mağazalarda sıklıkla uygulanan bir indirim (aslında bindirim) yöntemi vardır. iki alana bir bedava, üç alana dördüncüsü yarı fiyatına, şunu alana bu da yanında vs. yalan yok biz kadınlar bayılırız böyle şeylere. çoğu kadın aslında bu kampanyaların farkında olarak girmez mağazaya. onun tek derdi çılgınca alışveriş yapmaktır. elinde milyonluk/milyarlık poşetler varken, cebinde yol parası bile kalmadan eve dönmeye çalışacaktır. istediği modelin bedeninin veya renginin kalmaması, kalan son çantayı başkasının kapması, aradığını bulamaması ise başına gelebilecek en kötü olaylardır. eşiyle/sevgilisiyle kavga etmiş olmak, iş yerinde sorunlarının olması, okuldan atılmak üzere olmak gibi daha birçok sorun inanın alışveriş yapan bir kadın için o an asla önemli değildir.
işte bir kadına alışveriş yaptığı o şuursuz anında söylenebilecek en muhteşem şey farkında olmadığı kampanyayı söylemektir. şöyle ki;
kasiyer: efendim iki alana bir bedava kampanyamız var. istediğiniz bir ürünü daha alabilirsiniz.
alışverişyaparkenkendinikaybedenkadın: iki olsa?
kasiyer: anlamadım?
alışverişyaparkenkendinikaybedenkadın: bedava ürün diyorum iki tane olsa.
kasiyer: üzgünüm efendim sadece bir ürün alabilirsiniz.
alışverişyaparkenkendinikaybedenkadın: tamam o zaman ben şu çizmeyi de istiyorum
kasiyer: üzgünüm ama onu bedava alamazsınız efendim
alışverişyaparkenkendinikaybedenkadın: istediğiniz ürünü alabilirsiniz demediniz mi? tamam işte ben o çizmeyi istiyorum.
kasiyer: aldığınız ürünün fiyatına kadar bir şey alabilirsiniz. o ürünün fiyatı fazla.
alışverişyaparkenkendinikaybedenkadın: çok geç, ben o çizmeyi istiyorum.
kasiyer: &(&^%^/+()'
bu iş kadına o çizmeyi bedava verene kadar devam eder. kampanyalar iyidir hoştur ama şunu unuturlar: her kadının içinde bir çingene yatar ve bu çingene en çok alışverişte ortaya çıkar. benden söylemesi.
evladın anneden öc alma yöntemi. çok zevkli, valla deneyin derim mutlaka. böylece annelerin "seni babana söylerim" diye savurdukları tehditlere göz yummak zorunda kalmazsınız. bu da benden size kıyak olsun. ha haytt..
anne: carriye bak geç kalırsan valla seni babana söylerim.
carriye: sen zahmet etmeseydin anne ben de söylerdim.
anne: sen görürsün akşama neler diyorum babana
carriye: anne yerinde olsam sesimi çıkarmazdım, bak haftasonu dedemler geliyor, istemediğim şeyler yaptırma bana ahaha
anne: boyun posun devrilsin, tehdit ediyor bir de köpek.
tabi akşam olur. anne, babaya şikayet eder. gün olur devran döner, haftasonu gelir.
yemek sofrası;
carriye: dede??
dede: söyle yavrum.
carriye: senin bu kızın var ya dede
dede: ^/+/) hangi kızım yavrum ?
carriye: yahu dede kaç kızın var?? annem işte. (o sırada anneye bakarak "söyliyim mi" diye fısıldanır)
dede: evet var yavrum. nolmuş annene?
carriye: hani böyle çok öksürüyor falan ya. hani bronşiti tuttu yine. sen böyle kıyamıyorsun falan. bir aydır geçmedi hani. (oha be ne gaz verdim)
dede: geçmedi kör olasıca öksürük. ne yapsak bilmiyorum ki? ilaçlar da fayda etmiyor. tekrar bir doktora mı gitseniz ne yapsanız.
carriye: geçmez tabi dede. (anneye dönerek) söyliyim mi, söyliyim mi ahaha
anne: carriye sus gebertirim seni. baba sen aldırma buna. boş boş konuşuyor işte. bir şey diyeceğinden değil.
carriye: anne bak söylüyorum. (anne masa altından faaliyetlere geçmiştir) ahh... anne niye çimdikliyorsun. dede senin bu kızın var ya, fosur fosur ahahah.. (çimdik) ahhh..
dede: fosur fosur ne yavrum. hastalık mıymış o? nasıl bir şeymiş??
carriye: bir nevi hastalık dede. (çimdik) ahhh.. baca gibi baca ahaha tüttürüyor mübarek (çimdik) ahhh..
dede: (/+= sigara mı içiyorsun sen???
anne: yok baba öksürürken sigara mı içilirmiş. senin torununun uydurması.
carriye: inanma dede. allah seni inandırsın bir içiyor, annem sigarayı bıraksa tütün piyasası sarsılır o derece. (çimdik) ahhhh... yaaa nasılmış annecim. verdim gazı hadi size afiyet olsun. baba-kız konuşacaklarınız vardır ahahaha
anne: carriye buraya gel, buraya gel dedimmmmm, carriyeeeee..
sonra ne oldu bilmiyorum. baba kızın arasına girilmez sonuçta. annemden öğrendim bunu da.
yemeğe milli duyguları katmaktır. her zaman düşünürdüm; malzeme aynı, tarif aynı, tencere aynı ama benim yaptığım niye annemin yaptığı kadar güzel olmuyor diye. sonunda buldum. meğer sır istiklal marşıymış.
anne: korkmaaa sönmezzzz bu şafaaaak...
carriye: (ahanda geçit var diyerek sesin geldiği yöne doğru ilerler) noluyor yahu?
anne: laaardaaaa yüzen alsancaaakk...
carriye: anne?? çorba yapıyorsun sanıyordum.
anne: e ben napıyorum kızım, çorba işte.
carriye: istiklal marşı tuzu biberi herhalde anne
anne: dalga geçme benimle, fırlatırım terliği kafana.. sönmedeeeeen yurrrduumuun üstündee.
carriye: ahaha hazır ola geçtim anne, sen devam et
anne: sen benimle kafa mı buluyorsun??
carriye: yok anne ne kafası.. istiklal marşı diyorduk ahaha
iftar saati;
baba: şu mercimek çorbasına da bayılıyorum ha.. oh mis valla mis
carriye: baba lütfen, çorbayla düzgün konuş. hatta senin yerinde olsam saygı duruşuna geçerdim ahaha
baba: (anneye dönerek)hanım bu kıza geldiler galiba yine
anne: gittiklerini gördün mü sen hiç??
carriye: baba o çorba istiklal marşıyla pişti. ben hazır ola geçtim, annem söyledi. hani sevgi katarlar ya annem milli duygularını katıyor aşa ahahaha
anne: bak öyle ulu orta her yerde söyleme gebertirim seni
carriye: ne kızıyorsun anne. nene hatunum benim ahaha. (ahanda terlik geldi)
siz de annenizin yemeklerinin sırrının terem yağ olduğuna inanıyorsanız bir daha düşünün derim..
beş kız bahçede oturmaktadır. içlerinden biri fena halde sıkılmaktadır. o sırada gözüne dut ağacı ilişir. aslında dut sevmeyen biri olmasına rağmen, sırf ağaca tırmanırken belki aksiyon olur düşüncesiyle, "canım dut çekti" cümlesiyle konuya girer.
kişiler: carriye, kız 1(biraz safça olanı), kız 2( en hareketlisi), kız 3(panik atak olanı), kız 4(gülmeye başladı mı susmayanı)
carriye: kızlaaaar.. anammm canım çok fena dut çekti.
kız 1: hamile misin ahahah
carriye: öl kızım sen yoksa ben öldürücem.
kız 2: dur ben çıkıp ağaca toplayayım. otur otur kuruduk zaten kahkahkah
carriye: hay allahına kurban. çok severim ben dutu. bütün bu ağacı yerim mesela, o derece yani. (nasıl yalan. dut kim ben kim. ağzıma sürmem. neyse toplasın da yememek için de bir yol buluruz)
kız 3: ayy hayır olmaz düşersin, kırılır bir yerlerin. yok ben izin veremem, bakamam yüreğim dayanmaz. (titremeye başlamıştır bile)
carriye: kızım bi git kaybol, işime çomak sokma eğlenicez şurda iki dakika. ağacın tepesine çıkartır oturturum seni.
kız 4: ahahahahahaha (mütemadiyen gülmektedir)
kız 1 uzak tutulur, kız 3 sakinleştirilir, kız 4 susturulur. kız 2 ile taarruza geçilir. ağaç yan bahçede olduğu için yüksekçe bir duvara çıkılması gerekiyordur, duvara çıktıktan sonra ağaca atlayarak geçecektir. duvara kalınca bir demir bulunarak dayanır. ve olaylar gelişir..
carriye: bak ben bu demiri böyle tutucam, sen yavaş yavaş demirden çık. (şerefsiz akıl veriyorsun bir de)
kız 2: kızım sur duvarı gibi bu, bak bak bitmiyor, nasıl çıkıcam lan
carriye: yahu ne var alt tarafı 4 metre, hadi 5 olsun (bu duvarı da kim diktiyse buraya)
kız 2: demir de maşallah sağlam kalınmış.. hadi çıkıyorum ben, sıkı tut bak
carriye: tamam tuttum ben, çık sen.
kız 2 demirden çıkmaya başlar. her şey normal seyrinde ilerler, ağacın tepesine çıkması için biraz uzanıp atlaması gerekmektedir. söz konusu kızımız biraz koca popolu olduğu için burada zorlanmaktadır ve işin daha kötüsü etek giymektedir.
carriye: kızım kaldırsana poponu. o kadar çıktın, kendini kaldırsan ağacın üstüne çıkacaksın.
kız 2: ya ben kalkıyorum da, o kalkmıyor.
carriye: kalkmaz tabi. göt değil ki mübarek uçak ambarı.
kız 2: valla atlarım üstüne he
carriye: ahaha ben burdan göreceğimi gördüm, altta kalanın canını çıkartır valla.
kız 2: kızım bakmasana, sapık mısın nesin
bütün kızlar gördükleri manzara karşısında gülmeye başlamıştır. kız 2 buna daha fazla dayanamaz ve inmek için kendini bırakır. önce demirin üstüne çarpar, sonra kaydıraktan kayar gibi demirden kayarak sırt üstü yere uzanır. bundan sonrası +18..
kız 2: hay ağzına bipppp, hay dutuna bipppp, anacımm gitti kase biipppp
carriye: (yerlere yatmıştır) kızım ahahahaha kim sana hahahaah kendini ahahaha bırak dedi ahahaha
kız 2: sus çenene bipppp, ağzına bipppp, gülüşüne bipppp. tutun kaldırın beni ağzına bipppp.. ulan gülmesinize zilliler bipppp.
carriye: deprem etkisi yarattın yahu, kasene kurban ahahaha
kız 2: biippppp, bipppppp, bippppppppppp
şimdi söyleyin dostlar, gülenin ne suçu var allasen?
bir intihar yöntemi. cinayet yöntemi de olabilir, tam bilemedim şimdi. yola çıkmanızla sorunlar kendini gösterir.
uçaktan inilir, merkeze gelinir. kalınacak yere doğru gidilecektir.
birkaç kişilik apaçi: (arabayla yanaşırlar) kızlar yolculuk nereye, bıraksaydık??
arkadaş: ayh çok naziksiniz. turgutreis'e gidecektik.
carriye: (arkadaşın koluna sert bir dirsek attıktan sonra) sağol sağol biz gideriz, ilerle sen. (arkadaşa dönerek) kızım mal mısın ne herife gideceğin yeri söylüyorsun. bak baştan söylüyorum çeneni kapa. kafa dinlemeye geldik, başımızı belaya sokma.
arkadaş: aman tamam be. hiç iyi niyetten anlamıyorsun, çocuklar evimize bırakacaklardı.
carriye: he he bırakacaklardı. gecenin bu saatinde emin ol seni eve bırakacaklardı. ağızlarındaki salyayı görmedin herhalde. benim kafamı bozma yem diye veririm seni, rahatıma bakarım sonra.
plajda;
apaçi: kızlar ateşiniz var mı?
carriye: (ulan hala mı aynı numara) yok
arkadaş: (aynı anda) var
apaçi: var mı yok mu?
carriye: yok
arkadaş: (aynı anda) var
carriye: yok güle güle. (arkadaşa dönerek) kızım ne ateşi?? ulan sigara mı içiyorsun ki ateş var diyorsun.
arkadaş: napiyim çocuk çok tatlıydı dayanamadım
carriye: ateşin başına vurdu yani..
arkadaş: kısmetimi kapıyorsun ya böhühühü
carriye: ah bir de çeneni kapatabilsem. hem merak etme burda kaldığın süre boyunca 18614 kere ateşin var mı diye soran olacaktır. bir daha var dersen, ibret olsun diye yakarım seni.
akşam;
apaçi: kızlar arkadaş olabilir miyiz?
arkadaş: niye??
carriye: yürü kızım yürü. sen harbi salaksın. niye diyorsun ya..
arkadaş: arkadaş olsak ne olacak sanki. ne yabanisin hıh
carriye: herif içmekten ayakta duramıyor. onun her yeri arkadaş olsa ne olur. bak son kez söylüyorum sen konuşma.
arkadaş: ya nolur biraz sosyal olsak
carriye: allahıma kitabıma yolarım saçını. yahu ben kafa dinlemeye gelmişim. bak telefonlara bile çıkmıyorum. televizyon yok, internet yok, radyo yok. bilsem seni de almazdım yanıma
arkadaş: böhühühü
mekanda;
carriye: kızım ne gülüp duruyorsun herife
arkadaş: ayh herif değil o be, ibne
carriye: görüyorum ne bok olduğunu. neyse ne, gülmesene ibneye
arkadaş: ya çok tatlı ama.. seviyorum ben ibneleri, çok şeker oluyorlar
carriye: allah belanı versin ne diyim. ahanda masaya geliyor. bak o ibne bu masaya oturmaya kalkarsa mekanı dağıtırım. homofobim var benim. demedi deme yaparım. bir ibnemiz eksikti. sakın yüz verme, çeneni kapa, ben postalarım. ahanda geldi.
ibne: merağğbaa şekerleeer
carriye: (hay o yayarak konuştuğun ağzını) hop hop ağır ol, oturayım deme, uza bakalım
ibne: amaaan sinirli şeyyyy hıııh gidiyooorrummm
carriye: (yayık ağızlı hay senin tribini) ulan erkekler bitti, sıra ibnelere mi geldi. rahat duramaz mısın sen??
arkadaş: hihihihi
carriye: kalk gidiyoruz tokat manyağı yapıcam seni.
başka bir mekanda;
carriye: yine kime gülüyorsun sen?
arkadaş: ya şu teyzeme bak, nasıl şirin dans ediyor, bana el salladı biraz önce
carriye: bu mu şirin?? kızım sen kesin şaşısın. baktıkça kadına kusasım geldi. 2424 kilo yağ ile kıvırıp duruyor, iğrenç yahu. ahanda bu da geliyor. bir teyzemiz eksikti.
kadın: hi girls, where are u from?
arkadaş: hi, istanbul hihihi
carriye: (vay anasını yabancıymış bir de) söyle söyle açık adres ver, erasmusla gelen arkadaşın sanki
kadın: niceeee, nicee kahkahkah
carriye: (he he çok hoş, harika, süper) kızım bak bu karı normal değil sana söyliyim
arkadaş: üff ne paranoyaksın ya. teyzemle ne güzel muhabbet edicez işte. ingilizce pratik olur hem.
carriye: sen ingilizce pratik yapıcam diye götü kaptır da görürsün o zaman
arkadaş: ayhhhhhh (zıplayarak)
carriye: noldu kızım ne bağrıyorsun??
arkadaş: ayhh teyzem elledi, avuçladı resmen
carriye: ahahahahah teyzem hızlı çıktı. ben bu kadının ellerinden öperim.
ergen davranışı. sizden önce ben yapayım bu tanımı. lisede hangimiz ergen değildik ki? eğer bunu yapmadıysanız hiç liseli ergen olduk demeyin.
neyse efendim.. lisede bildiğin psikopatım. kızdan psikopat olur mu? valla olur. ekürisiz psikopat olmaz tabi. okulda bir gün aksiyon yaratmadan duramıyoruz. yine sıkıcı okul günlerinden biri. sıkıntı basmış ve ne yapsak diye düşünüyoruz. fazla düşünmeye gerek kalmadı haliyle. kafa her türlü muzurluk için takır takır çalışıyor. her zaman yaptığımız gibi okulun demirliklerinden atlayıp bir şişe şarap alıp okula geri döndük. buraya özellikle dikkat çekmek istiyorum. şarap ulan şarap.. gören yılların şarapçısıyız zanneder. oysa ne ben, ne de ekürim şarabın tadından bihaberiz. şimdiki aklım olsa votka alırdım o ayrı.
öğle arası. millet yemek derdinde. biz elimizde şarap sınıfa girdik. sınıfın ortasında kadeh kaldırıyoruz. bir yandan da tırsmıyor değiliz. tadını bilmediğiniz bir şeyi, sınıfın ortasında herkesin içinde içicez. e az çok psikopatlar diye raconumuz da var okulda. rezil olmak var yani işin ucunda. kadehi kafamıza diktiğimiz anda, içemeyip olduğu gibi püskürtsek bitti gitti bütün karizma. kadeh dediğime bakmayın, su şişesine koyduk şarabı. bildiğin erikli yani. neyse arkadaşla bakışıp diktik kafaya. ağzımdan mideme kadar bütün yol boyunca bir yanma hissettim. içimdeki ses "tüü allah belasını versin, bu mu len şarap dedikleri şey" diye feryat figan ediyordu.
bir şişe şarabı iki tane çocuk denecek yaşta kız içerse ne olur siz düşünün. hayatlarında ilk defa içtikleri gibi, bir de fondip yapmışlar. sonuç belli, bildiğin yamulduk. o kafayla din dersine girdik. kel bir hocamız vardı. içmeden önce bir taneydi daha doğrusu, o ders üç kişi geldiler sınıfa. üç tane kel kafa..
carriye: oo hocam hoşgeldiniz
kel hoca: siz varken hoş gelinmez kızım bu sınıfa
eküri: ahaha kızım hoca lafı koydu sana
carriye: ha hayt kalır mıyım ben altta, dur sen dur.. hocam yanınızdakiler kim?
kel hoca: kimler kim? kimse yok kızım yanımda delirdin mi?
carriye: e hocam iki tane daha kel var yanınızda ahahah
kel hoca: kel mi?? nasıl konuşuyorsun sen hocanla??
carriye: ben gördüğümü söylüyorum hocam. bizde yalan olmaz
kel hoca: kalk bakıyım tahtaya sözlü yapıcam seni. elham suresini oku bakalım
carriye: (aslında bütün sureleri bilmeme rağmen çarpılma korkusu nedeniyle kıvırmanın yollarını aramaya başlarım) valla sağolun hocam ben almıyım, siz yapın.
kel hoca: kızım beni delirtme yine tahtaya gel
carriye: (ekürimi işaret ederek) o gelsin hocam. allah sizi inandırsın geçen bir elham okudu ağladım, o derece yani, çok duygulu, içten böyle.
eküri: vay adi sattın kızım iki dakikada, alacağın olsun
kel hoca: ikinizde gelin, ikinizde gidin hatta. kurtulayım sizden
carriye: kalp kalbe karşıymış hocam. aynı şeyi de biz sizin için düşünüyoruz ama her ders geliyorsunuz
kel hoca: çıkın dışarı terbiyesizler, kovuyorum sizi. gelmeyin dersime
carriye: valla çok isteriz hocam ama kalkamayız. bu seferlik siz çıksanız, söz bir daha ki sefere iki kere çıkıcam.
kel hoca: %^+/&/=/^')
eküri: pauahaha
carriye: ahahaha
bu olayın nerde bittiğini merak edenler için söyleyeyim. disiplinde haliyle. 5 gün kafa izni verdiler. hey gidi ne günlerdi. o değil de zaten okula gelmek istemeyen öğrenciye, ceza diye uzaklaştırma veren bir eğitim sistemimiz var. o ceza bana ödül gelmişti be..
düşünün bi. tatile gitmiş, stressiz, huzurlu, keyifli bir hafta geçirmişsiniz. bu böyle sürecek değil tabi. tatilin de bir sonu var elbette. eve dönüş zamanı geldiğinde yaşanan o burukluğa, eve gelince valiz boşaltma derdi eklenir bir de. nasıl olur anlamam ama giderken o kadar doldurduğumu farketmediğim o valiz dağ gibi büyür gözümde.
1.gün..
anne: kızım valizi diyorum..
carriye: dur anne ya, daha yeni gelmişim. 13 saat yol geldim ölmüşüm bitmişim. valiz deme bana.
anne: tamam kızım, dinlen sen.
2.gün..
anne: kızım şu valizi odana koysaydın bari. böyle yol ortasında, ayak altında.
carriye: anne her yerim ağrıyor valla, akşam halledicem onu ben.
anne: öyle olsun bakalım (akşam yapma da sorucam ben sana diyen iç ses konuşmaya başlamıştır)
3.gün..
anne: yavrum valiz diyorum, boşalt diyorum, kaç kez oldu söylüyorum.
carriye: 3 kez oldu söylüyorsun anne. yapıcam diyorum susmuyorsun ki. dışarda az işim var, halledip geleyim yapıcam, valla bak (yemin ediyorsun bir de, çarpılacaksın diyen iç ses)
anne: la havle vela kuvvete illa..
carriye: aha hatime başladı kaç cariye kaç.
4.gün..
anne: başlarım senin valizine de sana da. ne üşengeçsin sen öyle. çocuğun olmayacak tembellikten. hemen boşalt şunu gözüm görmesin bıdıbıdıbıdı, bıkbıkbık, vıdıvıdıvıdı..
carriye: anne tam da valizi boşaltmak için kalkmıştım, valla bak (ahanda şimdi çarpıldım)
anne: sus çabuk kaldır şunu.
4. günün sonunda valiz odaya alınır. boşaltma aşaması henüz gelmez tabi.
5.gün anne odaya girer ve çığlığı basar.
anne: carriyeeee senin saçını başını yolucam. atıyorum valizi camdan gör sen. koktu eşyalar koktu. atayım da ne yapacaksın bakalım.
carriye: beni atabilirsin eşyalarımı asla anne. (bu sinirle seni de atar diyen iç ses)
artık kurtuluş yoktur. 5. günün sonunda valiz boşaltılır, yıkanacakları ve temizleri ayırayım istersin ama ne mümkün. hepsi birbirine girmiştir. çok pis insanım canım. sahi, kaçıncı yüzyıla gelmişiz, valiz boşaltmak neyin nesi?
cezanın kime geldiğine bağlı olarak değişen tepkidir efendim. şöyle ki.. ceza eğer size geldiyse en yakın camdan kendinizi atın. zira bu babanın tepkisinden daha güvenli olacaktır. eğer ceza babanın kendisine geldiyse durumlar farklı gelişir tabi.
hayatımda ilk defa hız limitini aştığım için ceza geldi. yalan yok görünce sevindim falan. ilk defa ceza almışız sevinmeyip ne yapalım? fotoğrafı falan da koymuşlar. çerçeveletip odamın duvarına astım haliyle. ne de olsa gurur kaynağım. diplomam bile bu kadar güzel durmamıştı evimin duvarında. akşam babam gelsin de sevincimi paylaşayım diye can atıyordum. "aslan kızım benim, babasının kızı" şeklinde övünecek diye bekliyordum tabi. işin böyle geliştiğini sananları hayal kırıklığına uğratacağım için üzgünüm. devlet bile hız için 270 liralık ceza kesmişken, babam her şeyime el koyarak cezalandırdı. arabanın arka koltuğuna bile oturamama cezam var artık. hatta o kadar sinirlenmişti ki, otobüse bile binmeme cezası getirdi. ertesi gün bundan vazgeçti neyse ki. ama ne demişler ilahi adalet.. üzerinden bir hafta bile geçmeden elime büyük bir koz geçti. eve bir trafik cezası daha geldi. geçen akşam arabanın yanından hızlı mı geçtim de ceza geldi diye saçma bir düşünceye kapılmışken, cezanın babama geldiğini öğrendim.
bu fırsatı kaçıramazdım. bana uyguladığı cezayı ortadan kaldırmak için mükemmel bir fırsattı. kıskanmasın diye onun fotoğrafını da çerçevelettim.
+ baba bak ceza geldi kehkehkeh nasıl ama ahaha
- oha yine mi?? ben sana arabaya binme demedim mi, napiyim ben şimdi seni.. hanım koş tüfeğimi getir.
+ baba sakin ceza bana değil sana. bak bu da fotoğrafın ahahaha
- ver bakıyım.. valla ben. oha nasıl da yakışıklı çıkmış (böbürlenerek gülüş)
+ ben anlamam arabana el koyuyorum baba. hatta arabaya 5 metreden fazla yaklaşamazsın artık. otobüse de binemezsin. tabana kuvvet baba kehkehkeh
- sen babana nasıl ceza veriyorsun eşoğlueşek.
+ anne koş tüfeğimi getir ahaha
sonuç;
ben: cezamı kendim ödedim. hala arabaya binemiyorum. araba nasıl kullanılır unuttum. sahi fren nerdeydi?
baba: çatır çatır biniyor arabaya. yakında yeni ceza bile gelir. ona gelen cezayı da bana ödetti. sebebi, beni bir yere bırakırken cezayı yemiş olmasıydı.
anne: tüfeklerin yerini ondan başka kimse bilmiyor. uzaktan seyirci. bir gün patlayıp ikimizi de vuracak diye korkmuyor değilim.
arabam: en son paslandığı yönünde duyumlar aldım.
bodrumun en berbat yeri. kesinlikle kaliteli bir yer değil. eğlenmek istiyorsanız asla burayı tercih etmeyin. 12 yaşından 40 yaşına, kadınından erkeğine hepsi mi sapık olur.. eğer yer gümbetse olur. uyuz olduğum insanları buraya göndermeyi planlıyorum. başlarına bir şey gelir de kurtulurum valla..
baştan söyliyim, yanlış olmasın. herhangi bir şeyi babasına beğendiren varsa lütfen onu bu başlığın dışına alalım. ve gelelim mevzuya..
hayatınızın her aşamasında karşılaştığınız baba tavrıdır efendim. durumlara göre tepkiler şöyle gelişebilir:
karne alırsınız, bir tane 4 gelmiş der.
anadolu lisesi kazanırsınız, niye diğeri değil der.
üniversiteye girersiniz, bula bula bu bölümü mü buldun der.
işe girersiniz, o işten hayır gelmez der.
sevgiliniz olur, nerden buldun bu zibidiyi der.
saçınızda değişiklik yaparsınız, yakışmamış der.
kıyafet alırsınız, daha düzgün bir şey bulamadın mı der.
evlenirsiniz, bu adamla/kadınla ömür mü geçer der.
ağzınızla kuş tutsanız, sen ancak kuş tutarsın der.
herkes annesinin ağzını yoklasın bence. muhtemelen babalarınız siz olduğunuzda, "hanım, olmamış bu çocuk" demiştir. demediyse bile bir yüzü falan ekşimiştir yani. baba bu, beğenmez.
türk ailesinin dramlarından biri. çok mu abarttım bilmiyorum ama var böyle bir şey. anne-baba artık başbaşa vakit geçirmek için midir nedendir bilinmez, çocuğu babaanne/dede/hala/teyze gibi akrabalardan birine bırakarak toz olma eğilimi içine girer. ve dram başlar..
ilk başlarda çocuğun dikkati anne ve babadan uzaklaştırılmaya çalışılır. normal şartlarda izin verilmeyen ne varsa o an serbesttir. oyuncaklar önüne serilir, yetmedi tencere tava ne varsa getirilir, o da olmadı dede eşek olur torun sırtına biner. ilk aşama tamamdır. kurban şey yani çocuk kendini oyunlara kaptırmıştır. ve ikinci aşama başlar..
önce yavaş yavaş anne kalkar ve odadan çıkar. arkasından birkaç dakika sonra baba aynı durumu gerçekleştirir. her şey yolundadır. çocuk, anne ve babasının odadan çıkmasını yadırgamadan oyuna devam etmektedir. plan tıkır tıkır işlemektedir. işin en zor kısmı gelir..
ayakkabılar giyilir. artık tek yapılması gereken kapıdan çıkmaktır. işte kapının açıldığı o anda çocuk tüm ihtişamıyla çığlığı basar ve kapıya doğru koşar. farkında olmadığını sandıkları o çocuk aslında hevesin kursakta bırakılacağı o anı kollamaktadır. ve şimdi yalanlar..
önce çocuk susturulur. çocuğun susmasının tek sebebi o kapıdan beraber çıkacaklarına inanıyor olmasıdır. bunun dışında bir şey ailenin ağzından çıkacak olursa tekrar yaygarayı basacaktır. ama ailemizde kararlı, bugün aşk tazeleyecekler canım.
anne girer olaya;
- biz doktora gidiyoruz arım, balım, peteğim.
babadan destek gelir;
- iğne vurduracaz iğne..
sonra mı?
işte böyle küçük küçük yalanlarla işlenir o çocuk. yaramazlık yaparsa öcü gelir mesela. o büyüdükçe, yalanlar da büyür. yalan söylemeyi öğrenmesi bir yana, böyle saçma sapan yalanlarla insanları kandırabileceğine inanır. sevgilisine "çok yoğunum o yüzden arayamadım" diyebilir muhtemelen. e malum "ağaç yaşken eğilir." he unutmadan; "tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur."
bir sosyal yaraya daha el atıyorum dostlar. çapkın bir sevgiliniz, hovarda bir eşiniz mi var? bu yazıyı okuduktan sonra onlara kızmak yerine acıyabilirsiniz. zira kendileri hastalık sahibi insanlardır. boşa konuşmuyoruz, bilimsel ispat olmadan belgesiz konuşmam. kılıçdaroğlu gibi belgeli, bahçeli gibi bilime aşık (matematik bilgisini hatırlayın!) insanım. gerçi erdoğan gibi işkembe-i kübradan konuşmak isterdim, daha kazançlı sanki.
asla aldatmayacağına inananlar varsa aramızda onları sağlıklı birer birey oldukları için tebrik ediyoruz. beyninizdeki reseptörler tam formunda çalışıyor demektir. sadakat duygusunun olması için D1 reseptörlerinin iyi çalışması şartmış. işte bu reseptörler aşırı çalıştığında veya etkisiz kaldığında çapkınlık, kadından kadına/erkekten erkeğe koşma, gözü sürekli dışarda olma gibi eğilimler görülmekteymiş. demem o ki; bütün suç reseptörlerin.
bu durumda ne yapılabilir? hala bekarsanız veya bir sevgiliniz yoksa şanslısınız. ilişkiye başlamadan karşı tarafın reseptörlerinin nasıl çalıştığına baktırabilirsiniz. sorun varsa hiç başlamayın, aldatılacaksınız demektir. eğer bir eşiniz/sevgiliniz varsa sizin için durum biraz daha zor. siz de hekiminize danışarak reseptörlere baktırabilirsiniz. bir sorun çıkarsa tedavi yolunu mu seçersiniz, boşanır mısınız, ayrılır mısınız orasını bilemem. özel hayata karışmıyoruz.
ya da siz iyisi mi bütün bunlarla uğraşmak yerine; "kadınların çoğunun reseptörlerinde sorun olduğunu, erkeklerin ise zaten bir reseptöre falan sahip olmadığını" aklınızdan çıkarmayın.
bu durum ülkemizde ne kadar yaşanıyor bilmiyorum. artık yemek yapabilen kız bulmak çok zor. bırak yemek yapmayı, yapılmış yemeği ısıtamazlar. erkeklere bu noktada büyük iş düşüyor. erkeklerin ne yapabiliriz dediğini duyar gibiyim. birazdan ne yapabileceğinizi söyleyeceğim.
neyse efendim. hani olur da güzel memleketimin bir köşesinde yemek yapmayı bilen, hatta yaptığı yemek güzel olan bir kız vardır da onun durumunu dile getirmiş olurum. kıskanılmak zor şey. baba akşam eve gelir. akşam yemeği için sofraya oturulur. baba önüne gelen birbirinden lezzetli yemeklerin tadına baktıkça kızına övgü dolu sözler söyler. anne önce içinde kabaran duyguları bastırmaya çalışsa da, bir süre sonra kendine hakim olamaz ve can alıcı soruyu sorar.
"benim yaptığımdan güzel olmamış ama dimi?" alacağı cevap onu hayal kırıklığına uğratır haliyle. boynuz kulağı geçmiştir.
şimdi anladınız mı beyler biz neden yemek yapmıyoruz? kim ister ki annesini kıskandırmak. işte bu sebeple "haydi erkekler mutfağa" diyorum. her şey anneler için.
gerçi erkeklerin yaptığı yemek bile olsa yenmez ama neyse..
eğer aşağıda yazılanları okuyacak olanlar içinde mühendisler varsa sizi alt taraftaki "ıyyy iğrenç" butonuna davet ediyorum. baştan uyarımızı da yaptık konuya girebiliriz.
insanları ikiye ayırıyorum. normal insanlar ve mühendisler. bu ayrımdan mühendislerin anormal olduğu sonucu ortaya çıkabilir ki aslında tam istediğimde budur. bir de bunlar kendileri ayrım yaparlar. biz mühendisler ve diğerleri diye. sözde kendilerinin ayrıcalıklarını, farklılıklarını ortaya koyarlar. hayır sen daha iletişim kuramıyorsun ne ayrıcalığı? genellemelere karşıyız elbette ama söz konusu mühendislerse genellemeden olmaz. şudur mühendis profili; kendini bir şey sanan, tutuk, donuk, hızlı düşünemeyen, gereksiz hesaplar yapabilen, kel, göbekli, giyim zevki olmayan vs. bu özellikleri sayarken bir paragraf yazabilirim ama uzatmayalım.
toplumun kanayan yaralarına parmak basıp, çözüm önerileri sunuyorum. bu konuda da bir çözüm önerim var tabi ki. "mühendislerin toplu imhası" demek isterdim ama bu kadar acımasız olamam. herkes bir mühendisi insan içine sokup, sosyal ilişki kurmasını sağlamayı kendine vazife edinsin. evcil hayvan alıp besliyoruz, ona bir şeyler öğretiyoruz iyi hoş ama önce mühendisleri hayata kazandırmalıyız. farkındayım bu durum kuş, balık beslemekten çok daha zor ama biz ibf mezunlarının da insanlık görevi.
ibf mezunu birinin başına gelebilecek en kötü şey mühendislik firmasında çalışıyor olmaktır. düşünsenize çevrenizde erkek ağırlıklı bir nüfus ve hepsi birbirinden itici. adamlara bir sosyal aktiviteden bahsettiğinizde bunun için sayfalar dolusu plan yapabilir. oysa ibfliler öyle mi? daha hadi şunu yapalım demeden herkes hazırdır zaten. bir cafeye gittiğinizde normal insanlar cafenin en güzel yerine oturmak için bakarlar sağa sola. mühendis adam ise acaba mekanın planı olması gerektiği gibi mi diye incelemeye koyulur. yahu otur işte kahve içip çıkacaksın neyin incelemesi?
siz siz olun asla mühendis ağırlıklı bir ortamda çalışmayın. hadi oldu da bu hataya düştünüz, asla gidip mühendis bir adamla evlenmeyin. düşünüyorum da ben evlenmiş olsam, kendisini her gün keser, diker, tekrar keserim. insanı ya cani yaparlar ya da erkenden göçüp gidersiniz bu diyardan. benim gibi hayatının baharında göçüp gitmek istemeyenler için birinciden başka seçenek kalmıyor. söz konusu mühendis aslan burcuysa bir de işte o zaman o güne kadar hayattan aldığınız zevki geri vermenin vaktidir.
mühendisler.. sevmiyorum sizi.
unutmadan kareli gömlek giymekten vazgeçin artık. bu kadar da zevksiz olunmaz ki canım.
edit: sözlük mühendis doluymuş. en azından internet ortamında iletişim kurmaya çalışmaları umut verici.*
kahvaltı için de başlık açılır mı demeyin hiç. eğer hazırlayan anneyse üzerine tez bile yazılır. hatta burdan genç akademisyenlerimize sesleniyorum. bu konuyu mercek altına alın. her işe de ben koşamam dimi ama?
neyse konumuza dönelim. sabah erkenden okula veya işe gitmek için uyanırsınız. işte tam o uyanma anı hayata anlam veremediğiniz andır. niye okuyorum, niye çalışıyorum, uyumayacaksam niye yaşıyorum diye sorguladığınız andır o an. isteksizce banyonun yolunu tutarken, mutfaktan annenin sesini, kızarttığı ekmeklerin, demlediği çayın kokusunu duyarsınız. biraz önce hayatın anlamını sorgulayan siz, hayatın o kadar da anlamsız olmadığını anlarsınız. anlam konusuna fazla girmeyelim, bugün konumuz bu değil. her şey sırayla.
ve kahvaltı anı. annenin hazırladığı yemeği falan geçiyorum. işin o kısmında değilim artık. hani annenin yaptığı yemeğin ayrı bir lezzetinin olmasını anlarım. tecrübelidir, baharatını katar, en olmadı sevgisini katar. duygusala bağlamayalım, bir şey katar illa ki. kahvaltıya gelince durum daha farklı. aynı peynir, aynı zeytin, aynı reçel, aynı yumurta.. buzdolabından al masaya koy. bu işin tarifi bu.
vallahi sinir yaptım, inat ettim. aynı kahvaltıyı ben hazırlıyorum ama öyle lezzetli gelmiyor. ne yani lezzetli olması için illa anne mi olalım? annelerin bizim bilmediğimiz bir yöntemleri mutlaka olmalı. şimdilerde onun arayışı içindeyim, bulunca sizlerle payşacağım.
anneme sordum, anne olunca anlarsın dedi. babama sordum, ben anlamam dedi. ebeveynler niye hep kaçamak cevap verir ki?
üzücü bir şey olsa gerek. erkek olsam ve sakalsız gezmek zorunda bırakılsam kahrolurdum herhalde. aynalara küser, iştahtan kesilirdim. neyse şimdi bunu tartışmayalım. erkek değilim ve böyle bir sıkıntım yok. sakalsız gezmeyen kızlar var bir de. onlara şimdi değinmek istemiyorum.
bir toplumsal olayı çözelim istiyorum dostlar. malum global ısınma var, çevre kirliliği, işsizlik vs. yavaş yavaş hepsine çözüm önerileri sunacağım. bu hükümetin bir şey yapacağı yok. ben el atıyorum artık olaya. bir öncelik sıralaması yaptım. daha önce söylemiştim plansız işlere karşıyım. ilk sıraya da "görüntü kirliliğini" koydum. formalizme önem veriyorum. görüntü kirliliğinin nedeninin de erkeklerin sakalsız gezmesi olduğunu saptadım. son aşama olarak da bütün uyarılara rağmen böyle gezmeye devam eden erkekler için bir ceza sistemi düşündüm.
işe bir şirket kurarak başlamayı planlıyorum. işe alacağım erkeklere de "sakal kesmek kesinlikle yasaktır" kuralını koymayı düşünüyorum. böylece rakip firmalar benden esinlenerek bu kuralı uygulama yoluna gidecektir. bir süre sonra çevrede "ampul" gibi parlayan erkek kalmayacaktır.
mottomuzda şu olacak: "ampule karşıyız"
evet şimdi siz de yeni bir başlangıç yapın ve "ampulleri" söndürün. 2011'e ne kaldı canım şunun şurasında?
burada gençten kastımız erkeklerdir efendim. genç kızlarımız mevzu bahis değildir. böyle de cinsiyet ayrımı yaparım. feministlerimiz kızacak ama olsun.
geçen bir arkadaşla dertleşiyoruz. daha doğrusu o anlatıyor ben dinliyorum. yoksa benim derdim falan yok, gayet rahat insanım. söz konusu genç üniversite bitirmiş, mühendis olmuş ve işsiz. ben de işsizim ama mühendis değilim. işsiz bir mühendis olsaydım belki dert sahibiyim diyebilirdim.
çocuk bildiğin ev kızı, şey yani ev çocuğu olmuş. yeğenlerini kurstan alıyor, bulaşık yıkayıp evi topluyor, pazara gidiyor, ütü de yapıyordur da kesin o kadarını söylemedi. utandı herhalde. ben halden anlarım üzerine gitmedim. bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de komşular.. meraklı komşu teyzelerin gözleri hep bunun üzerinde. ev işinden anlıyor, yemek yapıyor, örgü ör desen örecek o derece. e bir de üstüne mühendis. tabi mühendis olması bir şeye yaramıyor ya neyse. çocuğu köşede sıkıştırıp kızlarına nikahı bastıracaklar o derece.
bana "çekip kurtar beni bu hayattan" dedi. dayanamadım. ne kadar iyi bir insan olduğumu anlamışsınızdır herhalde. dedim madem ev işlerinden anlıyorsun, gel bizim bulaşıkları yıka, ütüleri yap. bizim burda evlenelim diye yapışan komşu da yok. alt tarafı başından aşağı kültablası boşaltırlar. gerçi o sorunu da hallettim ama olsun. belki yeni bir hayvan taşınır apartmana. velhasıl; dedim aylık şu kadar da maaş. ne kadar maaş verdiğimi söylemek istemiyorum. sonra bütün mühendisler bizi de işe al diye mesaj atar, hangi birine yardım edeyim dimi?
şimdi çok mutlu. hükümetin yapmadığını yapıp işsizlik sorununa çözüm buldum, daha ne olsun. herkes bir işsiz erkeği bu şekilde işe alsın. böylece işsizlik sorunu ortadan kalkar ve kadınlar "ev işi" gibi bir dertten kurtulmuş olur. tabi benim böyle bir şeyi sırf ikinci sebepten ötürü istediğimi itiraf etmemi kimse beklemesin.
feministlerimizin de gönlünü böylece almış olalım.
insan dedim de sırf formaliteden. yoksa insan falan değildir yani. hakkında en güzel tanımı yapacak şanslı kişiye hediyelerimiz olacaktır. hadi beyler bayanlar görelim hünerlerinizi. şimdi işinizi biraz kolaylaştırıp size o anı yaşatmak istiyorum,
neyse efendim..
mutfak camında durmuşum, dalıp gitmişim uzaklara. hadi itiraf edeyim, hiç öyle derin mevzu falan düşünmüyordum. bulaşıkları nasıl yıkayacağımı düşünüyordum kara kara. bu bulaşık işi ayrı bir başlık konusu. o konudaki sıkıntılara ilerleyen zamanlarda değiniriz. tam bulaşıklar yüzünden hayata küsmek üzereyken, gözlerimin önünde bir "kül" bulutu belirdi. bu saate kadar tembellik edip bulaşıkları yıkamadığım için gözlerime perde indiğini düşündüm bir an. kafamın üstünde de bir ağırlık vardı. nerden bilebilirdim kafamdaki ağırlığın bir avuç dolusu izmarit olduğunu.. en fazla kuş sıçabilirdi (bu fiilin yerine aynı etkiyi bırakacak başka bir fiil yok üzgünüm) o da benim için büyük mutluluk olurdu haliyle. gider bir milli piyango alır, zengin olurdum.
dünyam başıma yıkılmıştı. hem zenginlik hayallerim suya düşmüş, hem saçlarım bu yaşına kadar görmemiş bir muameleye maruz kalmıştı. sakin olmalıydım ve ne yapacağıma karar vermeliydim. ben planlı insanım sözlük. aynı kurtlar vadisindeki polat gibi, beyinim yani. oysa memati olmak isterdim o ayrı. şimdi çıkıp bunu yapanın hayatla ilişiğini keseceğim. üstümde 7 kat olması bu işimi biraz zorlaştıracak ama olsun. saçlarım için değer.
Yalnızlığın bağrına otağ kurmuşum artık
Kopuzumun çığlığı ayrılığa dönüktür
Sarı bir rüzgar eser, bağrım, ayağım açık
Türkistan'da akşamlar şimdi bölük-bölüktür.
Hayat,eğri bir çizgi üzre yürümek değil
Çizgiden çıkar biri ve akşam yakalanır
Birden,öçle bilenir tam kırk tane karanfil
Uygurca sevdalarla Urumçi dalgalanır.
Burda zulüm hep vardır ve kırk uslanmaz adam
Karanlığa yürürler kartalca bakışlarla
Ant içerler,dönmek yok ve yarınsız bir akşam,
Gönüllerde kalırlar,nöfkeli nakışlarla.
Bozkırın Bozkurtları, çekik gözlü yiğitler,
Türküler söylüyorlar gökbayraklar altında
Ölümsüzleşiyorlar, Kürşad yüzlü yiğitler,
Ya dağ doruklarında, ya topraklar altında.
Bu kirli denizden
Bir damla gibi kopup
Yüzümü gerçeğe çevireceğim
Ya beni unutacak yörüngesiz insanlar,
Ya benimle gelecek.
Geride bir yığın yaldız tortusu
Geride bir yığın aptal uykusu
Anladım, asıl hayat
Yanarak yaşamakmış
Güneş gibi
Ateş gibi
TÜRKEŞ gibi.
Bıçak değmiş ışkın kabuğu gibi
Sıyrılıp hayatın korkularından
Yüzümü göklere çevireceğim
Şuh bakışlar sürüleri sürüsün
Ben bu yola hesapsız gireceğim
Anladım asıl hayat,
Korkusuz yaşamakmış
Bir yalnız gibi
Bir yıldız gibi
ATSIZ gibi.
Sana geldim Mevlana...
Düştüm yollara Fatiha'larla
Önümde yemyeşil ışıktan bir iz
Yıkanmış yaprak gibi tertemiz
Sana geldim Mevlana...
Herşey öylesine mağrur,sessiz,tertemiz
Geçmiş asırlardan beri tertemiz
Bir el dokundurursam sandukalara
Uyanır Horasan erleri
Sana geldim Mevlana...
Divan durdum önünde,duygulu,sessiz
içimde ne hasret,ne gül,ne bülbül
Şimdi ezan nur alem,nur Konya
işte sabır,işte aşk,işte tevekkül
Sen bilirsin Mevlana...
Sana geldim Mevlana...
Ayet ayet islam,nakış nakış Türk
Bir türbe içinde ne güzel mana
Serin bir rüzgarla çok uzaklardan
Sana geldim Mevlana...
genç sivilerin son bombası. pardon genç kürt sivillerin!
mektubun satırları aynen şöyledir:
"Kürt olarak doğmak bizim tercihimiz değildi. Tıpkı Türk olmak da sizin tercihiniz olmadığı gibi. Bu topraklarda yaşamaya biz karar vermedik, tıpkı sizin de karar vermediğiniz gibi.
Yanlış anlamayın, Kürt olmaktan gurur duyuyoruz, bu topraklarda yaşamaktan da hayli memnunuz. Niçin? diye sorarsanız bunun bir cevabı yok. Tıpkı bir Japon'un Japonluğundan, bir Kenyalının siyahlığından gurur duyması gibi. Tıpkı bir arabın çölüne, bir Norveçlinin buzullarına aşık olması gibi.
Yapmadığımız tercihler, vermediğimiz kararlar neticesinde yan yana düştük. 1000 yıldır birlikte yaşıyoruz. Bu güzel ülkede yaşayan Kürtler olarak mutluluklarda küçük, acılarda büyük ortağız. Ama ortağız işte. Dünyanın en yaşlı topraklarının sakinleriyiz. Kimler geldi, kimler geçti ama hep insanlık, iyi niyet, hoşgörü ve merhamet kaldı. Ta ki son yüz yılda dünyayı bir radyasyon bulutu gibi saran milliyetçilik bizi de hasta edene kadar. Ortaklığımızın kimyası bozuldu, ağızımızın tadı kaçtı.
Aramızdaki gerilimi siyasi ve ekonomik ranta çevirenler oldu. Tabii ki; olan yine bizlere oldu. Yüz yıl sonra bugün önümüzde bir fırsat duruyor. Bu fırsatın etrafı küfeler dolusu hamaset cümleleriyle, dağlar gibi gururla ve kalp kırıklıklarıyla çevrili. Kadim dostların barışmasına mani olan duvarları yıkmak ve fırsatı yakalamak ise bizim elimizde. Sevgili dostlarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, Çözümün elimizde olduğunun farkında olan erkekler ve kadınlar beyinlerimiz üzerinde büyük bir iktidar savaşına girişti, duyuyor musunuz?
Hiç bir acımızı, çilemizi tatmamış; ırkından, dininden, dilinden, mezhebinden, başörtüsünden hatta Türkçe aksanından dolayı hor görülmenin ne demek olduğunu bir kere bile yaşamamış seçkin köşe yazarları, komutanlar, siyasetçiler, baro başkanları, fabrika patronları biraz daha ölmemiz için bizi ikna etmeye çalışıyorlar,görüyor musunuz? Kendi oğulları için Ege sahillerinde yazıcı masası ayarlarken, sizin oğullarınızı Hakkari dağlarına kutlama yaparak göndermenizi alkışlıyorlar, anlıyor musunuz? Bıraksanız 150 yaşına kadar yaşamak için herşeyini verecek hayatpereslerin, genç insanların cenazelerinin arkasından düzdükleri şehit ağıtlarının ne kadar sahte olduğunu hissediyor musunuz?
Bu insanlara;
Türklüğünüz de sizin olsun Kürtlüğünüz de, biz insanız ve insanca birlikte yaşamak istiyoruz demeye var mısınız?"
evet dostlar çok duygu yüklü.. içimde oluşan bu duygu şelalesi "varım, ben de varım" diye bağırıyor.
başka bir genç sivil saçmalığında buluşuncaya kadar ağlaşın.
kültür bakanlığı tarafından 1976 yılında şiir festivali için yugoslavya'ya gönderilen yavuz bülent bakiler 'in, izlenimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı, orada canlı duran türk izlerini aktarmaya çalıştığı, gezi notları olmaktan öteye giden kitabı.
necip fazıl kısakürek'in muhasebe isimli şiirinden bir dize.
tamamı ise şöyle;
ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!
sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!
bakmayın tozduğuma meşhur bâbıâlide!
bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide.
fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?
evet, kafam çatlıyor, gûya ulvî hastalık;
bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.
büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.
üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! tos!
sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos!
cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle...
çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç!
işte bütün meselem, her meselenin başı,
ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!
tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,
daha keskin eliyle, başını ensesinden,
ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
yerleştirse başını, iki diz kapağına;
soruverse: ben neyim ve bu hal neyin nesi?
yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi?
dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
içimde homurtular, inanma diye gülen...
inanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?
üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
üst kat: elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
orta kat: (mavs) oynayan annem ve âşıkları,
alt kat: kızkardeşimin (tamtam) da çığlıkları.
bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!
bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...
rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım!
zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
tarihe damgasını vuran, hırsı ve entrikalarıyla anılan bir sultanın hayatını konu edinen, tarihi bilgilere dayandığı noktalar olmakla birlikte kurguya dayalı, demet altınyeleklioğlu kitabı.
"sen cihana hükmedeceksin, ben ise sana" diyerek, osmanoğlu'nun tacına ve tahtına ortak olmaya gelen hürrem sultan'ın öyküsü.
istanbul cup 2009 çiftlerde şampiyonluğu kazanmasına rağmen teklerde aynı başarıyı gösteremeyerek ikinci olmuş çek tenis oyuncusu. özellikle forehand vuruşunda değişik bir tekniği olan, güçlü servisler kullanabilen, sert vuruşları dikkat çeken bir oyuncu. lakin teklerde bitikti. 6 saat kortta kalmanın sonucu olarak bir saat bile sürmeyen final maçıyla şampiyonluğu kaybetmiştir.
istanbul cup 2009'da, tabir-i caizse oynamayarak şampiyonluğu kazanmış rus raket. çek rakibi lucie hradecka'nın fiziksel yorgunluğu, üst üste yaptığı hataları ve bunun sonucunda gelen moral bozukluğu ile oyunu toparlayamayışı nedeniyle çok kısa sürede oynanan bir final maçı olmuştur.