candy
184 (mavi jojoba tanesi)
altıncı nesil yazar 1 takipçi 11.00 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    yolculuk yaparken uludağ sözlüğü açamamak

    1.
  1. utanma sebebi. kitap açar gibi site açıyorum vesselam.bilirsiniz işte, otobüslerde wireless sistemi sayesinde artık net'in keyfini de rahatlıkla çıkarabiliyorsunuz. facebook dahil istediğiniz siteye ulaşabiliyorsunuz. tek bir site hariç; www.uludağsozluk.com! bu da sıradan bir site işte, ne var bunda değil mi? geçen gün her zaman olduğu gibi ankara'dan görev yaptığım memlekete doğru yol alıyordum. sol framedeki başlıkları merak edip bir bakayım dedim. tıkladım açtım siteyi. okumaya başladım sonra, belden aşağı başlıklar da dahil her ne kadar tıklayıp bizzat bakmasam bile sol framede her zamanki yerlerini almışlardı. on onbeş dk sonra ağrıyan belimi doğrultmak için hafif kıpırdadım ve muavinden su istemek için arkamı döndüm. bir de ne göreyim, arkamda oturan gözlüklü inek tipli bir adam benim laptobun ekranına kilitlenmiş adeta. fırat gibi bakıyor yeminle. ben dönünce geri çekildi tabii hemen. o an hemen önüme dönüp içimden dedim ki iyiki "ben" butonuna tıklamadım. halim ne olurdu diye korktum, sonra birden bire utanma duygusu bastırıverdi. "ne terbiyesiz bir sözlükte yazıyor kıza bak ulan!" şeklinde de düşünmüş olabilir diye. koltukta eriyip aşağı doğru kaydım. o saniye kapattım siteyi. bir daha da tövbe ettim açmamaya.
    1 ...
  2. sevgilisi olmayan hemcinsini dışlayan ukala kızlar

    1.
  3. ukala kızlar grubu adı geçen. kızlar genelde ukaladır, kıskançtır zaten genellemelerine kulak asmadan şuna değinmek istiyorum. lise döneminde çok görülür biliyorsunuz gruplaşmalar. ilkokul döneminde herkes kendi cinsiyle arkadaş olup sırrını paylaşmaya başlar,ortaokul lise üniversite derken erkeklerle kızlar birbirleriyle kaynaşıverirler. dost ayağına gizli aşk meşk konuları da olur zaman zaman. ezmiyorum yanlış anlaşılmasın. yükseklisans aşamasına gelmiş yirmili yaşların en güzel dönemine tekabül eden bir dönemde neden bu ukalalık taslanır onu anlamıyorum sadece. hadi cinsellik üzerine gidermek istediğin tüm meraklarını giderip, sosyalleşme adına da epey bir kıçını yırttın, hatta başardın diyelim. ait olduğun insan grubunun artık lise dönemindeki kankalık ilişkisine dayanmadığını da biliyorsun. bilmiyor musun yoksa?

    allahım insanları kader dedikleri şey ne demektir acaba? herkes aynı şeyi söyleyip de farklı şeyleri mi kastetmeye çalışıyor yoksa? iki günlük ilişkilerle gönül eğlendirdikleri insancıkların yarın öbür gün karşılarına dikilip de "acı çekiyor musun benim için?" sorusunu sordukları vakit ne cevap verecekler acaba? her sabah "aşkuuumm, kantinden bana kaşarlı tost ile, fındıklı nescafe alsanaa, çok açıımm, seviyosun beni dimiee?é diye soran bir kızdan sevgili olsa ne olur, olmasa ne olur? hadi onu da geçtim. hayatta her zaman yalnız olduğumuz gerçeğini bir paçavra gibi hiç umursamadan bir kenara atıp, yalnızlığın asaletini yaşıyorum diyen dört dörtlük hemcinsini nasıl görmezden geliyorsun acep? sevişenler, mesajlaşanlar, msnleşenler gelsinler yanımıza. yoksa o beş para etmez kalitemiz, süksemiz incinir değil mi?

    ergen grupları diyordum en son değil mi? evet, siz de kafa yormayın bence. kafası olmayan insan modellerinin varsın sevgilisi olsun. üç günlük beş günlük. triplerini, hasetlerini yediklerim. bir şey yaptığınız yok zaten, nefes alın yeter.
    3 ...
  4. anaokullarında uyku saati

    1.
  5. öğle yemeği sonrası, eğitimin bir parçası olarak ele alınan saattir. bazıları uyuma saati, uyutma saati derler ama uyku saati deriz biz eğitimciler. asıl amacı çocuğun gelişimini desteklemenin yanı sıra çocuğa pijamalarını katlama, yatağını düzenleme, çarşafını serme, kaldırma, katlama, yatmadan önce süt içme, masal dinleme, altını ıslatmama, uyku öncesi tuvalete gitme ( tuvalet alışkanlığı kazanma) ...vs. vs. gibi alışkanlıkları kazandırmaktır. güzeldir, hoştur. dikkat ettiyseniz bütün bunların birçoğu aslında yetişkinlerin de yaptığı eylemlerdir. amaç çocuğu ileriki yaşantısında düzenli uyku alışanlığı kazandırabilmektir.

    okulöncesi eğitim kurumlarında bu saat genellikle 3-4 yaş grubu için idealdir. çünkü günlük rutin koşuşturma içinde daha çabuk yorulabiliyorlar. eğitimci sene başında kuralları bir iki ay süre içerisinde öğretir sonrasında çocuklar bağımsız olarak kendi işlerini kendileri yaparlar. çocuk çarşafı ters sermiş, yastığı yamuk koymuş, amuda kalkarak sütünü içmiş felan fıstık karışmazlar. karışmamaları da gerekir zaten. yapacakları tek iş onlar uyurken uyku odasında nöbetçi görevini üstlenmektir. allah korusun uyku aknesi olan, uyku esnasında sayıklayan, korku duyan vs. çocuklara anında müdehale etmesi gerekir. ancak günümüzde dandik eğitimciler uyku saatini bir kurtuluş olarak görüyorlar. çocukların gözüne "tez elden zıbarın da ben de kafamı dinleyeyim. odama geçip çayımı keyifle içeyim." düşüncesiyle bakıyorlar adeta.

    he bir de beş altı yaş grubunu uyumaya zorlayan öğretmenler de var. beş altı yaş grubu için uyuma eylemi isteğe bağlıdır. isteyen çocuk uyur, istemeyen uyumaz. uyumayan çocuklarla öğretmen günlük etkinliklerini yapmak zorundadır. ama tabii yine kolaylarına geldiği için ne yapıyorlar, "uyumıycammmm işte!" diye cıyaklayan kocaman çocukları kucaklarına alıp zorla yatağa yatırabiliyorlar. aslında bu öğretmen bozuntularının vereceksin ağzına biberonu altını da bezleyip sokacaksın yatağa. sabaha kadar da pamuk prenses ve yedi cüceler masalını okuyacaksın. bak o zaman yapabiliyorlar mı böyle?
    1 ...
  6. hıdırellez saçmalığına inanan cahiller

    1.
  7. kalplerine dua diye zerre kadar feyz aktarmaktan aciz insan topluluğu.hıdırellez ne ya? insanların kendilerini inandırdıkları, tanrı gibi taptıkları sıradan bir gün. gün bile değil,özel değil, sıradan, basit, unutulacak, anılmayacak bir zaman dilimi. az önce bir entrymde de söyledim, fakir bir milletiz. hal böyle olunca umutlar dilekler bilmem neler bitmiyor. aç gözlü tamahkar insanoğlu elindekilerle yetinmeyip hep daha fazlasını, çok daha fazlasını, hayır hayır en fazlasını istiyor. kumlara, kağıtlara çiziyor istediklerini. çocuk sahibi olmak isteyenler çöp çocuk çiziyor belkide, araba isteyen dört tekerlekli bir tosba, derme çatma bir gecekondu belkide çizilen. allahım ne saçma, ne komik bir durum yahu. bir de karga bokunu yemeden, gün ağırmadan gül ağacının dibinden çıkarıp yırtıyorlarmıymış nedir? mal mısınız lan?

    anlamadığım nokta şu. müslüman bir ülkede müslümanım diye geçiniyorsunuz ama bu tarz hurafelerden ve cahilliklerden de kurtaramıyorsunuz kendinizi. demek ki dini inancınız sağlam değil sizin, ucundan tutup inandım diyorsunuz. dua etmek, allah'a ibadet etmek yerine kul vergisi karalama işleriyle uğraşıyorsunuz. hasta mısınız ya?

    bundan iki yıl önce duymuştum yapılan bu saçmalıkları. bir de elma kabuğunu yastığının altına kuyup üç kulhu bir elham okuyanları da var. madem uyguluyorsun, islamiyeti bu işe karıştırma arkadaş! allah'ı, sureleri, ayetleri karıştırma kendi saçmalıklarına. al sana bir göbek ver bana bir bebek misali, ne umuyorsun kendi acizliğinden. bir arkadaş vardı sürekli yapardı bu saçma eylemleri. şimdi açlıktan sürünüyor, üniversite eğitimini bıraktı. üvey annesinden neler neler çekiyor kimbilir. araba, iş para neler istedi de çizdi o kıytırık kağıt parçasına. ya çaresizlik mi bunun adı, allah aşkına aklım ermiyor benim. ya ben çok salağım, ya siz çok salaksınız. işinize gücünüze gereken önemi verip, mantıklı düşünüp çok çalıştıktan sonra gerisini kalpten tevekkül edip de allah'a bırakırsan, sadece ve sadece islamiyet'in güzelliklerini yaşarsan senin zaten önün kapanmaz ki? kalbinden geçirdiğin dilekler, niyetler seni yansıtır zaten. belki bir gün sonra belki birkaç yıl sonra gelir seni bulur. nursuzluktan sıyrılın artık. yahut gidin dininizi değiştirin, ben müslümanım demeyin!
    2 ...
  8. huzur timsali yalnızlıkla başa çıkabilmek

    1.
  9. zordur,her yiğidin harcı değildir. öyle kolay kolay sembollerle, işaretlerle yaşanmıyor hayat. herkes huzur diyor. huzur önemli olan. iç huzur, dış huzur. ayırt edemiyorum artık zaten. insan iç dünyasını neden açar ki başkalarına? ne için, kimin için? boşver ya, ben böyle iyiyim. aşk bulmasın beni. aşk olunca acı oluyor, hüzün dolaşıyor sokaklarda, gece güne bir türlü kavuşmuyor, gözyaşı sızıyor toprağa özlem kokuyor sürekli. hissetmek istemiyorum, zorlamayın allah aşkına. dedim ya ben böyle iyiyim.

    yalnızlığın tanımı yapmak anlamsız olur, hal böyle olunca. tek kişilik yemek hazırlarsın, oturunca iştahın kaçar. müzik dinlerken tanıdık bir melodi duyarsın gözlerin dolar. uzun yollar aşarsın gıkın çıkmaz, boğazın düğümlenir. telefonun çalmaz, çalsa da önemli değildir zaten falan fıstık işleri. peki ya huzur bunun neresinde? mutlusun işte. kendine ait bir hayatın var, nefes alıyorsun, mücadele ediyorsun, konuşuyor, uyuyor, uyanıyor, üzülüp seviniyorsun. bazen kalabalığa karışınca mutlu oluyorsun, bazen de pencere önünde hayaller kurarken. çiçek toplayıp hediye ediyorsun kendine. sağlıklı olduğun şükrediyorsun tanrıya her gün. şanslıyım diyorsun kendi kendine. ayrılan mutsuz çiftleri, sahte sevgileri gördüğün vakit.

    iyiyim ben böyle diyorum ya, annem inanmıyor bana. telefonda sesin kötü geliyor diyor. işie gidip geliyorum işte anne, boş kalan vakitlerimde ise arkadaşlarla spora gidiyor. akşamları da ders çalışıyorum. öğrencilik bitmiyor işte. hayat bu, bakarsın dönerim yine o şehre. sen sıkma canını. mutluyum ben.

    geçmişi düşününce anılar hep gürültülü, neşeli, kalabalık zamanları getiriyor insanın aklına. nedense mutsuzluklarımın nedeni o ahenkle dans eden günlerin telaşesinde hep. çocukluğum, saflığım. çirkinliklerden bihaber oluşum. huzurlu muydum o zamanlar? evet, en azından bu kadar huzursuz bir mutluluğum yoktu. belki de bu kadar umrumda değildi hayat. ha ne diyorduk? evet, cidden iyyim ben böyle. yalnızlığın ıslattığı sahte insanların arasında boğulmaktansa tek başına kendi huzurunu yaşamalı insan. bir şekilde başa çıkmalı işte. yüzündeki maskeye inat bir şekilde gerçeği bulup yaşamalı. yoksa neye yarar bu çırpınışlar!
    0 ...
  10. sert üsluplu yazarları eleştirmek

    1.
  11. her kuş beyinlinin (mutlaka bir kez) girişimde bulunduğu iş. sen kimsin, adam gibi yazan yazar kim? önce bu sorunun cevabını bul, sonra çık karşıma yap eleştirini. hal böyle olunca daha dünkü bebeler laf sahibi olmuşlar diye hayıflanıyor insan. bir de mesaj atmayın gözünüzü seveyim. ne düşünüyorsanız başlık altına karalayın, herkes bilsin. o kuş kadar aklınızı bari gösterin. iyi bir fırsat bu!
    1 ...
  12. bir avuç aptal insan

    1.
  13. işte buradaki insan topluluğu. hakaretse hakaret, eleştiriyse eleştiri! istisnalar başımın tacı her zaman olduğu gibi. ama çoğunluğun sıçıp sıvadığı bir ortamda kurunun yanında yaş da yanıyor nasılsa. nerde çokluk orda bokluk derdi dedem. ne haklıymuş meğer, ancak bunca bokun bir arada olduğu gerçeğiyle birlikte kokusunun bu denli iğrenç olduğunu tahmin bile edemezdim. pes!
    3 ...
  14. düşünmeden yazan boş beyinliler

    1.
  15. sadece edebi türlerde değil sözlük alemlerinde de var olan tiplerdir. bir insanın beyni nasıl boş olur? beyni boş olmak ne demektir? bir uyarı mıdır, yoksa bir hakaret mi? hiç düşündünüz mü? bence önce bunu bir düşünün. tabii düşünebiliyorsanız; sonra da okumayı deneyin bir zahmet. bir yazar bir başlık altına yorum yapıyor. sonra başlıyorsun sırayla her birini tek tek okumaya; ama her birinin kurduğu cümleler bile aynı anasını satayım. madem düşünemiyorsun o halde copy paste yapma. ilkokul çocuğu gibi tahtadan baka baka defterine geçirme. yapamadım de, al sıfırı otur kıçının üstüne paşa paşa. kendini rezil etmenin ne anlamı var. bu sözlükteki koyun sürülerinin kime ne faydası var ki? farklı ol azıcık, gerçekleri farklı dile getir birazcık sayın yazar!
    4 ...
  16. ölümü anlamayan zavallılar

    1.
  17. cidden zavallılar yani. ayrıca hepsi birer şovenist. başarılı oluyorlar mı? evet. lan şu son günlerde ne zaman uğrasam buraya içim kararıyor yeminle. cotton candy ölmüşmüş. tamam allah rahmet eylesin ama bu kadar abartılacak ne var ulan. sizin ölümden anladığınız ne ki? yaşarken değer vermediğiniz, küfürler ayarlar yağdırdığınız dalga geçtiğiniz insan hakkın rahmetine kavuşunca mı kıymete bindi şimdi he? ben tanımam etmem her kimse. ama aynı şey tüm insanlık için geçerli bunu kafanıza sokun artık. eminim ölen yazarın nick başlığı yaşıyorken hiç bu kadar ilgi çekmemişti. öyle değil mi? ahan da şimdi skinnyman diye biri çıkmış ölecem diyor. yeni moda oldu ölmek zaar. o kadar kolay mı lan? ölecek adam gelip burada yazı yazar mı he? sessiz sedasız yapar ne yapacaksa? gelip de burada milletin canını sıkmaya, ilgi çekmeye hakkınız yok arkadaş. burası sosyal platform. dert dinleme, duygu sömürüsü yapma yeri değil. ölenin ya da kendini öldürecek olanın haline acıyıp ağlayacağınıza önce kendi halinize acıyın lan. öğehh!
    2 ...
  18. başkalarına bok atan ezik yazar

    ?.
  19. kendi kendini tatmin eden yazardır sadece, otuzbir çekmekten başka işi yoktur. bir laf söyleseniz bir ah işitirsiniz işte o cinsten. ulan başkalarını eleştirmeden önce sen dön de önce kendi dötüne bak acınası insan. kendi kusurlarını ört önce. kendi ezikliğinden kurtul. değil mi ama? bak yine konuşturuyorlar beni ya.
    1 ...
  20. ağzı bozuk kızlar

    1.
  21. alınlarından öpülesi kızlardır. bayılıyorum bu kızlara anacım. çükleri büzüşmüş haşereleri kökten yok etmek için birebirler vallahi. her ortama lazım bunlardan bence. ama sınırınızı da bilin ha, coşmayın coşturmayın.
    6 ...
  22. kariyer yapmış kadın

    1.
  23. küçüklüğümden beridir imrendiğim kadındır hacım. ben de büyüyünce çocuk da yapıcam kariyer de diyerek büyüdüm ben. sonra ne oldu, sivrilenin kafasını tokmakla ezmeye başladılar. peki kimler? ahan da bu kariyer yapmış diğer kadınlar. dereceyle mezun olmamı bile kıskandılar. ulan adi karı sen zaten profesor olmuşsun neyine gerek lan beni ezmeye, yolumu tıkamaya çalışıyorsun değil mi?

    bu kadınlar farklı arkadaş. erkek hocalar çok daha iyiler bu konuda. en azından kapris, trip, kıskançlık vs. yok lan. vazgeçtim ben büyüyünce kariyer yapmış kadın olmucam.
    1 ...
  24. bok gibisiniz

    1.
  25. kendini bi bok zannedenlere söylenebilecek en güzel cümle. ama gel de sıkıysa yüzlerine söyle işte, kadın profesör olmuş götü kalkmış. aynen kendini bi bok zannediyor. sahte gülcükler sallıyor etrafına, sahte tebessümler.sen de eli mahkum ders alana kadar ayıya dayı demek durumundasın. ama höh yani, her şeyin sınırı var. allah hepinizin belasını virsin, halden anlamayan kuş beyinli zavallılar sizi. şu doktorayı da halledeyim hepinizin ağzına mıçacam. verilen sözde durmamak neymiş o zaman görün siz.
    0 ...
  26. çok iticisin

    1.
  27. gelen mesajlarımın içinde geçen (bir kenara, köşeye sıkıştırılmış) cümlecik. bir şeyi biri değil birçok kişi söylese bile ben yine inanmam. önemli olan insanın kendisini nasıl bildiğidir. konuya dönecek olur isek; itici miyim? evet iticiyim, sen söylemeden de biliyordum ben yani. ama sen söyleyince gururum incindi, kalbim çok kırıldı olum.erkek olsam bu kadar koymazdı lan.ağlıcam şimdi ühüüü.
    1 ...
  28. kalitesiz sözlük

    1.
  29. zıvanadan çıkmış olan sözlük. Sözlükten kastım o sözlüğün yazarlarıdır bu biline. Örnek vereceğim ki bu tek örnek olsun: elbette Uludağ sözlük! o kadar iğrendim ki artık inanın yazmak içimden gelmiyor. susayım diyorum yine olmuyor. içimde tutamıyorum bazı şeyleri. bu kadar gelişmiş bir sözlük nasıl bu hale geldi anlamıyorum. hani ben geç gelenlerdenim ya, hani şu ezik altıncı nesilgillerden. işte o yüzden pek bilmem geçmişteki akıbetini. ama şu an midem bulanıyor. arada istisnalara sözüm yok, her zaman demişimdir başımın tacı. Ama geneli mahvetti ortalığı. Sol framede belden aşağı başlıkları görmezlikten geldim ben de birçok yazar gibi. Dedim bir süre sonra vazgeçeceklerdir mutlaka hem Cahil değiliz biz, modern toplumuz ya. Cinsellik konuları aşiyan olacak ya illa. Allah hepinizi kahretsin. Ne özel hayata saygı kalmış, ne de insana sevgi. Ayıbı günahı bir kenara bıraktım ben. Dilini, dinini, ırkını satan adamdan ne bekleyeceksiniz ki? Biz ki atatürk gençleriyiz. ileri görüşlü, aydın fikirli, ilim irfan için çalışan. Aydınlığa açılan yolda ışık tutacak olan. Gelişen geliştirecek olan.

    Sonra bir de baktım ki; aynı iğrençlik yazarlara da sıçradı. Bu kez Yazarlar birbirleriyle uğraşmaya başladılar. Hep bir önyargılı yaklaşımlar, laf sokuşturmalar, geyik muhabbetleri, gizliden gizliye verilmeye çalışılan mesajlar. inanın iğreniyorum hepinizden. Birçoğunda samimiyet yok. Her şey yalan dolan. Birçoğunun yüzünde çirkin maskeler var. Hiç kimse kendi gerçek düşüncesini, kendi has duygularını koymuyor ortaya. Ortaya koyanlar ise acımasızca eleştiriliyor burada. Beyinleri sikinin arasında sıkışıp kalmış bazı mahlukatlar farklı şeyler düşünmüyor. Geliştiremiyor kendini. Kendini geliştiremediği gibi başkalarına da bir yararı dokunmuyor. Tıkla sperm, tıkla sıçmak, tıkla seks, tıkla fantezi, tıkla şöyle kız, tıkla böyle erkek. Tüküreyim böyle işin içine.

    Gidin itüye; adamlar aşmışlar kendilerini ya. Orada cinsel fanteziler üzerine yoğunlaşmaktan çok daha fazlasını yapıyor adamlar. Düşünüyorlar, düşünceleri tartışıyorlar. Geyik muhabbeti yapmıyorlar. Sınırları aşmıyorlar. Adam gibi yazıyorlar yahu. Üstelik yazarlar birbirlerini aşağılamak yerine takdir ediyorlar. Beğenmedikleri ki gayet doğal her ne varsa konu üzerinden tartışıyorlar. Nick altı ayarlarla değil.

    Moderatörlerin de suçu büyük tabi. Değinmeden olmaz. O kadar yazar almayı biliyorsunuz ama hiçbirine söz geçiremiyorsunuz ya. Bu kadar mı acizsiniz. Yaptığınız tek şey çaylak yapmak. Daha da ileri giderse silmek. Tabii silene kadar sözlüğün hakkından geliyor o yazarlar. Bunun farkında mısınız siz? Ayrıca o giderse onun gibiler gelecek elbet. Yine aynı sorunlar baş gösterecek sözlükte.

    Yok artık sinirlenmiyorum. Daha sakinim. içimdekileri ve aklımdakileri söyledim ya, o bana yetti. Yine uzunca bir süre yazmamayı düşünüyorum. Dileyen bunu uyarı olarak algılasın; dileyen hakaret olarak. Beni de çaylak yapın, silin Allah aşkına. Sözlüğün kalitesi artar belki. Böyle büyük bir sözlüğün laçkalaşması ne acı yarabbi! Acıyorum sizlere ey aciz insanlar. Sevgiden uzak kalbiniz tez zamanda sevgiyle dolsun, yüreğiniz bir parça olsun huzur ile dolsun, aklınız ise tez zamanda düşünceler denizinde boğulsun inşallah.
    14 ...
  30. lafı ortaya atmak

    ?.
  31. dikkat ettim sözlük ortamlarında çok fazla dikkat çekip de eksi yönde tepkileri üzerine çekmemek için bazı dandik yazarların sıklıkla yaptığı bir eylem bu. yazar önce düşünüyor. "lan acaba ben şimdi böyle yazsam ne derler? bu yazar öyle düşünüyor kesin diye yaftalarlar." sonra da karar veriyor kıvırmaya. ya cümleyi edilgen hale getiriyor ya da bir arkadaşımdan duymuştum ayağına yatıyor. sizin kadar ikiyüzlüsünü görmedim lan. trollerin gözünü seveyim. adamlar en azından oldukları gibi çıkıyorlar ortaya. ne düşünüyorlarsa onu yazıyorlar hiç korkmadan çekinmeden.
    1 ...
  32. atatürk ü yitirmedik

    ?.
  33. yıllar,
    üst üste katlandıkça,
    acımasız uzadıkça,
    çelik mavisi gözlerinde,
    her geçen gün,
    işığını çoğalttıkça;
    güzel vatanımızı
    kurtardığın anıldıkça,
    seni yitirmedik ki !
    dün olduğu gibi,
    bugün de aramızdasın her an,
    buna inan ata'm.
    yüzyıllar da geçse aradan,
    sen her zaman anılan;
    kutsal bir kahramansın.

    süleyman apaydın
    4 ...
  34. ağlayalım atatürk e

    1.
  35. ağlayalım atatürk'e,
    bütün dünya kan ağladı.
    süleyman olmuştu mülke,
    geldi ecel, can ağladı

    doğu batı cenup şimal,
    aman tanrı bu nasıl hal,
    atatürk'e erdi zeval,
    memur mebusan ağladı.

    atatürk'ün eserleri,
    söyleyecek bundan geri,
    bütün dünyanın her yeri,
    ah çekti, vatan ağladı.

    fabrikalar icat etti,
    atalığın ispat etti,
    varlığın türk'e terketti.
    döndü çarh devran ağladı.

    bu ne kuvvet, bu ne kudret,
    var idi bunda bir hikmet,
    bütün türkler inön' ismet
    gözlerimiz kan ağladı.

    tren hattı tayyareler,
    türkler giydi hep kareler,
    semerkantla buharalar,
    işitti her yan ağladı.

    siz sağ olun türk gençleri,
    çalışanlar kalmaz geri,
    mareşalin askerleri,
    ordular tümen ağladı.

    zannetme ağlayan gülmez;
    aslan yatağı boş kalmaz,
    yalnız gidenler gelmez,
    her gelen insan ağladı.

    uzatma veysel bu sözü,
    dayanmaz herkesin özü,
    koruyalım yurdumuzu,
    dost değil, düşman ağladı.

    aşık veysel
    1 ...
  36. atatürk ün sesi

    1.
  37. atatürk'ün sesi !,
    bazen erzurum kongresi
    bazen sivas,
    bazen anadolu'da sert bir rüzgar.

    atatürk'ün sesi !,
    bazen ankara'da ilk millet meclisi
    bazen orta anadolu'da kartal,
    bazen akdeniz'de tatlı bir rüzgar.

    atatürk'ün sesi !
    gökyüzünde ak bir bulut,
    bazen önünde izmir'e ordular akar,
    bazen akdeniz'de bir kartal.

    atatürk'ün sesi !
    bazen devrimlerin alfabesi,
    bazen cumhuriyetin gür sesi,
    bazen menemen'de deli bir rüzgar.

    bilgay esemenli
    5 ...
  38. atatürk ü duymak

    1.
  39. ulu rüzgâr esmedikçe,
    yaşamak uyumak gibi.
    kişi ne zaman dinç;
    dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.

    ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?
    sürdüğün tarlalara sevginle serpildik.
    ekmek olmak için önce
    buğday olmak gibi.

    silinir sözcüklerden sen hatıra geldikçe ,
    cılız sözler: uzanmak, yorulmak, durmak gibi.
    kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene
    her ışık-kaynak gibi.

    en yakınlar zamanla yüzyıllarca uzak gibi,
    bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz,
    daha da yakınsın, daha da sıcak
    bıraktığın toprak gibi.

    kaç türk var şu dünyada, bir o kadar susuz,
    hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi,
    ancak senin havanda sağlıklar esenlikler:
    olmaya devlet cihanda atatürk'ü duymak gibi.

    behçet necatigil
    1 ...
  40. sen varsın atatürk üm her şeyimizde

    ?.
  41. bu gün yatağımdan hür kalkıyorsam,
    ekmeğim ak suyum berraksa,
    ağaçlar çiçek açıyor
    topraklar ısınabiliyorsa,
    sesim gür çıkıyor
    özgür özgür bakabiliyorsam,
    sen varsın gözbebeklerimde
    sen varsın atatürk'üm sen varsın.

    yazabiliyorsam gönlümce
    okuyabiliyorsam,
    kazabiliyorsam toprağımı,
    gün ışığında çapa kürek elde,
    çalışabiliyorsam gece gündüz
    ekip biçebiliyorsam dileğimce,
    sen varsın yüreğimde
    sen varsın atatürk'üm sen varsın !

    m. esat tozkoparan
    2 ...
  42. her gönülde çiçek olacağına bir gönülde buket ol

    1.
  43. klasik bir cümle ama çok anlamlı cidden. ya bazen diyorum ki candy hiç çırpınıp da şu her çiçekten bal almak için uçan zavallı arıcıklara laf sokmak için kendini yorma. bu cümleyi söyle en iyisi. ne güzel, çiçekli böcekli hem değil mi?

    insanların beş dakikalık zevk uğruna gerçek sevgilerden vazgeçmelerine anlam veremiyorum nedense. diyorlar ki; günümüz ilişkilerinin iyice vıccığı çıktı. muhabbetler yapay, sevgiler sahte, kalp kırar mıyım üzer miyim düşünen yok! hangi yüze baksam sahte. insanların kalpleri taş kesmiş adeta. gözler donuk, sözler sıradan. sözcükler boş bir dize sırası gibi. seni seviyorumlar, aşkımlar, bebeğimler... aman allahım ne göz boyayıcı şeyler bunlar. hiçbiri içten değil. bugün sana yarın başka birine aynı sözler sarfediliyor. güllerin kırmızı yalan, anlamlı zannedilen bakışlar yalan, her şeyden önemlisi inandığınız insan yalan. diyorum ya baştan aşağı tam bir fiyasko. ten, kan, can , sıcaklık yalan.

    her gönülde çiçek olup hayatın boyunca mutsuz olacağına, tek bir gönülde rengarenk bir buket ol, mutlu ol, huzurlu ol. sev, sevil. değer ver, değer gör. seninle uyusun seninle uyansın sevdiğin. onun kokusu olsun senin kokun. canından bir parça olsun bir ömür boyu. içine işleyen bir sevda olsun, derinden yakan. inan ona, gözünü kapayıp güven hiç düşünmeden.

    kime söylüyorum ben, sanırım ütopik şeyler artık bunlar!
    2 ...
  44. zor birisin ama terk etmek daha zor

    1.
  45. bir insanın duyabileceği en içten cümle. mücadelenin en güzel yanlarından birisi. içimin ısındığı birinden duymuştum bu cümleyi, çok da hoşuma gitmişti ne yalan söyleyeyim. katlanılmaz birisin ama sen olmayınca hayata katlanmak daha zor! aman allahım ne can alıcı bir cümle bu böyle! sarf etmesi kolay ama uygulamada birçoğu tökezliyor nedense. bazı insanlar vardır; yapıları gereği canınızı acıtırlar. her cümlesinde, her bakışında bunu hissedersiniz. başta dersiniz ki; bu insanla benim hayatta işim olmaz. ya o basar ya da ben basarım kıçına tekmeyi. yani bir şekilde bu ilişki sürmez. eninde sonunda yolun sonuna geleceğiz nasılsa.

    ama sonra işin rengi değişir. o insan sizi ne kadar iterse sizi o kadar kendine çeker.kitaplarda, dergilerde, filmlerde gördüğümüz aşk acılarının temeli de budur aslında. hiçbir şekilde uyuşmadığın bir insana karşı ruhunun derinliklerinde bir şeyler hissedebilmek olsa gerek bunun adı. dünyanın binbir türlü hali vardır demiştim bir zamanlar. işte tam da öyle! bilemiyorsun, birilerinin nereden karşına çıkacağını. bir sokakta mı, bir barda mı, bir lokantada mı, bir hastanede mi...vs.vs işte.

    kişiliği oldukça kuvvetli olan ve asla ödün vermeyen insanlar bu dertten müzdarip. dert diyorum çünkü bana göre bir dert. ama bazıları için bu bir hayat felsefesi. zor birinin çektirdiği zorluklara bir ömür boyu katlanmayı göze alabiliyor bazı insanlar. ama şu var, o zor biri bir gün çektirdiklerinin farkına varıp imana gelebiliyor. gelmediği vakit ise ya elindekini kaybediyor ya da kendisine sırıl sıklam aşık olan insanın sabrını büyük bir zevkle denemeye devam ediyor. hani şimdi böyle çektirmek felan diyorum ya yanlış anlamayın. bu o insanın doğasında olan bir şey yani. yapacağı bir şey yok. belki zamanla gerçek sevgisini gösteren insanın onun için verdiği mücadele bir parça olsun ona karşı sevgiyle bakmasına yardımcı olacak. ama bunun garantisini veremeyebilirim.

    sözcüklerle oynayıp da kafanızı karıştırmak istemiyorum sevgili yazarlar. insanın iç dünyası ne kadar karmaşık ise hayatı da o kadar karmaşık bir hal alıyor. siz ne kadar zor iseniz, hayatı yaşamak da bir okadar zor geliyor. zoru yaratan da yine kendimiziz, başkası değil. gerçek sevginin bize sunduklarına katlanabilmek için çaba harcamak zor ama şu bir gerçek; ruhunuzun derinliklerinde bir yara açılsa bile terk etmek kolay hem de umduğunuzdan çok daha kolay! *
    6 ...
  46. gerçek sevgiye inanmak

    1.
  47. sadece inanmak.ardı arkası var mı yok mu hiç düşünmeden inanmak. bir yalvarış, bazen bir iç çekiş uzun bir yolculuk bazen. hayatta gerçek sevgi var. insanlar neden evlenirler? birbirlerini gerçekten sevdikleri için. hadi canım sen de! bir dünya kurmuştum bundan kısa bir zaman önce. inandığım masumiyet elimden tutup mutlu bir kız çocuğu olmamı sağlamıştı her daim. dünya bu, belli mi olur? büyümek istemedim hiçbir zaman ya da içimdeki kıpırtılarla yaşamayı öğrenmeyi hiç istemedim. sevgi sandım yaşadığım mutluluğu. sevgi koydum adını elimi bile değmedim her zorluğun adını. aşktır dünyayı aydınlatan derdi babaannem. evet, buna ben de inandım. insanlar neden evlenirler babaanne? birbirlerini gerçekten sevdikleri için elbette.

    gülüp geçiyorum artık fütursuzca. yüzüme kapanan her telefonlar, silinen güzellikler, annemin yaptığı kekler, otobüs yolculukları, ardından mendil salladığım sevdiklerim, kalp sızılarım, boğazımdaki düğümler, seni seviyorumlar, beni hiç bırakmalar... hepsi ama hepsi benden bir şeyler götürdü. hiç düşünmeden. hiç umursamadan. bir rüya gibi. acı çekmeden. içim boşalıverdi birden. bir yolun sonuna kadar gelmiştim artık. ankara'nın uzağında mutluyum. kilometrelerce öteden gelen bir sızı bu. ama dayanılması mümkün. sadece verdiklerime kızıyorum ben. soğuktur gözleri sevgiyle parlamayan insanlar. soğuktur yürekleri, elleri, dilleri. acıtır sizi seviyorum derken sarf ettiği o iki kelime. acıtır acımasızca. insanlar neden evlenirler? birbirlerini gerçekten sevdikleri için.

    birbirini seven iki insan. koskoca dünya üzerinde çırpınan iki beden. annemle babam da öyleler. yıllardır tükenmemiş bir sevgiyle bağlılar birbirlerine. doğru insanı bulmak önemli diyorlar. iyi de doğru insan kim? senin canını çok derinden yakmayacağına nasıl bukadar emin olabiliyorsun? sen karşılıksız sevilmeyi hak eden bir insan mısın ki?

    dünyam karardı senin sesini artık duymayacağımı anladığımda. çevremdekiler "bu da bir deneyimdir, her yeni gelen insan sana bir şeyler verirken senden bir şeyler götürür." dediler. iyi de benim neyim var ki? verebildiğim sevgi dolu bir kalp. aklım onunlayken kalbim kendi halinde vuruşlarla sevgisini haykırıyor. şimdi bir yerlerde nefes alıyor biliyorum. demek ki yaşanmış, demek ki beni hiç sevmemişsin, demek ki sen...

    hayır hayır aşk her daim gönülleri ısıtandır. aşk bir ağacın meyvesi ise sevgi o ağacı besleyen kökleridir. ben o meyvelerin her bir tanesi için her gün göz yaşı döktüm. soğuk otobüs istasyonlarında kayboldu çığlıklarım. yoruldum her gidenin ardından bakmaktan. gerçek sevgiye inan kalbim de yoruldu. gerçek sevgi diye bir şey yok. şu anasını sattığımın dünyasında bir su damlası gibi kalakaldım işte. biliyorum yine durdurak bilmeyecek yüreğim. alışmış bir kere sevmeye. insanlar neden evlenirler? birbirlerini gerçekten sevdikleri için. çok inandırıcı değil mi? hayat akan bir su, ben de savruluyorum oradan oraya!
    1 ...
  48. kaliteli bir yazarı çok çabuk harcamak

    1.
  49. saatlerce düşündüm inanın bu başlığın içeriğinde geçen kelimeleri seçebilmek için. nasıl etsem de sözlükteki kaosu anlatabilsem bilemedim. her sözlükte olduğu gibi bu sözlükte de var bilirsiniz; adam gibi yazan yazanlar. kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan kendi yağında kavrulan canlar. ama kurtaramazlar candylerini candyni bilmezlerin dilinden.

    tarihte de böyle olmuştur,en başarılı siyaset adamları, liderler, düşünürler...vs.vs. çok kolay harcanmıştır. bir ilkeyi savunan kimseler çok çabuk toprak olmuştur. bu süreyi bazı kesimlerin örümceklenmiş basit düşünceleri hızlandırmıştır. aradan çok değil az bir zaman geçtikten sonra ise bedeni çürüyen dehanın savundukları yeni nesillerin önüne ışık tutmuştur. yeni düşüncelerin öncüsü olmuştur. bu bir kısır döngüdür. her yeni düşünceyi savunan beden kısa sürede toprak olacaktır.

    gelelim sözlükle olan ilişkisine. hani bazen en karmaşık olayı bile sükunetle seyredersiniz ya işte ben de öyle yapıyorum ara sıra. entrylerimi koyuyorum bir kenara, okuyorum yazılanları. yazarların o an ki psikolojilerini anlamaya çalışıyorum. inanın her biri ayrı bir dünya. her biri bambaşka bir hayat. sonra bir de hiç ama hiç sevmedğim şu nick altı entryleri görüyorum. troller dışında olup da kalitesinden ödün vermeyen sözlük dehalarının nickleri geçiveriyor. biliyorum yine birileri tarafından laf sokuldu, yine birileri tarafından karalanmaya çalışıldı. zamanla yazdıklarının toprağa gömülmesi amaçlanıyor yine.

    üslubumu değiştireyim mi şu an ? hemen bambaşka birisi olabilirim inanın. ama değmez cidden. siz kendinizi bilmez yazar şahısları! sözüm sizlere: sözlükte adam gibi yazan yazarların düşüncelerinden ne istiyorsunuz ha? kendi orijinal fikirlerinizi ortaya koyamadığınız için neden başkasının üzerine gölge düşürüyorsunuz? neden onların nicki üzerinden primleniyorsunuz? gerçi ben bunları neden soruyorum ki? vereceğiniz cevapların bile bir anlamı yok. siz ancak kendinizi desteklersiniz. o dahi sandığınız fikirleriniz içinde kaybolursunuz da ruhunuz bile duymaz.

    vicdan yok, merhamet yok, saygı hiç yok! biliyorum yine harcanacak en başarılı yazarlar. durmayacaksınız. bu sözlerim bile sizi durduramayacak. o yazarların değeri ise ne zaman anlaşılacak? sözlükten ayrıldıkları vakit, yazmadıkları vakit, hayata gözlerini yumdukları vakit. biliyorum bu söylediklerime birçoğunuz tanık olmadınız. ama bir insan kaybedilince anlaşılırmış değeri. ölüm ve ayrılık olmasaydı dünyada ne sevgi olurmuş ne de sadakat.

    entrymi noktalayacağım merak etmeyin. bu böyle sürü gitmeyecek. ama şunu söyleyeyim size, bir yazar ne kadar sessiz kalırsa o kadar asildir. savundukları tutarlıysa o kadar cesurdur. her sözlükte olduğu gibi uludağ sözlükte de var olan kaliteli yazarlar başımızın tacıdır ki böyle olmalıdır. varsın bundan sonrasını hak edene hakkını vermeyenler düşünsün.

    not: linka'ya yazılanlardan ötürü böyle bir izlenime kapıldım. çok değil birkaç gün önce aynı şeyler benim de başıma gelmişti. ayar verenler baş tacı edilirken, sükunetini koruyup işine bakanlar yerin dibine sokuluyorlar burada. ya bu deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin dostum. selametle!
    24 ...
  50. çocuklarla göz hizasına inerek konuşmak

    1.
  51. en iyi iletişim kurma yöntemlerinden birisi. küçük çocuklar hayatı , dış dünyayı çok büyük görürler. insanlar, insanların kullandıkları araç ve gereçler, yaptıkları işler...vs. her şey onlara ulaşılamaz ölçüde güç gelir. onların içinde bulundukları ve gözlerine çok ama çok büyük gelen bu dünyayı tanımaları için fırsat vermek en doğrusudur. bir birey olarak ona saygı duymak, ona değer vermek, onu yüceltmek sağlam bir karakter oluşturmasına olanak sağlamak en güzelidir. işte bütün bunları gerçekleştirebilmek için çocuk ile göz teması kurmamız yeterlidir. onları dinlediğimizi ancak bu şekilde gösterebiliriz.

    montessori eğitiminde de bu yöntem sıkça kullanılır. eğitimci çocuğun kendi boyuna uygun büyüklükteki sandalyeyi taşımasını, yerleştirmesini öğretir. sonrasında çocuk kendi sandalyesini kendisi taşır ve çalışma masasının yanına yerleştirir. eğitimci de aynı boyutlardaki bir sandalyeyi alarak çocuğun yanına oturur ve çalışmaya başlar. çalışma esnasında hiç konuşmaz sadece ve sadece göz teması kurar ve çocuğun dikkatini yaptığı çalışmaya odaklamasını sağlar. böylece çocuğa emir vermeden kendi kendine gözlemleyerek, keşfederek öğrenmesine yardımcı olmuş olur.

    aklıma gelmişken söyleyeyim: leyla navaro'nun "beni duyuyor musun ?" diye bir kitabı var. kitapta anne babalık sanatı, çocuğunu kabul edebilmek , kabul edilmez davranışlara engel olmak , nasıl bir disiplin? , çocuklar neden söz dinlemez? , çocuğu dinlemek , anne babanın kızgınlığını duyurması , karşılıklı güven gibi konular yer almakta. herkesin okumasını tavsiye ederim. çünkü kitabında;
    "sadece söylenen sözcükleri duymak 'gerçekten' duymak anlamına gelmiyor. çoğunlukla söylenenleri, sarfedilen sözcükler seviyesinde diller ve benzer seviyede de yanıtlarız. oysa, özellikle sorun zamanlarında söylenenler, yani duygu yüklü mesajları, söylenildiği gerçek anlamlarıyla duymayı bilebilmektir.

    sözcüklerin 'gerçekten' söylemek istediğini 'duyabilmek' için, eğitilmiş bir kulağa ihtiyaç vardır.acı deneyimlere yol açan pek çok sorunun kökeninde, insanların birbirini gerçekten duymaması, duyamaması yatmaktadır.
    çünkü sadece söylenen 'sözcükleri' duymak, sözcüklerin ardındaki duygu dolu mesajları alamamak, yanıtların da yüzeyde kalmasına yol açar; bu durum ise iletişimin engellenmesi anlamına gelir.

    önem verdiğimiz insanlarla ilişkilerimizin onarılmaz yaralar almasını engellemenin tek yolu, doğru iletişim kurmayı bilmektir. doğru iletişim kurmanın yolları öğrenilebilir." açıklamasını yaparak dinlemenin küçük yaşlarda öğretilmesi gereken bir iletişim unsuru olduğunu vurgulamış. çocuklara bu konuda yardımcı olabilmemiz için önce bizim dinlemeyi öğrenmemiz gerekir. dinlemesini bilmeyenin kendisine saygısı olmadığı gibi karşısındaki yetişkin kişiye bile saygısı olmuyor. yeni nesile ne faydası olabilir ki böyle insanların?
    27 ...
  52. el öpmek

    11.
  53. evet, efendim, geçmişten günümüze dek sürdürülüp günümüze dek getirilmiş sevgi ve saygı göstergesi eylem. el öpmek ve el öptürmek vs. küçüklüğümüzden beri birçoğumuzun aklına nakşedilmiş bir gelenek aslında. büyüklerin eli öpülür. bu ne zaman olur, genellikle bayramlarda ortaya çıkar. küçükler büyükleri ziyaret eder, ellerini öper. hatta onların hayır duasını alır. daha çocukken annelerimiz babalarımız bu davranışı kazandırmaya çalışırlar. bayram ziyaretlerinde “öpsene kızım amcanın elini, aa ne ayıp.ikazı ile karşılaşılır. daha da inat edip, öpmücem işte. diye suratını asan çocuğu karşısında anne kızarır, bozarır. siz onun kusuruna bakmayın teyzesi, çocuk işte, deyiverir. içinden de "eve gidince görüşücez seninle, terbiyesiz." diye geçirir. hal böyle olunca el öpmek kaçınılmaz oluyor.

    eskiden çocuklar büyüklerinin ellerini öpünce kimisi bir avuç bayram şekeri, kimisi ise bir avuç şeker leblebi verirlermiş. bir avuç şeker leblebi ile mutlu olurmuş çocuklar. günümüzde bunun yerini bayram harçlığı aldı tabii."elini öp, parayı al."mantığı peydah oldu. çocuklar bile artık kim daha çok bayram harçlığı veriyorsa onun elini öpüyorlar. yani iş maneviyattan çok maddiyata dönüşüverdi. çocuklukta böyle tabii, karşılığında verilen somut ödüllerle birtakım değerler çocuklara kazandırılmaya çalışılıyor. yaşımız büyüdükçe büyüklere gösterilen bu saygılı davranışın altında yatan inceliği anlamaya başlıyoruz.

    başka el öpme merasiminin görüldüğü durumlar da var tabii. misal bu öğretmenler gününde bizzat yaşadığım bir durum. bir meslektaşım üç yaşındaki bir çocuğa elini öptürmeye çalıştı. çocuk öpmek istemedi. yanakları sıkıntıdan kızardı."neden elini öpmeye zorluyorsun, o daha çok küçük." dediğim zaman aldığım tepki " ben onların öğretmeniyim, tabiki elimi öpecekler. çocuklar saygıyı öğrenmeliler. biz böyle mi yetiştirildik." şeklinde oldu. yani aslında bunu bence insanların egolarını tatmin edip edememeleriyle ilgisi var.ben öğretmenim havasında ekabir tavırlar sergilemek hiç doğru değil. hani çocukları zorlamadan yetenekleri ölçüsünde eğitim verecektik. hani bizler koltuk ya da masa sevdalısı birer diktatör olmak yerine, sevgi dolu çocuklarla eşit düzeyde eğitimciler olacaktık. inanın birçoğu bunları unutuyor. çocuklar elbetteki büyüklerine saygı göstermeyi öğrenecekler, ama bunu burnu kaf dağında edasıyla tapılacak kişi konumunda yaparsan eline hiçbir şey geçmez. boşa kürek çekmiş olursun öyle değil mi?

    neyse bir başka el öpme adetinden bahsedeyim sizlere. bunu bende yeni öğrendim. evlenecek kızı istemeye geldiklerinde ya da nişan töreninde önce kızın yakın bir arkadaşı ya da akrabası gelen misafirlerin elini öpmeye başlıyor. ardından gelin olacak kız gelen herkesin elini öpüyor. misafirler arasında küçücük çocukların ellerinden öpülüyor, bebeklerin ise yanaklarından öpülüyor. önden giden kız rehber konumunda. gelin olacak kız o ne yaparsa aynısını yapıyor. yahu bırakın da kız istediği kişiden başlasın, istediğini öpsün, istemediğini öpmesin değil mi? tamam saygı ve sevgi güzel şeyler, ama bunun yine yaptırım şeklinde olması bana komik geldi açıkçası.

    ha bir de hani böyle sizden bir ya da iki yaş büyük kişiler ellerini öptürmek isterler ya, asıl yadırganacak durumlardan birisi de bu. hiç unutmuyorum, bir bayram günü benden iki yaş büyük bir ablam elini kaldırıp, öpmem için çeneme kadar uzattı. ikimizde yirmili yaşlardayız oysaki. aramızdaki tek fark o evli, ben ise bekarım. neredeyse yaşıtım olduğu için onun elini öpmek bana mantıklı gelmedi. elini kıvrakça kavrayıp, aşağı indirdim ve yanaklarından öpüp" bayramın kutlu olsun." dedim. adeta donup kaldı. daha sonra öğrendim ki anneme" kızına saygı gerektiren bazı davranışları öğretememişsin. elimi bile öpmedi." demiş. annem ise ; "ona mağrurlu bir şekilde elini öptürmek yerine, dost olmaya çalışsaydın çok daha iyi olurdu." deyivermiş hemen.

    evet gerçekten saygı timsali bazı davranışların altında yatan niyet çok önemli. yaptığımız bir davranışın karşılığını bekliyorsak veyahut yaptığımız davranışın altında yatan niyeti kötüye kullanıyorsak o davranış gösterişte saygı olur. oysaki asıl saygı insanlara karşılıksız verdiklerimizdir. bizi biz yapan değerler, alçakgönüllükle sergilediğimiz davranışlarımızdır.
    1 ...
  54. bir insanı fütursuzca soyutlamak

    ?.
  55. evet evet hiç çekinmeden herhangi bir kişiyi dışlamak, yalnız bırakmak işte her neyse. anaokullarında küçücük çocuklar arasında bile bu kadar aşina olan bir konu bu. iki üç çocuk bir arada oynar, çok iyi arkadaştırlar, yeni bir çocuk gelir. bizimle oynamayazsın derler. saç baş sallayıp nispet yaparlar kendi çaplarında. dumura uğrar yeni gelen çocuk. diğerlerinin umrunda bile değildir.

    bir diğer sebep de birtakım kültür farklılıklarından, ne biliyim aynı şeyleri savunmamaktan, yaşam standartlarının farklı oluşundan ileri gelir. "sen bizimle oynayamazsın." neden?? " çünkü senin baban yok, çünkü sen fakirsin, çünkü sen aptalsın."...vs.vs.

    bazen düşünüyorum acaba ben mi aptalım? yeni bir dünya, yeni insanlar. bırakalım çocukları bir kenara da şu yetişkinleri ele alalım. buraya geldiğimin yüzsekseninci günündeyim. her gün geçtiğim kasap manav dükkanlarının önü. küçük bir yer, küçük bahaneler. bizim buraların insanı sıcaktır. ulan sıcak sıcak olmasına da ardımdan binbir türlü laf söylüyor senin o sıcak dediğin tipler. altığım bir kilo patates, iki kilo soğan. neciymiş neciymiş? sana ne ulan neci olduğumdan. "büyk şehirden gelmiş belli, buraları beğenmez o, yakında çeker gider."

    vizontele filmi halt etmiş yeminle söylüyorum. evimin karşısı hastane. hiç de zannettiğiniz gibi soğuk ve samimiyetsiz değil öyle,dıştan bakıldığı vakit pembe pancurlu evlere benziyor adeta. yeni bir mekan, yeni bir görev aşkı nihayetinde. öğle saati yemek saati, bakmayı ramazan ayında hastane kantini bile kapalı burada. menü de ne var? tavuk pilav çorba. ben geldim, hoşgeldim. bu masa boş sanırım, oturabilir miyim? " canım arkadaşım gelecek de birazdan, yan taraf boş. oraya oturabilirsin."

    oldukça sıkıcı bir gün. allahım odam geniş, ferah. her şey güzel. tık tık tık.. buyrun! .... bey'e bakmıştım, pardon. şey, ben de yeni gelmiş... cümlemi tamamlamadan o iğrenç kapı yüzüme tekrar kapanıyor. imza atıyorum her gün. ne güzel memurluk. unvanım da var artık. günaydın, merhaba... soğuk bir merhabayla karşılık veriyor hiç tanımadığım bir personel. hey, yeni geldim ben. tanışmak istiyorum. ama bu imkansız sen büyük şehirden geldin, ukalanın tekisin.

    eve geliyorum lanet okuyarak. karşı komşum da yeni atanmış, ev sahibim söylemişti. ellerinde poşetler var. yardımcı olabilirim. hayır, hiç gerek yok. ben hallederim. peki ben de yeni geldim, hastanede çalışıyorum. ismim candy. hoşgeldin, hayırlı olsun. hayır hayır yapma bunu. sen de dönme arkanı. evin kaçmıyor ya arkadaşım. insan bir iki laf eder yahu. uzaylımıyım ben?

    yorgunum, atıyorum kendimi yatağa ve ev arkadaşıma soruyorum: ilk günün nasıl geçti? allahtan sen varsın diyorum içimden. iyi kise n varsın. sen de olmasan ben kiminle konuşacağım. iri gözlerini açarak anlatıyor. öğretmenlerin hepsi benden deneyimli. üstelik birçoğu yakın arkadaş. müdür bey hariç hiçkimse bir hoşgeldin bile demedi. nasıl bir yer burası?

    olay bundan ibaret. geldiğimin ilk günleri böyleydi işte. umarsızca soyutlanmak. sen ve senden sonra yeni gelen herkese aynı muameleyi yapmak. başlarım eğitimine. öğretmeni, doktoru,mühendisi yapıyor bunu. ulen üniversiteyi boşa okumuşsun sen yahu. o kitapları boşa yalayıp yutmuşsun. yeni geldiysek yedik mi senin grubunu? başlarım sizin hayat felsenize. içi boklu espirler yapıp nispet olsun diye attığınız kahkahalarınız da sizin olsun lan. bir güleryüz bile yok yüzünüzde. hep soğuk, asık ifadeler. olduğunuz gibi davranmayı unutmuşsunuz oysaki. sırf gruba dahil olabilmek için hiç sevmediğiniz konuşmaları dinlemek zorunda kalıyorsunuz. hiç sevmediğiniz olaylara tanık oluyorsunuz. özünüzü kaybediyorsunuz yahu. anlayın artık!

    beni kabul etmeyecek mişsiniz. sizi gidi seviyesi sıfırın altında eksi derecelerde olan mahlukatlar sizi. etmeyin lan, sizi takan kim. ukala deyin, kendini beğenmiş deyin. ne derseniz deyin ardımdan. birbirinize yetiştirin anında. ne giymişim, saçımı nasıl yapmışım. içinizde kalır sonra. valla arkadaş, bu devirde biraz vurdumduymaz olacaksın. kendi başına takılacaksın. ilk de olsan, yeni de olsan. bu böyle. sıkılmayacaksın yalnızlıktan. üstelik kendini kabul ettirmek için uğraşmayacaksın. onlar zamanlar dönecekler zaten senin kıçında. o zaman da sen yüz vermeyeceksin. asıl ukalalığın o zaman işe yarayacak. soyutlayın, ayırın birbirinizi anasını satayım. birlik olmayın. itişin, kakışın. sahte tavırlar içinde eğlendiğinizi zannedin siz. sakın aranıza kabul etmeyin insanları. korkun onlardan, öcü gibi bakın ha. aman diyim.
    3 ...
  56. askerdeki sevgiliden ayrılmak

    1.
  57. kaypak hatunların yaptığı eylem. insan sevdiği insandan uzun bir süre uzaklaşınca soğur mu be? tam tersine eğer ki gerçekten seviyorsa her gün özlemiyle yanıp tutuşur. ama işte ayrılmak için bir sebeptir belki de.

    iletişimin ne denli sağlam olduğunun bir göstergesidir ayrılıklar. kişinin sevdiği insana karşı yürekten bağlılığı sevginin yanı sıra birçok şeyi daha beraberinde getirir dostlarım. misal; sadakat, güven, hoşgörü, huzur, dürüstlük, masumiyet...vs. bunlar sadece birkaçı. sevdiği adamı terk eden bir hatun bütün bunlardan tamamen yoksundur.

    gelelim askerlikle olan ilişkisine. adam gitmiş vatani görevini yerine getirmekle meşgül. her şeye özlem duyar; evine, anasına babasına...her şeyine. hele bir de sevdiği bir kız varsa; onun özlemi diğerlerine nazaran daha bir ağır basar. belki kıymetini daha iyi anlar asker ocağında. o bunları düşünürken bir gün bir telefon gelir. telefondaki ses :" ben ayrılmak istiyorum..." cümlesiyle başlar. böyle bir durumda hiç sanmıyorum ki; "ben asla üzülmem. gidene güle güle." diyen bir erkeği. dili böyle söylese bile yüreğinde bir şeyler cız eder kesin.

    yine kızlarımızın geneli üstüne alınmasın ama böyle yapan hatunun da sevgisine tüküreyim ben. ülen askerlikten bir dönsün bakalım. buhranlı günleri bir atlatsın, psikolojisi bir düzelsin adamın. sevmiyorsan o zaman söyle değil mi ama? kesin askere de "seni dört gözle bekleyeceğim sevgilim." nidalarıyla seslenerek, timsah gözyaşlarıyla uğurlamıştır bu hatun sevdiğini. sonra da hazır arada mesafe de varken; ben bundan vazgeçeyim diye düşünmüştür. yazıktır günahtır. yapmayın allah aşkına. asker adama böyle bir darbe vurmaya hakkınız yok. ne demişler: "alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste" bu da bir nevi böyle bir durum işte.
    4 ...
  58. yatılı ilköğretim bölge okulu

    1.
  59. bazı il ya da ilçelere bağlı çevre köylerinden okumak için gelen çocukların barındıkları kurum. genellikle okuma imkanı olmayan, oldukça yoksul köylerde yaşamlarını sürdüren çocuklar burada eğitim görürler. bir tanesini yakından gözlemleme fırsatım oldu: efendim, bu okulöncesi dönem çocukları bu grupta yer almıyorlar. sadece ilköğretim birinci sınıftan başlanarak, sekizinci sınıfa kadar devam eden yaş aralığında olan çocuklar eğitim görüyorlar. iki haftada bir sadece anne ve babalarının yanına gönderiliyorlar. onun dışında zamanlarının büyük bir kısmı okulda geçiyor.

    fiziksel koşullar okuldan okula değiştiği için o konuya pek değinmeyeceğim. çocukların okul dışı aktivitelerine de gerekli önemin verilmesi gerekiyor nihayetinde. asker hayatı gibi bir düzen var yibolarda. sabah güneş doğarken saat altıda uyanıyorlar, yedide kahvaltı yapıyorlar. saat dokuzda derslerine giriyorlar. akşam yedide yemeklerini yedikten sonra saat dokuzda herkes yatmış oluyor.

    dikkat ettim bu çocukların ahlaki değerleri şehirde yaşayan çocuklara nazaran çok daha yüksek. yani konulan kurallara uyuyorlar, kendilerinden büyük olan yetişkinlere ve öğretmenlerine karşı çok saygılılar ve sınırlarını gayet iyi biliyorlar. üstelik "bir an evvel üniversiteyi kazanıp da ailemden bir kurtulsam, istediğim gibi yaşasam." tarzında düşünen bir ergenden bile çok daha mantıklı düşünebiliyorlar. o bar senin bu bar benim gezerek, baba parasıyla okuyup da kıymetini bilmeyen üniversite öğrencilerinden çok daha olgunlar. arada bir kendilerini ziyaret eden annelerinin vermiş olduğu beş milyonu geri uzatarak "ben arkadaşlarımla pikniğe gitmeyiveririm. bu para sana lazım. ben burada rahatım." cümlesini kullanan çocuklar onlar.

    şu beleşci fikrine de sonuna kadar katılmıyorum. okulun şartları ne kadar iyi olursa olsun, biti de oluyor; piresi de. onların yemek seçme gibi bir lüksleri de yok. bizim burun kıvırdığımız yemekleri karınlarını doyurmak için yemek zorundalar. banyo saatinde banyo yapmak zorundalar.

    bunun dışında bahsetmek istediğim diğer konu da şu; bu kadar pırıl pırıl masum çocuklar bir şekilde uyarıcılardan yoksun bırakılıyorlar. evet, görevini en iyi şekilde yerine getiren öğretmen arkadaşlarım çırpınıyorlar. hasta olduklarında başlarında nöbet tutup, ilacını içiren; onu tehlikelerden korumak için emeğini esirgemeyen öğretmenlerimiz var. ancak bir şeyler eksik. bu kadar mükemmel olan çocukların akademik becerileri çok düşük. sbs sınavında öğretmenim yemek yiyebilir miyim?, yahut tuvaletim geldi, çıkabilir miyim? gibi sorular sorabiliyorlar. bu çocukların öss gibi bir sınıvda başarılı olabilmeleri için öncelikle sınav bilincinin verilmesi gerekiyor en önce. anne babanın tutumu da çok önemli. hala "eti senin kemiği benim" mantığıyla yaklaşan aileler var ne yazık ki.

    her neyse öğretmenlik tam anlamıyla yapıldığı vakit gerçekten çok kutsal bir meslek. her şeyden önce sabırlı ve tutarlı olmak gerekiyor. güncel olayları takip ederek bu çocuklara ışık tutmayı gerektiriyor. bir yanın eksi kalması çok daha kötü çünkü. özellikle yibolarda eğitim gören çocukların hem annesi hem de babası oluyorsunuz. burunları dahi kanasa siz sorumlusunuz onlardan. o yüzden iyi düşünüp doğru karar vermek ve bu çocuklar için gerekeni yapmak gerekiyor.
    4 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük