genç yaşlarında geçirdiği bir rahatsızlık yüzünden eğitimi yarım kalmıştır. zaten eğitime devam edecek kadar parası da olmadığından hayata erken yaşta atılmıştır. bir tıp fakültesi öğrencisinin okuduğu veya okuyabileceği kitapların neredeyse hepsini okumuştur. eğitim eksikliğini okuyarak, sürekli okuyarak kapatmıştır. eline ne geçse okumuştur, peyami safa. çok farklı konularda, çok farklı alanlardaki bilgisi bu sebeptendir.
bütün romanlarında fikirlerini ustalıkla nakletse de, içlerinde bir roman vardır ki. mükemmeldir.
yalnızız romanı buram buram mükemmelik kokmaktadır. modern türk romanının yapı taşları arasındadır. ayrıca "peyami safa nasıl roman yazılmalıdır? " sorusunun cevabını verir her sayfasında.
beklediğim hareket. hdp'ye oy vermediğim halde gerçekten bunu istiyorum. diyanet işleri başkanlığı tamamen kokuşmuş bir kurumdur ve laik, eşitlikçi sosyal devlet anlayışına terstir.
tamamen islam dinine hizmet etmektedir. fakat adı diyanet işleri başkanlığıdır. diyanet nedir? dinle uğraşılan anlamında bir kelimedir. fakat buradaki din sadece islam dinidir.
içinde laiklik geçen bir ülkenin, sosyal devlet olma çabası içindeki bir devletin içindeki bu kurum tamamen mantıksız ve çağ dışıdır.
ayrıca diyanet işleri başkanlığına ayrılan bütçelerde az çok herkes tarafından bilinmektedir. buna rağmen hala bu kurumu savunan varsa hiçbir şey demiyorum.
diyanet işler başkanlığına ayrılan bütçeyi milli eğitim bakanlığına verin bakalım ne oluyor?
vücut uzun süre susuz kalır. Hücrelerin dayanıklı olması için farklılığa değil suya ihtiyacı vardır. ayrıca iftar ve sahur vaktinde mideye aşırı derece yüklenildiğinden vücudun metabolizma çalışma sistemi değişir bu da vücudunuzun bazı yerlerinde yıkıma sebebiyet verir. vücudun bazı kasları kaybedilebilir. bu da sağlıksızdır.
örneğin ben yılda 200+ gün antrenman yapıyorum. fakat 30 gün oruç tuttuğumda, performansım düşüyor acaba neden?
65 kilo ramazana giriyorum. 70 kg çıkıyorum neden?
hep derim fakirin ve açın halinden ramazan'da anlayamazsınız diye. çünkü ramazan zenginlik ayıdır. yemek yemenin, fazla fazla yemenin zamanıdır ramazan... zenginin halinden anlarsınız.
eğer fakirin ve açın halinden anlamak oruç tutmanın amacıysa ben 365 gün böyle yaşıyorum. ramazan'da kendimi niye susuz bırakayım?
insan hayatının sürekli yeniden başlamakla geçtiğini söyleyen filozof. çok severim kendilerini.
güzelim var olma bunalımı adını bilmediğimiz bir tehlikenin çok hoş yakınlığı, yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır? Yeniden, durup dinlenmeden, yıkımımıza koşalım.
yıldızları dönemine göre ayırmak ya da kayırmak doğru değildir.
yıldız o dönemin efsanesidir, tartışılamaz. istatistiklerinin şimdikilerle karşılaştırmak yanlıştır. dönemin şartlarında bu adamlar yıldız olmuş ki, diğerlerinde yüksek gözükmüş, adından söz ettirmişler.
eğer bir ilk 5 oluşturacaksınız, en az onun kadar iyi bir alternatif bulmalısınız.
bunları bir kenara bırakırsak. nba tarihinin en iyi 5 i diye bir şey olması mümkün değildir. sadece dönem dönem, 5ler oluşturur kıyaslarsınız. ancak daha fazlasını yapamazsınız.
istanbul, izmir ve ankara dahil olmak üzere birçok büyük küçük ilde elektriğin kesilmesi, onun takibinde cumhuriyet savcısının rehin alınması, balyoz sanıklarının tahliyesinin ardından çok başarılı kurtarma operasyonu, cumhuriyet savcısının türkiye'nin en büyük adliye sarayında öldürülmesi, selimiye kışlası yangını gibi hadiselerin gerçekleştiği tarihi günde gerçekleşmiştir.
iyi-kötü karmakarışık bir gün geçmiştir. windows 98 gibi bazen sapıtıp, yanlış bir hareket yapınca mavi ekranı veriverdik.
işin şakası bu ülkede her mart ayının sonunda nisan'a girerken bir şey olma ihtimali var. geçen sene trafolara kedi girmişti. çok eğlenceli bir ülkeyiz.
eksi kasmak isteyenler ya onlara karşı çıkan şeyler yazın ya da seks muhabbeti yapın zaten alayı saldırıyor. bir zaman sonra durduramıyorsunuz. 2013'ten beri aktif kullanmadığım 2 sene sonra geri dönünce itü sözlük'ün gözünü seveyim dediğim sözlüktür ayrıca. oradaki enteller biraz laftan anlıyordu, burası çok bozmuş çok.
18 yaş ve altında ailenin sorumlu olması, eğitimin ailelerin istediği şekilde yürüyebileceği anlamını taşımaz. 18 yaş altında türbanın serbest olması, çocuğun kendisinin 18 yaş altında karar verme merci olmamasından dolayı ailesi tarafından özgürlüğüne kast edilme imkanını doğurur.
yarın çocuk evrim teorisi diye bir şey var der. babası karşı çıkar, annesi karşı çıkar. eğitim özgürleştirmelidir. bağnazlar doğurmamalıdır.
zaten her şeye aile karar verir, ne öğreteceğimize de aile karar verir. sonra ülkede bilim yok, şu yok bu yok. yok!
türkiye laik ve bilimsel eğitim verme hedefinde olan, orta düzey bir ülkedir bildiğiniz üzere. 2014' ün son çeyreğine girerken kabul edilen yasalarla birlikte, türkiye laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşmış ve neredeyse yok olmuştur.
eğitim niçin ve neden verilir?
kısaca anlatırsak kişinin kendi ayakların üstünde durarak, kendi seçimlerine kendi karar vermesi dolayısıyla kendini ifade edebilmesi ve iyi bir vatandaş olabilmesi ve zihnini özgürleştirmesi için eğitim verilir. eğitimi veren her devlet kendi ülkesinin propagandasını eğitimde dayatabilir ve isterse yukarıda verdiğimiz maddelerden uzaklaşabilir.
türkiye' de de eğitim ilk ve temel olarak adını verdiğimiz amacından uzaklaşarak, tam tamına bir ortadoğu ülkesinin eğitimi olma yolunda ilerlemektedir.
üniversitelerde eskilerde yasak olan türban yaklaşık 6 yıldır serbest. üniversite gibi ortamda kimse kimsenin ne giyeceğine karışamayacağı için bunun çok normal olduğunu söyleyebilirim. hatta üniversite gibi bir ortamda bunu yasaklamak zaten insaniyet dışıdır. bireyler özgür, ister açar ister takar, isterse çıplak gezer.
ancak mesele üniversitede kalmayacaktı ve bizler bunu biliyorduk. hükumet eğitimini kendi istediği yere çekerse, onlarca nesil kaybolacak, onlarca zihinsiz insan, cahil kalmış eğitilememiş eğitimli insan boş boş dolaşacaktı.
bunun daha kötüsü cehaletin ilerleyen yıllarda normal hale gelerek, ünlü bir düşünürün söylediği gibi örgütlü bir eylem haline gelmesiyle olacak. bunun şu an aynısını yaşıyoruz. ,
akp hükumeti de eğitimi kendi istediği yere çekerek, türbanı ilkokul 5. sınıftan başlayarak, 6-7-8. sınıflarda, lisede de serbest bırakmıştır. bu açık olarak laik, sistematik bilimsel eğitime ters bir davranış, bir saldırıdır. türbanlı çocukların okula gittiğini her sabah görüyorum. berbat bir manzara.
türbana karşı değilim. fakat bunun okullara, eğitime inmesi ve bir öğretmenin kabul etmediği bir şeyi zorunlulukla kabul etmesi çok acı bir şey.
tertemiz sıfır bir beynin, henüz idrak edemediği bir şeyi yapmak zorunda olması tamamen bir kısıtlamadır. ailesinin ideolojisine, bir halkın geleneğine kaptırmak ve onun kafasını kapatmak, aynı zamanda onun zihnini de kapatmaklA BiRLiKTE bir geleceği yok etmektir. hiçbir insanın hayatı da bu kadar basit şekillenmemeli, her insan keşfetmenin ve öğrenmenin derin hazzını yaşayabilmelidir.
güvenirliliği ve geçerliliğinin incelenmesi gereken sınavdır. kesinlikle iyi bir ölçme özelliği taşımamaktadır.
birincinin 500 tam puan aldığı, bunun dışında 617 bin kişinin 0(sıfır)veya baraj altında kaldığı bir sınav. yaklaşık 1 milyon kişinin de 250 puan altında kaldığını var sayarak %50 veya %40 oranla, başarılı bir sınavdır. yine de %60 ın başarısız olması yüzünden geçerliliği ve güvenilirliği tartışılabilir.
öncelikle şöyle diyeyim. zorunlu eğitimi ne kadar artırırsanız, daha başarısız bir nesle kucak açar, ne kadar sistemi yenilerseniz aradaki birçok yeni, genç insanı kaybedersiniz.
yenilik yavaş yavaş ve kökten başlamalı. 5 yıllık zorunlu eğitiminiz var 8 yıla çıkarıyorsunuz. 8 yılı, 2 kademeye bölüyorsunuz, sistem oturuyor, iyi değil ama oturuyor. bu sefer geleneksel bir sistemden, yapılandırmacı sistemli avrupai anlayışa geçiyorsunuz. fakat öğretmenleriniz iyi olmadığı için demeyelim. eski olduğu için eski sistemi tekrarlıyorsunuz. 10 yıllık geçişi hala tamamlayamıyorsunuz. bu sırada 4+4+4 e geçiyor, 60 aylık bebeleri okula gönderiyorsunuz. normalde okul yaşı 7 dir.
şimdi 2016'da yeni bir öğretim programı gelecek yine sistem değişecek. böylelikle şu an lisans ve yüksek lisans eğitimi gören bütün öğretmen arkadaşlar, tamamen eskimiş olacak. öğretmenin öğretmen olarak görev yaptığını varsayarak diyorum bunu. ziraat mühendisleri öğretmen olarak atanmamış, sadece eğitimli öğretmenler öğretmenlik yapsa bile bu sistemin işlemesi imkansızdır arkadaşlar.
şu an ki sistem yönünü tamamen doğu'ya ve arap kültürüne bakmakta, oysa bu çocuklar okula başladığında sistem batı'ya bakmaktaydı. şimdi sorarım, bu çocuk hangi eğitimi, kimin eğitimi alıyor. eğitimi siyasetten uzaklaştırmadan, beyni tamamen özgürleştirmeden, sınav sistemine gerek kalmayana değin bu sınavlar kalmaya devam edecek. her şeyi çözseniz bile bu sınavlar olduğu sürece 8. ve 12. sınıf öğrencileri ile üniversite lisans bölümlerinin son sınıf öğrencileri asla eğitimi verimli olarak kullanamaz.
zaten ne konuşuyorum ki. devlet eğitim veriyor, kendi eğitimine güvenmediği için teog yapıyor ygs yapıyor kpss yapıyor. öğrenci devletin eğitimine en az devlet kadar güvenmediği için dersaneye gitme zorunluluğuna kapılmış. torpil desen tonla gitmiş. hayırlısı olsun diyelim. fakat bu sistemin içinde olduğum için 617848 kişi, bu ülkenin verdiği 12 yıllık eğitime rağmen hepsi teker teker birer kayıptır ve bu acı bir durumdur.
çanakkale savaşları 18 mart anma törenleri sebebiyle çanakkale'de ücretsiz halk konseri vermiş saygı değer sanatçı. şu ana kadar gerekli önemi vermediğimi bugün fark ettim. bir insanın sesi bu kadar mı güzel olabilir? güzide insan, eşsiz-tatlı-naif- harikule ses.
çanakkale belediye başkanı ülgür gökhan'ın çanakkale 18 mart deniz savaşları zaferi ve şehitleri anma günü törenlerinde yaptığı anlam dolu konuşmadır. her kesime hitap etmiş, yüzüncü yıla yakışır bir barış dili kullanmıştır. bir çanakkaleli olarak gurur duydum. elektrik faturalarından alınan trt payı alan zihniyetin bir yerlerine kedi kaçtığından bu konuşma trt'de yarıda kesilerek sonlandırılmıştır. konuşmanın tam metni ekşi sözlük'ten alınmıştır. alt tarafta konuşmanın geçtiği videoyu görebilirsiniz.
saygıdeğer konuklar,
sevdalısını geride bırakıp, anasının nasırlı ellerini öpüp 100 yıl önce bizler için kavgaya tutuşanları, istikbalimiz için istiklal mücadelesi verenleri, savaştan barış çıkartanları, cumhuriyetimize önsöz yazanları anmaya geldiniz.
beklendiğiniz topraklardasınız. çanakkalede değil çelikten kaledesiniz.
siperlerde bize de yer açın diye haykıranlar,
dedeciğim biz geldik diyenler,
dünyadaki mahşerin 100 yıllık iftiharını yaşamaya hoşgeldiniz.
biz çanakkalelilere onur verdiniz.
değerli konuklar, sesime kulak verenler,
sizi tanıyorum.
sesimin şu an ulaştığı sizleri; adınızı, hayatınızı bilmesem de tanıyorum.
yanınızda değildim, ama duydum.
çanakkale türküsü söylenince eşlik ettiniz.
görmedim ama biliyorum, siz de kınalanıp cepheye gönderilen aslanları, kendi cenaze namazını kılanları duyunca gözyaşı döktünüz.
15 yaşında toprağa düşenleri, okullarını bırakıp cepheye koşanları duyunca yandınız.
nice acıları ve kahramanlıkları duyunca boğazınız düğümlendi, vücudunuz ürperdi.
dualarınızda, dudaklarınızda onlara da yer verdiniz.
evet sizleri biliyorum.
seyit onbaşı kadar olmasa da ağır yüklerin altına girdiniz.
anafartalarda mustafa kemal kadar olmasa da,
acılara şahit oldunuz, nice darboğazlardan geçtiniz.
mustafa kemal gibi siz de kalbinizden vuruldunuz.
onurunuzu, namusunuzu, inancınızı çanakkale gibi korudunuz.
hayatınızın bir yerinde çanakkale gibi saldırılara uğradınız,
çanakkale gibi direndiniz.
artık siz de çanakkalesiniz. çanakkale sizsiniz.
değerli konuklar
müsaadenizle şimdi sizlere seslenmeyeceğim.
sizlere siperleri, gemileri, birlikleri, tüfekleri de anlatmayacağım.
çünkü bugün bütün kelimeler kifayetsiz, bütün cümleler yetersiz.
100. yıl nedeniyle bu defa aziz şehitlerimize hitap etmek,
onların manevi ruhlarına seslenmek istiyorum.
ey bu topraklar için toprağa düşenler,
bir hilal uğruna güneş gibi batanlar,
siz kara toprağın üstünde de, altında da bir oldunuz,
bizse ayrıştık, bölündük, hatta birbirimizi öldürdük.
siz fakirlik içinde kazandınız,
bizse, zenginleştikçe kaybettik.
siz düşmanınızı bile kucağınıza aldınız,
bizse dostumuzun dahi boğazına sarıldık.
dün bir avuç yer ne kadar çok kişinin olmuş,
bugün koskoca bir memleket ne kadar az kişinin kalmış,
siz şimdi ebedi istirahatgahınızda uyuyorsunuz,
bizse derin uykulardayız. ve asıl uyuyan biziz.
ve seyit onbaşıya sesleniyorum.
sen sadece 215 kiloyu değil koca seyit,
sen vatan yükünü de sırtlayıp kaldıransın.
oysa biz senin gibi ağır yüklerin altına giremedik.
kolayı seçtik, sana layık olamadık.
sen düşmanın dümenini bombalarken,
biz düşmanın dümen suyuna girdik.
takımıyla yahya çavuşa sesleniyorum.
63 kişilik birliğinle kenetlenip bir olan yahya çavuş,
sen 2000 kişiye karşı destanlar yazansın.
bizse senin gibi, takımın gibi zorluklara karşı bir olamadık.
12 eylülde bölündük,
sivasta yüreğimize ateşler düşürdük,
maraşta ve daha nicelerinde insanlığımızı öldürdük.
sevdiğini geride bırakan kahraman,
sen yârinin kokusunu, barutun kokusuna terk edensin.
yar diye vatanını bilen, ölümü beklerken bile kadınına mektup yazıp, ruhum diye hitap edebilensin.
bizse kadınlarımızı hak ettiği yere getiremedik,
özgecanları ve daha nice kadınlarımızı hayatta tutamadık.
sen kadınına mektubunun arasında çiçekler gönderirken,
biz gözlerinin altından morluğu, vücudundan karayı, yarayı eksik edemedik.
sizlerin vücudundaki kurşunlar onur madalyanız,
kadınlarımızın vücutlarındaki morluklarsa bizim utanç vesikamızdır.
biz erkek olduk, ama adam olamadık.
anafartalar kahramanı mustafa kemale sesleniyorum.
sen mektubunda düşmanların evlatları için kahramanlar diyensin, onların annelerine gözyaşlarınızı dindirin diye seslenensin.
ve sen onları da evlat bilip, bu toprağı dost diye tanıtansın.
biz senin gibi hoşgörülü olamadık.
bu vatanda herkesi kucaklayamadık.
değil yabancı anaların gözyaşlarını dindirmek, kendi analarımızın bile gözyaşlarını durduramadık.
*
sözün özü 1915 çanakkale ruhu sınavından çok da başarılı çıkamadık. ama çok şey öğrendik.
ben de çok şey öğrendim.
büyük balığın, küçük balığı her zaman yiyemeyeceğini,
nusrat senden öğrendim.
merminin mertlikle, tüfeğin yürekle boy ölçüşemediğini
siz atalarımızdan öğrendim.
çanakkalede, küllerinden yeniden doğmayı
prangaları kırıp, yeniden ayağa kalkmayı öğrendim.
çanakkaleyle ilgili birçok şeyi bildim, öğrendim, anladım.
ama bir tek şeyi anlayamadım.
ey büyük atatürk,
seni anlayamayanları anlayamadım.
***
ey analarının goncagülleri ve babalarının koç yiğitleri
gene de üzülmeyiniz ve huzur içinde uyuyunuz.
sizlerin huzurunda diyorum ki,
anafartalarda ki gibi türkiyeye hücum da etseler,
arıburnu gibi direniriz.
conkbayırında ki gibi kalbimizden şarapnelle de vurulsak,
namazgah tabyası gibi topla da dövülsek,
çimenlik kalesi gibi dik,
kilitbahir kalesi gibi sağlam dururuz.
57. alay gibi gerektiğinde son neferimize, son nefesimize kadar mücadele ederiz.
yürüdüğü yolda iz bırakmayan, o yoldan geçmiş sayılmaz.
ey şehitlerimiz, siz de çanakkalede iz bıraktınız.
haşa ne çanakkalesi, tarihimizde de, yüreğimizde de, ruhumuzda da iz bıraktınız.
bizler ilhamımızı siz şehitlerimizden alıyoruz,
biz de sizin gibi özgürlüğümüze ve barışa bu kentte sahip çıkıyoruz.
100 yıl önce hiç düşünmeden canından vazgeçen sizler
bağımsızlığınızdan, özgürlüğünüzden vazgeçmediniz
çocuklarından, analarından kopan sizler
hürriyetinizden koparılamadınız.
şimdi, mehmet akif gibi hep bir ağızdan haykırarak diyeceğiz ki;
ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım
kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım
yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
aziz şehitlerimiz size söz;
barışın kenti çanakkalede, ülkemizde ve dünyada barışı yücelteceğiz. kardeş olacağız.
çünkü çanakkale savaşı
kardeşlerle, düşmanların savaşıdır.
çünkü kardeşliğe yapılan bir hücum, tek kelimeyle ihanet katarına eklenmektir.
türkle - kürt çatışırsa ne türk kalır ne kürt
aleviyle - sünni ayrışırsa ne alevi kalır ne sünni.
oysa türkle - kürt, aleviyle-sünni birleşirse
ne zalim kalır ne de zulüm.
onun için barışın kenti çanakkaleden,
savaşın 100. yıldönümünden haykırıyorum;
meriç kıyısındaki minicik bir kum tanesinden,
ağrı dağının yamacındaki yabani bir ota kadar
her yere barış istiyoruz
sinopta şu anda sahile vuran bir dalganın köpüğünden,
hatayın kızılçat köyünde açan çiçeğe kadar
herşeyde barış istiyoruz.
istiyoruz ki; etrafımızdaki çember daralmasın,
barış ve özgürlük nefes alsın.
barışın kenti çanakkalenin belediye başkanı olarak;
inatla ama umutla barışın hakim olduğu bir dünya hayalimi sürdüreceğim.
biliyorum ki ;
şehitlerimizin mezarlarında ki her bir kitabeyi öpen çanakkale rüzgarı, koparılmış güller gibi solan kahramanlardan her yere barış taşıyacak.
biliyorum ki;
100 yıl önce kavuşma hayallerinin eriyip kül olduğu bu yerden, barış adıyla bir kıvılcım yanıp, çoban ateşiyle dağları dolaşacak.
bunun için biz de siz şehitlerimiz gibi;
ekmeğimizden tasarruf edeceğiz, ama şerefimizden asla
candan olacağız, yardan olacağız,
ama özgürlük ve barış kokan bir dünyadan asla
biz de sizler gibi;
düşmanımızı kucağımızda taşıyacağız, ama sırtımızda asla.
son nefesimizi tüketeceğiz, ama onurlu mirasınızı asla.
bedenimizi çiğnetiriz, ama özgürlük ve barış yeminimizi asla.
ey aziz şehitlerimiz,
siz toprağın altındakiler, biz üstündekilere ilham olsun.
bükülmez bileklerinize, korku bilmez yüreklerinize selam olsun.
özgürlük için toprağa düşüp, toprak olan siz şehitlerimizin ruhları şad olsun.
saygıdeğer misafirler,
18 mart şehitler günü ve çanakkale deniz zaferinin 100. yılı anma konuşmama son verirken;
bizlere bağımsız, başı dik bir ülke, özgürlükçü bir ruh miras bırakan başta mustafa kemal atatürk ve mücadele arkadaşları olmak üzere, onların kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizi korumak ve kollamak ülküsüyle, ülkemizin varlığı ve bütünlüğü için dün olduğu gibi bugün de hiç düşünmeden canını vermiş türk silahlı kuvvetlerimizin, emniyet teşkilatımızın tüm şehitlerini rahmet, gazilerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
çanakkale gibi tarihi sorumluluğu çok büyük bir kentin belediye başkanı olmanın onuru ve 1915in omuzlarımızdaki derin sorumluluğuyla sizleri sevgi ve saygıyla selamlarken
son sözüm şudur;
yaşasın kardeşliğimiz , yaşasın özgürlüğümüz
ve yaşasın barış...
Divan edebiyatı şiirin ön plana çıktığı, aruz ölçüsüyle yazılmış şiirlerin çoğunluğunu oluşturduğu, bir nevi klasik olmuş bir edebiyattır. En iyi eserlerini 16. Yüzyılda veren bu edebiyat devletin gerilemesine paralel olarak 19. Yüzyılın başlarında son büyük temsilcisi Şeyh Galipin ölmesi ile ömrünü tamamlama sürecine girmiştir. Çoğu kaynaklara göre bittiği de söylenebilir. Fakat Divan Edebiyatı 1. Meşrutiyet in sonrasındaki nesle kadar devam etmiş, Resmi olarak 20. Yüzyılın başında ortadan kalkmıştır. Enderunlu Vasıf da Divan Edebiyatı nın büyük temsilcileri arasına adını yazdıramasa da, Divan Edebiyatı nın son devrinde iyi-kötü bir yere sahip olmuştur.
Dil ve üslup olarak Nedimin yolundan giden şair Tanpınar a göre; "eski terbiye sisteminin yetiştirdiği ortalama bir insan olmaktan öteye gidemez". Nedimin aldığı eğitim ve kültürel kazanım, Vasıf da yoktur. Çünkü devlet her alanda geride kalmış olduğundan eğitim alanında da geri kalmıştır. Bu yüzden Vasıfın aldığı enderun eğitimi bile Nedimi yakalamasını sağlayamaz. Tüm bu nedenlerden dolayı söylenebilir ki, Nedimin takip eden şair onun şiirlerindeki deruni ahenki yakalayamaz ve bir süre sonra bayağılığa kaçar, tekrara düşer. Fakat onun bugün hatırlanması sağlayan şey, bahsedilen şiirsel güzellik olmamıştır. Onun şiire getirdiği o döneme göre önemli yere sahip şeylerdir. Vasıf belki 50 yıl sonra doğsa iyi bir yenilik üstadı olacak iken yaşadığı dönemdeki algı sebebiyle yaptıklarıyla Tanpınarın dediği gibi ortalama bir insan, ortalama bir şair olmuştur. daha önce dediğimiz gibi devrinin fikirsel olarak yeni, geleneğe pek yakın olmayan bir şairidir.
Enderunlu Vasıfın şiirleri sanki iki ayrı insanın elinden çıkmış gibidir. Bunun sebeplerinden birisi saraydan atılma korkusu ve padişahın sevgisini kazanma girişimleridir. Vasıf birkaç kez saraydan atıldığı için padişahlara saygısını belli etmek için sayısı ondan fazla kaside yazmıştır. Kasideler normal bir divan şairinin normal konularla yazdığı kasideler olduğu için yeni edebiyat açısından çok büyük önem teşkil etmez. Diğer şiirleri diye tabir edebileceğimiz şiirleri ise Divan Edebiyatının nasıl bittiğini araştıran birisinin inceleme alanına girebilecek şiirlerdendir. Vasıf ın şiirleri eski şiir açısından bakıldığında kötü, berbat bir zevk çöküşünün habercisidir. Divan Edebiyatının kendini tekrar etmeye başlayan ağır diline pek el uzatmaması, basite kaçması, alay ve hicve dokunması Divan edebiyatı nın ve Osmanlı devleti sisteminin sonunun geldiğinin işaretleridir. Tüm bunların dışında o dönem Batıda da belirmeye başlayan realist tavır, Vasıfda da gözükür. Realist tavrıyla olaylara gerçekçi bakması, bayağılıktan sıkılmaması Divan edebiyatında pek göremediğimiz beşeri gerçek aşkı gazellere ve şarkılara sokması, halk şiirine doğru yönelme çalışmaları onun gelenekten sıkılıp yeni bir şeyler yapma isteğini; daha doğrusu geleneği yıkma isteğini bize göstermektedir.
Hayatın kendine has sözcüklerini, konuşma dilini kullanma isteği kendinden sonra gelecek Tanzimatçı, yenilikçi neslin çıkış noktası olmuştur. Hatta edebiyatımızda kendinden yaklaşık yüz yirmi yıl sonra Garipçiler ve diğer şairlerinde tartışacağı bir konuyu Enderunlu Vasıf divan edebiyatının zayıfladığı bu dönemde açmıştır diyebiliriz. Tabi Onun devrinde mümkün olmayan edebi ve siyasi her türlü tartışma ortamı Vasıf ın yararına olmamış, gelecek nesilleri etkileyecek bir ekol olmamasına, şiirinin gerekli eleştirileri alamamasına neden olmuştur. Bu sebeple zaten ortalama bir eğitim aldığı bilinen şair şiirinin üstüne hiç koyamamış, bir zaman sonra bayağılaşmıştır.
Şiire halk söyleyişini ve konuşma dilini, anne-kızın diyaloğunu şiirselleştirerek vermesiyle, dönemin terbiye ve adabı hakkında bilgi verici satırlara yer vermesi onun hem iyi bir gözlemci hem de iyi bir fikirsel yenilikçi olduğunu göstermektedir. Yakalamaya çalıştığı halk söyleyişi bazen gazellerinde beyitlere sığmaz, şiir türünün şekli dörtlüğe kayar. Yine de bunu geleneğin nazım türü ve şekilleriyle sürekli olarak yapmamış olması onun tam olarak yenilikçi bir şair olmadığının kanıtıdır. Çünkü yaptığı yenilik denilebilecek eylemleri bilinçli olarak yapmamıştır.
Vasıf ın fikirsel olarak iyi olan harekatı; eylemsel olarak kötü geçmiştir. Her ne kadar şiirlerinde o güne kadar rastlanmamış olan örneğin; ok ve cirit atmak gibi kelimeler ve yeni hareketler yer alsa da, Vasıf ın kalıcılığı yakalayamamasındaki en büyük neden onun söyleyiş güzelliğini ve şiirsel bütünlüğü bulamamasından kaynaklanmıştır. Buna rağmen Divan Edebiyat ında pek denenmemiş arayışlara kaçma yoluna gitmesi, Divan edebiyatından yeni ve çağdaş Türk edebiyatına giden büyük değişimin nasıl olduğunu görmek için incelenmesi ve daha çok araştırılması açısından gereken bir şairdir. Değişim bir anda olmamış yıllar içinde evrelerden geçmiştir. Türk şairi Enderunlu Vasıf tan yaklaşık yüzyıl sonra halkın konuştuğu dille konuşacak, halkın diliyle imgelemlerini okuyucusuna sunacaktır.
ferrarilerin gelişme göstererek girdiği sezon... ferrari gerçekten bambaşka bir sezon başlangıcı yaptı. motor sorunları, aerodinamik sorunların azaldığı iyi ve güven veren bir araç yapılmış. 2 yarış galibiyeti ferrari gibi bir takıma yakışmaz denilse de bu hedef oldukça gerçekçi bir hedef. bu sezon williams ile yarışacakları ilk yarıştan belli oldu. belki pilotaj farkı ile ferrari daha çok öne çıkar. sebastian vettel'in dinamizmi ferrariye yaramış gözüküyor. demek ki neymiş değişim şartmış.
mercedes, geçen seneden de daha hızlı gözüküyor. onlar sadece olması gerekeni yapıyorlar o kadar. sadece rosberg ve hamilton'ın arasında geçecek birkaç garanti yarışları var. avustralya onlardan biriydi. bu sayı daha da artabilir. fakat umuyorum ferrari ve williams onları yakalayacak. en azından italya'ya kadar.
red bull - renault motoru gelişme göstermiş gözüküyor fakat yetersiz. geçen sene iyi oldukları aerodinamik özelliklerin iyi olmaması aracın iyi kontrol edilemediğini de gösteriyor. sanki tek turluk bir araç gibi, arada bir iyi olabilirler fakat bu sorunun sezon boyunca devam edeceğini düşünüyorum. ortalama wiliiams ve ferrari'den 1-1.5 saniye mercedes'ten 2.5 saniye yavaş bir araç. ricciardo'nun işi zor gözüküyor.
williams- mercedes ortaklığının ekmeğini iyi yiyorlar. aerodinamik açıdan gelişme göstermişler, ferrari'den 0.1 saniye civarında daha hızlı gözüküyorlar. ancak daha önce dediğim gibi ferrari'nin pilotajı daha iyi ve sezon boyunca bu fark devam etse bile ferrari öne çıkacaktır.
mclaren honda- mclaren risk alarak honda motoruna geçti. şimdi bunun sıkıntısını yaşıyorlar. mercedes ile mclaren mercedes olarak şampiyonluk mücadelesi veremeyeceklerini bildikleri için böyle bir karar aldılar. güç ünitesinde belli başlı sıkıntıları var ve araç pistin her yerinde yavaş. hamilton'un normal bir turundan 4.5 saniye geride olduklarını söyleyebilirim. alonso ve button işbirliği, mclaren takımının yeni güç ünitesini anlamasıyla meyvesini verecektir. barcelona'dan sonra puan alma çizgisinde yarışabilirler.
sauber- ferrari motorunun iyileşmesi ve iyi bir test dönemiyle birlikte sauber geçen seneye göre rüya gibi bir başlangıç yaptı. iki araçla puan alan tek takım sauber'di. sponsor eksiklikleri var. fakat yine de en hızlı 4. veya 5. araç olacak gibi gözüküyor. umarım böyle devam ederler.
force india
yaklaşık 15 gün önce yeni araçlarını ortaya çıkardıkları için aracı henüz tanıyamamış gözüküyor. mercedes işbirliği ile iyi işler yapacaklarına benziyorlar. henüz aracı tanıma aşamasındalar, onun dışında dayanıklı bir araçları var. barcelona'dan sonra takım olarak yerini ve hedefini belli edeceklerdir.
lotus- mercedes motoruna geçmeleri iyi bir fikirdi. fakat buna rağmen umut vermediler. testlere bakacak olursak, red bull ile mücadele edebilecek konumdalar. 5. sıra için iyi bir aday da lotus, keşke maldonado gibi bir pilotları olmasa...
str- renault , torro rosso bu seneye red bull'la yarışabilecek bir araçla girdi. özellikle çaylak vestrappen bugün yarış dışı kalmasaydı, sauber'in arkasında ümit vaad ediyordu. renault motorunun hezeyanını yaşadılar. renault sorunlarını çözebilirse, str' de iyi işler yapabilir.
williams ve ferrari arasında 2. lik için geçecek bir sezon bekliyorum. bu iki takımdan yarış galibiyeti veya yarış galibiyetleri alan öne çıkacaktır. bunun dışında ferrari'nin vettel-raikonnen iş birliği, alonso-raikonnen iş birliğinden daha tutarlı gözüküyor. bugün raikonnen'in bütün sorunlara rağmen 25 saniye geriye düştüğü massa'yı farklı lastiklerle de olsa yakalaması 2 saniyeye kadar farkı indirmesi bana bir ferrari taraftarı olarak ümit verdi. şu pit stopları halledin be abi.
sırf ferrari'nin gelişimden ötürü bütün sezonu izlemeyi düşünüyorum. sebastian vettel'i sevmezken belki onun hakkında iyi bir tutuma sahip olurum. iyi bir sezon bizi bekliyor.
anakin skywalker' in , luke skywalker'dan farkı içinde sevgi ve korkuyu aşırı dozda barındırmasıdır. luke ailesini erken kaybettiği için hiçbir şekilde içinde bir şeyi kaybetme korkusu taşımaz. sadece jedi eğitimi için yaşı biraz geç olduğundan birkaç sıkıntı yaşar.
anakin küçüklüğünde yoda'nın karşısına ilk çıktığında yoda ve konsey bunun farkına varmıştır. güç anakin'de çok kuvvetlidir. fakat anakin annesini çok sevmektedir ve onu kaybetme korkusu vardır. yoda'ya göre korku hali önce öfke sonra da nefret getirir. gücün karanlık tarafı da nefretten beslenir, aynı şekilde amidalayı kaybetme korkusu da yodanın tespit ettiği dolaylı nefreti açığa çıkarır ve anakin skywalker bir sith olur.
jedi'nin dönüşünde luke'ta nefret olmaması luke' ı güce bağlı kılmış sonra da anakin'i geri getirmiş, ve onun baş sithi yani imparatoru öldürmesini sağlamıştır. böylelikle darth vader anakin skywalker olabilmiştir. aslında dönen jedi luke skywalker değil anakin skywalker'dır. ayrıca iki taraftaki iki hocasını da kendisi öldürmüştür.
anakin skywalker aslında bir nevi bir mesihtir. kendisi önce jedi'ları yok ederek önemli bir hale gelir. sonra oğlunun yardımıyla karanlık tarafın yok olmasını sağlar. böylelikle asırlardır süre sith-jedi savaşı son bulur. geriye sadece jedi'lar kalır. anakin'in kaderinin güç tarafından çizildiği bu yüzden gücün sürekli onda ve ailesinde olduğunu bu şekilde açıklayabiliriz.
anakin'in bir süre karanlık tarafta yer alması buradan bakıldığında iyi bir şeydir. orada kazandığı güvenilirliği ardından onlara ihanet etmesi ,(ihanet pek doğru kelime değil, gerçek amacının farkına varması diyelim) ve luke'a olan sevgisi sayesinde kaderindeki seçilmiş kişinin amacını tamamlamasıyla birlikte ölür. öldüğünde aydınlık tarafta kalır. zaten filmin sonunda obi wan ve yoda ile birlikte görebilirsiniz kendisini. anakin skywalker iyidir, hoştur sevin bu adamı.
evrim teorisinin eksiklerinin olması, açıklanamayan yerlerin henüz doldurulmamış olması yüzünden evrim teorisini kabul etmiyorum. fakat evrim teorisi içinde tutarlı olan, sistematiği iyi kavrandığında akla mantıklı gelen, genel geçer bir bilimsellik barındırır. bu bilimselliği tartışmak, bilimsel verilerle olması gerekirken bizim halkımızın en çok yaptığı gibi " ehehe insan maymundan gelmiş ehehe, şıp diye maymun olmuş" diye kestirip atmak bana çok saçma geliyor.
evrim teorisi hala ilk hücrenin ya da ilk atanın nasıl oluştuğunu da kesin bir dille söylenememektedir. buna karşın elde olan veriler, evrim teorisini güçlü kılmaya yeterlidir. teoriyi bilmeden sıçıp, sıvamak olayı tamamen kur'an ayetleriyle açıklamaya kalkmak da gereksiz bir harekettir. evrim teorisinin amacı islam dinini veya diğer semavi dinleri çürütmek değildir. bu yüzden yaradılışçı dine inanan bir güruhu bilimden soğutabilir. yıllarca belli bir kesmin yaptığı gibi evrim teorisi dinsizleri, satanistleri, ateistleri savunuyor diye bilime sıcak bakmayan ancak onun nimetlerine sıkı sıkı sarılan bir kesim var.
eğer gerçeği arıyorsanız arayacaksınız arkadaş. sağa sola saldırmadan yoluna bakacaksınız. araştıracaksınız ama inançlara saygı göstereceksiniz.
bilim iyi bir şeydir. doğru sistemle aradığınızda sizi gerçeğe götürür.
evrim teorisi hakkında hiçbir şey bilmeden bu teoriyi kabul edenlere saldıranları ve evrim teorisi ile birkaç bir şey bildiğini sanıp inanmayanları daha doğrusu kabul etmeyenleri küçümseyen, onları aşağılayan insanları kınıyorum.
evrim teorisi insanın maymundan geldiğini söylemez. canlı yaşamın bir atadan geldiğini söyler. canlılığın kendi kendine ortaya çıktığını iddia eder. ilk hücrenin nasıl oluştuğu varsayımlara dayanır, herhangi bir şekilde çözülememiştir. çözülseydi teori olarak kalmazdı.
evrim teorisinin ülkemizde uzun uzun tartışılması lazım. konuşulması lazım ki, bir ilerleme kaydedelim. gerçeği arıyorsanız, gerçeği aramak da her yol mübah olabilir. her alanı incelemeniz gerekir. evrim teorisi de yaradılış ve ortak ata çelişkilerinin ortasında derinlemesine incelenmesi ve öğrenilmesi gereken bir teoridir.
bir şeyi kestirip atmadan önce düşünün. avrupalılar daha doğrusu batı neden bizden ileride diye? biz hala garip garip çelişkilerle uğraşıyoruz.
+neden kullanmadığımız organlarımız var?
+neden kızlar uzun boylu güçlü erkeklerden iç güdüsel olarak etkileniyorlar?
+neden akli dengesi yerinde olmayan evcilleştirilmemiş bir insan vahşi bir hayvan gibi davranır?
+ neden bütün canlıların anne karnındaki hali aynı?
evrim teorisini eksikleri nedeniyle kabul etmemekle birlikte mantıklı taraflarını olduğunu söyleyebilirim. umarım evrim teorisi kanıtlanamaz. çünkü hiçbir canlı, hayvan insanla aynı soydan gelmek istemez. çünkü insan dünyadaki en vahşi en tehlikeli yaratıktır.
Fakir Baykurt un mükemmel ve eşsiz anlatımıyla Türk köylüsünün 50 li yıllardaki sorunlarını aktardığı 1962 yılında yazmaya başladığı 1967 de yayınladığı romandır.
Fakir Baykurt, Türkiye Cumhuriyeti devleti köylüsünün milletin efendiliğinden nasıl çekildiğini, cehaletin ve imkansızlığın olağan zorluğunu anlatıyor.
Kısaca hikayesini anlatmak gerekirse;
Tozak Köyü iç anadolunun sıradan köylerinden birisidir. Suyu, bağı hiçbir şeyi olmayan, sadece yazın ürettiğini kışın tüketen bir köy. Üzümü, pekmezi dışarıdan alırlar, meyveyi yılda bir veya iki defa yerler. Durum böyleyken köyden azıcık dışarısını görmüş bir eğitmenin yardımıyla bir bağ yapıp üzüm yemek isterler. Topluca karar alıp köyün kırına bir bağ yapmaya karar verirler. Bütün köylü birlikte çalışarak bağı yaparlar. Artık Tozak köyünün içinde bir vaha vardır. Fakat bu vahanın geleceği şüphelidir. Çünkü bir müddet sonra tapu kadastro memurları köye gelip, ölçüm yaparlar. Ölçümler sırasında bağın hazine toprağı olduğunu kayıt altına alırlar. Ardından gelen memurlar bağın hazine toprağı olduğundan köylünün burada hak sahibi olmadığına karar vererek köylüye bir ceza bedeli ödenmesine karar verir. Tozak köyünün elinden bağı alınır, toprakla ilgilenen memurlar bağın hasadını toplamaya gelene kadar köylüler bağı yıkarlar.
Fakir Baykurt köylünün sorununu, devrin memuriyetlerinin tutarsızlıkları, değişen dünyanın belki de orta çağı yaşamak zorunda kalan Anadolu insanını nasıl etkilediğini güzel bir şekilde aktarmıştır. Zaman zaman üstad Yaşar Kemali andıran yalınlığı, gözünüzün önünde canlanan insan ve tabiat manzaralarıyla Kaplumbağalar harika bir baş yapıt. Romanın ön sözünde şu sözler geçer "oturup yazdım:
ve onlarındır kaplumbağalar...
acı buruk bir roman oldu. onu kentlerde, kasabalarda oturup günlük işleriyle uğraşan okuryazarlarımız, yumrukçu, ya da nemegerekçi aydınlarımız okuyacaklar. belki kapılacaklar, belki sıkılacaklar, bilmiyorum. ama, ben romanımı, asıl o akşam anamın geniş odasında bağdaş kurup beni dinleyen komşularımın, dört mevsimi karanlık, bütün ömrü kömür olan köylülerimin okumalarını, severlerse onların sevmelerini, ıslıklarsa onların ıslıklamalarını isterdim. yurdumun bir yazarı olarak, beni en çok bu sevindirirdi.
eh... belki bir gün o da olur. mutlaka olur.
gün doğmadan neler, ne tosun kızlar, oğlanlar doğar"
Türk köylüsü sefalet ve yokluk içinde, hükumet ve demokrasi onlar için bir şey ifade etmiyor. Çünkü onlar için önemli olan şey karnını doyurmak, hayatta kalmaktan ibaret. O amaca yani hayatta kalmaya neredeyse izin vermeyen bir cehalet ve güzelim sadeliği bozan saçma kurallar...
Etkili bir şekilde okunduğunda bugünün kronik sorunlarının anlaşabileceği gerçekten acı buruk bir roman, etkiliyici bir gerçeklik. Belki de hayatın kendisi...
toprak kokusu hakkında pek bir merakı olmamasını bildirerek kendilerinin yağmurdan sonraki toprak kokusuna bayıldığını söylemek gerek. uludağ sözlük'e yeni gelmemiş, sadece bir süre ara vermiş, verdiği aradan sonraki dönüşünde nick değiştirmiştir. aslında olması gereken nicki çarçarli delisi'dir.
itü sözlük'ün instela intiharı ile eski yuvası uludağ sözlüke kesin dönüş yapmıştır. ilk girileriyle şu an ki girileri arasında pek büyük bir fark gözükür, gülerek geçiniz. farklılaşmaya da sonuna kadar devam edecek, sahip olduğu bilgileri paylaşacaktır.
öncelikle ışık dediğimiz şey fotonlardan oluşur. foton denen şeylerin de hiçbir şekilde bir hacmi ve şekli yoktur. yönlerini de önüne çıkan maddelere göre belirlerler. bir yerin aydınlanması için öncelikle ışığı tutan bir maddeye ihtiyacı vardır. atmosfer gibi. fark ettiyseniz. yıldızların güneş battıktan uzun bir süre sonra göründüğünü söyleyebiliriz bunun nedeni atmosferdir. ışık tamamen kaybolmadan uzaydaki yıldızları göremeyiz.
buradan nereye geleceğiz. uzayın aydınlanması için uzayın ışığı tutacak bir maddeye bir kaplayıcıya ihtiyacı vardır. yani sevgili dostum. atmosfer gibi. uzayda atmosfer yoktur. uzay tamamen yer çekimsiz, kütlesiz bir boşluktur. boşlukta ışığın durması için gereken hiçbir şey yoktur. çünkü kendine ait hacmi olmayan bir şey uzay da yer kaplayamaz. eğer yer kaplasaydı dediğin gibi bütün uzay aydınlık olabilirdi.
küçük bir mum düşün ve koskocaman bir oda. ışık sadece çevresine ve gücünün yettiği yere kadar ilerler. odanın en uzak köşesinden küçük, yakına geldikçe büyük gözüken bir ışık miktarı vardır. şimdi o mumun üstüne şeffaf bir poşet koy. o poşetin içinden gelen mum ışığı biraz azaldı değil mi? işte güneşin de o kadar bir atmosferi vardır. eğer olmasaydı haşlanabilirdik. odan biraz aydınlık her yerde de alaca da olsa ışık. çünkü mumdan gelen ışık sabittir. odanı doldurdur ve aydınlatır.
orası bir oda olmasaydı da bir ormanın açıklık alanı olsaydı. o zaman ışık yine o alanı aydınlatabilir miydi? hayır! çünkü odadayken ışığın duvara çarparak odada kalması sağlayan bir sistem vardı. ancak ormanın o açıklık alanı çok büyük olduğundan o ışık yeterli olmamaktadır.
ışık kaybolmaz fakat sabit de durmaz sevgili arkadaş. bir yerin aydınlatılması için sabit bir ışık kaynağı olması gerekmektedir. güneşten gelen ışığın tamamı dünyada emilir. fakat bir kısmıda uzaya geri döner. ancak gezegenlere, meteorlara , yıldızlara çarparak ilerler. nasıl çoban yıldızı uzaktan parlıyorsa, dünyada venüs'ten o şekilde parlak gözükecektir.
edit: ikinci soru için pek bir bilgim yok. güneşte saf enerji vardır. bunun için nasa'nın son günlerdeki araştırmalarının sonuçlarını beklemek gerekiyor.
ben atatürk'ü seviyorum. liderliği, duruşu, emperyalizme boyun eğmemesiyle, bir ilk olması ile, bir milleti arkasında koşturmasıyla, önderliğiyle, adamlığıyla.
bunun dışında yazarın söylemine bakarsak,
saygı duyulması gereken eylemdir. dikkat çekilmek için yapılmış ihtimali olmakla beraber, kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. bundan gayrisi faşizmdir.
atatürk'ün fikirleri anlamak, isteklerini gerçekleştirmek, onun yolundan gitmenin yani emperyalizme ondan beslenen kapitalizme boyun eğmemekle olur. eğitim sisteminin dayatması ile bir insan atatürk'ü sevmiyorsa sevmesin, ben de sevmeyeyim.
çünkü bu adamlardan çok var. putlaştırmayı çok seven. onun nutuk'unu bile okumayan... 90 yıldır atatürk'e tapan bir halkın içinde yaşayan, onun fikirlerini yaşatmayı sadece chp'ye oy vererek, fener alaylarında yürüme ile yaptığını sanan onlarca, binlerce insan var. onlarda öyle sevecek ise sevmesin atatürk'ü.
zorla tutulan %50'lerde sevmesin.
sevmeyin ulan atatürk'ü ama biriniz ne olur "ben onu anladım " diyebilin.
cumhuriyetin 10. yılında bir akşam vakti toplanan halka şöyle der gazi :
"Benim için zahmet ediyorsunuz, mahcup oluyorum. Beni görmek demek, behemehal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir."
matematiğine karslı türkçene urfalı öğretmen gelmemesi eğitimi düzeltemez. yöresellik iyidir. ancak bir gerçek vardır. finlandiya'da matematik dersine türkçe öğretmeni, resim dersine de beden eğitimi öğretmeni gerçekten girmez.
15 maddesine birden katıldığım fakat türkiye'deki gelişmişlik oranı ile gerçeğin uyuşmadığını bildiğim için finlandiya gibi olmak için çok ekmek yememiz lazım diyebiliriz.
öncelikle onlar için eğitim ekmek su gibi bir ihtiyaç. belki bizim için de öyledir. lakin bizim halkın önceliği karın doyurmaktır. eğitim sonra gelir.
halkın bir bölümünün aç olduğu bir sisteme sahip bir ülkenin iyi bir eğitim vermesi beklenemez. beklenmemelidir.
fakat bir şeyler için adım atmak devamlılığın sağlandığı anda büyük bir olaya dönüşebilir. bu yüzden şimdi adım atarsak, tam tamına 150 yıl sonra bir finlandiya olabiliriz. daha hızlısı için bütün halkı baştan aşağıya eğitmek ve öncelikle karnını doyurmak gerekir...
eğitmek ağır bir iştir. sadece ülkeni sev, vergini ver, iyi bir vatandaş ol! demek eğitim değildir. eğitim kişiyi hürlüğe kavuşturacak bir eylem olarak yapılmalıdır. kendine bağlı köleler yaratarak değil. finlandiya'ya bakmayın, onlar işi çok önceleri çözmüş.
fakir baykurt'un kaplumbağalar romanının ana karakteri, efsane kişilik. mükemmel bir anlatımla okuyucusuna sunulmuş yaşlı olmasına rağmen karizmatik karakter.
"ah bir 20 yaş genç olsaydı. çok değil 20 yaş. dağlar o zaman yiğit görürdü"