Bulutsuz yaÄmurlu bir sabah yuvacıkından uçarak çıktı minnak karınca.yeni bulutsuz saÄanak yaÄmurlu sabaha merhaba demedi.neden?zira iki gün önce söz vermiÅti benlikine, "bundan böyle olsa olsa onunla merhaba merhaba" diye.bulutsuz hava bulutlaninca güneŠçıktı.e doÄanın kanunu bu tabii.derkene bir ses duyuldu: "fıÅÅt" o da nesi?bir ezilme sesi.ve karınca geberir.bir cani insan tarafından hemide.ve umutlu son.eski türk filmlerinin sonları gibi büyük harfler ile "son"
O kocaman, o kahverenginin en mükemmel tonunu bünyesinde barındıran gözlerini hiç ayırma benden...
aslında tamda böyle bir bakış açısı lazım ilişkimize... ama kimse sadece tren olup işin kolayına kaçmamalı, sessiz, sedasız, duygusuz bir şekilde raylarda ilerlememeli..
melankolinin dibine vuran bir öküz olduğunda dokunamayacağını bilerek, kana kana bak bana, bakmakla yetinme, seslen kimseye seslenmediğin gibi... seslen ki, pas tutmuş her parçam canlansın, "işlesin" lokomotifim, ozon tabakasına istemdışı akıttığım zehirden bile mutluluk duyayım, hasretten bağrıma bastığım kömürleri vuslata ermek için daha bir hızla, daha bir hırsla yakayım...
her sayıklamamda adını, canımdan giden parçaları öfkeyle yürüdüğüm raylara saçıyorum... işte kıvılcımlarım, işte sensiz yaşamayı göze alamayan parçalarım...
öyle ki; hiç farketmesin hangi raylardan, hangi vakitlerde geçtiğim... sen orda ol, her hareketimin, her kıvılcımımın farkına var.. onlar sen farketmediğinde sadece birer kıvılcım, sen baktığındaysa aşkımıza ödediğim "bedel"...
hangi vakitlerde geçtiğim farketmese de, aslında bu senin adın gibi, yaşın gibi, bana olan sevgin gibi bildiğin, unutamayacağın bir bilinç olarak kalsın bilincinin altında... sonra ilk seferde olduğu gibi masumca bir bakış at bana.. ben demirden yapılmış vagonlarımın erimemesi için bocalarken, sen dahada sıklaştır bakışlarını..
hiç sevmemiştim zaten esneklik payımın olmayışını, sert olmayı, pas tutmayı.. alıp götürüyorsun ya sevmediğim yanlarımı, temizliyorsun ya tüm duygularımı pislenme kaygısı duymadan.. "işte senin son durağın, işte, işte tonla istasyonu alel acele geçmenin hediyesi" diye fısıldıyor makinistim buhar kazanıma... makiniste edilmesi gereken şükürleride teğet geçemiyorum bu yüzden, teşekkürlerimi, şükranlarımı belirlediği yolda giderek sunuyorum ona.. nasıl sunmayayım?!? belirlediği yol sensin bana.. yada.. yada sensin benim doğru raylarda seyretmemi sağlayan, sensin sabrımın hiç tükenmemesinin tek sebebi.. ve sensin hiçbir iklim şartından etkilenmeme fırsat tanımayan... senin varlığınla dolu vagonlarım... yataklısı, yataksızı.. sen konakladığın için şekline pek önem vermiyorsun ya, gıptayla bakıyorum sana her yolumuz kesiştiğinde..
hem bende konaklıyorsun, hemde yollarımız kesişiyor ara sıra, ne garip değil mi? bu aşk vücutla ölçülemeyecek kadar ihtişamlı, vagonlara sığmayacak kadar büyük artık.. işte bu yüzden senle doluyken bile, senle kesişiyor yollarım ara sıra..
aslında kimse kolaya kaçmıyor, belki de tren olmak daha bir zor, daha bir kasvetli bu ilişkide...
hiçbirşey yapamamak, yanından gürültülü bir şekilde geçip giderken sevdiceğin, durup dokunamamak, ona dokunmanın nasıl bir duygu olduğunu bile daha tam olarak hazmedememek... kasvetli, ucu bucağı belli olmayan tünellerde önünü aydınlatanın o olmadığını bile bile, aydınlığa onunla ulaştığını düşünüp, kendini avutmak...