın kolundan ikinci defa tutarak indi. Safa şaşırdı önce. Neden böyle yaptın diye soramadan Güzide;
-başkasının parasıyla Sakarya yı gezmeye ne de meraklısın öyle. Bedava olunca öyle oluyormuş demek ki.
Yine sonsuz gülmek eylemi…
-5 dakika kaldı. Koş yetişemiycez yoksa. Sonra Sakarya yı kim gezecek?
Güzide kapıda bekledi. Tam 16 dakika olmuştu Safa içeri gireli. Suratı asıktı. ilk görüsme tam bir fiyasko olmuştu. En son “hayvanlar” diyip çıkmıştı. Şirketin yakınlarında bir parka gidip oturdular. Tüm olayını anlattı Güzide ye. O anlatıyor Güzide heyecanla dinliyordu. Sanki daha önce kimse onunla bu kadar uzun konuşmamış gibiydi.
-bana Ecrin diyeceksin.
Bu küçük kız Güzide nin hoşuna gitmişti.
-o zaman sen de bana Havana diyeceksin.
Güzide bunu Safa nın gözüne bakarak demişti. Sonsuz gülmek eylemi…
Güzide, Ecrin in bulunduğu parkta Safa yla konuşmaya başladı;
-kucuklugumden beri babam bana gözü gibi baktı. Annem ben küçükken vefat etmiş. Babamin deyimiyle çok zenginiz ve okumama gerek yok, parayla bile arkadaşlık yapılır. Ben sırf bu yüzden mutsuz bir çocuk olarak büyüdüm. Arkadaşlarım olmadı, okulum olmadı, düşüp çamura kirlenmedim. En çok neyi istiyorum biliyor musun? Bir çocuk gibi kendimi kirletebileceğim kadar kirletmek. Çimen lekesi, çamur kalıntısı, yağmur izi, ter kokusu… bunlara sahip olmak istiyorum. Bir çocuğun başına gelebilecek her şeyi yaşamak istiyorum. O pahalı bebeklere, oyuncaklara baktıkça gözlerim doluyordu. Sırf dadım babama söylemesin diye ağlamıyordum. Geceleri sürekli kitaplar okuyordum. Tek özgürlüğüm sanırsam kitaplarımdı. Bunları istediğim kadar babamdan isteyebiliyordum. Kendimi kitaplarla büyüttüm…
O an Güzide ağlıyordu ama mutluydu. Az sonra;
-sana bir sır vereyim mi? Ben evden kaçtım aslında.
Safa nın gözleri aniden büyüdü. Nasıl yani diyemeden güldü. Güldüler. Sonsuz gülmek eylemi…
-ben üç yaşındayım. Babamın adı ibrahim, annemin adı…
Ecrin yine etraflarını sarmıştı.
-cocuklari izlemek de bir çocukluktur ama yaşamak daha güzel dedi Safa ve bu sefer o Güzide nin kolundan tutup çekti. Hızlıca koşmaya başladılar. O koşuşturma sırasında ne Güzide bir soru sordu ne de Safa yaptığı şeyi anlattı. Sadece koşuyorlardı. Bir tepeye geldiklerinde durdular nefes nefese.
-şimdi özgürsün. içindeki tüm kötü yaşanmışlıklarını haykır ve yapamadıkların için dua edelim dedi Safa kendinden emin ve mutlu bir şekilde. Güzide önce biraz durdu. Hatta baya biraz durdu ve;
-alınan o kırmızı ayakkabılara lanet gelsin. Ayakkabısı olmayan çocuğu ağlattığı için. Sarı saçlı ve güzel sindi bebek kahrolsun. Hiç samimi olmadığı için. Lazerli uçak yere batsın. Beni mutsuzluklardan uzaklaştırmadığı için. Özel hocanın başına deve tükürsün. O olduğundan okula gidemediğim için. Olmayan arkadaşa çok kırgınım. Gelip beni bulmadığı için…
-hey dur bakalım küçük hanım. Bak bir arzun gerçek oldu. Ben senin arkadaşınım.
-kesinlikle Havana arkadaşım. Şuan çok mutluyum kötü şeyler gitti gibi.
-ama yapamadıkların var daha. Şimdi benim yaptıklarımı yap gün boyu. Anlaştık mı?
Gülerek kafasını salladı Güzide. Tam o anda Safa kendini tepeden yuvarlamaya başladı. Güzide de aynısını yaptı ve kalkıp koşmaya başladılar. iki genç anca bu kadar çocuk olmuşlardı(r) hayatlarında. Safa Güzide yle birlikte otobüse binip kendi evine gitti. Güzide ye arka bahçeye gitmesini söyledi. Kendi de eve girdi ve 5 dakika sonra o da Güzide nin yanına gitti. Hortumdan deli gibi su geliyordu. Safa eline hortumu alarak Güzide yi ıslatmaya başladı. Küçük hanım ne oldum demeden bahçede koştu. Sonra hortumu ele geçirdi ve o da Safa yı ıslatmaya koyuldu. Yaşadıkları duygu harikaydı. Hem yağmur lekesini yaratmışlardı hem de çamur olmuşlardı bir şekilde. Çimen lekeleri… sonsuz gülmek eylemi.
Yere uzanıp gökyüzünü izlemeye koyuldular. Zaman ne çabuk geçmişti. Tıpkı bir elmayı yiyip sapını atmak kadar hızlı. Uzandıkları yer çamurdu ama bu onlar için pamuk tarlasında uzanmak gibi geliyordu.
-bir yıldız seç, dedi Güzide. Ama en parlak olanını değil. En dikkat çekmeyenini. Çünkü parlak yıldızların talibi çok olur.
-hey bunu nereden öğrendin böyle?
-sanırsam bir yerden okudum. Zaten bildiklerimizi hep bir yerden okuyoruz. Bazen bir kitaptan bazen de bir insanın ağzından. Okuyoruz her türlü.
-o zaman şu bize en uzak olan yıldızı görüyor musun? Onu sana hediye ediyorum. Eminim ki kimsenin değildir. Senin olsun.
Sonsuz gülmek eylemi…
Kimse onlara o gece orada dokunmadı. Uyuyup sabahladılar. Safa Güzide yi temizlensin diye eve götürdü. Uygun elbiseler olmadığından bir tişört ve pantolonunu verdi. Aslında yakışıklı bir genç kız olmuştu Güzide bu elbiselerle. Oturup kahvaltı yaptılar ve bu sırada bundan sonra ne yapacaklarını konuştular.
-eve gitmeyeceğim. Yetişkin bir kızım, diye söze başladı Güzide. Babam beni sevseydi ben evden kaçma girişiminde bulunmazdım. Eminim ki beni bulsa her şeyden kısıtlar. Zaten kitaplarım dışında neyim oldu ki?
-peki ne yapmayı düşünüyorsun?
-babamla konuşacağım. Artık bu yaşantıma son verdiğimi, kendi başımın çaresine bakacağımı, ve normal bir insan olarak hayatla mücadele edeceğimi söyleyeceğim. Bana engel olamaz. Polise giderim yoksa. Ha bir de oyuncaklarımı alacağım. Zaten bana ait değiller mi?
Birlikte güldüler tekrardan.
-ya sonra?
-ne sonra? Sonrası oyuncaklarımı satacağım. Kullanılmadılar zaten. Belli bir birikimim olduktan sonra küçük bir dükkan açacağım. Değiş tokuş yapılarak işleyen bir dükkan. Bunu da bir kitapta okumuştum. Eski, ikinci el eşyaları ya başka bir eşyayla değiştireceğim ya da parayla satacağım. Böylelikle aç kalmış olmam.
O sırada ağzına kocaman bir salata dilimi alıp hart diye bir ses çıkararak yedi. Sonsuz gülmek eylemi…
Plan hazırdı. Birlikte kalkıp Güzide nin babasının yanına gidilecek, konuşulacak ve sonra özgür kalınacaktı. Ve en nihayetinde gittiler. Sert bir tartışmanın ardından tam 3 saat sonra olaylar istedikleri gibi gelişti. Polisi bu işe karıştırmadan hallettiler. Rüya gibi gelişiyordu her şey. iki torba dolusu servetiyle evden ayrıldılar.
-şimdilik benim evime gidiyoruz. Ardından yarın ilk iş çocuk parkına gidip bunları satmak.
-ama…
-aması yok. Sen beni başarısız bir iş görüşmesine yetiştirdin ben de seni başarılı bir hayata yetiştiriyorum.
Sonsuz gülmek eylemi… az sonra eve vardılar. Oyuncakları oturma odasının ortasına döküp düzelttiler.
-bir sana bir bana. Hah şu su tabancası benim olsun. Çocuklar bunu napsın de mi?
-hayir hiç adil değil. Bizim su hortumumuz var zaten. Onu lütfen bırak.
O gün yarının heyecanıyla bitmişti. Ertesi gün oyuncakları tekrar torbaya yerleştirip parka gittiler. Ama ne yazık ki umulduğu gibi olmadı çünkü torbanın içindeki oyuncaklar görünmüyordu ve kimsenin ilgisini çekmedi. Başarısız bir sekilde akşama doğru eve döndüler.
-hey bir dakika. Şu yemek masasını görüyor musun? O bizim tezgâhımız olacak, dedi Safa. Hem parka kadar gitmeye de gerek yok. Yarın kapının önünde eğlenceli bir satış gerçekleştireceğiz. Çünkü bizim su hortumumuz var.
Sonsuz gülmek eylemi…
Yarın… güzel ve umutlu bir sabaha uyandılar Safa ve Güzide. Masayı birlikte kapıya taşıdılar. Oyuncakları özenle düzenlediler. Hava o gün baya sıcaktı ve Safa nın deyimiyle bu işlerine gelmişti. O an Safa:
-güneş bugün çok kızmış
Yüreklerimizi yakmış.
Eğer mutlu olursak
Islanmak bize yakışırmış.
Haydi çocuklar gelin
Oyuncaklarınızı seçin
Güneş size kızarsa
Islatan hortuma girin.
Sonsuz gülmek eylemi… bu cazip çağrıya insanlar kulak vermeye başladı. Oyuncakları gören çocuklar da resmen büyülenmiş gibi oraya akın etti. Güzide tezgahın başında güler yüzüyle herkese yetişmeye çalışıyordu. Anneler çocukların ıslanmasına pek yanaşmadılar. Ama kana kana su içmelerine izin verdiler. Serinletici ve eğlenceli gidiyordu satış. Oyuncaklar kaliteli ve ucuzdu. Bitmemesi olanaksızdı. Yorucu ve başarılı bir gün oldu. Ortalığı topladılar birlikte. Bahçede gökyüzünü izlemek için yıldızlar resmen şarkıyla davet ediyordu.
Babalar çocuklarını gizlice seven suçlulardır. Çünkü mutluluktan pek anlamazlar. Bunu kendine yedirememişti Dilaver. Güzide yle gelen çocuğu suçluyordu. Ona göre Safa Güzide yi kandırmıştı ve onu kullanacaktı. Ama nerden bilecekti ki Safa, kızına onun olamadığından daha fazla baba olduğunu. Bilmiyordu işte. Ve onu öldürmeyi düşünüyordu…
Zaman hızla ilerliyordu. Safa nın da önceden biriktirdikleriyle küçük ve sevimli bir dükkan kiralamışlardı. Pek bir şey yoktu hala ama zamanla daha iyi olacağına ikisi de inanıyordu. “Düşünme, arzu et! Bak böcekler de öyle yapıyor” sloganları olmuştu bu küçük dükkanlarının. O gün açılış yapacaklardı kendi aralarında ve çok şık giyinmişlerdi. Safa Güzide ye beyaz bir elbise satın almıştı. Tıpkı bir peri kızına benziyordu Güzide. Mutluydular. Safa Güzide nin elini tutarak;
-artık ikimize ait bir mekanımız var. Gerçi bu ev de ikimize ait ama birlikte aldık bu dükkanı. Ve inanıyorum ki her şey harika olacak. Ama Güzide sanki eksik olan bir şey var. O da hayata ilan edip duyurmadığımız bir eksiklik. Sanırsam onu da şimdi tamamlayacağız diyip Güzide yi öptü. Bu resmi bir evrağı imzalayacak öpücüktü. Hayat o sabah çok tatlıydı. El ele tutuşup dükkana doğru yürümeye başladılar. Ne tuhaf yolun ortasında bir çiçek açmıştı. Safa bunu Güzide ye vermek için harekete geçti. O an karşıdan hızlı bir araba geliyordu. Güzide telaşlı bir şekilde Safa ya doğru koştu. Bedenini sert bir şekilde yoldan itti. Ama kendisi…
-Beyaz ne kadar masum bir renkti. Hiç kirlenmeyi hak etmiyordu. Güzide bunu görseydi ağlardı, dedi Safa Güzide nin cenazesinde ağlayarak. Seni başarılı bir hayata yetiştiremedim…
Canı çok acıyordu. Sanki etini mıncıklamışlar da içten derin morarmalar oluşmuş gibiydi.
Deli Dilaver… o kızının ölümü üzerine aklını yitirmişti. Kazdığı kuyuya kızını kendi elleriyle atmıştı. Pişman olamayacak kadar şuuru yerinde değildi.
Ya sonra…
Sonra Safa Güzide yle birlikte açtıkları dükkanı işletti. işlerini büyüttü. Dükkanın adını “Güzide” koydu. Orayı sonsuzlaştırdı. Tıpkı gülmek eylemi gibi…
Evet yasaktır. Mesela tartışma konusu dahi her şey de yasak oluyor. Neyse fazla konuşmak isyemiyorum... Entry girmeyi kesin derim size. Sonra birisi "polemik yaratıcı entry" girebilir...
Kimseyle bi alıp veremediği yoktur. Ama ille de burada kavga çıkaracak, olay yaratacak, bi kaç bişey yazarak kendini tatmin edecek yazara dert olmuştur. Hiç de umrunda değildir.
Montse (Macarena Gómez), açık alanlardan korku duyduğu ve kendini güvensiz hissettiği psikolojik bir rahatsızlık olan agorafobi ismi verilen bir rahatsızlığı sahiptir. 1950’lerin ispanya’sında yaşayan kadın, Madrid’de bir apartman dairesinde hayatını sürdürmektedir. Yaşamının büyük bir bölümünü kız kardeşini yetiştirerek geçirmiştir. Gençliğini harcadığı kardeşi dışında da başka bir insanla iletişim içine girmemektedir. Ancak bir gün dikkatsiz genç komşusu Carlos (Hugo Silva) merdivenlerden düşer ve kapılarına doğru sürüklenir. işte o andan sonra onun bölgesine giren bu insanla beraber başka bir macera başlayacaktır...
Aslında kadının o insanlarını öldürmesindeki tuhaflıktan ziyade öldürdüğü babasının geçmişte yaptıkları gözüme battı. Ardından onun etkisiyle zuhur eden bir kişilik ortaya çıktı. Ve sorunlu kişi bize başkasının bedeninde göründü...
Güzel bir filmdi. Hatta kendi kendime keşfettiğim en güzel filmlerden biriydi diyebilirim...
iki üniversite bitirmiş biri olarak iki anım vardır. Gerçi denizde kum bende anı bitmez. Şöyleki size anlatayım efenim:
Birinci üniversitem bittiğinde kendimi bir boşlukta hissettim. Pek ala bir yere girip çalışma imkanım vardı. Ama ben kariyerimde daha iyi yerlere gelmek istiyordum ve ikinci üniversiteye başladım direk iş hayatına atıldım. Aslında nasıl bittiğini anlamadım bile. Şimdi kalkıp da size bir burukluk vardı içimde desem size yalan söylemiş olurum. Onun için anım budur.
Sekizinci nesil bir yazar olan bu kişi sanırsam annem ya da erkek kardeşimdir. Bunun dışında evimizden biri de olabilir. Çünkü evde aynı börekler aynı anda kızardı. Tuhaf.