naçizane bir sinemasever olarak beni hiç wes anderson filmi izlemediğim için utandıran, son zamanlarda izlediğim en sevimli filmdir.
en sevimli dediğime bakmayın, sevimliliği iç gıdıklarken bi taraftan da insana "biz büyüdük ve kirlendi dünya" mesajı vererek düşündürür.*
kadrosu ve bu kadronun üstün performansı, çekim teknikleri (kapalı alanların oyuncak imgelemesinde olması, yer yer animasyon izlenimi yaratması, renkler gibi) ve yaşattığı duygularla sinemaseverlerin beğenisine sunulmuş, bence enfes bir film.
2012 yazında yaz okulu olsun olmasın tüm üniversitelere bütünleme uygulaması gelmesiyle erasmus hayali kuran bendeniz için gün doğmuştur.
yaz okulu bitimi okuduğum şehir istanbul'dan memleketim antalya'ya giden ben 2 kredilik bir dersi dc ile bile versem gereken not ortalamasını* tutturacağımdır.
ağustos ayı olması sebebiyle malumunuz turizm şehri antalya'dan yurt dışı aktarma merkezi olan istanbul'a uçak biletleri uçuk vaziyetteydi ve ben 750 km yolu -yazı ile yedi yüz elli- otobüsle geldim ve o 2 kredilik dersin sınavına girdim.
sonuç mu?
geçme notu 50 (elli) ve 'sevgili' hocam beni 47 ile bıraktı.
yanmaya başlamasıyla üsküdar'dan canlı canlı izlediğim yürek burkan yangındır. denizden müdahale konusundaki spekülasyonlar hakkında şunu söyleyebilirim ki; denizden müdahale karadan yapılan müdahaleye göre oldukça geç başlamıştır.
yangını gördüğümüz sırada liseden arkadaşlarımla beraberdim. arkadaşlarımın tamamı ve ben sosyal bilimler alanında eğitim görmekteyiz. sosyal bilimler eğitimi görmek isteyen her genç gibi lise yıllarımızda orası bizim hayalimizdi. ilk 100den alan hukuk fakültesini rüyalarımızda görürdük. çocukluk hayalimiz olan okulun cayır cayır yandığını görünce ciddi anlamda bir hayal kırıklığı ve hüzün yaşadık.
özellikle kütüphanesinin yanması oldukça can sıkıcı.
hali hazırda 10binden fazla olan kontenjanlarıyla zaten herkesin okuduğu bir fakültenin ve dolayısıyla türk hukuk sisteminin içine edecek olan açık öğretim fakültesi olacaktır.
devletin tarafsız olmasıdır. bu tarafsızlık din ve vicdan özgürlüğünün varlığı bakımından temel şarttır.
laikliğin bu şekilde tanımlanması süreklilik arz eden anayasa içtihatlarındandır.
cumhuriyetin tarafsızlığını dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması şeklinde açıklamıştır. manevi hayatta tam bir inanç özgürlüğünü, manevi hayatı aşan toplumsal hayata ilişkin sınırlamaları ve kötüye kullanma yasaklarını öngörür.
şimdi sormak istediğim şudur ki,
dinin eğitim sistemine bu kadar dahil edilmesi laikliğin hangi ilkesine, hangi tanımına uygundur?
dini eğitim verilmesini dünya görüşlerinden mütevellit isteyenlere yine bir sözüm yok. fakat bunun laikliğe aykırı olmadığını savunanların nasıl bir yol izleyerek bu sonuca vardıklarını açıklamaları gerekir diye düşünüyorum. niyeti sadece yalakalık olan liboşların varlığına tahammül edemiyorum.
diyanet işleri başkanlığının giderlerinin, cami görevlilerinin maaşlarının başka inanışlardan insanların vergileriyle karşılanması yetmedi şimdi de Kur'an öğretmenlerinin maaşları da bu insanların vergilerinden kesilsin. kaldı ki bu duruma karşı çıkmak için başka bir inanıştan olmaya da gerek yok. kendi çocuğumun dini eğitimini sadece 'ben!' verebilirim, babası verebilir. başkasının bunu yapmasına ihtiyacım yok ki bunun için vergi ödeyeyim.
onu da geçtim seçmeli dersmişmiş. ilkokulu bırakın lisede bile ben ders seçemedim ki ben 12 senelik eğitimimde çok fazla okul değiştirdim. okulun yüzünden seçmemişsindir diyenlere kapak olsun. velev ki seçilebilsin bu ders, o zaman da seçmeyen ailelerin kafir diye yaftalanacağı aşikar.
karşı çıkanlara 'bu mu sizin laikliğiniz?' denmiş. onlarınn deyişiyle 'evet, bu bizim laikliğimiz!' bir hukukçu adayı olarak naçizane tavsiyemdir ki al eline bi anayasa hukuku hakkında kitap; oku, öğren. öğren ki; kişilerin değil devletlerin laik olabileceğini, laik bir devlette eğitimde seküler bir anlayışın olması gerektiğini bil de bunu söyleyip komik duruma düşme. öğren ki; laik bir devlette devletin hiçbir alanda dine dayalı bir müdahalesi olamayacağını kazı kalın kafana!
öğrenci evimin mutfağı apartman boşluğuna bakıyor ve karşı dairenin mutfağını aynen görüyorum. karşı dairede ise bir aile oturuyor ve karşı komşu hanım teyze her gün dillere destan yemekler yapıyor. her gün yaptığı enfes yemekleri izleyen bu iki öğrenciye bi gün olsun bi tabak yemek yapıp göndermeyen bu teyze bugün ise mücver yapıyor. artık post-ite 'göstere göstere mücver yapıyosun, öğrenciyiz burda bi tabak yollamıyosun. allahınız yok mu lan sizin?' yazıp dairenin kapısına yapıştırmak istiyorum.
yapanların türbanlı veya türbansız olması önemli değildir. başlıkta 'türbanlı' diye belirtilmesi provakatif olmakla beraber, söz konusu kişilerin yaptığı (fotoğraftakiler) suçtur.
hoş, devletin vekilinin çıkıp da 'atatürk'ü koruma kanunu ne büyük hüsran ve garip bir durum. peygamberi bile koruma kanunu yok' dediği bir ülkenin savcısı bunu araştırıp da takibat yapar mı bilinmez ama...
******
kanun şu şekildedir:
madde 1 - atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.
madde 2 - birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır.
birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.
madde 3 - bu kanunda yazılı suçlardan dolayı cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.
madde 4 - bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
kökeni antalya ve izmir, yani bir türkiye şartlarında bir nevi tropikal iklim çocuğu olan bendenize mutluluktan çığlıklar attıran yağıştır.
hayatıda hiç yağan karın tuttuğunu görmeyen bu akdeniz çocuğu karın tuttuğunu görünce eşek kadar bir üniversite öğrencisi olmasına aldırmadan sokakta çocuklarla kartopu savaşı yapmıştır.
ev arkadaşımın ve sevdiceğimi uzaklarda olması hasebiyle tadını tam manasıyla çıkaramasam da buna da şükür!
bu hastalıklı insan evladının söylediği şeylerin doğru olduğu varsayımında öncelikli olarak aklı başında olan bi insan sormaz mı?
"madem annelerin kız çocuklarının böyle yönlendirmesi doğru değil, sen neden ekonomik özgürlüğü elde etmiş çalışan bir kadın olarak burda oturmuş vaaz veriyorsun? gidip kocanın dizinin dibinde oturup; evinin kadını, çocuklarının anası olsana." diye.
bir de çocuk kitapları yazıyormuş bu zat. küçücük çocukların beyinlerinde yer edecek çarpık düşünceleri içine kitaplarında kullanıyor mu acaba? yazık, çok yazık.
çok emin olmamakla beraber kaynağı yahudimedeni kanunu olarak bilinen, dini bir kitap olan talmud olan ve okuyunca gerçekten hoşuma giden birkaç satır var.
"...kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı, öyle olsaydı ezilirdi; üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. ama goğsünden yaratıldı, eşit olsun diye..."
sahne gecişlerinin mükemmeliyeti yüzünden diğer unsurlarına dikkat edemediğim film. belki de o yüzden tek numarası sahne geçişleri gibi geliyor, bilemedim.
diğer notçulara göre notları sahiden kaliteli olmakla beraber; (kaset kaydı) puntoların büyük olması, hocanın sınavda sorumlu olmayacaksınız dediği yeri de nota eklemeleri (altına da hocanın sorumlu olmayacaksınız dediğine dair not düşerek) gibi hilelerle her vize-final döneminde biz öğrencilere 50-60 lira gibi büyük paralar harcatan fotokopicidir. sahibi ve çalışanlarının da mühf öğrencisi olması sebebiyle bu davranışlarını kınıyor ve ekliyoruz; öğrencinin halinden öğrenci anlar be cenart, yapma böyle.
bi adam çıkar karşına. önceleri anlamazsın sevdiğini, karşılaştığın bu adamın 'o' olduğunu. herkes gibi konuşursun onunla. karşında herhangi biri varmış gibi gülümser, herhangi biri varmışçasına boşverirsin.
zamanla herkesten olan bu adamı düşünmeden duramadığını fark edersin, günlerinin onsuz eksik kaldığını... adını duyduğunda bile 'hani asansör ilk hareket ettiğinde uçuyormuşsun gibi hissedersin ya'* öyle hissedersin ama yine de inandıramazsın kendini. yavaş yavaş herkesin, her şeyin içinden sıyrılır, vazgeçilmezi oluverir hayatının. günler günleri kovalar 'acaba o da mı?' diye. yüzünde güller açar biraz meylederse sana; biraz ihmal etse gökyüzünün senin için ağladığını düşünürsün yağmurun altında.
bunları düşünedururken bi bakarsın ki o adam kalkmış gelmiş hayatının merkezine oturmuştur bile. memnunsundur durumdan fakat uzaktır sana. sesi içini ısıtsa da bu sefer elleri ellerimi ısıtmıyor diye düşünüp de kıskanırsın sokaktaki elele çiftleri. çok da bir şey istemiyosundur aslında, ayna karşısında yanyana dişlerini fırçalamaktan ibarettir tüm isteğin. gözlerin dolar önünde hayal kurduğun o aynaya her bakışında.
gün gelir ısıtıverir kollarının arasında seni ama ayrılık vakti de yakındır hani, mecburiyetten tabi... bırakır yüreğini sana, seninkini alır götürür yanında... bir yılbaşı gecesi kucağında onun giysileriyle uyumaya çalışırken fark edersin sevmenin ne zor olduğunu, günlerin ne zor geçtiğini. 19-18-17-16-15-14-13-12...